İbadet ve Taat Karârlığında Ücret Almak

İbadet sözlükte "kullukta bulunmak" demektir. Terim olarak, yapılmasında sevap olan ve iyi niyetli yapılan bir amel olup, Allah Teâlâ'ya ta'zm için yapılır. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi. Genel anlamda, Cenab-ı Hakkın hoşnut ve razı olduğu bütün ameller ibâdet sayılır. Yol, köprü ve çeşme yaptırmak gibi. İbâdet ve taat kelimeleri eş anlamlı olarak kullanılır: Ancak tâat daha geniş anlamlıdır. Sözlükte itâat, boyun eğmek ve dini emirlere uymak, takva ve zühd gibi anlamlara gelir. İtaat masdarından alınmış, hemzesiz olarak kullanılan bir isim masdardır. İbâdetler ve muâmeleler konusunda Allah'ın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak bir tâat olduğu gibi, yöneticilerin, ana, baba ve koca gibi kimselerin Allah'a isyan niteliğinde olmayan emirlerine uymak da taat sayılır. Bu arada Kur'ân-ı Kerîm okuma ve okutma, tefsir, hadis, fıkıh ilimlerini öğretme, imamlık, müezzinlik, müftülük ve vâizlik gibi meslekleri ifa etme de birer taattır.



İşte bu taatlerden namaz, oruç, hac, Kur'ân-ı Kerîm okuma gibi bazıları her Müslümanın bizzat yapması gereken amellerdendir. Bunları başka birisine ücret karşılığı yaptırmak caiz olmaz. Ancak, imamlık, müezzinlik, vaizlik ve Kur'ân öğreticiliği gibi bazı mesleklerin taat sayılmakla birlikte ücret karşılığı ifa edilip edilemeyeceği görüş ayrılıklarına sebep olmuştur.



Ebû Hanife ve Ahmed b. Hanbel'e , göre İmamlık, müezzinlik, hac, Kurân talimi ve cihad gibi prensip olarak müslüman bizzat yapması maklub olan her taatın ücret karşılığında başkasına yaptırılması caiz değildir.



Bu görüş Atâ ve Dahhâk b. Kays'tan nakledilmiştir.



Bu konuda dayandıkları deliller şunlardır:



Rasulüllah(s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Kur'n-ı okuyunuz, fakat onunla yemeyiniz" (Ahmed b. Hanbel, III, 428).



Nebî (s.a.s)'in Amr b. Ebî'l-Âs'a vasiyet edip, yerine getirilmesi istediği şeylerin sonuncusu şu olmuştur: "Eğer sen müezzin edinilirsen, müezzinlikten dolayı bir ücret alma" (Tirmizî, Salât, 41; Nesâî, Ezan, 32; İbn Mâce, Ezan, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 217).



Übey b. Ka'b (r.a)dan rivayet edildiğine göre, kendisi bir adamı okutmuş o da kendisine buna karşılık bir yay vermiştir. Übey bunun hükmünü Allah Rasulünden sorunca o şöyle cevap vermiştir: "Âllah'ın sana kıyamet gününde ateşten bir yay ve halka vermesini arzu eder misin?" Übey'in "Hayır" demesi üzerine "Öyleyse onu geri ver" buyurmuştur (Ebu Dâvud İcâre, 1; İbn Mâce, Ticârât, 8; Bedâyiu's-Sanayi ; IV, 191).



Ancak, Hz. Peygamber ve İslâm'ın ilk yıllarında tâat kabilinden olan işler gönüllü olarak yapılır, bunu yapanların maişet için başka gelirleri bulunur, ya da kendilerine ihsan ve ikramda bulunulurdu. Zaman geçtikçe bu hizmetlerde bir gevşeklik ve tembellik görülmeye başlandı. Artık ücret karşılığı olmaksızın yapanlar azaldı. Bunun üzerine 12. M. Asırdan itibaren (Müteahhırun devri) bazı Hanefi fakihleri Kur'ân-ı Kerîm'in eğitim ve öğretiminin para karşılığı yapılabileceğine fetva verdiler. Daha sonra buna imamlık, müezzinlik; vaizlik ve müftülük gibi hizmetler de eklendi. Delil, zarurete dayalı "istihsan prensibi"dir. Zaruret de "Kur'ân'ın zâyi olma korkusudur." Çünkü insanların bu hizmetlere ihtiyacı vardır. Dini işlerde ihmal ortaya çıkmış ve insanlar Allah rızası için, ücretsiz bu hizmetleri yapmada tembellik gösterir olmuştur (İbn Âbidin, Reddü'l Muhtâr, V, 34; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 60).



