YOLDA VE ÂMMEYE AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK

M E T İ N



Musannıf bilflil katlin hükümlerinî zikrettikten sonra bu babda da katle sebep olan hadiselere başlamayarak sözlerine şöyle devam etti: Kişi âmmeye ait bir yol üzerinde bir tuvalet veya su olduğu veya curusun ki bu da «burç, ileriye çıkartılan ağaç, üst katta bir damdan diğerine geçiş yolu. su kemerinin üstüne yapılan havuz gibi şeyler»in adı (Aynî) olan «cursun», veya dükkan yapmış olsa adı, geçen şeylerden herhangi biri eğer âmme-ye zarar vermiyorsa ve halk da ona mani olmuyorsa caizdir.



Eğer bu yaptığı şey zarar verîrse, adı geçen şeylerden herhangi birini yapması helâl olmaz. Nitekîm ileride tafsitâtı gelecektir.



Husumet ehlinden yani dava görme gücüne sahip olanlardan herhangi bir kişi, zımmî dahi olsa adı geçenlerden herhangi birinîn yapılmasına mâni olabileceği gibi; yapıldıktan sonra da onun bozulmasını veya kaldırılmasını talep edebilir. Bu yapılan şeyde de âmmeye îster zarar olsun isterse olmasın.



Bazı âlimlere göre kendisi de âmme yolunda öyle bîrşey yapmamışsa, hakimin huzurunda dava etmesiyle o yapılan şeyi bozdurabilir. Yoksa taannüt olur denilmiştir. Zeylaî.



Bu yapılan şeylerin hepsinde devlet başkanından izinsiz olarak kendi şahsı için yapmışsa hüküm yukarıdaki gibidir.



Saffâr burada yıkılmasını veya kaldırılmasını talep eden kişinin de «onun durumunda olmaması» ifadesini eklemiştir.



Eğer Müslümanlara cami ve benzeri şeyleri yaparsa ya da devlet başkanının izniyle yaparsa bozdurulamaz. Eğer bu yaptığı şey, âmmeye zarar verirse onu ihdâs etmesî caiz değildir. Zira Peygamber (a.s.): «İslâm'da zarar vermek de yoktur; zarara karşılık vermek de yoktur.» buyurmuştur.



Yolda satış için veya bir mal almak için oturmak, eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir; yoksa caiz değildir. Yani yolda alıç-veriş için oturmak da geçen tafsilat üzeredir. Bu hükümler çıkmaz olmayan yol hakkındadır. Çıkmaz olan bir yola gelince o çıkmaz yolda o yol ehline ister zarar versin, isterse vermesin; herhangi bir şeyi ihdas etmekle tasarrufta bulunması caiz değildir. Ancak o yol ehlinin izniyle olursa o zaman caiz olur. Çünkü o çıkmaz yol, orada oturanların özel bir mülkleri gibidir.



Diğer taraftan bunda asıl kaide şudur: Hali bilinmeyen bir şey âmmenin yolunda yapılırsa o yeni yapılmış kabul edilir. Eğer onlara has bir yolda ise; o zaman o yapılan şey kadim sayılır. Burcundi.



Eğer bu yaptığı şeyin üzerine düşmesiyle her hangi bir adam ölürse; ölen adamın diyetini ödemek âkilesine düşer. Çünkü ölümüne sebebiyyet vermiştir. Nitekim adam yolda bir su kuyusu kazsa veya taş veya toprak veya çamur (Mülteka) koysa onun o kazdığı kuyu veya adı geçenlerden herhangi biriyle bir insan telef olursa; onun diyetini de âkilesi verir; çünkü o sebep olmuştur.



Eğer bu yapılan şeylerden birisi ile bir hayvan telef olursa ve bu yapılan şeylere İmam (İslâm Devlet Başkanı) izin vermemişse onun bedelini kendi malından ödeyerek tazminat öder.



Eğer bu yapılan şeylerde imam îzin vermişse veya yoldaki bir kuyuya adam açlığından veya susuzluğundan veya sıcaktan bunaldığından düşerek ölmüş olsa; o kuyuyu kazıyan adam üzerinde bir tazminat yoktur. Bununla da fetva verilir. Yalnız İmam Muhammed buna muhâlefet etmiştir. Hulasa.



Eğer su oluğu düşse ve adamın mülkünde olan kısmı bir adama isabet ederek onu öldürse asla zâmin değildir, çünkü oluk mülkünde olduğundan müteaddi değildir. Eğer mülkünden dışarda olan kısmı veya oluğun orta kısmı isabet ederse o zaman o adamın tazminatı o oluğu kim koymuşsa teaddi ettiğinden dolayı onun üzerinedir. Bezzâziye.



İsterse o adam o evde kiracı veya iğreti duran veya gasp eden olsun.



Bu adam bu mülkü satmakla da onun tazminat ödeme gereği kalkmaz. Zira yaptığı iş bakidir ve tazminatı gerektiren de odur. Ama meyleden duvarın hükmü bunun hilâfınadır. Nitekim bu meseleyi Zeylaî tafsilatıyla zikretmiştir.



İ Z A H



«Ammeye bir üzerinde ilh...» Şehir ve köylerde önü açık olan yollardır; kırlarda ve sahralardaki yollar değil. Çünkü kır ve sahralarda olan yollardan çoğunlukla sapmak mümkündür. Zâhidi'de olduğu gibi...



Âmme yolu; üzerinden geçenlerin sayılamadığı yoldur. Veya kimsenin mülkü olmayan bir arazide bir toptum tarafından yapılan binalar arasında geçiş için bırakılan yoldur ki: bu da âmmenin mûlkiyeti üzerine bâkidir. Bu, Şeyhu'l-İslâm'ın tercih ettiği görüştür. Birincisi ise İmâdî'de olduğu gibi İmam Hilvânî'nin tercihidir. Kuhistâni.



«Veya bir cursun ilh...» Bu kelime aslen Arapça bir kelime olmayıp Arapça'ya sonradan girmiş yabancı bir kelimedir. Bunun anlamında da ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler tarafından buna «burç» denilmiştir. Bazı âlimlere göre îse; damdaki suyun akıntı yoludur. İmâm Pezdevî'den de bunun mülk sahîbi tarafından üzerinde yeni bir şey yapmak için duvardan ileriye çıkartılan ağaçlara denildiği nakledilmiştir. Muğrib.



Aynî de; Cursun kelimesinin, raf şeklinde yüksekte yapılan geçiş yolu demek olduğunu söylemiştir. Bazı alimler tarafından da iki damın duvarları üzerine damdan dama geçmek için konulan ağaca denildiği söylenmiştir. Diğer bazı âlimler de; üzerine testi konulması için kemerin önüne yapılan şeye denildiğini söylemişlerdir.



