Ümmet-İmam İlişkisi

 



‘İmam’ insanlara öncülük eden, kendi yolundan giden ve peşinden gelen bir ümmet (topluluk) oluşturan önderdir. Allah’ın yolunda hidâyet imamları olduğu gibi, insanları ateşe ve azâba götüren imamlar (liderler) da vardır; tıpkı Firavun gibi (28/Kasas, 41).



Kıyâmet gününde bütün insanlar, kendi imamlarıyla (önderleriyle) çağırılacaktır (17/İsrâ, 71-72). Şüphesiz ki dünya hayatında haktan sapmış, azmış ve yoldan çıkmış günahkâr kimseleri imam/önder edinenler, âhirette zarara uğrayacaklardır. Allah bütün ümmetlere karşı kendi içlerinden şâhid/örnek çıkaracak. Bu şâhitler onların dünyada iken peşlerinden gittikleri önderleridir. Yanlış yaptıklarını, doğru yolda olmadıklarını bizzat itiraf edecekler (16/Nahl, 84). Ayrıca Rabbimiz Hz. Muhammed’i de bütün ümmetler üzerine şâhit olarak getirecektir (16/Nahl, 89; 4/Nisâ,  41).[8]



Rasullere gönderilen kitap, gerçi insanlar için imamdır; fakat her insana inmediğinden, Allah’ın seçtiği rasullere bir çekirdek halinde inmekte ve Rasullerin onu yaşaması ve uygulaması ile imamlık fonksiyonunu görmektedir. Bu bakımdan, bir Kitap’la özdeşleşen rasullerin onu yaşaması ve uygulamasıyla Kitap ve Peygamber, imamlık fonksiyonunu görmektedir. Bu bakımdan, bir Kitapla özdeşleşen rasuller ve onların uygulayıcısı nebîler, insanlar için imamdırlar. İşte bu imamlar, insanlık içinde, onlara yol gösteren, onlara Allah’ın hidâyetiyle hidâyet eden birer öncü, yol gösterici ve rehber olarak tek bir topluluk halindedirler; yani, onlara tarih içinde bir ümmet olarak bakılabilir.



Bu ümmetin evrensel çaptaki ilk babası/ümmü/imamı, Hz. İbrâhim (a.s.)’dir. Bu bakımdan o, bütün insanlara imam olmasının yanısıra, bütün imamların kendisinden geldiği bir ümmetttir. Ayrıca o, vazife anlayışı, insanlığın bütünü için beslediği kurtuluş duyguları ve bütün insanlara teşmil ettiği himmeti sebebiyle de tek başına bir ümmettir; “kimin himmeti milletiyse, o, tek başına bir millet” olduğu gibi (2/Bakara, 124; 16/Nahl, 120).



Her imamın çevresinde bir ümmet vardır; bütün ümmetlerin imamları üzerinde şâhid olan Hâtemü’l-Enbiyâ’nın ümmeti ise, kuşkusuz en büyük nimete nâil olan, bu nimet karşılığında da sorumluluğu bulunan bir ümmettir. Nasıl Hz. İbrâhim’in zürriyetinden peygamberler/imamlar silsilesi gelmiş, birer imam olarak ümmetler oluşturmuşlar ve kendileri de insanları hayra çağıran en hayırlı bir ümmet olmuşlarsa, Rasûl-i Ekrem’in oluşturduğu ümmet de insanlar içinden çıkarılmış hayırlı bir ümmet olarak, hak imamın çevresinde bütün insanlığa hidâyet götürmek vazifesini, misyonunu yüklenmiş bir ümmettir, böyle bir ümmet olmak durumundadır. Kur’an, bu ümmetin birinci derecedeki bu vazifesini şöyle açıklar: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Ma’rûfu emreder, münkerden nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız.” (3/Âl-i İmrân, 110)



Demek ki, Hz. Muhammed ümmetinin ana vazifesi, iyiliği emredip kötülükten nehyetmektir. Bunu yapmak için ümmet, imamının çevresinde toplanmak ve kendi içinde hayra çağıran bir topluluk, bir ümmet oluşturmak zorundadır. İşte, ümmetin içindeki bu ümmet, mü’minleri hayra çağırır, onları Allah’ın yolunda dosdoğru götürmeğe uğraşır ve bunun sonucu olarak bütün bir ümmet de, tüm insanlığa İslâm’ın mesajını iletir: “İçinizden hayra çağıran ve ma’rûfu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun.” (3/Âl-i İmrân, 104) İslâm ümmeti, yalnızca Allah’ı rab kabul ederek O’na ibâdet etmek ve Rabbi, Rasûlü, kıblesi bir olarak, ittifak içinde bulunmakla yükümlüdür: “Muhakkak bu ümmetiniz bir ümmettir ve Ben de Rabbinizim; o halde Bana ibâdet edin.” (21/Enbiyâ, 92)[9]



