Yargıda İsbat Yolları

İslâm hâkiminin, şer'î ispat yollarından birisine dayanarak hüküm vermesi gerekir. Şer'î ispat yolları da; beyyine (şahit ve diğer maddî delil ve belgeler), ikrar, yemin, yeminden kaçınmadan ibarettir. Beyyine tam olunca, dava konusunun sabit sayılacağı konusunda görüş birliği vardır. İkrar da tam delildir. Çünkü bir kimse, kendi aleyhine yalan yaparak ikrarda bulunmakla itham edilemez. Yemin, beyyinesi olmayan davacının davasını düşürür. imam Malik'e göre de, yeminle davacının hasmı tarafından inkâr edilen hakkı sabit olur. Davalının yeminden kaçınması ile de Ebu Hanîfe'ye göre, malî davalarda davacının hakkı sabit olur.



Diğer yandan hâkimin kendi bilgisine veya başka bir hâkimin yazısına ya da şahitlik üstüne şahitliğe dayanarak hüküm vermesi de mümkündür. Ancak bu konuda görüş ayrılıkları vardır.



1. Hâkimin olayı kendi bilgisine dayanarak hükme bağlaması:



Hanefilere göre, hâkimin dava konusu ile ilgili özel bilgisi ya görmeye ya işitmeye ya da olayın sonuçlarını müşâhedeye dayanır. Hâkimin bu bilgiye dayanabilmesi bazı şartlara bağlıdır.



Hâkimin dava ile ilgili özel bilgisi yargılama sırasında, duruşma yerinde edinilmiş olur, malî bir hakkı ikrar gibi medenî haklar veya erkeğin karısını boşaması gibi şahıs hakları yahut da zina iftirası ya da bir insanın öldürülmesi gibi bazı cinayet konusunda bulunursa, bu özel bilgiye dayanarak vereceği hüküm caiz olur. Hâkim sırf Allah hakkı olan hadler konusunda özel bilgisine dayanarak hüküm veremez. Hırsızlıkta yalnız malla ilgili karar bunun dışındadır. Hadlerde ihtiyatlı hareket etmek gerekir; hâkimin özel bilgisine dayanmada ise ihtiyat yoktur. Bu konuda Şâfiîlerin görüşü Hanefilere yakındır.



Hâkimin, dava konusu hakkındaki özel bilgisi, hâkim olmadan veya hâkim olup da henüz görev yerine ulaşmadan önceye aitse, Ebû Hanîfe'ye göre bu bilgiye dayanarak karar veremez. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ise hadler dışındaki konularda, yargı sırasında edinilen bilgiye kıyas yaparak, hâkimin hâkimlikten önceki özel bilgisiyle de hüküm verebileceği görüşündedir. Ebû Hanîfe hâkimin görevli iken edindiği özel bilgiyi beyyine (delil) kuvvetinde görmüş, bundan önceki bilgileri ise beyyine niteliğinde saymamıştır. Çünkü geçerli delil, hâkimin şahitleri hâkim iken dinlemesi ile meydana gelir. Hâkimlikten önceki özel bilgisi, hâkim olmadan önce şahit dinlemesine benzer ki, bunun bir delil değeri yoktur (es-Serahsî, a.g.e., XVI, 93; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 7).



Müteahhırün Hanefi fakihleri ise, devrin kadılarının bozulması sebebiyle kendi devirlerinde hakimlerin özel bilgisine dayanarak hüküm vermelerinin caiz olmadığına fetva vermişlerdir (İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 369).



Malikî ve Hanbelîlere göre, hâkim ne hadler ve ne de başka konularda özel bilgisine dayanarak karar veremez. Bu bilginin hâkimlik sırasında veya öncesinde edinilmiş olması da sonucu değiştirmez. O, sadece kazâ meclisinde öğrendiği bilgilere dayanarak karar verebilir. Huzurunda ikrarda bulunulması gibi... Delil, Hz. Peygamber'in, mahkemede kendini daha iyi savunan kişinin haksız olarak kardeşinin bir hakkını alması halinde, ateşten bir kor almış olacağını bildirdiği hadisidir (Buhârî, Şehâdât, 27; Ahkâm, 30; Müslim, Akdıye, 4). Diğer yandan Hz. Peygamber davacıya şöyle demiştir: "Senin için iki şahit veya onun yemini vardır. Bundan başkası yoktur" (eş-Şevkânî, Neyul'l-Evtâr, VIII, 302).



2. Başka hâkimin yazısına dayanarak karar vermek: İslâm fakihleri malî konularda, bir hakimin başka bir hâkimin yazısına dayanarak hüküm verebileceği konusunda görüş birliği içindedir. Çünkü bazan haklar başka bir beldede olur, şahitlerin ifadesini almak, tapu kayıtlarını incelemek gibi bir takım delillerin toplanmasını gerektirebilir. Bütün bu delilleri başka bir yöre hakimi yine yargı esaslarına göre toplayıp göndereceği için hakimler arasında böyle bir yardımlaşmaya ihtiyaç olur. Böylece daha az emek ve az masrafla davanın yürümesi sağlanmış olur. Günümüzde hâkimler birbirine talimat yazısı yazarak kendi bölgelerindeki şahit dinleme gibi işlemleri yapıp, mahalline göndermektedir.