VEBÂL

Sonunda ceza, şiddet ve azap olan fiil, günah, sorumluluk ve kötü akibet anlamında arapça bir kelime.



Vebâl, mer'anın (otlağın) otunun son derece bol olması demektir. Bu manadan hareketle mecazi olarak mutlak ağırlık, vahamet ve çekilmez kötü sonuç olarak kabul edilmiştir. Vebal, Türkçe'de bu mana ile meşhurdur. Ağır günah manasında kullanılması da bundandır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, VII, 4860).



"Vebâl" kelimesi, Kur'ân'da yalnız dört yerde geçmektedir (el-Mâide, 5/95; el-Haşr, 59/15; et-Teğâbûn, 64/5; et-Talak, 65/9):



"Önceden inkar edenlerin haberi size gelmedi mi? (Onlar), işlerinin vebâlini tattılar ve onlar için acı bir azap vardır" (et-Teğâbûn, 64/5).



Bu âyette geçen "vebâl", inkârcıların dünya hayatında karşılaştıkları sıkıntı ve çektikleri ceza demektir. Azap ise, ahirette kendilerine verilecek olan cezadır (İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'âni'l-Azîm, Beyrut 1969, IV, 374; el-Hazin, Lubabu't-Te'vîl fi Maâni't Tenzil, Beyrut, IV, 275; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire 1977, VI,120; Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VII, 5026).



"Ey inananlar! İhramda iken av öldürmeyin. Sizden kim kasden onu öldürürse, öldürdüğünün dengi bir hayvan cezası vardır ki bu, öldürülene denk olduğunda içinizden iki adil kişinin karar vereceği, Kâbe ye varacak bir kurban; yahut yoksullara yedirme şeklinde keffâret, ya da buna denk oruçtur. Ta ki böylece (on insan) yaptığı işin vebâlini tadsın" (el-Mâide, 5/95).



Bu âyette, ihramda iken av avlanmanın yasak olduğu ifâde edilmektedir. Bu yasağı işleyen insanlar ceza olarak kurban kesecekler veya keffâret ödeyecekler yahut oruç tutacaklar. Bu, onların bu suçu işlemelerinin cezasıdır. Dikkat edilirse bu cezaların tümü, dünyada verilen cezalardır ve işlenen suçun "vebâl"i olarak tanımlanmışlardır (ez-Zemahşerî, a.g.e., II, 48).



Aşağıdaki âyetlerde de, "vebâl" in dünya hayatındaki, "azab"ın ise, ahiret hayatındaki ceza olduğu açıkça anlatılmaktadır:



"Rabbinin ve O'nun elçilerinin emrinden uzaklaşıp azmış nice memleketler halkı vardır ki, biz onları çetin bir hesaba çekmiş ve onlara şaşkınlık verecek bir cezaya çarptırmışızdır. Onlar yaptıklarının vebâlini tattılar. İşlerinin sonucu da tam bir hüsran o!muştur. Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey inanan, akıl selim sahipleri, Allah'tan korkun; Allah size bir uyarı(cı Kitap) indirdi" (et-Talak, 65/8, 9, 10).



Şu âyette de aynı durum söz konusudur:



"Bunların durumu, kendilerinden bir süre önce, yaptıklarının vebâlini gören ve ahirette de kendileri için acı bir azap bulunan kimselerin durumu gibidir" (el-Haşr, 59/15). Hz. Muhammed (s.a.s) de, vebâle sebep olan çeşitli kötülüklerden uzak durmayı emretmiş ve bu husustaki bir hadiste şöyle buyurmuştur:



"Biri, sendeki kusuru öğrenince, dedikodu yaparak seni kötülerse, sen onda bulunan herhangi bir kusurundan dolayı dedikodusunu yapma, onda bulunan kusurundan dolayı onu kınama, kötüleme. Böylece bu işin vebâli onun üzerinde olur" (Ebû Davud, Libâs, 24;. Firuzabadî, Avnü'l Ma'bûd Şerhu Sünen'i Ebi Davud, Medine 1969, XI, 140).



Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi, Yüce Allah insanların iyi veya kötü, her türlü amelini tesbit eder. İyiliğin mükafatını ve kötülüğün de cezasını verir. İşlenen iyilik veya kötülüğün karşılığı olan mükafat veya ceza, Yüce Allah tarafından dünya da verilebilir, ahirette de. İşte, insanların işlediği kötülük ve günahlarının karşılığı olan ceza dünya hayatında verilirse, ona vebâl, ahiret hayatında verilirse, ona da azap denir. Her insan, işlediği günahın karşılığı olan vebâl ve azabı, kendisi taşıyacaktır. Hiç bir insan başka bir insanın günahının karşılığı olan cezayı, onun yerine taşımayacaktır. Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmuştur:



"İnkâr edenler, inananlara: "Siz bizim yolumuza uyun, (eğer bu hareketiniz hata ise) sizin hatalarınızı biz taşırız" dediler. Oysa kendileri, onların günahlarından hiç bir şey taşıyacak değillerdir. Onlar tamamen yalancıdırlar" (Ankebût, 29/12).