«Veya bir dükkan ilh...» Satış tezgâhı gibi yüksek olan yere denir. Aynî.



«Eğer bu yaptığı şey zarar verirse, helâl olmaz.» Musannıfın burada: «Eğer zarar verir veya mani olunursa helal olmaz» demesi gerekirdi.



Kuhistanî'de de; Yukarda sayılanlarda, herhangi birini yaptığı takdirde «mani olunsa bile menfaatlenmesi yapan kişiye helâldir» denilmiştir. Kirmânî'de de olduğu gibi...



Tahâvî yukarda adı geçenlerden herhangi birini yaptığında: «Mani olunursa, yapan kişiye onu ihdas etmek mübah olmadığı gibi; onunla menfatlenmesi halinde ve olduğu gibi bırakması halinde de günahkâr olur» demiştir. Zahire'de de böyledir.



«Husumet ehlinden ilh...» Husumet Ehli ise; hur, âkil ve bâliğ olandır. Hacredilen köle ve çocuklar husumet ehli değildirler. Durru'l-Munteka'da: Eğer velileri tarafından izin verilirse çocuk ve kölelerin de dava görme hakkına sahip oldukları ifade edilmiştir.



«Zımmi dahi olmuş olsa ilh...» Çünkü yolda zımmînin de geçiş hakkı vardır. Kifâye.



Tatarhâniye'nin ifadesi ise şöyledir: «Kâfir de husumet ehlîne dahildir. özellikle zımmî olduğu takdirde...»



«İster zarar olsun isterse olmasın ilh...» İmam Ebû Hanîfe'den gelen sahih rivayet budur. İmam Muhammed de: «Husumet ehli yukarda sayılan şeylerden birinin yapılmasına mani olabilir; ama yapıldıktan sonra onu kaldırtamaz» demiştir. Ebû Yûsuf ise «Husumet ehli ne o şeye mani olabilir ne de kaldırtabilir.» demiştir.



Bu o şeyin sonradan yapıldığı bilinirse böyledir, eğer sonradan yapıldığı bilinirse böyledir, eğer sonradan yapıldığı bilinmiyorsa o şey yeni yapılmış gibi kabul edilerek İmam (devlet başkanı) onu bozdurur.



Ebû Yûsuf'un: «İmam o şeyi ancak ammeye zarar veriyorsa bozdurabilir.» dediği de rivâyet edilmiştir. Durru Muntekâ.



«Bazı âlimler tarafından ilh...» «Bazı âlimler»den maksat Zeylaî'de de olduğu gibi İsmail Es-Saffâr'dır.



«Yoksa taannüt olur denilmiştir.» Çünkü halktan zararı gidermeyi isterse; önce kendisinden başlaması gerekir. Kifâye.



«Devlet başkanındın izinsiz ilh...» Eğer devlet başkanı adı geçen bu şeylerden herhangi birinin yapılmasına izin verirse; hiç kimse o yapılan şeyi bozdurma ve dava etme hakkına sahip değildir. Şu kadar var ki; eğer, yolun darlığından dolayı o yapılan şey halka zarar veriyorsa; devlet başkanının onun yapılmasına izin vermesi uygun değildir. Ama eğer devlet başkanı zararı olmasına rağmen maslahat İcabı izin verse caizdir. Hamevi Miskin'den.



Şumni de: «Eğer o yapılan şey, halka zarar veriyorsa ister îmam izin versin isterse vermesin, onun yapılması mezhep İmamları arasında ihtilâfsız olarak caiz olmaz.» demektedîr. T.



İmam'dan İzin alınarak yapılan şeyde hiç kimsenin münazaat hakkı olmasa bile «caiz olmaz»dan maksat, «günahkâr olur» olabilir. Çünkü İmam'ın izniyle yapılan bir şeyde yapan kişiyi dava etmek, İmâm'ı aşmaktır. O zaman Şumni'de olan bu ifade de Hamevi'nin Miskin'den naklettiğine muhalif olmaz. Düşün.



«Saffâr burada... eklemiştir....» Bu söz, daha önce tafsilatıyla geçen rivâyettir, onu tekrar zikretmeye lüzum yoktur. Fukaha'nın kelâmının zâhiri, onlardan rivâyetle anlatılan mutlak hükme itimat etmektir. Bu söz, hükmün mutlak olarak naklinden sonra saffar'a nisbet edilmiştir. O zaman bu sözün bütün İmâmların sözü olduğu anlaşılır, delil şudur ki: Herhangi bir münkeri yasaklayan kişi, o münkerden uzak olmakla kayıtlanmaz. Nitekim Hazr bahsinde geçmişti. T.



Ben derim ki: Bu delil, ancak o yapılan şeyde zarar varsa zahir olur. Çünkü o zaman münker olur. Düşün.



«Eğer müslümanlara ilh...» Yani müslümanlara da zarar vermiyorsa... Kifâye ve Kuhîstanî'de de olduğu gibî...



«Veya devlet başkanının izniyle ilh...» Bunun zahirine göre; eğer adı geçen şeylerden herhangi birini imam'ın izniyle yaparsa zarar verse dahi;



hiç kimse o kişiyi dava etme hakkına sahip değildir. Biz bunu yukarda Miskîn'den naklen açıkça takdim ettik. Buna. gelecek olan: «İmamın iznîyle olursa tazminat yoktur» sözü de delâlet eder.



Kifâye ve diğer kitaplarda bildirildiğine göre Ebû Hanife demiştir ki: «Âmme yolu üzerine yapılan herhangi bir şey. İmam'dan izinsiz yapıldığı takdirde, ister zarar versin, isterse vermesin halktan herhangi bir kimsenin onun yapılmasına mâni olma ve yapıldıktan sonra kaldırtma hakkı vardır. Çünkü âmme ait olan şeylerde fitnenin teskini için yönetim hakkı İmam'a aittir. O halde İmam'dan izinsiz böyle bir îş yapan bir kişi, İmam'ın önüne geçmiş olur. O halde herkes onun bu fiiline karşı çıkabilir.»



«Eğer zarar veriyorsa ilh...» Bu söz. metindeki «eğer zarar vermiyorsa caizdir» sözünün mukabilidir.



«Zarar vermek de yoktur; zarara karşılık vermek yoktur.» Yani kişinin, müslüman kardeşine ilk zarar veren olmaması gerektiği gibi; ceza olarak ta zarar veremez.



«Karşılıklı olarak zarar vermek», sana zarar verene senin de zarar vermen demektir. Muğrib.



