3) Zâlimleri ve Tâğutları Hoş Görüp Affetme:

İnsanların her görüş ve anlayışına, sapıklık ve Hakka isyanlarına hoşgörü ile yaklaşmak, müsâmaha ve hoşgörü kavramını yozlaştırmak olduğu gibi; temel doğruları, ilâhî gerçekleri önemsememek ve Hakkı oyuncak haline getirmek demektir. Allah'ın hor gördüğünü hiç bir müslümanın hoş görmeye hakkı yoktur. Kâfirlerin belirli ölçülere uyarak kendi dinlerini serbestçe yaşamasına müsaade etmek, onları zorla dinlerini değiştirmeye çalışmamak ayrı bir şeydir; zâlim ve tâğutlara, insanları Allah'ın dininden uzaklaştırmaya çalışanlara hoşgörülü davranmak ayrı. Hiçbir müslüman, zâlimlere ve tâğutlara tavır almayıp onlarla uzlaşamaz,  onlara müsamaha ile bakamaz, onları hoş göremez.  Ne onları affeder, ne de onlardan af diler.  



Müslüman, Allah'ın emirlerine teslim olan demektir. Allah'ın dininin düşmanlarını, zâlim ve tâğutları kendine dost bilmez ve onlardan af dilemez. Özellikle küfür ahkâmının galip olduğu beldelerde, bu hususa âzamî dikkat gerekir.[254]



Af, zilleti kabul, müsâmaha da İslâmî prensiplerden tâviz verme olarak anlaşılmamalı, kesinlikle böyle uygulanmamalıdır. İslâmî esaslar ve cezalardan kesinlikle af ve tâviz verilemez. Hırsızlık yapan Benû Mahzum’lu kadının suçunun affı için yapılan müracaatlara karşı Rasulullah’ın kesin tavrını[255] müslüman olmak için kendilerinin namaz, zekât ve cihadla mükellef tutulmamalarını şart koşan Tâif’lilere; kesinlikle “namazsız dinde hayır olmadığı”nı belirterek böyle bir tâvizi kabul etmediğini biliyoruz.[256]