Tatminde Tâcil:

Cinsî arzunun tatmin edilmesi prensibinin icâbı olarak tebettül yasaklandığı, erken evlenme teşvik edildiği gibi cinsî arzu doğduğu vakit ihtiyâcın imkân nisbetinde gecikmeden def'i de bir başka tavsiye olmaktadır. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Sizden biri hanımına arzu duyarsa, hanımının âcil bir meşguliyeti bile olsa ona gitsin (hâcetini görsün)." Bir başka rivâyette: "Sizden biriniz, güzel bir kadın görür de hoşuna giderse derhâl ehline gelsin, zira uzuvların hepsi birdir. Ehlindeki öbüründekinin aynıdır" der. Benzeri bir durumda bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bu şekilde davrandığına dâir rivâyetler mevcuttur. Müslim'deki rivâyet aynen şöyle: Hz. Câbir'in anlattığına göre "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bir kadın görmüştü ki zevcesi Hz. Zeyneb'e geldi. Zeyneb bu sırada bir deri işlemekle meşguldü. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ihtiyâcını gördükten sonra Ashâbına gelerek:



"Bilin ki, kadın şeytan sûretinde gelir ve şeytân sûretinde gider. Sizden biriniz, bir kadın görünce zevcesine gelsin. Bu içinde doğmuş olanı giderir" der.



Bu kaydettiklerimiz açısından bakınca, evliliğin mühim gâyelerinden birinin, gerek kadın ve gerekse erkeklerin cinsî tatminleri olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim rivâyetlerde eşlerin bu açıdan birbirlerine olan vazifelerinde ihmâlde bulunmamaları hususunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ısrâr etmiştir. Kadının kocasına karşı vazifeleri sayılırken: "Nefsini taleb ettiği zaman (fırın üzerinden) (veya doğum hâlinde dahi olsa) icâbet etmesi" de zikredilir. Buhâri'nin bir tahricinde: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Erkek hanımını yatağa çağırdı zaman, kadın gelmekten imtinâ ederse, sabaha kadar melekler lânet okur" diye terhib eder.



Kezâ kadının nâfile oruç için kocasından izin alma zarûreti de bu maksadla konmuştur.



Kadının erkeğe karşı durumu tavzih edildiği gibi, kadınlara karşı da kocalarının durumlarına vuzuh getirilmiştir. Onların da bu yöndeki ihtiyaçlarının görülmesine ehemmiyet verilmiştir.Daha önce Ebu'd-Derdâ  ile ilgili olarak zikredilen hadiste geçen: "(...)senin ehline karşı da vazifelerin var (...)" tâbirini şârihler izah ederken, bu vazifeler zımnında cimâyı da zikrederler.



Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zevcî muameleyi değil kötülemek, cimâ da dâhil ehline karşı vazifelerini ibâdet, zühd gibi maksatlarla terkedenleri hoş karşılamamış, hareketlerini tenkid etmiştir. Bu tenkide uğrayanlardan Abdullah İbnu Amr İbni'l-As, Osman İbnu Maz'ûn, Ebu'd-Derdâ'nın isimleri bilhassa meşhurdur. Enes'in rivâyetinde kendilerini ibâdete daha çok verebilmek için geceleri namaz kılıp, gündüzleri oruç tutmaya ve kadınlarını da  terketmeye azmeden üçlü bir gruba -ki bunlar Hz. Ali, Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs, Osmân İbnu Maz'un'dur- şunları söyler: "Allah'a kasem ederim ki Allah'tan en çok korkanınız ve onun yolunda en muttaki olanınız benim. Buna rağmen (hem) oruç tutar (hem) yerim. Namaz da kılar, istirahat da ederim. Kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz  çeviren benden değildir." Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs'ın gündüz oruç, gece namazla meşgul olan ailesini ihmâl ettiği haberi kulağına gelince kayıtsız kalmayıp, kendisini görerek duyduğunun doğru olup olmadığını sorar. "Evet doğrudur" cevâbı üzerine: "Öyle yapma (bâzan) oruç tut, (bâzan) ye. Gece namaz da kıl, uyu da. Zira cesedine karşı vazifen var, gözlerine karşı vazifen var, zevcene karşı vazifen var" der.