«Ceza olarak zarar vermek» ise; kısas ve diğer şeylerde ceza veren kişilerin, hakkını tecavüz etmesidir. Kifâye.



«Oturmak ilh...» ağaç dikmek de aynıdır. Kuhistanî.



«Eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir ilh...» İfadede en uygun olanı bu cümleyi «geçen tafsilât üzeredir» sözünden sonra koyması idi. T.



«Çıkmaz olan bir yola gelince ilh...» Burada «çıkmazdan» murat, mülk yoldur. Bu çıkmazlık da mülkiyetin illeti değildir. Zira mülk olduğu halde bazen açık olan yol olabilir, bazen de ammenin olduğu halde açık tarafı da kapatılabilir. Şu kadar var ki; onun kapalı oluşu çoğunlukla mülk olmasına delâlet eder. Bu yüzden çıkmaz oluş. mülkün yerine ikame edilmiştir. Hatta bunun hilâfına bir delil oluncaya kadar bununla amel etmek vacip olur. Fahru'l-İslam'ın Cami'us-Sağîrinden naklen Kifâye.



«İhdas etmekle tasarrufatı caiz değildir.» Ben derim ki: Hâniye'de Ebu Hanîfe demiştir ki: «Eğer yol çıkmaz ise, o yolun üzerinde oturanlar o yola odunlarını koyabilirler. hayvanlarını bağlayabilirler ve orada abdest alabilirler. eğer bu işlerden biri sebebiyle birisi ölmüş olsa, bu işin sahibi zâmin olmaz. Fakat çıkmaz olan yolda bir bina yapsa veya su kuyusu kazsa, bu sebeblede bir kişi ölse; zâmin olur.»



Câmiu'l-Fusuleyn'de şöyle denilmiştir: «Birisi çıkmaz olan yolda çamur yapsa ve yolda da geçecek kadar yer bırakmış olsa. bu çamuru aynı şekilde zaman zaman yapıyor ve hemen kaldırıyorsa; bunu yapabilir. Çıkmaz olan yolda oturan herkes kapısının önünde hayvanını durdurabilir. Çünkü çıkmaz olan yol müşterek olan bir binâ gibidîr: ortaklardan herhangi biri müşterek binanın bir kısmında oturabilir. Ancak onun içinde yeniden bir yer yapamaz. Bizim memleketimizde de hayvanı kapının önünde durdurmak da oturma'nın kapsamındadır.



Tatarhânlye'de şöyle denilmektedir: «Çıkmaz yolda oturma cinsinden birşey yapmış olsa, yolda kendi hissesine düşen yerde olan şeyi tazmin etmez ;ama yaptığı iş ortakların hissesine taşarsa, onu tazmin eder. Eğer yaptığı iş oturma cinsinden birşey ise, kıyasa göre yine yukarıdaki gibi olmalıdır. Ama istihsâna göre yaptığı iş oturma cinsinden ise, zâmin değildir.» Bunun benzeri Kifâye'de de vardır.



Ben derim ki: Bununla: «Geçen şeylerden oluk, dükkân v.b. herhangi birinin ihdası caiz değildir» sözünden maksadın bâki kalacak olan bir şeyin ihdâsının caiz olmaması olduğu açıkça ortaya çıkmış oldu. Nitekim Salhânî de bunu ifade etmiştir.



«Ancak o yol ehlinin izniyle ilh...» Yani hepsinin izniyle... Hatta, aralarındaki bir kişiye o çıkmazda bir şey yapması için izin verdikten sonra o çıkmaz yolda oturmayan birisi, oturanlardan birisinden bir ev almış olsa. onun da izni şarttır. Zira Hâniye'de şöyle bir ifade vardır: «Çıkmaz yol üzerinde bir bina veya bir oda yapmış olsa o çıkmaz yolda oturanlar da onu yaptırana razı olsalar çıkmaz yolda oturmayan birisi gelse ve o çıkmaz yol üzerinde bir ev satın almış olsa o satın alan kişi de o odayı yapana onu söküp kaldırmasını emredebilir.» Saihanî.



«Çünkü o özel bir mülk ev gibidir.» Evlâ olan teşbih yapmadan «mülk ev» demesiydi. Nitekim Hidâye'de de böyledir. Câmi'den naklen takdim ettiğimiz de buna delâlet eder.



«Sonra bunda asıl kaide ilh...» Bu asıl kaidenin faidesi şudur: Yeni yapılan bir şeyi İmam yıkabilir, eskiden yapılmış bir şeyi ise hiç kimse yıktıramaz. Kuhistânî'de olduğu gibi...



Saihânî demiştir ki: «Her iki taraf da delil getirmiş olsalar, yapılan binada eski oluşunun beyyinesi öne alınır. Kâfî'de de: «Yeni yapıldığının delili takdim edilir» denilmiştir. Bu, hâdis oluşun delilinin takdim edilmesi. binanın dışındaki su yolu ve yol edinme gibi şeylerde olabilir. Şeyh Hay-reddin, Suğrâ'dan naklen: «Kadîm'in tarifi, halkın hatırlayabileceği en eski vakit olarak yapılmıştır» Bu tarif de son derece güzeldir.»



«Diyet o şeyleri yapan adamın âkilesi üzerinedir.» Yaraladığı zaman eğer o yaranın erşine (diyeti) gemik görünen yaranın erşine ulaşırsa, o zaman erşi âkilesi verir; eğer ondan az ise o zaman erşi malından verilir. Kifâye.



Bu ifade gösteriyor ki; keffâret vacip olmadığı gibi mirastan da mahrum olmaz. Zahîre'de olduğu gibi... Kuhistânî.



«Mülteka» Şerh'inde şu eklenmiştir: «Amme yolunda her yapılan şeyin hükmü de kuyu ve diğerleri gibidir.»



Yine Mülteka'da: Amme yoluna su döken adam, döktüğü su nedeniyle meydana galen herhangi bir zararın tazminatını öder. Kezâ yola kayılacak kadar su serpse veya abdest alsa; suyu serpen veya abdest alan kişi o yolda kayma nedeniyle meydana gelen zararın tazminatını öder. Ama çıkmaz yol halkından birisi bunlardan birisini o çıkmaz yolda yapmış olsa; veya o yol üzerinde oturursa veya eşyasını koymuş olsa, bunlarda bir zarara neden olsa zâmin olmaz. Yine normal kayılmayacak kadar veya yolun bir kısmına su serpmiş olsa yoldan gecen adam da kasdi olarak o su serpilen yerden geçerken başına herhangi bir zarar gelse, su serpen adam zamin olmaz. Odun koymak. yolu kapatmak veya kapatma hususunda «geçiş» gibidir. Dükkân sahibinin izniyle su serpmiş olsa tazminat ödeme istihsânen dükkân sahibinin üzerinedir.



