ŞEYTAN

"Şeytan" uzaklaştı manasındaki "şatane" fiilinden türemiştir.  Yandı anlamındaki "şâta" fiilinden türediğini öne süren bazı âlimler de vardır. Şeytan kelimesinin aslının "Satan" olup, bunun  İbrânîce olduğu, rakip, muhalif gibi anlamlara geldiği, Tevrat'ta da bu anlamda kullanıldığı da ileri sürülür. Şeytan, cinlerden ve insanlardan en şerli (en kötü) yaratıkları nitelemek için kullanılan bir kavramdır. "Şeytan" ve çoğulu olan "şeyâtîn" kelimeleri Kur'an-ı Kerim'de toplam 88 yerde geçmektedir. Şer'î ıstılahta, Yüce Allah'ın Hz. Âdem'e secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilâhî rahmetten kovulan ve insanların amansız düşmanı olan cinlerin inkârcılarından gizli bir varlıktır.[1] 



Kötü rûhun, kötü birinin, kötülüğe teşvik edenin, kötülüğün temsilcisinin, karanlık ve dalâletin önderinin, Allah'ın ve O'nu seven, O'na kullukta bulunan herkesin büyük düşmanının müşahhaslaştırılmış şekli veya kötülüğün sembolü olmuş varlık.



Şeytan (Satan) İbranice asıllı bir kelime olup, rakip, muhalif gibi anlamlara gelir. Tevrat'ta da bu anlamda kullanılmıştır.[2] Yeni Ahid'de ise, bu dünyanın reisi,[3] hava kuvvetlerinin reisi[4] gibi vasıflarla karakterize edilmiştir.[5] Adem (a.s)'a secde emrinden önceki ismi, Süryanca "tanrı tarafından desteklenmiş" anlamına gelen Azâzel (veya Azâzil), Arapça Hâris idi. Azâzel, Hanuk'un Kitabı'nda, Allah'ın rahmetinden kovulan 200 kadar melekten biri olarak zikredilir. O, erkeklere kılıç ve kalkan yapmayı; kadınlara ise, süslü giyinmeyi ve göz kapaklarını güzelleştirme sanatını öğretmiştir. Yahudi geleneğinde de Azâzel, Adem'e secdeyi reddeden melek olarak zikredilir. Eyüb'ün Kitabı'nda ise, Tanrı'nın oğullarından biri olarak geçer.[6] Adem'e secdeyi kabul etmeyiş gerekçesindeki "kendisinin dumansız ateşten Adem'in de çamurdan yaratılmış olma"[7] bahanesinde asıl vurgulamak istediği, ateşten yaratılanın ölümsüz, çamurdan yaratılanın ise ölümlü olacağı düşüncesidir.[8] Böylece Azâzel, Âdem'e secdeyi kabul etmediği andan itibaren, "hayırdan ümidini kesmiş, pişmanlık ve üzüntü duyan" anlamında İblis; secde etmeyiş sebebi olarak da "beni dumansız ateşten, onu ise çamurdan yarattın" diyerek hükümsüz bir bahane ve kendisince geçerli bir gerekçe gösterdiği ve Adem'i cennet'ten çıkarmaya çalıştığı andan itibaren de Şeytan adını almıştır. Binaenaleyh İblis ve Şeytan, davranışlarına paralel olarak, ona sonradan verilen iki isimdir. Kur'ân'da Adem'e secde söz konusu olan bütün âyetlerde özellikle "İblis" kelimesinin kullanılmış olması hem yukarıdaki görüşün doğruluğu, hem de âyetlerde kullanılan kelimelerin yerli yerince seçilişi ve Kur'ân'ın yüce üslûbu hakkında bir fikir vermektedir.[9]



Şeytan, Arapça "şetane" kökünden rahmetten uzaklaştı, hak'dan uzak oldu; "Şâta" kökünden ise, öfkeden tutuştu, helak olacak hale geldi gibi manalara gelip insanlardan, cinlerden ve hayvanlardan isyan eden ve zarar veren her şeyin adı olmuştur. Bu manada bir canavar veya yılana da şeytan denilir. Aynı şekilde haset, öfke gibi insana mahsus olan her kötü huy ve davranış da şeytan diye isimlendirilmiştir.



Şeriat örfünde ise, Yüce Allah'ın Âdem'e secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilâhi rahmetten kovulan ve insanların amansız düşmanı olan, cin taifesinin inkarcı kesiminden[10] gizli bir varlıktır. Diğer isimleri ise Garûr, Vesvâs, Hannâs, Kâfir, Sağîr, Mârid, Tâif, Fâtin, Mel'ûn, Mez'ûm, Medhûr, Mekzû, Kefr, Hazûl, Adüvv, Mudill, Merid'dir.[11]



Şeytanın Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok ismi vardır. En çok şeytan ve İblis ismi ile söylenilmiştir. İblis, bütün şeytanların reisi, büyüğü ve amiri durumundadır. Ondan başka olarak insanlardan ve cinlerden de şeytanlar bulunduğu Kur’an-ı Kerim’de bildirilir. Fakat bunlar, onun neslinden gelme manasında değil, sadece şeytanın yaptığı işi yaptıklarından ona dost ve yardımcı olmak manasınadır. Onlar da İblis gibi, insan ve cinleri, haktan batıla, hayırdan şerre, nurdan zulmete sürükleyebilmek için çaba gösterirler.[12]



Şeytan azgın veya uzaklaştırılmış anlamındadır. Şeytan ifadesi, sapıklık davetçileri için de kullanılır.



“Böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.” (En’am: 6/112)



Şeytan İblis ve zürriyeti için de kullanılır.



Nasıl melekler Allah’ın orduları olarak hayrı ve iyliği temsil ediyorlarsa İblis ve yanındaki şeytanlar da Allah’ın düşmanları olarak kötülügü ve fenalığı temsil ediyorlar.



Şerri ve masiyetleri süsleyen o şeytandır. Cinsî, ahlakî, ictimaî, siyasî, iktisadî ve insanın başına gelen ne kadar bela musibet varsa, işte muhakkak bunlar İblis ve onun şerli ordusunun çalışmaları neticesindedir.[13]



Şeytanlara gelince bunlar, cinlerin anarşistleri ve bozguncularıdır. İnsanları yoldan çıkaranlar işte bunlardır. En büyükleri olan İblis, vak­tiyle Allah Teâlâ'ya karşı küstahlık etmiş, O'nun meleklere: “Ademe secde edin!” diye verdiği emre karşı gelmiş, [14] bu suretle de kâfir (nankör) [15] ve âsi [16] olmuştur.



Şeytan, insanın ezeli düşmanıdır. Çünkü insanoğlunun ilk atasına ve anasına karşı korkunç bir komplo kurmuş, onların cennetten ko­vulma­sına neden olmuştur. Allah Teâlâ, şeytanın düşman olduğunu Kur'ân-ı Kerim'de tekrar eden uyarılarla insana bildirmiştir. [17]



Şeytan, özellikle şirk suçunun işlenmesinde faal bir aracılık yapar. O ka­dar ki, okumuş, kültürlü, yüksek mevki sahibi, hatta devlet yöne­ten insan­ları bile çocuksu davranışların içine iterek “Saygı duruşu” denen gülünç tapınma şekilleriyle onları oyuncak haline getirir. Bu nedenle şey­tanın var­lığı, inkâr edilemeyecek bir gerçek olarak bu canlı tablolar içinde âdetâ gün­lük hayatta yaşanmaktadır.



“Şeytan” adı, Kur'ân-ı Kerim'de 70 defa; Çoğulu olan “Şeyâtıyn” ke­li­mesi 18 defa; “İblis” adı ise 11 defa geçmektedir. Cin ve Şeytan da Kur'ân-ı Kerim'in bize bildirdiği diğer varlıklar gibi birer gerçektirler. Orijinleri ve özellikleri nedeniyle insanlar tarafından görülememeleri bazı kimselerde kuşku doğurmuş, bir çok kimselerde de bu yaratıklar daima merak ko­nusu olmuştur. Esasen bu merak normaldir. Çünkü insan, bizzat göre­mediği herhangi bir şey hakkında haber aldığı zaman kesin olarak inansa bile ge­nelde onu doğrudan duyularıyla algılamak ister. Onun gerçek olup olmadı­ğını ancak bu şekilde anlayabileceğini sanır. Halbuki bir şeyin ger­çekte mev­cut bulunması, onun mutlaka gözle görülmesine ya da diğer duyularla algı­lanabilir olmasına bağlı de­ğildir. Nitekim normal insan gözü, 400 ila 700 mi­limikron arasındaki ışık dalgalarını ancak farkedebil­mekte, bu limitlerin dı­şında kalan dal­gaları ise değerlendirememektedir. Keza normal insan ku­lağı 16 ila 20 000 titreşimi duyabilmekte, bu limitle­rin dışındaki frekansları ise du­yamamaktadır. Bununla birlikte sözko­nusu ölçülerin dışında kalan gerçeklerin birçoğuna inanabilmektedir.



İnanabilmek, akla bağlı olarak bir yeti olsa gerektir. Fıtratlarında bu ye­tiye sahip bulunmayan insanlar ne kadar zeki ve okumuş olurlarsa ol­sun­lar vahyin haber verdiği gerçeklere inanmakta sıkıntı çekerler. Bu neden­ledir ki bazı kimseler melek, cin ve şeytan gibi sırlı varlıklara bir türlü inanmak istemezler. Ancak hemen kaydetmek gerekir ki bunlar, Yüce Kur'ân'ın ha­ber verdiği gerçek varlıklardır. Dolayısıyla imanın bir koşulu olan melek­lere inanmak ne kadar önemli ise cinlerin ve şeytan­ların var­lığına da inanmak o kadar önemlidir. Cin ve şeytana inanmak, “Kitaplara İnanmak” şartının ayrıntılarındandır. Onun için cinlerin ve şeytanların varlığını in­kar eden kimse İslam Dini'nden çıkmak gibi imânî bir tehli­kenin içinde bu­lunduğunu bilmelidir ! [18]