Meşru bir İslâm devlet başkanına isyan etmek cahiliye ölümüdür.

[31]



Bazı insanlar, İslâm dininin kendilerine verdiği hakları ve yetkileri az bularak, daha fazlasını talep ederler. Politik ihtirasların kaynağında liderlik arzusunu görmek mümkündür. İslâmî ıstılâhta: "Haksız ve yanlış bir tevil sonucunda; adil olan ulû'lemr'in (devlet başkanının) düşürülmesi için isyan eden kimseye baği denilir" şeklinde tarif edilmiştir. Fethû'l-Kadir'de: "Buğat, baği'nin çoğuludur. Lâmı illetli olan her ism-i failin bu vezinde gelmesi kaidedir. Nitekim gâzi'nin cem'i (çoğulu) guzât, râmi'nin cemi rumat, kadı'nın cemi kudât şeklinde gelir."[32] denilmiştir. Malûm olduğu üzere, mü'minlerin emirine karşı isyan, tek kişinin gerçekleştirebileceği bir fiil değildir. Dolayısıyla, Bugat ehlinin bir topluluk olması zaruridir. İslâm uleması bu hakikati dikkate alarak: "Başlarında bulunan bir idarecinin çevresinde toplanıp, hadde (İslâmî sınırlara) tecavüz ederek ve velâyetin (yönetiminin, devlet idaresinin) kendilerine ait olmasının gerektiğini söyleyerek, âdil hükümdara (devlet başkanına) karşı savaşan topluluğa bugat ehli denilir" tarifini benimsemiştir. Dolayısıyla bağy suçunun teşekkül edebilmesi için, bu tarifteki bütün unsurların bulunması zaruridir. Tâgûtî iktidarlara veya zalim yönetimlere karşı, sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'nın rızası için ayaklananlara mücahid denilir. Bu fiil, salih bir amel ve ibadettir.



İslâm dininin temel hedefi, insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini sağlamak, haklarını ve hürriyetlerini garanti altına almaktır. İnsanlardan bir zümre veya sınıf, tekebbür ederek, diğer insanların haklarını ortadan kaldırmaya teşebbüs edebilir. Allahû Teâla (cc)'nın kendilerine verdiği hakka râzı olmayan ve ihtirasla başkalarının hukukuna tecavüz edenlerin cezalandırılması tabiidir ve zaruridir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (bir misilleme)dir. Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükâfatı Allahû Teâla (cc)'ya aittir. Şüphe yok ki Allah zâlimleri asla sevmez. Kim kendisine yapılan zulmün ardından herhalde hakkını alırsa, artık aleyhinde (mesuliyete) bir yol yoktur. Ancak o yol, insanlara zulüm etmekte ve yeryüzünde haksız olarak tegallübe kalkmakta (bağy etmekte-yebguûne fiyl'ard) olanlara karşıdır. İşte bunlar, (bağy suçunu işleyenler) yok mu? Bunların hakkı pek acıklı bir azaptır." (Şûra: 26/40-42) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm uleması, meşrû bir şekilde mü'minlerin velâyetine haiz olan ulû'lemr'e (İslâmî devletin liderine) karşı, haksız yere ayaklanan ve yanlış tevillerle politik ihtiraslarını tatmine çalışan zümrelerle savaşmanın caiz olduğunda ittifak etmiştir.



Emmarelik vasfına haiz olan nefs (nefs-i emmare) bütün şiddetiyle kötülüğü emreder ve liderlik sevdasından asla vazgeçmez. Bağyin ortaya çıkmasında, gerek Allahû Teâla (cc)'nın hukukuna, gerek insanların haklarına tecavüz ön plandadır. Hevâya uymanın getirdiği zulüm, bağyin kâynağıdır.



Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bu mahiyet güzel bir mesele ile izah buyurulmuştur:



"Allah sizi karada ve denizde gezdiren (sebeplerini izhar eden)dir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz anlar; bunları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri (yolcular da) bununla sevindikleri zaman, ona (gemiye) şiddetli bir fırtına gelip çatar. Her taraftan dalgalar kendilerine hucûm eder. Sanırlar ki, onlar (yolcular) etraflarından sıkıca kuşatılmışlardır (kurtulmalarına imkân yoktur. (İşte bu esnada) Onlar, Allah'ın dinine hâlis ve samimi kimseler olarak O'na dua ederler: `Andolsun, (derler) eğer bizi bundan (bu felaketten) kurtarırsan, şeksiz ve şüphesiz şükür edenlerden olacağız. Fakat (Allah, dualarını kabul edip) onları selâmete erdirince, bakarsın ki yeryüzünde yine haksız yere taşkınlıkta (yebguûne fiyl'ard ) bulunuyorlar!.. Ey İnsanlar!... Sizin taşkınlığınız ancak kendinize karşıdır (innema bağyukum alâ enfûsikûm). Dünya hayatının (o fâni ve geçici) menfaati gibidir. Nihayet, dönüşünüz ancak bizedir. O vakit neler yapıyor olduğunuzu size biz haber vereceğiz.' (Yunus: 10/22-23)



Allahû Teâla (cc)'nın farz kıldıklarını ihmal ve haram kıldıklarını irtikâp etmek, bağy fülinin oluşmasını (İslâmî hududlara tecavüz noktasından) sağlar. Ferdî planda ve gizli kalan bağy'in (isyanın) cezası, hesap gününe kalır. İslâmî bir yönetimi ortadan kaldırmak veya politik ihtiraslarâ kapılarak fesad çıkarmak şeklinde tezahür eden bağy'in cezası ise (İslâm'ın temel hedeflerini korumak farz olduğu için) bu dünyada verilir.



Allahû Teâla (cc)'nın teklifleri karşısında sızlanmamak, sabretmek ve daima imtihan üzere olduğunu hatırda tutarak ihsan makamına ulaşmaya çalışmak, her mü'minin temel görevidir. Gerek ferdî planda ve gizli kalan bağy'den (isyan ve arzulardan), gerek cemaat planında fesad çıkarma şeklinde tezahür eden bağy'den, şiddetle kaçınmak zaruridir. [33]



Buğât (Bağîler) arkalarında silâhlı bir güç olan asîlerdir. Kendi yorumlarına göre bir delile dayanarak bazı hükümlerde müslümanlara ve İslâmî yönetime muhalefet ederler. Askerî bir güçle bir bölgeyi ele geçirirler ve orada kendi yönetimlerini hakim kılarlar. Hâricilerin Hz. Ali'ye karşı takındıkları tavır gibi. Hâricîler veya diğer adıyla Harûrîler Hz. Ali'ye isyan ettiler, onun ve müslümanların kanlarını ve mallarını gasbetmeyi kadınlarını esir etmeyi helâl saydılar. Haricîler Resulullah (s.a.s.)'ın ashabını tekfir ederler. Her günahın insanı küfre götürdüğü kanaatini taşırlar. Böylece dinde çok sert ve şiddetli bir yol izlediler.[34] Bunların dışındaki bâğîler ise; hâricîlerin mübah gördüğü gibi müslümanların mallarını ve çocuklarının esir edilmelerini mübah görmezler.



Hz. Ali; "Din kardeşlerimiz bize bağyetti (isyan etti)" derken, bağy'i isyan anlamında kullanmıştır. Bâğîler İslâm nazarında dinden çıkmış sayılmazlarsa da ümmetin ittifakı ile dalâlet ehlidirler. Dinden çıkmadıklarının delili şu ayettir: "Eğer müminlerden iki tâife çarpışırlarsa siz hemen onların aralarını bulun" (el-Hucurât: 49/9). Ancak bunlar tevhid toplumunun dağılmasına, za'fa uğramasına İslâm devleti bünyesinde ayrılıkların çıkmasına, müslüman kanının dökülmesine yol açan bir kitledir.



Bâğîlerle ilgili bazı hadisler, bu konuda uygulanacak hükümleri kapsarlar:



İbn Ömer (r.a.), Hz. Peygamber' in şöyle dediğini nakletmiştir:



"Her kim bize karşı silâh taşırsa bizden değildir."[35]



Burada silâh taşımak, harbetmek anlamındadır.