«Onu tazminatını kendi malından öder.» Çünkü âkile malı değil, nefse geleni yüklenir. Hidâye.



«Eğer bu yapılan şeylere İmam (devlet başkanı) izin vermemişse ilh...» Yani İmam, o yol üzerindeki tuvaletin, cursun'un ve dükkânın yapılmasına, taşın konulmasını ve yolda kuyunun kazılmasına izin vermemişse adam zengin olur... Bunu Kuhistâni İfade etmiştir.



«İmam...» Maksat İslâm devletinin başkanıdır.



«İzin verîrse ilh...» O zaman tazminatını ödemez. Çünkü müteaddi değildir. Zira imam, âmme yerine kaim olduğundan, yol hususunda umumi bir velâyete sahiptir. Öyleyse imâmın izniyle âmme yolunda bir şey yapan kîşi, sanki kendi mülkünde yapmış gibi olur. Kuhistânî.



Ed-Durru'l-Müntekâ'da şöyle denilmiştir: «Şu kadar varki imâmın izni ancak yapılan şey ammeye zarar vermezse caizdir.» Bu bahsin tamamı Ed-Durru'l-Muntekâ'dadır.



«Açlığından veya susuzluğundan ilh...» Çünkü açlığından veya susuzluğundan dolayı düşüp ölen kişi, kendi nefsinde olan bir şeyden dolayı ölmüştür. Tazminat ise ancak bu türden bir sebeple olmayan düşmedeki ölümlerde vaciptir. Zeylâî.



«Sıcaktan bunaldığından...» Yani sıcağın şiddeti dolayısıyla nefesin kesildiği bir bunalma. İnaye.



«İmam Muhammed buna muhalefet etmiştir.» Yani: «Yukarda geçenlerin hepsinde tazminat vaciptir» demiştir. Ebû Yûsuf da Ebû Hanîfe'ye sıcaktan bunalmada değil açlıktan dolayı düşmede muvafakat etmiştir. T.



«Veya oluğun orta kısmı ilh...» Burada oluğun ortasından murat, oluğu koyan adamın mülkünün dışında olan kısımdır. Zira zâmin olmada illet yolun üstünü işgal etmek suretiyle teaddidir. Nitekim Zeylaî'nin de zikrettiği gibi...



«Vasat» bu manada anlaşılırsa «hariç» bunu kapsar. O zaman «vasat» kelimesinin ayrıca kullanılması gerekmez. «hâriç»ten oluğun öbür tarafını keşfetmişte olabilir. O zaman da «vasat'ın zikri doğru olur.



Zâmin olma durumu bunda ve bundan evvelki meselede İmam veya mahalle halkı: izin vermedikleri takdirdedir. Nitekim bu yukarda geçmiştir. Teaddiyi illet göstermek de buna delâlet eder.



«O oluğu kim koymuşsa ilh...» Yani âkilesi üzerinedir... Kezâ bundan sonraki meselede de aynı şekilde denilir. Çünkü sebep olmuştur. T.



«Nitekim Zeylâî bu meseleyi tafsilatıyla zikretmiştir.» Zira Zeylaî şöyle demiştir: «Eğer âmmenin yoluna evinden bir kanat açmış olsa veya yola bir odun uzatmış olsa sonra, evini topluca satsa müşteri de olduğu gibi bıraksa, sonunda o şeyden dolayı bir kişi ölse; tazminat ödemek satanın üzerinedir. Çünkü yapmış olduğu şey mülkünün elinden çıkmasıyla bozulmamıştır. Fakat eğilen duvar. müşteri zâmin olmaz. Çünkü müşteriye kimse o duvarın yıkılacağını söylememiştir. Satan da zamin değildir. Çünkü şahit tutmanın sıhhati için mülk şarttır. Mülk de satışla bâtıl olur. Çünkü başkasının mülkünü bozmak mümkün değildir. Bizim meselemizde ise zaminiyet mülk itibarîyle değil; yolun üstünü işgal etmek itibariyledir. Bu durumda da işgal bakidir. O zaman satan adam zamin olur. Nitekim bu işleri yapan müstecir, âriyet alan ve gasp eden de olsa yîne zamin olurlar. Duvarda ise, malikin dışındakiler zamin olmaz.» özetle.



M E T İ N



Oluktan her iki taraf da isabet etmiş olsa ve bu da bilinse oluğu koyan adam yarı tazminat öder. Diğer yansı ise heder olur. Eğer hangi tarafın İsabet ettiği bilinmiyorsa istihsanen yarısının tazminatını öder. Zeylai.



Başka birisinin koymuş olduğu taşı bir diğeri yerinden çevirse ve bu sebepten birisi zarar görse, taşı çeviren zamin olur. çünkü taşı ilk koyanın bu kuyusu, çeviren tarafından bozulmuştur.



Bu durum şuna benzer: Birisi yolda başına veya sırtına bir şey koymuş olsa, bu da başka birinin üzerine düşse veya bir hasır, kandil veya çakıl taşı ile mahallesinin mescidinden başka bir mescide girse yani o mescide hasır serse veya yere çakıl koysa; veya o mescitte namaz için değil de başka bir şey için otursa -oturması Kur'an okumak veya herhangi birşey öğretmek için de olsa- ve bu işlerden herhangi biri sebebiyle mesela bir kör, helâk olsa zamin olur. İmameyn buna muhalefet ederek. «zamin olmaz» demişlerdir.



Omzundan giydiği bir aba üstünden düşüp de başka birînin ölümüne sebep olsa veya yukarda zikredilen şeylerden herhangi birisini kendi mahallesinin mescidinde yapsa, zamin olmaz. Çünkü mescidi tedbir etmek, mescidin ehline ait olup başkasına ait değildir.



O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mubahtır. Fakat selâmetle kayıtlanır. Kendi mahallesinin mescidinde namaz için oturmasında da bu oturma sebebiyle herhangi bir adamın zarar görmesinin tazminatını ödemez.



Bunun özeti şudur: Kendi mahallesinin mescidinde veya başka bir mescitte namaz İçin oturması sebebiyle başka birine zarar verse bunu zamin olmaz. Namazın dışında başka bir sebeple oturması halinde bunu mutlaka zamin olur. İmameyn burada Ebû Hanife'ye muhalefet etmişlerdir. Şurunbulâlîye'de de Zeylaî ve diğer kitaplara nispetle İmameyn'in görüşü daha açık görülmüştür. Ben de Mültekâ Şerhi'nde imameyn'ln görüşünü tahkik ettim.