Elmalılı Hamdi Yazır’ın belirttiği üzere, “müslümanların imandan sonra ilk dinî vazifeleri olan ümmet ve imâmet teşkili yerine getirilmeden “kurtulanlar onlardır” hükm-i celîlesine mazhar olabilmek ve “ancak müslümanlar olarak can verin!”(3/Âl-i İmrân, 102) emrine uyabilmek zordur.[10]



İmamsız ümmet, başsız beden gibidir. Organizmanın canlılığı, ruhu ne ise; ümmet için imam da odur. İmamsız toplum, bir cesetten farksızdır. Ümmetin başına gelenler, imâmetin başına gelenlerle doğru orantılıdır. Kur’an’da ümmet ile imâmet kavramları birbiriyle yakın irtibat halindedir. Allah İbrâhim (a.s.)’i insanlara imam yapmıştır (2/Bakara, 124). O imamların başıdır. Aynı zamanda o, imamların kendisinden geldiği bir ümmettir (16/Nahl, 120). Dolayısıyla Hz. İbrâhim'in şahsında imâmet ve ümmet kavramları birlikte gündeme gelmişlerdir. O yüzden rahatlıkla şu hükme varılabilir: Ümmet; tek bir imama bey’at ederek bağlı olan mü’minler topluluğudur. İmama bağlı olmadan ümmet teşekkül edemez. Ümmetsiz imam, imamsız ümmet olmaz.



“Gerçek şu ki sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana ibâdet/kulluk edin.” (21/Enbiyâ, 92)



Mü’minler olarak hepimiz Allah’ın huzurunda tek ümmet inancını ve şuurunu koruyup korumadığımız hususunda hesap vereceğiz. İslâm ümmeti, tektir, birdir; küfür ümmeti ise sayısız denecek kadar çok olabilir. Tek ümmet inancının saptırılmadan devam etmesi, tek imamın varlığına bağlıdır. Esasen imâmet, bir ümmet sorunudur. Ümmet olmadan imâmet de olmaz. İmâmetin ihyâsı, ümmetin varlığına bağlanmıştır. Çünkü İslâm’da tek ümmet ve tek imam esastır.[11]  



Kur’an’da “imam” kavramının “ümmet” kelimesi ile yakın ilişkisini görmekteyiz. Biri anlaşılmadan ve gerçekleşmeden, diğerinin de anlaşılması ve gerçekleşebilmesi mümkün değildir. Zira ümmetin oluşumunda onlara belli bir düşünme, davranış ve yapı kazandıran imamdır/önderdir.



İşte bu sebeple, Allah her topluma, bir imam ve rehber olan peygamber göndermiştir ki, toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkarsın (2/Bakara, 257). Onlara, Kitapla yol göstersin, ışık tutsun, o toplum içerisinde kendisine iman edenlerin karşılaştıkları problemleri çözümlesin. Tek kelimeyle hakka, hidâyete yöneltsin; onların dünyalarını mâmur ettiği gibi, âhirette de kurtuluşlarına sebebiyet verecek aydınlık ve nurlu yolu (sırât-ı müstakîmi) göstersin.



Allah, bozulmaya yüz tutmuş, kokuşmuş câhilî toplumlara peygamberler gönderir. Ellerinde kılavuz ve rehber (imam) olarak Kitab vardır. Rasüller, toplumlarını o Kitaba iman etmeye ve onunla amel etmeye çağırırlar. İman edenlere, Kitabı ve onun hikmetini öğretirler. Onları birtakım kötü davranış ve düşüncelerden, nefsin kötü arzularından arındırarak onlara rehberlik ederler. Dâvet etmiş oldukları doğrularla insanları fiilî olarak eğitirler; bu bilince dayalı sahih davranışlarda bulunan sâlih bir toplumu, müslüman bir ümmeti oluştururlar.[12]



.............. .............. .............. .............. .............. .............. .............. ..............