1) Maddî Yardım:

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Bilmez misiniz ki, göklerin ve yerin saltanatı Allah'ındır ve sizin için Allah'tan başka bir dost ve yardımcı yoktur" (Bakara, 2/107);



"Göklerin ve yerin mülkü (bütün hazineleri)Allah'ındır. Allah, her şeye hakkiyle kâdirdir" (Âlu İmrân, 3/189);



"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır" (Bakara, 2/116, 255). Bu ve benzeri pek çok âyetten de anlaşılacağı gibi evrende gördüğümüz her şeyin gerçek sahibi Allah Teâlâ'dır. Fakat, Cenab-ı Hak, yerde ve gökte bulunan bütün varlıkların, yüce katından bir lütuf ve bağışlama olarak, insanların hizmetine verildiğini başka âyet-i kerimelerde beyan buyurmuştur:



"Bir de göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini (Allah) kendi katından sizin hizmetinize bağışladı. Şüphesiz ki bunda, düşünecek bir kavim için ibretler vardır" (Câsiye, 45/13).



Varlığın gerçek sahibi olan Allah Teâlâ, bunu, kullarından dilediğine verip dilediğinden alacağını da şöyle açıklamıştır:



"Râsûlüm, Şöyle de: Ey mülkün sahibi Allahım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın; dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin" (Âlu İmrân, 3/26).



Ayrıca, Allah Teâlâ, kendilerine mal ve mülk verdiği insanları başıboş bırakmamış, onlara malları ile ilgili bazı sorumluluklar yüklemiş ve görevler vermiştir.



"Onların mallarında dilencinin ve (iffetinden dolayı durumunu açıklamayan) yoksulun bir hakkı vardır" (Zariyât, 51/19);



"O kimseler ki, gayba inanırlar, namazı gereği gibi kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler (başkalarına verir ve yedirirler)..İşte böyle kimseler, Rablerinden olan doğru yol ve hidâyet üzeredirler ve bunlar azabdan kurtulup sevâba erenlerdir" (el-Bakara, 2/35), âyetlerinde bu sorumluluk ve görevlerin; Allah'tan (c.c) bir emânet olarak verilen mallardan bir kısmının başkalarına verilmesi olduğunu anlıyoruz. Bunun kime, nasıl ve ne ölçüde verileceği ise Kur'an-ı Kerîm'de ikiyüze yakın âyet-i kerimede açıklanmıştır.



Dikkat "dilerse, yukarıdaki âyet-i kerimede iman ve namazdan hemen sonra Cenab-ı Hakk "infak etmeyi" emretmiştir. "İnfak "Allah'ın (cc) verdiği malın meşrû bir şekilde elden çıkarılması, başkalarına verilmesi" demektir. İnfakın farz, vâcip ve mendup gibi kısımları vardır. Farz olan infak zekât, vacip olan infak fitredir ki, bunlar hakkında yukarıda geniş bilgi verilmiştir.



Kur'an'ın pek çok yerinde: "Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin..." (Bakara, 43, 83,110; Nisâ, 77) emri vardır. İslâmiyet'te en mühim ibadet namazdır. Müslümanlara namazdan hemen sonra zekât vermelerinin emredilmiş olması, zekâtın, bir ibadet olarak dinimizde ne büyük bir yeri olduğunu gösterir. Dinin iman ile temeli atılıp namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekât, o geçidi geçirecek bir köprü olarak yapılacaktır.



Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:



"Üç şey ölünün arkasından mezara kadar gider: Âilesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, birisi kalır. Dönenler âilesi ile malı, kalan da amelidir" (Riyazü's-Salihîn, I, 139).



Dünyada kalacak olan malımızın, Allah'ın emrine göre kullanılması ve harcanması önemli bir iştir. Çünkü bu harcama ile, âhirete uzanan geçide sağlam bir köprü kurma imkânı elde edilecektir.



Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de: "Hayır ve iyilik yapmak hususunda birbirinizle yarışınız" (el-Bakara, 2/148) buyuruyor. Hayır ve iyilik mal, el ve dil ile yapılır. Yapılacak bütün bu iyiliklerin adı "sadaka"dır, ve Peygamberimiz (sav); "Her iyi iş sadakadır" (Riyâzü's-Salihîn, I,167) buyurmuştur.



Mal ile yapılacak iyilik ve yardımın başında zekât gelir.



"Namazı gereği gibi kılın, zekatı verin ve hayır işlerinden nefisleriniz için önden her ne gönderirseniz, Allah katında onun sevabını bulursunuz. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızı görücü ve kararlığını vericidir" (Bakara, 2/110).