Mültekâ'da şöyle bir ifade vardır: «Birisini bir bina yapmak için veya dükkânın veya evinin önündeki sahada su kuyusu kazmak için ücretle tutsa ve bu îşler sebebi ile de işi bitirmeden bir şey telef olmuşsa; tazminatı İşçinin üzerinedir. Eğer işi bitirdikten sonra telef olmuşsa tazminat mülk sahibinin üzerinedir. Nitekim yapılan şey, evinin veya dükkânının önünde olmasa ve Eşçide bunu bilmese bu durumda yine mülk sahibinin üzerinedir. Eğer işçi yaptığı İçin mülk sahibinin evinin veya dükkanın önünde olmadığını bilse bu durumda yaptığı işten dolayı herhangi bir şeyin telefinde tazminat işçi üzerinedir. Nitekim yolun ortasında bir binanın yapılmasını emretse bu emir fâsid olduğundan dolayı, herhangi bir şeyin telefinde tazminat yine işçi üzerinedir. Eğer mülk sahibi işçiye o yerin kendi evinin arsası olduğunu, fakat orda kuyu kazma hakkı olmadığını söylese herhangi bir şeyin telefinde tazminat kıyasen ücretli İşçiye aittir. Çünkü aldatılmamıştır ve emrin fâsid olduğunu bilmektedir. İstihsanen ise tazminat müstecir üzerinedir.»



Ben derim ki: Mülteka şarihi ve diğeri burada kıyası istihsâna takdim etmişlerdir. Bu takdimin zâhiri kıyası istihsâna tercih etmektir. Bilhassa Mültekâ sahibi daha kuvvetliyi diğerine takdim etmek itiyadındadır.



İ Z A H



«İstihsanen ilh...» Çünkü bir durumda hepsine zâmin olur. Bir halde de hiçbir şeye zâmin olmaz. Çünkü oluğun mülkünde olan tarafı isabet edip ölümüne sebep olmuştur. Netice olarak yarısını zâmin olur. Kıyasa göre ise şüphe olduğundan dolayı hiçbîr şeye zâmin değildir. Bu bahsin tamamı Zeylaî'dedir.



«Bu da başka birinîn üzerine düşse ilh...» Düşse ve bir insanın kayarak ölmesine sebep olsa yine zâmin olur Hidâye.



Çünkü yolda eşyayı başına veya sırtına yüklemek mübahtır. Şu kadar var ki hedefe veya ava atılan ok veya kurşun gibi şeylerde selametle kayıtlı olması lâzımdır. Zeylai.



«Bir hasır, kandil veya çakıl taşı ile ilh...» Hasır kandil veya içinde çakıl taşı olan torba birinin üzerine düşse ve ölümüne sebep olsa bunun tazminatını öder. Minah.



Ben derim ki: Hidâye'nin ibaresi ise: «Mescit bir aşiretîn olsa, o aşiretten birisi de o mescide bir kandil asmış olsa veya oraya hasır şermiş olsa veya araya çakıl dökse...» şeklindedir.



Bundan zâhir olan burada «çakıl dökmek» filinin geçmiş zaman fiili olup «hasır sermek» fiiline atfedildiğidir. İbn Kemâl'in açıklaması da buna delâlet eder.



Şurunbulâliye yukarıdaki meselede tazminat ödemekle ilgili imamlar arasındaki ihtilâfı. mescitte o işi yapan adamın «mescidin cemaatinden izinsiz olarak yapması» ile kayıtlamıştır. eğer onların izniyle yaparsa ittifak!a yapmış olduğu işten dolayı zarar görülmesi halinde zâmin olmaz. denilmiştir. Nitekîm aynı mescit cemaatinden bir kişi, mescide aydınlatılması içîn bir kandil asmış olsa, bu da birinin ölümüne neden olduğu zaman. zamin olmaz. Ama eğer o kandili muhafaza etmek için asarsa ve o da birinin ölümüne sebep olursa. yine ittifakla zâmin olur, Şerhu'l-Mecmua'da olduğu gibi... Bezzâziye'de Hakimin izninin mahalle halkının izni gibi olduğu belirtilmiştir.



«Mahallesinin mescidinden başka bir mescide girse ilh...» Bundan anlaşılan ileride gelecektir. Zâhir olan şudur ki: Cemaat mescidinin hükmü, mahalle mescidinin hükmü gibidir. O halde cemaat mescidinde yukarıda sayılanlardan herhangi birini yapması sebebiyle birisi bir zarara uğrasa zâmin olmaz. T.



«Velev ki o mescitte oturuşu Kur'an okumak veya herhangi bir şey öğretmek için de olsa ilh...» Çünkü mescit namaz için yapılmıştır. Namazın dışındaki şeyler ise namaza bağlı olarak yapılırlar. Bunun delili şudur:



Mescit dar olursa namaz kılan adam zikir Kur'an okumak veya ders vermek için oturan kişiyi rahatsız ederek kaldırır ve yerinde namaz kılar. Bunun aksi ise yapılamaz.



«Omzundan giydiği bir abâ üstünden düşerse zâmin olmaz ilh...» Yani giydiği abâ birisinin üzerine düşerek ölümüne sebep olsa veya düşse ve birisi üzerine bastığında kayarak ölse zâmin olmaz.



Bu son hususa Hîdaye'de de işaret edildikten sonra denilmiştir ki: «Giyilen bir şey ile taşınan bir şey arasındaki fark şudur; Bir şeyi taşıyan onun muhafazasını kasteder. O zaman onu selâmetle takyid etmeye lüzum yoktur. Ama elbiseyi giyen kişi onu muhafazayı kastetmezse bu sebepten selâmet kaydıyla kayıtlanır ve mutlaka mubahtır, denilir.



İmam Muhammed'den şu da rivayet edilmiştir ki: «Bir adam normal olarak giymediği bir şeyî giyse; o şeyi taşımış gibi olur. Çünkü onu giymeye ihtiyacı yoktur.»



Kılıç ve omuza atılan şalın ve benzerlerinin hükmü de abâ gibidir. Gâye'de de böyledir.



«O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mübahtır ilh...» Bundan: Mescidin cemaatinin bir şey yapması vaciptir, anlaşılır. Fakat öyle değildir. Aksine mescidin ehlinin de, ehli olmayanın da mescitte adı geçen işlerden herhangi bir şey yapmaları mubahtır. Ancak mescid ehlinin mescitte adı geçen şeylerden herhangi birîn! yapmaları mutlaka mubahtır ve selâmet kaydıyla kayıtlı değildir. Mescidin ehlinden olmayan bir kîmsenin adı geçen işlerden herhangi birini yapması mubahtır ve selametle kayıtlıdır T.



