İctihadlar Bağlayıcı mıdır?

İctihadlar her ne kadar dinin kendisi değilse de, “dinin hükmü böyle olabilir, eldeki deliller böyle olabileceğini gösteriyor, ya da dinî bir hüküm bu şekilde uygalanabilir” demektir. Öyleyse bir müslümanın “âlimlerin yaptığı ictihadlar beni bağlamaz, ben bildiğim gibi amel ederim”, ya da “ictihadlar dine yapılmış eklemelerdir, doğru da bağlayıcı da değillerdir” demesi kesinlikle yanlıştır. Unutmamak gerekir ki, dinin anlaşılması ve pratikte uygulanabilmesi için yetkin bilginlerin ilmine ihtiyaç vardır.



Mezheblerin fıkıh kitaplarına baktığımız zaman, aynı meselede çok farklı ictihadların yapıldığını görürüz. Bu bizi şaşırtmamalı. Çünkü bütün müctehidler ellerindeki delillere, kendilerine ulaşan hadislere ve haberlere dayanarak fetvâ vermişlerdir. Onların iyi niyetlileri, bütün güçlerini kullanarak cevabın en isâbetlisini bulmaya çalışmışlardır. Müctehidler bu çabayı gösterirken hatalı  kararlar verseler bile sevap kazanırlar. Çünkü onlar hiç bir etki altında kalmadan, hiç dünyalık kazancı düşünmeden yalnızca Allah rızâsı için, olanca güçlerini kullanarak  doğruya ulaşmaya çalışırlar. Ancak âlim olmayan, meseleleri ve delillerini yeterince bimeyen birisi, işine geldiği gibi fetvâ vermeye kalkışırsa bırakın sevap almayı; günah kazanır, belki de dalâlete/sapıklığa düşebilir. Bir kişinin herhangi bir konu hakkında bilgisi yoksa hevâsına/arzularına göre fetvâ veya karar verir. Bu câhillik de onu doğru yoldan uzaklaştırabilir. 



Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Hâkim (hükmeden-karar veren) ictihad eder ve isâbetli karara ulaşırsa kendisine iki ücret (sevap) verilir. Eğer ictihad eder ve hatalı karar verirse ona da bir ücret verilir.” (Buhârî, İ’tisâm 21; Müslim, Akdiye 15, hadis no: 1716; Ebû Dâvud, Akdiye 2, hadis no: 3574; Tirmizî, Ahkâm 2, hadis no: 1326; Nesâî, Kadâ 3)



Belli bir mezhebe göre amel edenler, o mezheb imamlarının ictihadlarını göz önüne alırlar, ama başka müctehidlerin ictihadlarının yanlış olduğunu düşünmezler. Çünkü müctehidler, ellerindeki delillerden hareket ederek o sonuca ulaşmışlardır. Deliller ve o delilleri uygulama metodu farklı olursa, farklı ictihadların olması doğaldır. Onların pek çoğu ortaya koydukları ictihadlarda ısrarcı olmamışlar, müslümanlara “bizim ictihadımızdan daha isâbetlisini bulursanız ona uyun” demişlerdir.        



Sahâbeler gibi, daha sonradan gelen bazı âlimler de bir konu hakkında ortak ictihadda bulunmuşlardır. Bunlara ‘icm⒠denir. Müctehid âlimler bir konuda ortak ictihad yapmışlarsa, yani bir meselede ‘icm⒠olmuşsa; artık o konuda ictihada ihtiyaç yoktur.



İnsanlara bırakılan yani Kur’an ve Sünnetin bir şey söylemediği, hüküm koymadığı, fıkıh dışı konularda söz söyleme yetkisi yalnızca müctehidlere âit değildir. Böyle konularda uzman olanlar, mü’min ve güvenilir olmak kaydıyla; söz söyleyebilir, hüküm verebilirler. Bunların görüşleri veya verdiği karar ise ictihad olmaz. Özellikle İslâm tarihinde görüldüğü gibi birtakım siyasî mezheplerin ve grup görüşlerinin -terim anlamıyla- ictihad sayılmasının imkânı yoktur. Yani ictihadın alanı Kur’an ve Sünnetle belirlenmiştir. Bu da onlardaki yoruma açık hükümler ve yeni karşılaşılan fıkhî sorunlardır.



Yeni ortaya çıkan meselelere cevap verebilmek ve İslâm’ı bütün çağlara, bütün topluluklara uygulayabilmek için ictihad yapılması gerekir. Elbette işin ehli olan insanlar tarafından. İslâm’daki ictihad faâliyeti, İslâm hukukunun her devirde ve yerde uygulanmasını sağladığı gibi, onu statiklikten/donukluktan kurtarır. İctihad, hem İslâm’ın mevcut hükümlerinin uygulanabilmesi, hem de sonradan ortaya çıkmış sorunlara İslâmî çözümler getirilebilmesi için gereklidir. İslâmî hükümler ile hayat arasında bir kopukluk yoktur, olmamalıdır. İctihad bu kopukluğu ortadan kaldıran çok önemli bir çabadır.