Husumette Vekâlet

Prensip olarak, husumette (hâkim huzurunda müvekkilini savunmaya) vekâlet bütün müctehidlere göre caizdir. Çünkü herkes kendi davasını bizzat takip etme ve savunma imkânı bulamayabilir. Kişiler arasında hakkım maharetle savunanlar olabileceği gibi, meramını ifadeden aciz, söylediği sözün sonunun nereye varacağım kestiremeyecek durumda olanlar da vardır. Hakim, kendisine anlatılana ve önünde ortaya konulan delillere göre hüküm vereceğine göre, insanlar arasındaki bu farklılık hakların zayıfına, adaletin gerçekleşmemesine sebep olabilir. İşte husumette vekâlet, bu sakıncayı telafi edecek bir yoldur. Husumette vekâletin cevazında, müvekkilin davacı veya davalı olması arasında fark yoktur. Ancak Ebu Hanife, bu tür bir vekâletin caiz olmasını -yolculuk, hastalık, kadının erkekler arasına çıkmaması gibi meşru bir mazeret yoksa- hasmın rızasına bağlamıştır (Merğınanî, Hidâye, III,136.) Ancak bu şart, bu vekâletin sıhhati için değil bağlayıcılığı için gereklidir. Yani hasım, karşı tarafın vekiline itiraz etmezse, rızasını beyan etmemiş bile olsa bu vekâlet caizdir. Ebu Hanife'nin bu görüşünün noktayı nazarı şudur: Hasımlardan her biri diğerine hâkim huzurunda cevap vermek zorundadır. Vekâlet, bu hakkın ifasına manidir. Ayrıca vekil durumunda olan kişiler, konuşma kabiliyetleri, mahkeme safahatına olan ittılaları ve tecrübeleri ile hakkı batıl, batılı hak gösterebilirler. Bu durumda hasmın da aynı şekilde vekil olarak bulması gerekebilir. Oysa bu hasmın takatı dışında olabilir. Neticede de hak tecelli etmez. Onun için, husumette vekâletin cevazı hasmın rızasına bağlıdır.



Diğer üç mezhep imamı ile birlikte Hanefilerden Ebu Yusuf ile Muhammed'e göre, hasımlardan birisi, diğeri razı olmasa bile mahkemede kendi yerine vekil bulundurabilir. Çünkü vekil tayin eden hasım, vekilin hem karşı tarafın sorusunu cevaplandırması hem de kendi hakkını savunması için vekil etmiştir. Müvekkil bunları bizzat kendisi yapabileceği gibi vekili eliyle de yapabilir. Mecelle bu görüşü benimsemiştir (Mecelle, madde; 1516)



Husumete vekâlet, özel bir dava ile ilgili olabileceği gibi umumi de olabilir. Özel bir dava ile ilgili olması halinde, dava konusunun ve hasmın belirtilmesi gerekir. Vekâletin umumi olması durumunda ne dava konusunun ne de hasmın belli edilmesi gerekmez. Husumete vekâlette, vekilin elinde yetkili mercilerce (mesela noterden) verilmiş vekâlet belgesinin bulunması gerekir (Hacı Reşit Paşa, a.g.e., VI, 66; Bilmen, a.g.e., VI, 346 vd).



Husumete vekalet Hanefî imamlarından Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre aynı zamanda kabza vekâlettir. Yani, husumete vekil olan avukat mahkemede davayı kazanınca müvekkili için hak etmiş olduğu malı kabzetmekle yetkilidir. Çünkü dava neticesinde sabit olan bir alacağı tahsil, o davanın mütemmimidir (Merğınanî, a.g.e., III, 149). İmam Züfer'e göre ise husumete vekil olan kişi kabza vekil değildir. Dolayısıyla müvekkil için mahkemede sabit olan hakkı kabza yetkili değildir. Çünkü vekilin mahkeme neticesinde hak ettiği alacağı tahsil edip kendisi için sarfetmesi mümkündür. Mecelle cemiyeti, İmam Züfer'in görüşü istikametinde madde tazmin etmiştir (Madde,1519). Ebu Hanife'ye göre, aynı şekilde, bir alacağı kabza vekâlet, husumete vekâlet değildir. Mecelle bu konuda da, Sahibeyn'in görüşünü esas almıştır.