Emânet Akitleri

İslâm hukukunda emanet hükümlerinin uygulandığı akit çeşitleri şunlardır:



1- Vedîa akdi: Bir kimsenin malını korumak üzere başkasına vermesidir. Bu akit ya açıkça olur. "Bu malı sana veda olarak bırakıyorum" demek gibi. Veya delâlet yoluyla olur. Yangın sırasında kurtarılan bazı malları acele ile komşulara bırakmak gibi. Vedia olarak bırakılan eşyanın emânetçi elinde emânet sayıldığı ve tazmin edilmesi gerekmediği konusunda görüş ayrılığı yoktur. Çünkü tazmin sorumluluğu ancak kasıt, kusur veya ihmal sonucu telef halinde söz konusu olur. Delili şu hadistir: "Emânetçinin, hiyânet etmedikçe tazmin sorumluluğu yoktur" (ed-Dârekutnî ve el-Beyhakî'den naklen, Vehbe ez-Zühayli, Nazariyyetü'd-Dımân, Dımaşk 1402/1982, 155). Mal sahibi istediği zaman, emânet malı ona geri vermek gerekir. Ayette: Şüphesiz, Allah emânetleri sahiplerine vermenizi emreder" (en-Nisâ', 4/58) buyurulur.



Ancak şu durumlarda emânet malın tazmin edilmesi gerekir. Malın telef olmasında emânetçinin kasıt, kusur veya ihmalinin bulunması da şart değildir.



a- Emânetçinin malı korumayı terketmesi,



b- Malı, âdetlere göre yanına bırakamayacağı kişinin yanında bırakması,



c- Emânet malı kendi şahsi ihtiyaçları için kullanması,



d- Emânet malla riskli yolculuğa çikması,



e- Mal sahibi isteyince, emânet malı inkâr etmesi,



f- Emânet malı, emânetçinin kendi malı ile veya başka bir emânet malla, ayrılmayacak biçimde karıştırması,



g- Malı koruma konusunda, emânet bırakanın belirlediği şartlara aykırı davranması (es-Serahsî, el-Mebsût, XI,110, 122 vd.; el-Kâsânî, Bedayiu's-Sanâyi VI, 208 vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 91 vd.; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV, 516 vd.)



2- Âriyet akdi: Bu, bir malın menfaatini başkasına bedelsiz olarak temlik etmektir. Bir süre yararlanmak üzere bir malı başkasına vermek gibi. Âriyet olarak verilen mal, âriyet alanın elinde onu kullanması sırasında da, kullanmadığı zamanda da emânet sayılır. Bu yüzden kasıt, kusur veya ihmali bulunmadıkça teleften sorumlu olmaz (es-Serahsî a.g.e, XI, 135; el-Kasânî, a.g.e, VI, 217; İbnü'l-Hümâm, a.g.e, VII, 103; ez-Zühaylî, Nazariyyetü'd-Dımân, 156). Bu görüş Hanefîlere aittir.



Malikilere göre âriyet alan kimse, mal, elbise ve zinet gibi saklanması mümkün olan cinsten ise, telefin kendi kusuru yüzünden olmadığım isbat etmedikçe tazminatla yükümlü olur. Hayvan ve gayri menkullerin telefinden ise sorumlu bulunmaz (ez-Zühaylî, a.g.e, s. 157).



Hanbelîlere göre, âriyetin, âriyet alan tarafından mutlak olarak tazmini gerekir. Kasıt veya kusurun bulunup bulunmaması sonucu etkilemez. Delil, Safvân b. Ümeyye ile ilgili hadistir. Hz. Peygamber Huneyn günü Safvân (r.a)'ten âriyet olarak zırh istedi. Safvân, "Gasp olarak mı ya Muhammed" diye sorunca "Hayır, tazmin edileœk bir âriyet olarak" cevabını verdi (Ebû Dâvud, Büyû', 88). Bu hadis, âriyetin niteliğini ve hükmünü belirlemektedir. Başka bir hadiste de, "Başkasına ait bir malı alan el, onu geri verinœye kadar bu maldan sorumludur" buyurulur (Ebû Dâvud, Büyû', 90; Tirmizî Büyû', 39; İbn Mâce, Sadakat, 5)



Sonuç olarak, Hanefîlere göre ariyet verilen mal emânet, Hanbelîlere göre tazmin edilmesi gereken bir maldır.



