Velî Kültünün Kaynağı ve Mâhiyeti:

  



A. Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri adlı eserinde velî kültü ve kaynağı hakkında şu bilgileri verir:  Velî kültünü, kısaca, fevkalâde kuvvet ve kudretlerle mücehhez olup Allah'a yakın kabul edilen bir şahsiyetin herhangi bir konuda -sağ veya ölü iken- yardımının dokunacağına inanılması ve bunu temin için belli yollara başvurulmasıdır, şeklinde tarif edebiliriz. Bu anlayış, velînin takdis olunmasıyla sonuçlanmaktadır. Din sosyolojisi bilginleri, pek çok yerde, halk müslümanlığının bu anlayış etrafında geliştiği kanaatini ileri sürerler.



Velî kültünün, dinler tarihi araştırmalarına göre, Budizm, hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi büyük dinlerin hâkim olduğu sahalarda benzerlikler gösterdiği dikkati çekiyor. Fakat böyle bir kültün Budizm’de ötekilerden daha eski olduğu muhakkaktır. Uzmanlar, gerek hıristiyanlık, gerekse müslümanlıktaki aziz, yahut velî kültünün kaynağını, bu dinlerin ortaya çıktığı ve yayıldığı sahalarda eskiden mevcut birtakım kültlere bağlamaktadırlar. Genellikle hıristiyanlıktaki aziz kültünün, eski çağlardaki çeşitli tabiat kültleriyle, mitolojik tanrı ya da kahraman kültlerinden geliştiğini meydana koyan araştırmalar vardır. Hıristiyanlık için burada bir fikir beyan edecek durumda bulunmamakla beraber, müslümanlıktaki velî kültünün menşe’ (kaynak) itibarıyla İslâmiyet’le bir ilgisi olmadığı rahatça söylenebilir. Zira dikkatle bakılırsa, hıristiyanlıktaki aziz kültü gibi, müslümanlıkta da velî kültünün İslâm’dan önceki putperest kültlerle yakın alâkası görülecektir. Anadolu da dâhil, İslâm âleminin hemen her tarafında, İslâmiyet’in oralara girdiği devirlerden beri yaşayagelen muhtelif velî kültlerini tesbit mümkün olmaktadır. Çünkü buralarda eskiden mevcut mahallî tabiat yahut ata kültleri, tasavvufun velî telâkkisinin ister istemez yardımıyla halk çevrelerinde yorumlanıp velî kültü haline inkılâp etmiştir. Bu kültlerin çoğu, zamanımıza kadar varlıklarını sürdürme imkânına kavuşmuşlardır.



Muhtelif velî kültleri incelendiği zaman, gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardır: Kült konusu velîlerin, ait oldukları toplumun sosyal, dinî veya ahlâkî değerlerinin tamamının, yahut bir kısmının temsilcisi olduğu, en azından buna inanıldığı görülür. O toplum, sözkonusu değer ile takdis ettiği velîyi özdeşleştirmiştir. İşte ancak bu özdeşleştirmeye yarayacak vasıfları taşıyan, yahut bu vasıflar kendisinde olduğu kabul edilen velî, kült konusu yapılmaktadır.



Böylece o velî, o toplum için, tâbir câizse artık sade bir insan değil; inandığı değerler bütününün ta kendisidir. İşte bu safhadan sonra kerâmet unsuru ortaya çıkar. Daha yaşamakta iken o velî, bu dünyadakinden bambaşka, fevkalâde olaylarla süslü bir dünya ile kuşatılır. Velî öldükten sonra, kendisi hayatta iken sahip olduğuna inanılan insanüstü hüviyetinin, güç ve kudretinin devam ettiğine inanılır; hatta bu güç ve kudret, bir gizliliğe bürünerek daha da artar.