Ebû Hüreyre'den, Allah elçisinin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:



"Her kim, İslâm devlet başkanına itaatten çıkar ve İslâm cemaatinden ayrılır da ölürse, onun ölümü cahiliyye ölümüdür."[36]



Bu hadis, bir kimse cemaatten ayrılır, ancak o cemaate karşı harbetmezse; bizim de kendisi ile muharebe edemiyeceğimize delildir. Çünkü Hz. Peygamber, onunla muharebe etmemizi emir buyurmamış, yalnız onun ölüm hâlinin cahiliyyet ölümüne benzediğini haber vermiştir. Şu halde o, bu fiilî ile dinden çıkmaz, demektir. Hz. Ali'nin Hâricilere söylediği şu sözler de bunu gösterir: "İstediğiniz tarafta olun, sizinle aramızdaki hukuk, haram kan dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiç bir kimseye zulüm etmemenizdir. Eğer bunları yapacak olursanız size harp ilân ederim"[37]



Bir başka hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur:



"Cezası en çabuk verilen kötülük bağy'dir."



İbn Ömer (r.a.)'den Allah Resulu'nun şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:



"Bilir misin ey İbn Ümmi Abd (bu zat, Abdullah b. Mes'ud'dur. Çünkü o, bu lâkapla anılırdı) bu ümmetin bâğîlerine Allah'ın hükmü nasıl olacaktır?" dedi. O:



Allah ve Resulu bilir! cevabını verdi. Resulullah (s.a.s.):



"Bu grubun yere düşen yaralısına dokunulmaz, esiri öldürülmez, kaçanı aranmaz, ganimeti de taksim edilmez" buyurdu.[38]



Buna göre asîlerle ilgili hükümleri şu noktalarda toplamak mümkündür:



1) Âsî ve bâğîlerle savaşmak caizdir. Bu konuda icmâ (ittifak) vardır. Ayette; "Siz bâğîlik eden taife ile çarpışın..." (el-Hucurât: 49/9) buyurulmuştur. Ancak onlarla savaşa başlamazdan önce, kendilerini bu isyandan vazgeçmeğe davet gerekir. Nitekim Hz. Ali Hâricîlere karşı böyle hareket etmiştir. Hâricîler, Hz. Ali'den ayrıldıktan sonra Ali (r.a.) kendilerine İbn Abbâs'ı göndermişti. İbn Abbâs onlarla çeşitli görüşmeler yaptı. Bu münazara ve görüşmelerin sonucunda tamamı sekizbin kişi olan Hâricîlerin dört bini isyandan vazgeçtiler. Diğerleri ise inatlarında ısrar ettiler. Bu defa Ali (r.a.) kendilerine; "İstediğiniz tarafa gidin, sizinle aramızda (uyulması gereken şey) haram kan dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiçbir kimseye zulüm etmemenizdir" diye haber göndermiştir. Hâricîler ashab-ı kiramdan Abdullah b. Habbab b. Eret'i şehit ettiler. Hamile olan hanımının da karnını deşerek içindeki cenîni çıkardılar. Hz. Ali bunları duyunca Hâricîlere bir mektup yazarak Abdullah b. Habbab'ı şehit edenin kısasını istedi. Hâricîler; "Onu hepimiz öldürdük" deyince, Hz. Ali onlarla savaşa izin verdi.[39]



2) Âsî ve bâğîlerin yaralıları hemen öldürülmez. Ancak Hanefîlere göre, orduları varsa yaralıları öldürülür, kaçanları da takip edilir. Hz. Ali bu konuda şöyle demiştir: "İsyancılara galip geldiğiniz zaman kaçanı aramayın, yaralıyı hemen öldürmeyin, savaş aletine bakın ve onu alın. Ondan başkası mirasçılarınındır."[40]



3) Âsîlerden alınan esir öldürülmez. Çünkü onlarla yapılan savaşın amacı, onların savaş yapmasına engel olmaktır.



4) Âsîlerin kaçan esirleri takip edilmez. Hanefîlere göre, âsîlerin orduları varsa esirler takip edilir. Çünkü bu takdirde tekrar saldırıya geçmeleri muhtemeldir.