Zekât, mal ile yapılacak mecbûri bir yardım şeklidir. Fakat mal ile yapılacak yardım zekâttan ibaret değildir. Müslümanlara, ihtiyaçlarından fazla olan mallarından başkalarına vermeleri emir ve tavsiye edilmiştir. Aşağıdaki âyet ve hadisler, zekâtın dışında, sadaka olarak başkalarına yardım etmemiz gerektiğini ve bunun önemini anlatmaktadır.



Allah Teâlâ buyuruyor ki:



"Yüzlerinizi (namazda) doğu batı tarafına çevirmeniz hayır ve taat değildir. Fakat hayır ve ibadet, Allah'a, âhirete, meleklere, Allah'ın indirdiği kitaplara ve peygamberlere iman edenin ibadetidir ve Allah sevgisi üzere, yahut mala olan sevgisine rağmen, malı fakir akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere, köle ve esirlere (kurtuluşları için) harcayan, namazı gereği üzere kılan ve zekâtı veren kimsenin... hayrıdır" (Bakara, 2/177); "Ey Rasûlüm, onlar neyi nafaka olarak vereceklerini sana soruyorlar. De ki: Maldan vereceğiniz şey, ana-babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Hayır olarak daha her ne yaparsanız Allah Teâlâ onu bilir ve mükâfatını verir" (Bakara, 2/215).



Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:



"Bir hurmanın yarısı ile, bunu da bulamazsanız güzel sözle ateşten korununuz" (Müslim, Zekât, 95);



"Herhangi bir müslümanın diktiği ağaçtan yenen, çalınan ve eksilen şey, o ağacı diken için sadakadır" (Riyazü's-Salihîn, I, 168).



Ferdi, sosyal faaliyetlerin merkezi sayarsak, onu, iç içe bazı çemberlerin çevrelediğini görürüz. Kendisine en yakın çemberi çocukları ve anne-babası oluşturur. Daha sonra, yakın akraba, yakın ve uzak komşular ve içinde yaşadığı toplumun diğer bireyleri gelir. Âyet ve hadislerden,. insanın, bu yakınlık derecesine göre başkalarına yardım elini uzatması gerektiğini öğreniyoruz.



Uzre oğullarından, hayır yapmak isteyen birisi, Peygamberimizin yanına gelmişti. Adamın tek bir kölesi vardı. Rasûlüllah köleyi ondan aldı, sattı ve parasını kendisine verdi. Sonra ona şunları söyledi: "Bu parayı önce kendi ihtiyaçların için harca. Artarsa âilen için sarfet. Âilenden de birşey artarsa sana yakınlığı ve hısımlığı olana harca; bunlardan da bir Şey artarsa -yanındaki yoksulları göstererek, şöyle, şöyle sadaka yap" buyurdu (Müslim, Zekât, 41).



Yine Peygamberimiz (s.a.s), bahçesini sadaka olarak vermek isteyen Ebû Talha'ya onu akrabalarına tasadduk etmesini tavsiye etmiş, Ebû Talha bahçeyi akrabaları ve amca oğulları arasında taksim etmişti (Müslim, Zekât, 42, 43).



Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: "Verenin eli yüksektir. Hem nafakasını verdiğin kimselerden başla! Anneni, babanı, kız kardeşini, erkek kardeşini sonra sana en yakın ve ondan sonra en yakın olanlarını gör, gözet" (Nesâî, Zekât, 51).



Şu halde, bir müslüman başkalarına malı ile yardım etmeyi düşünürse, önce yakınlarından başlamalı ve derece derece yardım halkasını genişletmelidir. Tabii bu arada dikkat edeceği en önemli şey, yardım edeceği kişilerin gerçekten yoksul olup olmadıklarıdır.



Peygamber Efendimiz: "Gerçek zenginlik malın çokluğu değildir. Aksine gerçek zenginlik gönül zenginliğidir" buyurmuştur. Fakat insan hiç bitmeyecek olan gönül zenginliği yerine daha çok mal zenginliğini ister, gözünü hırs bürür, kazandıkça kazanmak arzusu içini kaplar. İnsanların bu ruh hâlini sevgili Peygamberimiz: "Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, üçüncü vâdiyi de ister. Âdemoğlunun iç boşluğunu (ihtiraslı gönlünü) topraktan başka birşey dolduramaz. Şu kadar ki, bu ihtirasından tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder" (Müslim, Zekât, 116) sözleri ile açıklamıştır.



Başka bir hadis-i şerifte de; "Yaşlı kimsenin kalbi iki Şeyi sevmekte dâimi gençtir: Uzun hayat isteği ve mal sevgisi" (Müslim, Zekât, III) buyurularak mala olan bağlılığın bir ömür boyu devam edeceği haber verilmiştir.



Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:



"Şeytan sizi, fakir olacaksınız diye korkutur, size cimrilik ve sadaka vermemekle emreder. Allah ise lütfundan bir mağrifet ve fazla üstünlük vaad ediyor" (Bakara, 2/167).