Nureddin TURGAY



'Vebâl' , sözlükte, otlağın otunun ağır olması demektir.



Buradan hareketle 'vebâl'e mecâzî olarak mutlak ağırlık ve tehlike, çekilmez kötü sonuç anlamı verilmiştir.



Kavram olarak, sonunda ceza olan fiil, sorumluluk ve azap kazandıran iş demektir. Vebal bir anlamda ağır günahtır. Kişi yaptığı bir işin sonunda, işlediği bir fiilin neticesinde ağır, çekilmez bir karşılık görür. Kişiyi bu ağır karşılığa götüren şeye vebâl denilmektedir.



Türkçe'de de yaklaşık olarak aynı anlamda kullanılmaktadır.



Mâide Sûresi 95. âyetinde hacc görevi yapanlara avlanmak yasaklanıyor.  İhramlı iken avlanan müslüman, öldürdüğü hayvanın dengi bir hayvanı kurban kesmeli veya fakirleri doyurmalı, ya da belirli bir oruç tutmalı. Âyetin sonu şöyle tamamlanıyor:



"... Tâ ki böylece (ihramlı iken avlanan) yaptığı işin vebâlini tatsın."



Demek ki, ihramlı iken avlanma yasağını ihlâl eden kimse, yaptığı bu hatanın vebâlini yüklenmekte, karşılık olarak da üç cezâdan birisini yerine getirmekle sorumlu tutulmaktadır.



Görüldüğü gibi bu cezalar tümüyle dünyalık cezâlardır ve hafiftir.



"Bundan önce küfre sapmış olanların haberi size gelmedi mi? İşte onlar, işlerinin vebâlini (sonucunu) tattılar. Onlar için acıklı bir azap vardır." (64/Teğâbün, 5)



İnkârcılar, kendilerine gelen peygamberi dinlememenin, Allah'a karşı kibirlenmenin ve meydan okumanını karşılığını, yaptıkları işin sonucunu dünyalık cezâlar ile aldılar. Âhirette ise onları Cehennem azâbı beklemektedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, geçmiş kavimler içerisinde peygamberlerini dinlemeyen, azıp bozgunculuk yapan kimselerin başlarına neler geldiğini, hangi cezaları hak ettiklerini anlatmaktadır.



"Ülkelerden niceleri vardır ki, Rablerinin ve O'nun peygamberlerinin emrine karşı gelip azmışlar, böylece Biz de onları çetin bir azapla azaplandırmışız.



Artık o (ülkelerin halkı), yaptığı kötülüğün vebâlini tattı ve işinin sonucu da hüsrân oldu.



Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır. Öyleyse ey iman etmekte olan temiz akıl sahipleri, Allah'tan korkup sakının. Doğrusu Allah, sizin için bir zikir (uyarıp hatırlatan ve öğüt veren Kur'an) indirmiştir." (65/Talâk, 8-10)



Bu âyetlerde inkârcıların, kendi yaptıkları sebebiyle azâba uğratıldıklarını, yani kendi yaptıklarının vebâlini çektiklerini, âhirette ise ayrıca hazırlanmış bir azâbın onları beklediğini görmekteyiz.



Haşr Sûresi 15. âyette de aynı gerçeği bir kez daha görüyoruz.



Yeryüzünde azıp yoldan çıkan, sonra da gelen elçilere (enbiyâya) kafa tutup meydan okuyan, Allah'ın âyetleri karşısında kibirlenen kimseler, İlâhî adâletin gereği olarak kendi işlerinin vebâlini, bir anlamda sonucunu görürler.



Bir işteki sorumluluk, kişiye o işle ilgili olarak gelebilecek kötü sonuç, o kişinin vebâlidir. Eğer kişi, sorumluluğunu yerine getirirse o kötü sonuçtan çekinmez ve istenmeyen kötü karşılıktan da kurtulur.



Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:



"... Bir kimse senin kusurunu öğrendiği zaman dedikodu yaparak seni kötülerse, sen onda bulunan herhangi bir kusurundan dolayı onu kötüleme. Böylece bu işin vebâli onun üzerine kalır." (Ebû Dâvud, Libas, hadis no: 4084, 4/56)



İnsanların işlediği bütün amellerin karşılığı verilecektir. Sâlih amel işleyenler sevâbını, kötü işler yapanlar, günah işleyenler de onun karşılığını vebâl olarak alacaklardır. Kişinin yaptıklarına karşılık aldığı dünyalık cezâlara vebâl de denilebilir. Görünen o ki, kişi kendi yaptıklarının vebâlini kendisi çeker. Kimse kimsenin vebâlini yüklenmez.



Kur'an'da bu konuda ilginç bir örnek bulunmaktadır:



"Küfre sapanlar, iman etmekte olanlara dedi ki: 'Siz bizim yolumuzu izleyin, sizin hatalarınızı biz yüklenelim.' Oysa kendileri, onların hatalarından hiçbir şeyi yüklenecek değiller. Gerçekten onlar, elbette yalancıdırlar." (29/Ankebût, 12)