«Bunun özeti şudur; namaz için oturması ilh...» Şemsü'l-Eimme demiştir ki: «Ebû Hanîfe'nin mezhebinde en sahih olan, namazı beklemek için oturan kimsenin oturmasından dolayı herhangi bir kimsenîn zararına sebep olduğu taktirde zemin olmamasıdır. Ancak İmamlar arasındaki ihtilâf Kur'an okumak, fıkıh ve hadis dersi vermek gibi mescide has olmayan ibadetlerdedir.»



Zahîre'de de şöyle denilmiştir: «Mescitte hadis için olursa, mescitte uyusa, orada namaz dışında bir şey için kalsa veya oradan sadece geçse ve bu durumlardan biriyle bir kişi zarar görse; Ebû Hanîfe'ye göre zamîn olur. imameyne göre ise olmaz. Eğer namazı bekleme itikâf, Kur'ân okumak, ders vermek ve zikir etmek gibi ibadetler için oturursa müteahhir fakihler bu hususta ikiye ayrılarak; bir kısmı bu sayılan şeylerden biri sebebiyle birisi ölse zâmin olur; bir kısmı da zâmin olmaz, demişlerdir.» Zeylaî'den özetle...



«Mutlaka olarak ilh...» Yani ister kendi mahallesinin mescidinde İster başka bir mescitte olsun fark etmez...



«Zeylaî'ye nispetle ilh...» Zira Zeylaî, Hilvanî'den şunu nakletmiştir: «Meşayihin ekserisi yukarıdaki meselede İmameyn'in kavlini tutmuşlardır vefetvâ da imameynin kavil üzeredir.»



Zeylâî yine Sadra'l-İslâm'dan şunu nakletmiştir: «En açık olan imameynin hükmettiğidir. Çünkü mescitte oturmak namazın zaruretindendir ve namaza ilhak olunur.»



Aynî'de de şöyle denilmektedir ki: «Diğer üç mezhebin imamları da İmameynin kavli ile hükmetmişlerdir. Fetvâ da İmameynin kavli iledir T.



«Ben de Mülteka şerhinde İmameynin görüşünü tahkik ettim.» Bunun özeti benim yukarda takdim ettiğimdir. Zeylâî şunu da zikretmiştir: «Mahzurlu olan bir şeyi konuşmak için mescitte oturursa ,o oturuşundan dolayı herhangi bir zarar veya ölüm vakası olursa İmamların ittifakıyla oturan adam zamindir. Fahru'l-İslâm'ın mutlak zikrettiği de buna göre yorumlanır.



«İçin kiralasa ilh...» Zeylai ve diğerleri özet olarak şunu zikretmişlerdir: «Bir kimse birini evinin önünde bir kanat yapmak için ücretle tutsa, ve ona: «Bu evin önündeki saha benim mülküdür» veya: «Eskiden beri benim o sahada kanat açma hakkım vardır» dese; işçi de bunun doğru olup olmadığını bilmese; fakat durumun mülk sahibinin dediğinin aksi olarak ortaya çıksa yapmış olduğu o kanat, bitirmeden evvel veya bitirdikten sonra bir kimsenin üzerîne düşse, bunun sonucunda adam ölse ve yaralansa, tazminatı işçi öder. Kıyasen ve istihsanen kiralayana başvurarak da ondan alır.



«Eğer işçiye; O sahada kanat açma hakkı olmadığını bildirse veya yapmaya başlayıncaya kadar hiç bildirmese ve o yaptığı kanat da düşerek birisini telef etse; bu durum, bitirmeden evvel ise işçi tazmin eder ve dönüp kendisini ücretle tutan adamdan da alamaz; Eğer bitirdikten sonra ise: -bir âmme yolunda bina yapmayı emretmesinin fasit olması gibi- emir fasit olduğundan -kıyasa göre- yine öyledir. İstihsanda ise; işveren tazminatı öder. Çünkü verdiği emir sahihtir. Zira evinin önü selâmet şartı ile menfaatlenme bakımından onun mülküdür. Satışının caiz olmaması yönüyle de onun mülkü değildir. öyleyse sıhhat yönüyle, bitirdikten sonra tazminat işveren üzerînedir. Emrinin fasit olma yönüne gelince; eğer o işi bitirmezden evvel birisine zarar vermişse tazminat işçinin üzerine olur.



«Eğer bir kişiyi evinin arsasının dışında bîr kuyu kazmak için ücretle tutsa ve o kuyuya birisi düşerek ölse; işçî de onun arsası dışında olduğunu bilmese; o zaman işveren tazminat öder. Çünkü işveren işçiyi aldatmıştır.



«Eğer arsası dışında olduğunu bilse o zaman işçinin kendisi tazminat öder. Zira aldatma yoktur; bu yüzden de fiil işçiye izafe edilir.



«Eğer ona : «Burası evimin önüdür; ama benim orada kuyu kazmaya hakkım yoktur.» dese işçi kuyuyu kazıp birisi zarar görse; kıyasen işçi tazminat öder. Çünkü aldatılmamıştır. İstihsana göre ise işveren zâmindir.»



Bezzâziye'de de: «Eğer işi bitirdikten sonra bir zarar olmuşsa» sözü ilâve edilmiştir.



Bezzâziye'nin bu ilâvesi: «İşi bitirmeden evvel veya bitirdikten sonra» özü ile yapılan tafsilat yine kuyu kazmada da câri olduğunu İfade ediyor. Nitekim sarih de bunu zikretmiştir.



Kuyu kazma ile kanat açma arasındaki fark; kanat açmada işçi bilmediği taktirde gelen zararı tazmin eder ve rücu ederek işverenden alır. Kazmada ise işçi asla tazminat ödemez.



Bu farkın delili ise şudur: İşveren mütesebbibdir. Kanadı açan ise Bizzat kendisi yapmıştır; ama kuyu kazanın durumu bunun aksinedir. Çünkü o da yine işveren gibi mütesebbibdir; mütesebbib de müteaddi olduğu taktirde zamindir. Kuyu kazma meselesinde ise müteaddî olan yalnız işverendir İtkanî özetle.



"Bu takdimin zâhiri ilh...» Bu takdimin zâhiri kıyası istihsâna tercih etmektir. Bu. tercih de Mültekâ'nın ibaresinde her ne kadar açık İse de;



Mültekâ dışındaki kitapların ilâvesinde açık değildir. Özellikle Hidâye sahibinin ibaresinde... Zira Hidâye ve diğerleri mutemet olanın dilini tehir ederler.



Hidâye sahibi de burada istihsânı delili ile beraber tehir etmiştir. Bunu da T. ifade etmiştir.