"Âllah'ın fazlından kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler, hiçbir zaman onu kendilerine faydalı sanmasınlar. Aksine bu, kendileri için bir Şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktrr. Göklerin ve yerin mîrası Allah'ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdârdır" (Âlu İmrân, 3/180).



Bir müslümanın, hadis-i şeriflerde belirtilen mal hırsını yenerek âyetlerde belirtilen şeytanın aldatması ve cimrilik duygularını alt ederek, Allah'ın kendisine bir ihsan, bir lütuf, bir nimet olarak verdiği malından hayır yolunda, Allah ve Rasûlü'nün emrettiği şekilde harcaması şüphesiz çok asîl bir davranıştır. Böylece nimetin kadri bilinmiş, şükür edâ edilmiş ve Hakk'ın rızasına ulaşılmış olur. Lâkin, Cenab-ı Hakk'ın gerçek anlamda bir yardımda bazı özellikler aradığını görüyoruz. Âlu İmrân sûresinin 92. âyetinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:



"Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe, siz, Cennete eremezsiniz. Allah yolunda her ne harcarsanız muhakkak Allah onu bilir" (Âlu İmrân, 3/92).



Şu halde biz, mal sevgisi ile Allah rızasını kazanmak arasında bir tercih yapmak zorundayız. Bir imtihandan geçiriliyoruz. Mallarımızdan sevdiklerimizi, sırf Allah rızasını umarak, yoksullara verirsek bu imtihanı kazanmış olacağız. Bu konuda Peygamberimizin yakın dostlarının davranışları bize örnek olmalıdır.



Enes b. Mâlik şöyle anlatıyor:



"Ensar'dan Ebû Talha, Medine zenginlerinden idi. Kendisinin en çok sevdiği malı da, Mescid-i Nebevî'nin karşısındaki Beyraha denilen bahçesi idi. Rasûlüllah oraya gider ve içindeki güzel sudan içerdi. "Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe, siz, Cennete eremezsiniz" âyeti nâzil olunca Ebû Talha kalkıp Rasûlüllah'ın yanına geldi, ve: "- Allah, Kitabın'da;



"Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe, siz, Cennete eremezsiniz, " buyuruyor. Mallarımın bana en sevimlisi Beyraha'dır. O, Allah için bir sadakadır. Bu sadakanın hayrını ve Allah katında onun tükenmez bir âhiret azığı olmasını umarım. Yâ Rasûlüllah! Bu bahçemi istediğin yere sarf et," dedi..." (Müslim, Zekât, 42).



Mal ile yapılacak bir yardım şekli de "karz-ı hasen" dir. "Karz" fâiz ve benzeri herhangi bir menfaat beklemeden ödünç para vermek demektir. Bu da Allah'ın övdüğü bir malî yardım şeklidir. Kur'an-ı Kerîm'de bu fedâkârlık o kadar yüceltilmiştir ki, ödünç veren kişi sanki insanlara değil Allah'a vermiş gibi telâkkî edilir:



"Sadaka vererek iyilik eden erkekler ve kadınlar, bir de Allah'a gönül hoşluğu ile ödünç verenler yok mu, Allah onların mükafatını kat kat verecektir. Onlar için çok şerefli bir karşılık vardır" (Hadid, 57/18) âyetinde, Allah rızası için ödünç para verenler işte böyle öğülmüştür. Böylece Allah Teâlâ, dünyada sıkışan ve darda kalan kullarına, herhangi bir çıkar düşüncesinden uzak, dinimizin yardım ve iyilik anlayışı içinde borç verenlere ahirette kat kat manevî mükâfat vaad etmiş bulunuyor.



Herkesin yararlanabileceği çeşme, köprü, cami, okul, yol, hastahâne, dispanser gibi hayır kurumları yaptırmak da mal ile yapılan yardımlardandır. Bu tür hayır eserlerine sadaka-i câriye (devamlı sadaka) denilir ki, sevabı çok fazladır. Sadaka-i câriye anlayışı, vakıfların ortaya çıkmasında çok büyük etki yapmış ve İslâm dünyasının her tarafı halka hizmet götüren vakıf kuruluşları ile dolup taşmıştır.



Sosyal ve ekonomik hayatımız açısından malla yapılacak en önemli yardımlardan biri de servet sahiplerinin mallarını yatırıma aktarmaları ve çalışmak isteyenlere iş ve geçim imkânı hazırlamalarıdır. Hayatını çalışarak kazanmak isteyen, helâl kazanç peşinde koşan bir kişiye yardım eli uzatmanın en iyi şekli budur. Çünkü bu davranışımızla hem bir müslümana geçim imkânı vermiş, hem de onun şeref ve şahsiyetini korumuş oluruz.