Bu merhaleden sonra psikolojik âmillerin işin içine girdiğini ve kültün oluşmasını tamamladığını söyleyebiliriz. Bu psikolojik âmiller şunlardır: Velî, fevkalâde rûhânî kudretlerle mücehhez olduğu için, artık toplumda ona karşı korku ile karışık bir saygı duygusu hâkim olmaya başlar. Velîye karşı yapılacak herhangi bir saygısızlığın, çarpılma, âniden veya feci bir şekilde ölüme yakalanma vs. şeklinde cezalandırılacağına inanılır. Buna paralel olarak, velînin sözkonusu rûhânî kudretinden, birtakım iyiliklerin cezbedilmesi ve kötülüklerin giderilmesi yolunda faydalanma arzusu doğar (feyz ve bereket kavramı). Nihayet, dünyada bu tarzda menfaati sağlanacak olan velînin öbür dünya da Allah katında yardımcı olması için onu memnun etme çabası ortaya çıkar ve bunun sonunda bir tatmin duygusu müşâhede edilir. Bütün bu sosyal ve psikolojik faktörler kültün teşekkülünü tamamlamış olur. Ancak, burada, kültün oluşmasında âdeta bir harç vazifesi gören "kerâmet" kavramının önemine bir daha işaret etmek yerinde olacaktır. Zira kültün gelişip yayılmasını, yerine göre mahallî olmaktan çıkıp genelleşmesini sağlayacak olan da odur. Velînin bulunduğu yerin dışındaki insanları külte iştirak ettiren bu kerâmetlerdir. 



Velînin mezar veya türbesinin mevcûdiyeti, bir bakıma kültün de yaygınlık derecesini gösteren bir alâmet sayılabilir. Çünkü herhangi bir yerde, zamanımızdan çok önce ve hayli itinalı yapılmış bir türbe, genellikle içindeki velînin çok itibarlı olduğuna, dolayısıyla yöresel değil; bütün bir toplumun katıldığı bir kültün varlığına delildir. Velînin mezar veya türbesi, genellikle bulunduğu yerin normal mezarlığında yer almaz; dikkati çekecek bir mevkîde, yahut yol kavşaklarında, kasaba, köy veya şehirlerin en işlek yerlerine yakın yerlerde yapılır. Çünkü buralar, kültün icrâ edildiği, yani ziyâretlerin, kendine mahsus merâsim ve kurban işlemlerinin yapıldığı yerler olması dolayısıyla halka açık vasıfta bulunması gerekir. Mezar veya türbenin bizzat kendisi, mukaddes ve mahrem bir yer olarak muâmele görür. Türbeler, çoğu zaman velînin eşyalarının da muhâfaza edildiği yerlerdir. Bu eşyalar genellikle, velînin günlük hayatta kullandığı takke, tesbih, pabuç, cübbe vb. nesneler olup kudret ve kudsiyetinin bunlarda da aynen var olduğuna inanılır; ziyâretlerde bunlardan da faydalanılır.[27]



Ölen velîlerin (evliyâ kabul edilen şeyhlerin) kabirlerinde yapılan bid'at ve hurâfeler, hatta şirk unsurları da ayrı bir problemdir. Bunların türbelerine çabut/bez bağlamalar, eğilmeler, kabrin etrafını tavaf şeklinde dönmeler, secdeler, kabre karşı namaz kılmalar, mum yakma, duâ etme, kabirde yatan ölüden meded beklemek, ona adak adayıp kurban kesmeler... Şeyhlerin bir kısmının ölmeden tarîkatın devamını oğluna, damadına bırakıp aile tekelinde tutması da kendi teorileri açısından bile tuhaftır. Velî/evliyâ kabul edilen şeyhlerin kerâmeti diye öyle hikâyeler anlatılır ki; Kur'an'da anlatılan birçok peygamber mûcizesinin bile bu kerâmetler kadar olmadığı görülür. "Şeyh uçmaz, mürit uçurur" deyimiyle halkın arasında ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatların müritlerinin birbirlerine karşı hava atma sistemleridir. En çok ve en büyük kerâmeti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müridler, böylece her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar, denizlerin üstünde yürüyenler, aynı anda birçok yerde gözükenler, neler, neler... Superman velîler kalplerden geçeni bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla hidâyete erdirir, dilediğini çarpar, üfürüğüyle şifâlar saçar, dokunuşlarıyla âlemlere nurlar yağdırır, âlemlerin mülkü ellerindedir, herşeye tasarruf ederler. Bu anlayışların çoğu, akaidi ilgilendiren konulardır.                         