M E T İ N



Kim Sultan'ın emri ile yolda veya kendi mülkünde bir lağım çukuru kazmış olsa, yola bir ağaç koysa, İmam'dan izinsiz bir köprü yapmış olsa ya da âmme yolunda herhangi bir şey yapmış olsa; bir kişi de kasdi olarak adı geçen şeylerin biri üzerinden geçse ve helâk olsa; o şeyi yapan adam tazminat ödemez. Çünkü burada meydana gelecek zararı, bilerek geçtiğinden dolayı, bilfiil zarara uğrayana izafe etmek daha evlâdır.



Böylelikle açıkça şu anlaşılmış oldu: Kuyu kazmak ve yola taş koymak halinde kuyuya düşen veya taşa çarparak zarar gören kimse, kasdî olarak oradan geçmemişse buna sebebiyet veren kimse ancak bu halde zamin olur.



Müctebâ'da da böyledir. Müctebâ'da şöyle denilmektedir:



Ben derim ki: İşte bununla yani Mekke yolunda veya sahralarda kuyu kazma ifadesi ile bilindi ki; kitaplardaki «yol»dan maksat. sahra ve çöllerdeki değil; şehirlerdeki yollardır. Çünkü şehirlerde yol güzergahını değiştirmek genellikle mümkün değildir. Ama sahralar böyle değildir.



Bir adam dört kîşiyi kuyu kazmak için ücretle tutsa kuyu da kazmalarından dolayı üzerlerine çökse ve onlardan birisi ölse; geriye kalan üç kişiden herbirinin diyetin dörtte birini vermeleri gerekîr. Dördûncü dörtte bir de düşer. Çünkü kuyu kendi fiilleri ile üzerlerine çökmüştür. ölen kişi de hem kendi hem de arkadaşlarının sebebiyyetiyle ölmüştür. O zaman ona kuyunun çökmesinde kendisinin fiiline tekâbül eden miktarı ödemek düşer. Hâniye ve diğer kitaplar.



Cevhere'de de şu husus ilâve edilmiştir: «Kazılan kuyu yolda îse, yukardaki hüküm böyledir. Eğer îşverenin mülkünde ise uygun olan diyetten vâcip olmamasıdır. Çünkü kuyu kazmak mübahtır. Öyle ise herhangi bir şeyin olması halinde tazminat gerekmez.»



Ben derim ki: Bundan şu hâdisenin cevabı alınır: Bir kişinin bağı olsa ve elindeki toprak da bazen mülk olup haracını veriyor. Beytu'l-mal arazisi gibi. Bazen de vakıf arazisi olup onun elinde uzun zaman kalıyor ve haracını vererek o araziye ağaç dikme ve diğer şekillerde menfaatlenme hakkına sahip oluyor. işte böyle bir adam üzüm bağı dikmek üzere kuyu kazmak için bir grup işçi kiralasa ve kuyu çökerek aralarından biri ölse, ölen adamın varisleri ölenin diyetini talep edebilirler mi?



Musannıf der ki: «Burada ve buna benzer hadiselerde hüküm, işverene hiçbir şeyin vacip olmamasıdır. Keza işçilere de... Nitekim Cevhere'nin sözü de bunu ifade etmektedir. O zaman Fetâvâ'daki mutlak ifade, hüküm ve hadisenin bir olması nedeniyle kayıtlı ifadenin üzerine hamledilir. Allah en iyisini bilendir...



FER'İ MESELELER:



Ev sahibi bir kanadın çıkarılması veya gölgeliğin yapılması için adam kiralamış olsa, o kanat veya gölgelik de düşerek bir adamı öldürse bakılır; Eğer işlerini bitirmeden önce düşmüşse tazminat ödemek, işçilerin üzerinedir. Çünkü henüz iş bitip mal sahibine teslim edilmemiştir. Eğer yola kayacak kadar su serpse ve serptiği su yolu kaplasa, birisi kayarak düşse ve ölse; ya da ayağı veya herhangi bir azası kırılsa. O zaman su serpen adam tazminat öder. Eğer dükkânın önünü dükkân sahibinin izniyle sulasa ve bu sulama nedeniyle herhangi bir zarar meydana gelse tazminat istihsanen dükkân sahibinin üzerinedir.'Bu bahsin tamamı mültekâ'dadır. Allah en iyisini bilendir.



İ Z A H



«Veya kendi mülkünde ilh...» Keza âmmeye olmayan, kendisinin tasarruf hakkı bulunan kapısının önünde ve çıkmaz yolda oturanlar ile ortak olmayan yolda bir kuyu kazmış olsa ve bu kuyuya bir kişi düşüp ölse, teaddi olmadığından dolayı yine zâmin değildir. Müttekâ.



«Keza amme yolunda ilh...» Yani tuvalet yapma, oluk uzatma, cursun ve dükkân yapma, balkon yapma, kuyu kazma, gölgelik yapma, ağaç dikme, kar atma ve satış için oturma gibi şeyleri yapsa... Eğer bu yaptığı şeyi emir verme hakkına sahip olan birinin emriyle yaparsa, herhangi bir vukuatın meydana gelmesinde zâmln değildir. Yoksa zamin olur. İnâye'de de böyledir.



«Kasdi olarak ilh...» Bu söz «Ağaç koysa .» sözlerinin bir alt meselesidir. Remli demiştir ki: «Kasdi olarak» sözünün buradan hazfedilmesi gerekirdi. Çünkü zikredilen «teammüd» ile zâminiyet kaybolmaktadır, eğer imamın izniyle olursa zaminiyet zaten kalkar.»



Şu kadar var ki; eğer bir hazif yapılması gerekiyorsa «imamdan izinsiz» sözünün hazfedilmesi gerekir. «Kasdi olarak» sözüne gelince bu hazfedilmiş olsa mana bozulur.



«Çünkü izafe etmek ilh...» Bu, son iki meselenin yani ağaç koyma ile köprü kurma meselelerinin illetidir. Evvelki iki meselenin, yani sultanın emri ile yolda veya kendi mülkünde kuyu kazmada zaman olmamanın illeti (gerekçesi) ise teaddî olmamasıdır.



«Zâmin olmaz.» Zira burada müteaddî değildir. Çünkü sahrada veya Mekke yolunda herkes konaklama, hayvan bağlama, çadır kurma gibi şeylerde selâmet şartı olmaksızın bu hakka sahiptir. Çünkü burada halkın geçiş hakkını iptal yoktur; öyleyse herkes yemek yapmak için veya temizlik için kuyu kazma hakkına sahip olduğundan bunu yaptığı taktirde müteaddi olmaz.



«Ben derim ki ilh...» Bu Müctebâ'nın kelâmındandır.