Bu ve benzeri hadislerde beyân edilen, kocanın karısına karşı yükümlülükleri arasında cimânın da yer ettiğinde  ulemâ ittifak etmekle birlikte mikdârı hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Her biri görüşünde âyet ve hadisde gelmiş olan bir nassın tevil ve tefsirine istinâd eder. Yukarıdaki hadisin şerhinde Aynî şu özeti sunar: "Kadının kocası üzerindeki haklarından biri kendisi ile cimâ etmesidir. Ancak miktârında ihtilâf edilmiştir. Bâzısı: Bir defâsı vâciptir dedi. Bâzısı: Her dört gecede bir defa, bâzısı da ayda bir defâ vâciptir der. İbnu Hazm: "Kişiye karısı ile cimâ farzdır, gücü yeterse her temizlik devresinde en az bir sefer olmalıdır. Aksi takdirde Allah'a âsi olur (...)" demiştir. Ahmed İbnu Hanbel'in Mâlik'den rivâyetine göre kişi hanımı ile cimâyı özürsüz olarak terkedecek olursa, istese de istemese de cimâ edinceye kadar kendi hâline bırakılmaz, yâhut boşandırılır, zîra onun davranışı kadın için zararlıdır. Ahmed de bu görüştedir. Ebû Hanife: "Berâber gecelemeleri emredilir, (gerisine karışılmaz)" der. Sevrî: "Kadın kocasından bu hususta  şikâyetçi ise üç gün kocaya, bir gün ve gece de kadına tahsis edilir" der. İmâm Şâfiî ise, biraz farkla: "Cimâ hususunda herhangi bir vecibe konmaz, hanımın nafakası, kisvesi ve  hanımıyla berâber kalması farz olur"  demiştir. Kemalpaşazâde, meşhur kitabında, meseleyi  sıhhat açısından ele alarak, kişinin yaş ve bünye durumuna göre faydalı ve zararlı miktarların tablosunu sunmaya çalışır.



Bir kısım rivâyetler Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in etbâının cinsî hayatları ile yakînen ilgilenip, bâzı tedbirler aldığını göstermektedir. Abdurrezzâk'ın tahricine göre Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e bir kadın gelerek:



"Ey müminlerin emîri kocam gündüzleri oruç tutar, geceleri de namaz kılar" der. Hz. Ömer de



"Kocan hakkında iyi senâda bulundun" cevâbını verir. Fakat orada bulunan Ka'b İbnu Sevr söze karışarak:



"Bugünkü kadar dehşetli bir şikâyet, böylesine hoş bir düşmanlık görmedim"  deyince, Hz. Ömer de:



"Sen böyle anladıysan aralarında hükmet" der. Sevr:



"Ey müminlerin emiri, Allah dörde kadar kadınla evlenmeyi helâl kıldığına göre,  her birine dört günde bir gün tahsis edip, o gün onunla  yiyip içecek ve onunla geceleyecek demektir. Şu halde bunun kocası da her dört günde bir sefer bunun yanında kalmalıdır" der. Fakat İbnu'l-Kayyim'in Ahbaru'n-Nisâ'da zikrettiği bir rivayete göre, karısının "kendisine az temâs ettiğine dâir" şikâyeti üzerine Hz. Ömer'in hükmüne mürâcat eden bir erkek için de:



"Bir kimse her temizlik vaktinde bir temâs da bulunsa hakkını edâ eder" hükmünü verir.



Hz. Ömer'le ilgili bir diğer rivayete göre, bir gece vakti, sokakta dolaşırken evinde  yalnızlıktan kendi kendine dertlenen bir kadın sesi işitir. Ertesi gün, araştırınca, öğrenir ki, bu kadının kocası cihâd için asker olmuştur. Bunun üzerine kızı Hafsa'ya uğrayarak:



"Kızım (söyle bakalım) bir kadın kocasından ne kadar müddet ayrı kalmaya tahammül edebilir?" diye sorar. Hz. Hafsa (radıyallahu anh) (utanarak):



"Babacığım, Allah sana mağfiret etsin, senin gibi birisi bu meseleyi benim durumumda olan birinden sorar mı?" der. Babası da:



"Bu, râiyetimle ilgili almak istediğim  bir tedbiri ilgilendirmeseydi  senden sormazdım" der. Hz. Hafsa şu cevâbı verir:



"Dört, beş veya altı ay." Bu cevap üzerine Hz. Ömer:



"Gazve için çıkanlar, bir ayda yerlerine varırlar, dört ay harp ederler, bir ayda da geri dönerler" diye düşünerek askerlik müddetini altı ay olarak tahdid eder. Diğer bir rivayette de:



"Kocamı bir yıl benden uzak tutmak Allah'tan revâ mıdır, (ben de kadınım),  kadınların arzu ettiği şeyi ben de arzu ederim" diye târizde bulunan bir kadının, gazveye çıkmış bulunan kocasını, haber salarak derhâl geri getirtir.



Bu bahsi tamamlarken belirtelim ki Hıristiyanlık ile İslâmiyet'in cinsiyet konusundaki görüşleri de çok farklıdır. Bousquet, cinsî zevk ve arzulara Hıristiyanlığın açıktan açığa hasmâne bir tavır takındığı halde İslâmiyet'in öyle olmadığını takdirle ifâde eder. Nitekim İncil'de Hz. İsâ: "Allah'ın melekûtu uğruna ev, ya kadın, ya kardeşler, ya ana-baba, ya çocukları bırakmayı" emreder. 590-604 yıllarında papalık makâmını işgâl eden Papa Grégoire le Grand, bu konudaki Hıristiyanlık görüşünü daha vâzıh olarak, Régle Pastorale ve Lettre á Saint Augustin de Cantorbéry adlı vesikalarda şöyle ifâde eder: "Zevcî muâmeleden hasıl olan zevk insanı kaçınılma bir tarzda kirletmektedir.Hattâ karı ve koca sâdece nesil elde etmek için birleşmiş bile olsalar."[85]