5) Bâğîlerin malları ganîmet olarak alınmaz. Hadîste şöyle buyurulur:



"Müslüman bir kimsenin malı ancak kendi gönül rızası ile helâl olur.”[41] Hz. Ali Cemel ve Sıffin vakalarında ölenlerin hiç birisinin eşyasına el sürdürmemiştir.



6) Yere düşen yaralılar öldürülmez. Hanefîlere göre âsîlerin savaşta sebebiyet verdikleri mal ve can kayıpları ödettirilmez. Çünkü ayet-i kerîmede;



"Allâh'ın emrine dönünceye kadar" (el-Hucurât: 49/9) buyurularak ödetmeden söz edilmemiştir.



Bilginlere göre; bâğîleri öldürmekten dolayı, meşrû devlet başkanına tabi müslümanlara günah ve keffâret gerekmez. Onlar telef ettikleri şeyleri de tazmin etmezler.[42] Çünkü onlar, bu savaşı emir üzerine yapmışlardır. Diğer yandan âsîlerin canları bile diyet veya kısasla tazmin edilmeyince, malları öncelikle tazmin edilmez.[43]



Âsîler, ehl-i adl (meşrû devlet tebeası)in yolunu kesseler, onlara had uygulanmaz. Çünkü onlar, bir te'vîle dayanarak, onların mallarını mübah saymışlardır. Âsî, ehl-i adlin malını çalsa, devlet başkanı, âsîler beldesinde velâyetinin (cezaları uygulama yetkisinin) bulunmaması sebebiyle onun elini kestiremez. Hanefîlere göre bâğîlere, devlet başkanının onların beldesinde velâyetinin bulunmaması yüzünden hadler tatbik edilmez.[44] Âsî, İslâm beldesi (dâru'l-İslâm)'nde hırsızlık yapsa had cezası tatbik edilir. Bunu helâl saysa da sonuç değişmez. Çünkü dâru'l-İslâm'da onun silâhlı gücü yoktur.[45]



İsyancıların, istilâ ettikleri beldeler halkından topladıkları zekâtları, öşürleri, haraçları, daha sonra o beldeleri geri alan meşrû devlet başkanı yeniden talep edemez. Çünkü İslâm devlet başkanının bu vergilere hak kazanması, halkı himaye etmesi karşılığındadır. İstilâ halinde ise bu himâye kesintiye uğramıştır. Ancak halkın zekâtlarını yeniden vermesi daha güzeldir. Çünkü isyancılar zekâtı genellikle yerine sarfetmezler. Öşür ise yoksullara ait olduğu için; isyancılar yoksul iseler, bu zekât yerine sarfedilmiş olur. Haracın sarf yeri ise, harbîlere karşı cihadda bulunacak olan müslümanlardır. İsyancılar ise müslüman olup, ihtiyaç halinde harbîlere karşı cihat yapabilecekleri için; alacakları haraç, yerine sarfedilmiş sayılır. Ancak geleceğe ait bu kabil vergileri, yine İslâm devlet başkanı almaya başlar. Çünkü isyancıları etkisiz kılınca velâyeti açığa çıkmış olup o beldeler halkını yeniden himaye altına almış bulunur.[46]



İslâm devletinin isyancılara karşı, işin başında kesin tavır koyması bazı hadislerde öngörülmüştür. Arface b. Şurayh, Allah Resulu'nun şöyle dediğini nakletmiştir: "İşiniz toplu ve düzenli iken size biri gelir de topluluğunuzu dağıtmak isterse onu hemen öldürün"[47] Müslim aynı hadîsi şu ifadelerle rivayet etmiştir: "Nice fitne ve fesatlar vukû bulacaktır. Bu ümmet toplu iken bir kimse onun hâlini perişan etmek ve onları dağıtmak isterse, kim olursa olsun onu, hemen kılıçla öldürün."[48]



Bu hadisler, bir ülkede müslümanların bir kimseyi Emirü'l-Mü'minîn seçerek etrafında toplamalarına rağmen, bazılarının isyan edip bu seçilen zatın aleyhine başkaldırmaları halinde bunların ölüm cezasını hak ettiklerini gösterir.[49]