İnkârcıların Bir Özelliği Olarak Yeis

Yeis psikozu inkârcı insanların bir özelliğidir. Onların özellikle ölümden sonra gördükleri gerçek karşısında artık bir ümitleri kalmaz, dünyaya bir daha dönmelerinin imkânı da yoktur, karşılaştıkları kötü sonucu başlarından kimse savamaz.



"Ey iman edenler! Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir kavmi velî (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kâfir olanların mezar halkından umut kesmeleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir." (60/Mümtehıne, 13)



Onları gören hayattaki inkârcılar da ölümden sonrası için bir umut ve kurtuluş yolu beklemezler, rahmet ve cennet nimetlerinden yeise düşerler.



Rabbinin verdiği nimetlere yeterince kanaat getirip şükretmeyen nankör kimseler, isterler ki ellerindeki dünyalık imkânlar, bol ni'metler hiç eksilmesin, artsın ve böylece sürüp gitsin. Elindeki ni'met eksilince veya biraz sıkıntı olunca hemen ümitsizliğe kapılmaya ve Allah (cc) hakkında yanlış düşünmeye başlarlar.



Bu kötü duyguların sahibi, Allah'ı kendisene bol bol nimet verirken 'cömert', nimet kesilince bu sefer de 'ihânet eden' diye nitelendirmeye cüret eder.    



Kur'an, bu konuda dikkat çekici bir örnek veriyor:



"Fakat insan, ne zaman onun Rabbı kendisini bir denemeden geçirse, ona bir ikramda bulunsa, onu bolca nimetlendirse 'Rabbim bana ikramda bulundu' der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa (azaltsa), hemen der ki, 'Rabbim bana ihânette bulundu." (89/Fecr, 15-16)



İşte bu şekilde nankörlük illetiyle hasta olanlar, ümitsizliğe düşerler. Bunun sebebi bu gibi kimselerin Allah'ın rahmetinin boyutlarını anlamamaları veya işledikleri cürümlerin çokluğundan ürkmeleridir. Ya da Allah'ın nimet ve rızık verirken hikmete uygun olarak verdiğini idrâk edememeleridir. Halbuki Allah'a teslim olmuş olan ihlâslı bir mü'min Allah'ın takdir ettiğine itiraz etmez. Payına düşene râzı olur. İlâhî adâletten şüphesi yoktur.



Ayrıca o inanır ki, işlediği her tür amelin mutlaka karşılığını alacaktır. Allah'ın azâbından da emin değildir. Bunun sebebi de, kendi işlediği sâlih amellerin tam olup olmamasındaki şüphesidir. Yoksa Allah'ın rahmetinden umut kesmez, Allah'ın ihlâsla işlenmiş bir sâlih ameli boşa çıkaracağını aklının ucundan bile geçirmez.



Demek ki, ümitsizlik hastalığı inanç zayıflığından ya da Allah'ın sıfat ve fiillerinden şüpheye düşme nankörlüğünden kaynaklanmaktadır. Böyle kimseler, Allah'ın adâletinden şüphe ettikleri gibi, rızık verenin Allah olduğunu da unuturlar. Yaptıkları güzel işlere Allah'ın yeterli karşılığı vermeyeceği endişesini taşımaktadırlar.



Böyle bir durum gerçek imanla bağdaşmaz.



"Biz insan üzerine nimetler akıttığımızda o Bizden yüz çevirip yan çizer. Ona bir şer dokununca da çok ümitsiz birisi haline geliverir." (17/İsrâ, 83; Ayrıca bak. 11/Hûd, 9-10; 41/Fussılet, 49)



Yeryüzündeki bütün kötülükler, bütün aksaklıklar, bütün ifsatlar insanların yaptıkları yüzündendir. Bu nedenle Allah (cc) insanlara uyarıcı ve müjdeleyici elçiler göndermiştir. Kötülük yapan kimseler, bir anda her şeyin bittiğini düşünerek ümitsizliğe kapılırlar, Allah'ın kendileri gibi affedici olmadığını sanırlar. Halbuki Allah hakkındaki bu düşünce yanlıştır.



"Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinirler, fakat kendi ellerinin sunduğu (şeyler) sebebiyle onlara bir kötülük isâbet ettiğinde de, hemen umutsuzluğa kapılırlar." (30/Rûm, 36)



Allah (cc), yarattığı insanın günah işleyeceğini de, isyan edeceğini de bilir. Ancak O, hatasını anlayıp tevbe edenleri, inkârdan sonra imanı tercih edenleri hem bağışlar, hem de onların tevbelerinden râzı olur. İnsan sürekli hata yapar, Allah (cc) da hatalarından vazgeçenleri (tevbe edenleri) bağışlamaya devam eder.