3- Şirket akdi: Mal şirketlerinde, şirkete ait malın ortakların elinde vedîa gibi emânet sayıldığı konusunda fakihler arasında görüş birliği vardır. Çünkü her ortak, diğer ortağın malını, ticaret yapması amacıya ve sahibinin izniyle kabzetmiştir. Bu, elinde bulundurma satış bedelini vermek için olmamıştır.



Buna göre mal, ortağın elinde helâk olduğu takdirde haddi aşma bulunmadıkça mislini veya kıymetini tazmin etmesi gerekmez. Çünkü her ortak korumada ve tasarrufta diğer ortağın naibi durumundadır.



Kâr veya zararın miktarı yahut şirket malının bir bölümünün veya tamamının zayi olması konusunda ortağın sözü yeminiyle birlikte kabul edilir. Ancak o, diğer bütün emânetlerde olduğu gibi kasıt veya kusur halinde tazminle yükümlü olur (es-Serahsî, a.g.e, Xl, 157; İbnü'l Hümâm, a.g.e, V, 27; İbn Abidîn, a.g.e, III, 379; ez-Zühaylî, a.g.e, 158, 159).



Emek-sermaye ortaklığı olan "Mudârebe*" yönteminde de işletmecinin vedî'daki gibi elinde olan muderabe sermayesi emânet sayılır. Çünkü bunu, sahibinin izni ile kabzetmiştir.



Bu yüzden isletmeci kasıt, kusur veya ihmali olmadıkça meydana gelecek zarara katlanmaz. Onun zararı emeğinin boşa gitmesi şeklinde ortaya çıkar.



4. Vekâlet akdi: Vekâlet, sõzlükte korumak ve yetki vermek demektir. Bir terim olarak, bir kimsenin belirli caiz bir tasarrufu yapmak üzere kendi yerine başkasına temsil yetkisi vermesidir. İslam hukukçuları, vekilin elinde kabzettiği malın veda vb. gibi emânet sayıldığı konusunda görüş birliği içindedir. Çünkü onun eli, vedîa alanın eli gibi, vekâlet verenin nihâyet elidir. Bu yüzden diğer emânetlerde olduğu gibi tazmin yükümlülüğü doğar. Berî olunan yerlerde de beri olunur. Kısaca vekil de kasıt, kusur veya ihmali bulunmadıkça teleften sorumlu olmaz (ez-Zeylai, Tebyînü'l-Hakaik, IV, 256; ez-Zühaylî, a.g.e., 160).



5. Vesâyet: Malının yönetilmesini ölümden sonrası için başkasına vermektir. Yahut malı veya çocuklarının maslahatını ölümünden sonrası için başkasına vermesidir. Bir kimsenin ölümünden sonra vasiyetlerinin yerine getirilmesi veya küçük çocuklarının haklarının gözetilmesi yetkisini başka birisine vermesi de "vesâyet" niteliğindedir.



6. Hibe akdi: Bir kimsenin hayatta iken nafile ibadet olarak bir malını bedelsiz bağışlamasıdır. Bu akit ancak teslimle tamam olur. Hibe, Hanefîlere göre bağlayıcı olmayan bir teberru akdidir. İslâm hukukçuları hibe edilen şeyi kabzetmenin tazmini gerekmeyen bir emanet kabzı olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Çünkü hibe, âriyet veya vedîa verme gibi bir teberru akdidir.



Hibe edilen şeyin emanet sayılması, hibeden dönme halinde etkisini gösterir. Çünkü Hanefîlere göre karşılıklı rıza veya mahkeme kararı ile hibeden dönmek mümkün ve caizdir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hibe eden, karşılığı verilmediği sürece, hibesine başkalarından daha fazla hak sahibidir" (İbn Mâce, Hibât, 6).



Şâfiî ve Hanbelîere göre ise, sadece babanın çocuğuna verdiği şeyde hibeden rücû caiz olur. Delilleri şu hadistir: "Hiçbir kimse için önce atıyye verip, sonra rücû etmesi yoktur. Ancak babanın oğluna verdiği şey müstesnadır" (Buhârî, Hibe, 12).



Hibe edilen şey helâk olur veya istihlâk edilirse artık rücû imkânı kalmaz. Hibenin kabzı, hibe edilenin yanında bir emânettir. Ancak hakimin hibe edileni geri verme kararından sonra, hibe edilen bu karara uymaz ve hibe mal helâk olursa tazmin sorumluluğu doğar. Çünkü emânetlerde, istedikten sonra vermemek tazmini gerektirir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 128; İbn Âbidin, a.g.e., IV, 542; ez-Zühaylî, a.g.e., 162).



Hamdi DÖNDÜREN