Müctebâ bazı kitaplardan: «Çöllerde kuyu kazmanın da halkın sahradaki geçiş yolunun dışında olmak ile kayıtlandığını» nakletmiştir. Arkasından bu kayıt olmadan nakil yapmıştır, daha sonra da: «Ben derim ki: Bununla bilindi ki...» demiştir.



«Bununla» sözüyle de ikinci naklettiğine işaret etmiştir. Şârih de yalnızca bu ikincisi üzerinde durmuştur.



Bunun özeti şudur: Müctebâ'nın birinci nakline göre, bir adam yolun halkın ve hayvanların geçmediği sağ ve sol taraflarına değil de, halkın ve hayvanların geçtiği yerde bir kuyu kazarsa ve bu kuyu herhangi bir insan veya hayvanın telef veya sakat olmasına sebep olursa, zâmin olur.



Muhît'ten naklen Bezzaziye'de olan da budur. Mücteba'nın ikinci nakline istinaden mutlaka zamin olmaz. Çünkü geçen adam sahrada kuyunun kazıldığı yerin dışında, başka bir yerden geçme imkânına sahiptir.



T. demiştir ki: «Bu hüküm hayvanların buradan gece karanlığında geçmeleri durumu ile ilgili düşünülürse açıkça anlaşılmaz. O zaman buradaki mutlak ifade, kayıtlı ifadenin üzerine hamledilir. Allah en iyisini bilendir...



«Kazmalarından dolayı ilh...» O işçiler ona yardımcı olsalar hüküm yine böyledir; oma eğer kazan bir kişi olsa, kuyu da o kazarken üzerine çökse onun kanı heder olur. Hindiye, Mebsub'tan, T. de Hindiye'den.



«Hâniye.» Haniye'nin ibaresi şöyledir: «Çünkü kuyu onların üzerine yaptıkları iş dolayısıyla yıkılmıştır ve onlar bilfiil kuyuyu kazanlardır. ölen kişi de yine onlar gibi kuyuyu kazandır.



«Uygun olan diyetten vacip olmamasıdır.» Sen de burada katlin bizzat mübâşeretle olduğunu bilmektesin. O zaman onda, mülk ile mülk olmamaeşittir. Bu da nakledilene muhâlif bir bahistir.



«Ben derim ki ilh...» Bu musannıfın Mînah'daki sözüdür. «Bazen mülk olup ilh...» Bundan maksat elindeki toprağın devamlı atarak aynı toprak olmayıp belki metinde sayılan topraklardan biri olmasıdır. Yoksa bu işlerin aynı toprak üzerinde yapılması demek değildir T.



«Bu beytü'l-mal arazisi gibi ilh...» Burda eğer memlûkten kasıt, müslümanların hepsinin mülkü ise; bu söz bir örnek olmuş olur. Yok eğer memlûkten maksat elindeki kendi mülkü ise ve onun da haracı veriliyorsa, o zaman bu sözden maksat beytü'l-mal arazisinin benzeri olmaktır. Zaten bunun ekserisi haracîdir.



«Onun elinde uzun zaman kalsa ilh...». Benim Minâh'ta gördüğüm ifade şudur: «Elindeki Arazı bazen vakıfların olup elinde de uzun müddet kalır...»



Mînah'taki bu ifade musannıfın buradaki ifadesinden daha iyidir. Çünkü böyle uzun zaman elinde kalan arazi ya beytü'l-malındır ya da vakıflarındır.



«Haracını vererek ilh...» Burada münasip olûn «ücretini» demesiydi Bu arazinin beytü'l-mal arazisi olduğunu da söylesek bile bu böyledir. Zira Felhu'I-Kadir'de şöyle bir ifade vardır; «şu anda Mısır arazisinden alınan haraç değil, ücrettir. Açıktır ki Mısır arazisi çiftçilerin mülkü değildir. Sanki mülk sahipleri varissiz olarak peyderpey ölmüş ve arazi de beytü'l-mal'e kalmıştır.



«Nitekim Cevhere'nin sözü de bunu ifade etmektedir.» Yani şu sözü; «Burada yapılan iş mübahtır ve mübahta doğan herhangi bir şey de tazmin edilemez.»



«Fetâvâ'daki mutlak ifadeler ilh...» Yani Hâniye ve diğer fetvâ kîtaplarındaki «zamin olur» şeklindeki mutlak hüküm Cevhere'nin ibaresindeki: «Eğer kuyu yolda ise zamin olur» kaydı ile mukayyed alan ifadeye hamledilir. Çünkü usûlcülerin mutlak hükmü, mukayyed hüküm üzerine hamletmelerindeki «hüküm ve hadisenin bir olma» şartı da burada mevcuttur. Çünkü burada hüküm tazminattır. Hadîse ise yalda kuyu kazmaktır. Bunun örneği de yemin keffâretinin orucudur. Bu âyet de mutlak ifade edilmiştir. Yani ister aralıksız tutulsun, îsterse aralıklı tutulsun... Ama ibn Mes'ûd'un kıraatinde ise «tetâbu'ile» yani aralıksız almakla kayıtlanmıştır. O zaman âyetteki mutlak ibn Mes'ûd'un mukayyed kıraatine hamledilir. Çünkü hüküm oruçtur; andan sonra onun yerine geçecek alan yemin keffaretidir. Her ikisini cem etmek ise mümkün değildir.



Ancak Musannıfın bu sözleri tartışılabilir. Çünkü yukardaki meselede nass yoktur. Cevhere'nin zaminiyeti «yolda olmak» ile kayıtlaması da fukahânın, «cinayeti bizzat işleyen kimse velev ki mülkte olsun zamin olur» sarih ifadelerine aykırıdır. Bundan dolayı da Remlî: «Zahir alan şudur ki, Cevhere sahibi nakil yapmayarak bundan sadece bahsetmiştir. Cevhere'nin bu sözünün fasit olduğu da açıktır. Çünkü fukahânın: «Kuyuyu kazan bizzat mübaşirdir, mütesebbib değildir» şeklinde açık ifadeleri vardır. Mübaşeret'te ise fiilin mülkte olup almadığına bakılmaması evlâdır. Şöyle ki: Birisi kendi mülkünde ok atmış olsa, bu da bir şahsa isabet etse, oku atan zâmin olur. Böylece anlaşılmış oldu ki vukuu tekerrür eden hadisede mezkur keyfîyet üzere tazminat işçiler üzerinedir. Özetle...



«Fer'î meseleler ilh...» Bazı nüshalarda yoktur. Zaten bunlarla ilgili önceden sözetmiş bulunuyoruz. AIIah en iyisini bilendir.