Şirk konusunda büyük tehlikelerden biri, evliyâ kültüdür. Allah'a ulaştıracak vâsıtalar halinde birilerine tanrılık vasfı verilir. Allah'ın evliyâsı konusundaki Yûnus, 62. âyette Kur'an, ilk iş olarak bir evliyâ tanımı vermektedir. Bu tanım, "gözünüzü açın, dikkat edin, sakın oyuna gelmeyin, uyanık olun!" anlamındaki "Elâ" edatıyla başlar. Bu ifade biçimi de gözden uzak tutulmaması gereken mesaj vermekte; yani "dikkatli olmazsanız ayağınız kayar, aldatılır, hüsrâna uğrarsınız" denilmiş olmaktadır.



"Gözünüzü açın! Allah'ın evliyâsı için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman eden ve takvâ sahibi olanlardır... " (10/Yûnus, 62-63)



Bu âyete ve velî konusundaki diğer âyetlere göre, iman ve takvânın dışında bir evliyâ alâmeti yoktur. İman ve takvâdan tâviz verildiği, bunların yozlaştırıldığı durumda Rahmân'ın evliyâsı yok; şeytanın evliyâsı vardır.



"Gözünüzü açıp kendinize gelin! Hâlis (arı-duru) din yalnız Allah'ındır. Onun yanında birilerini daha velîler edinerek 'Biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk-kölelik etmiyoruz' diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah, yalancı ve nankör kimseyi doğru yola iletmez." (39/Zümer, 3)



Bu âyet, velî kabul edilenleri "Allah ile insan arasında yakınlaştırıcı ve şefaatçı" kabul etmenin tevhid açısından yanlışlığını açıklar. Allah insana şah damarından daha yakındır (50/Kaf, 16) ve şefaat tümüyle ve sadece Allah'ın elindedir (39/Zümer, 44). Dolayısıyla Allah ile kul arasında herhangi bir mesâfeden ve herhangi bir şefaatçıdan söz edilemez ki yaklaştırıcıya veya şefaatçıya ihtiyaç duyulsun. "Yaklaştırma" iddiası, temelden çürüktür. Çünkü Allah'ın kulundan ayrı ve uzak olduğunu iddia etmek de Kur'an'a aykırıdır. Evliyâ kültünün sosyal ve hukuksal dayanağı yapılabilecek oluşumlara da imkân verilmemiştir. Din sınıfı, din kıyafeti yoktur. Din adamı tâbiri yoktur. Aforoz ve vaftiz yoktur. Allah'a kul olmak için birilerinin tesciline, okuyup üflemesine ihtiyaç bırakılmamıştır.      



Halk, tarihin her döneminde ortalama kültür seviyesinin üstüne çıkamamış, bazı dönemlerde ise içlerinde okuma ve yazma bilen insanların bile azlığı, ekonomik, sosyal ve siyasal sebeplerle zihnî olarak çocuksu vasfa daha yakın olmuştur. Halk muhayyilesi, özellikle böyle toplumlarda çocuk psikolojisi gibidir. Çocuğun masala ve kahramanlara ihtiyacı vardır. Bunu kitaptan, kulaktan, televizyondan temin edemiyorsa, kendi hayalinde üretir, diğer çocuklarla yardımlaşarak böyle bir dünya oluşturur. Çocuktaki masal kahramanlarının yerini, halk arasında destan kahramanı, efsâneleştirilmiş kahramanlar, mitler alır; bunlar hayâlî kahramanlar olabildiği gibi; daha çok eski devirlerde yaşamış, ama hayatı masallaşmış, içine hayâlî unsurlar karışmış yüce kişilikler de olabilir. Efsânelerin, destanların, masalların, mitolojik tanrıların, evliyâ menkabelerinin, nice kıssa ve fıkraların kaynağında bu çocuksu halk muhayyilesinin zenginliği ve saflığı yatar. Halk, aynen çocuk gibi “soyut”u anlamakta zorlanır, onu somutlaştırarak benimser. "Büyük insan" denilince, takvâ gibi daha çok, iç/gönül özelliği olan tarafı anlayamaz; onu insanüstü olarak düşünüp büyüklüğünü gözle görülür hale getirir. Büyük insan demek, normal insandan farklı olarak havada uçan, denizde yürüyen insandır. Halkın ve özellikle çocukların bu anlayışı, "Malkoçoğlu", "superman" filmlerine ve yarı tanrı yarı insan mitolojik figürlere (Herkül, Zeyna vb.) konu edilir.