Yukarıdaki fetvanın yalnız Kur'ân eğitimi ve öğretimiyle sanırlı olduğu, para karşılığı Kur'ân okumayı ve ha-tim okumayı kapsamadığı çeşitli kaynaklarda belirtilmiştir (İbn Âbidin, a.g.e., V, 35). Şeyhu'l-İslâm Takıyyuddîn şöyle demiştir: "Kur'ân okuma ve onun ölüye bağışlanması için icare (iş akdi) sahih değildir. Çünkü bu konuda hiçbir müctehidden izin nakledilmedi. Âlimler şunu söyledi: Okuyucu mal için okuyunca, kendisi için sevap hâsıl olmaz. Böyle olunca o, hangi şeyi ölüye bağışlayacak? Ancak ölüye salih amel ulaşır. Âlimler arasında görüş ayrılığı, sadece Kur'ân eğitim ve öğretiminin para karşılığı yapılıp yapılamayacağı hususundadır" (İbn Âbidin, a.g.e., V, 35).



Bu duruma göre, bir kimse faziletli olduğuna inandığı bir zâtın veya arkadaşının yahut bir hısımının kabrini ziyaret ederek Kur'ân-ı Kerim'den bir şey okusa, bu güzel olur ve bağışlanan sevap ölüye ulaşır.



İmam Şafiî ve İmam Mâlik'e göre Kur'ân okuma ve onu öğretme karşılığında ücret almak caizdir. Bu konuda Ahmed b. Hanbel'den de bir rivayet vardır. Ebu Kılâbe, Ebu Sevr ve İbnü'l-Münzir de aynı görüştedir. Dayandıkları deliller şunlardır:



Hz. Peygamber yoksul bir sahabiyi, Kur'ân-ı Kerîm'den bildiğini eşine öğretmesi karşılığında evlendirmiştir (Buharî, Müslim). Burada Allah elçisi Kur'ân öğretmeyi mehir yerine ikame etmiştir. Bu yüzden Kur'ân'a icârede ücret olmak caizdir. Hanefiler bu hadisi te'vil ederek mehirsiz evlendirmeyi Hz. Peygamber'e ait sayarlar (el-Askalanî, Bülüğu'l-Meram, Terc. A. Davudoğlu III, 251)



İbn Abbas (r.a)'den rivayete göre, Ashâb-ı Kiramdan bir topluluk, Medine dışında bir yerleşim merkezine uğradı. Orada bir adamı yılan sokmuştu. Sahabilerden tedavi için yardım istediler. Bir sahabi Fâtiha sûresini okuyarak hastayı iyileştirdi. Buna karşılık kendisine bir sürü koyun verdiler. Bunu öğrenen arkadaşları Allah'ın kitabı üzerine bir ücret aldığını söyleyerek bunu çirkin buldular ve Medîne'ye geldiklerinde hükmünü Allah Rasûlünden sordular. Nebî (s.a.s) şöyle buyurdu: "Karşılığında ücret aldığınız şeylerin en haklı olanı Allah'ın kitabıdır" (Buhârî, İcâre,16, Tıb, 34; İbn Mâce, Ticârât, 8).



Hanefîler bunu bir tedavi (rukye) olarak kabul ederler ve tedavinin Kur'ân-ı Kerim okumakla olup olmamasının sonucu değiştirmeyeceğini belirtirler (İbn Âbidîn, a.g.e., V, 36).



Şafiî ve Mâlikîlerin bu görüşü, imamlık, müezzinlik vâizlik ve müftilik gibi tâatlere de şâmildir.



Hamdi DÖNDÜREN