Tarîkat Öncüleri Tarafından Râbıtanın Ayrıntıları Hakkında Yapılmış Çeşitli Açıklamalar:

Nakşibendîlerce şimdiye kadar gerek yazılı, gerekse sözlü olarak bu ko­nuda ifade edilenlere bakılacak olursa râbıtanın çeşitli tariflerinden özet ola­rak şu anlamları çıkarmak mümkündür:



1. Râbıta: Mürîdin, şeyhini şeklen ve cismen tasavvur etmesidir. Yani daha açık bir anlatımla, onu fizik olarak zihninde canlandırmasıdır.



2. Bununla birlikte mürîd, şeyhinin kalbinden kendi kalbine nur hüz­mele­rinin yansıdığını, ya da nurdan çağlayanlar aktığını ayrıca düşünecek ve ondan bereket, himmet ve yardım isteyecektir. [36]



Bunu, tarîkat dilinde «istifâza» ya da «rûhâniyetten istimdâd» diye bazı yakıştırmalarla özet olarak anlatmaya çalışmışlardır.



3. Mürîd kendini, şeyhinin giyim ve kuşam tarzı içindeymiş gibi gör­meye çalışacaktır.



Son dönemin Nakşibendî teoris­yenlerinden Abdulhakîm Arvâsî'ye ait bu konuya ilişkin bazı açıklamalar sa­deleştirilerek şu şekilde verilmiştir:



«Pîrin kıyafet ve heyetine aynen bürünmek, kendini mürşid şeklinde görmek ve hayâl etmek... Bu vaziyette meydanda olan sanki pirdir, kendisi de­ğil... Bu kısım râbıta ibâdetlere mahsustur. Mesela Kur'ân dinlerken göz­lerini yumar ve kendisini pîrin vücud ve kıyafetinde görür. Olan, sanki pîrdir, ken­disi değil... Keza Kur'ân ve «Delâil» okurken, vaaz ve ders din­lerken, namaz kılarken kendisini mürşidin kıyafet ve heyetinde hayâl eder. Namazda kıyam (ayakta duruş), kuud (oturuş), ve kıraat (Kur'ân okuyuş) fi­illerini yerine geti­ren sanki pîrdir, kendisi değil... »



«Bu son nokta şekline (Telebbüsî râbıta - kılığa bürünme) râbıtası ismi de verilir.»[36]



4. Birçok çeşitleri olan râbıtanın bu farklı şekilleri hakkında da aynı ya­zar şunları kaydetmektedir:



«Tatbik edile gelen râbıta (Usul bakımından) birkaç türlüdür: »



«Birincisi, Sâlik tarafından kâmil ve mükemmel sıfatlarına lâyık şeyhin sûretini karşısında tasavvur edip hayâl yoliyle iki kaşı arasına bakmak ve su­retteki rûhâniyete yönelmek.... Bu bakış ve mıhlanışla kendinden geçme, kay­bolma hali başlayıncaya kadar râbıtayı sürdürmek... (...)



«İkincisi, sâlikin, kendisini mürşid kıyafet ve heyetinde görmesidir. (...) Mürşidin suretiyle giyimli olmak bakımından bu râbıta şekline "telebbüs -giyim- râbıtası" ismi verilir.»



«Üçüncüsü, mürşidin suret ve heyetini karşısında görüp, onu kalbinin or­tasına indirmek, kalbini uzun ve geniş bir dehliz farz ederek mürşidi o deh­lizde yürüyor ve kendisine doğru geliyor hayâl eylemek...» [36]



 5. Şeyhin şeklini hayâlde canlandırırken onun «rûhâniyetinden» istim­dâd etmek (ondan yardım dilemek) gerekir.



Tarîkatçılara göre yalnızca sağ olan mürşidden değil, aynı zamanda ölü­den de yardım beklenir. Yani şeyhin rûhâniyetinden yardım dilemek için onun, sağ ya da ölü olması fark etmez. Bu inanış hemen bütün tarîkatlarda vardır ve «himmet dilemek», «bereket talep etmek», «feyiz almak» «istifâzada bulunmak» ya da «rûhânîyetten istimdâd etmek»  gibi çeşitli de­yimlerle ifade edilir.



Mehmed Zâhid Kotku bu konuda aynen şunları kaydetmektedir:



«Bu tarikde şeyh, kemâl-i marifet ile mütehakkık olursa, ifâzada (yardım etme konusunda) ölü ile diri müsavi olurlar. » [36]



 Aslında müsavi olmaktan da öte, (yine tarîkat rûhânîlerine göre) velî, öl­dükten sonra bir «tîğ-i üryân»  gibi, yani kınından çıkmış olan bir kılıç gibi çok daha keskin olur ve onu çağıran insa­nın imdadına çok daha çabuk yeti­şir. Nitekim aşağıdaki dörtlük bu inancı açık olarak anlatmaktadır:



 «İki cihanda tasarruf ehlidir çünki velî



Deme kim bu mürdedir bunda nice dermân ola



Rûh şemşîr-i Hudâ'dır ten gılâf olmuş ona



Tâ ki â'lâ kâr eder bir tîğ ki uryân ola.» [36]



 6. Râbıtayı gerçek anlamdaki mürşide yapmak şarttır.



Peki gerçek manadaki mürşid kimdir ? Bu konuda da yine Kotku  şun­ları söylemektedir:



«İnsân-ı kâmil mirât-ı haktır. Her kim kâmil insanın rûhâniyetine basî­ret gözüyle bakarsa onda Cenâb-ı Hakkın tecellîsini görür. Sıfatının zuhû­runu id­râk eder. » [36]



  Demek ki râbıta sırasında, hayâlde canlandırılan insan tipi Nakşî rûhân­î­le­rine göre «mir'ât-ı hak = Allah'ın aynası» olan ve kendisine «insân-ı kâmil» denilen, insanüstü kişiliğe sahip biri olmalıdır. Râbıta, bu derece yücelmiş ve Allah'a ayna olmuş (?) birine ancak yapılabilir.



7. Sağlara yapıldığı gibi Ölmüş kimselere de râbıta yapılabilir.



Ölüye râbıta yapma konusuna, özellikle son dönem Nakşî şeyhleri tara­fın­dan çok önem verilmiştir. Bu cümleden olarak Abdulhakîm Arvâsî'nin, «Mezarlara Râbıta Keyfiyeti» başlığı altında aşağıya alınan sözleri ilginçtir. Arvâsî şu öğütleri vermektedir:



«Mezar ziyaretçisi mürîd, nefsini her türlü dış alâkadan boşaltır. İçini dünya kayıtlarından uzaklaştırır. Kalbini ilimler ve nakışlardan ve hadise­lere bağlı duygulardan çekip çıkarır. Ziyaret ettiği mevtânın rûhâniyetini hissî key­fiyetlerden mücerret bir nur farz eder. O kabir sahibinin Feyizlerin­den bir Feyiz ve hallerinden bir hal zuhur edinceye kadar o nuru kalbinde tu­tar. (...)»



«Feyiz istekçisi ziyaretçi, Feyiz vericinin kabrine yaklaşıp selâm verir. Mezarın ayak ucuna yakın sol tarafına durur. Ona karşı hayattaki tavrını mu­hafaza eder. Bir fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabının mislini mevtâya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirdeki mevtânın rûhâ­niyetine teveccüh eder....» [36]



 Arvâsî'nin, ölüye râbıta konusundaki sözleri bundan sonra da epeyce sürmektedir. Mehmed Zâhid Kotku'nun, bu konuda yazdıkları ile O'nun söyledik­leri arasında (bazı farklarla) paralellik vardır. Arvâsî, «Feyiz istekçisi (…) mezarın ayak ucuna yakın sol tarafına durur.» demekte, Kotku ise (biraz sonra ifadesinin tam metni veriyleceği üzere) bunun tersini önermektedir.



Kotku'nun, «Mevtâdan râbıta ile feyiz almak keyfiyeti:» başlığı altın­daki sözleri şöyledir:



«Mürîd nefsini dünya alakalarından sıyırıp, kuyûdât-ı tabi'ıyyeden içini boşaltır ve kalbini ulûm ve nükûşdan ve havâtır-ı kevniyyeden temizler, sonra o meyyitin ruhâniyetinden feyiz alıncaya kadar o nuru kalbinde sak­lar; muhafaza eder. Eğer râbıta meyyitin kabrinin yanında olursa, o kabrin sahi­bine selam vermek lazımdır. Kabrin sağ ayak tarafına durur. Bir fatiha üç ihlâs ve bir âyet'ül-Kürsî okuyup sevabını o mevtânın ruhuna hediye eder. Sonra ruhâniyetine teveccüh edip istifâze eder. Nitekim (sav) efendi­miz hazretleri "İşlerinizde güçlükle karşılaştığınız; kararsız olduğunuz za­man, kabir ehlin­den yardım isteyiniz." buyurdular.» [36]



 Yukarıdaki ağdalı anlatım, büyük ihtimalle Abdulhakîm Arvâsî'nin, Râbıta-i Şerîfe adlı kitabından küçük bir değişiklikle ve biraz da sadeleştiri­lerek neredeyse aynen kopya edilmiştir. Ancak bu izlenimi uyandırmamak için yazı, alıntıyı yapan Mehmed Zâhid Kotku  tarafından tırnak içine alın­mamıştır. Adı geçen kitapçık, bugünkü nesil tarafından anlaşılmadığı için yazarı, Abdulhakîm Arvâsî'nin mürîdlerinden olan Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilmiştir.  



8. Râbıta, yer yer zikirle açıklanmaya çalışılmış ve bazen de onunla kar­şılaştırılmıştır. Hatta, «Sabit olmuştur ki, râbıtasız zikir erdirici değil, zikir­siz râbıta ise tek başına erdiricidir.» şeklinde ilginç bir ifade kullanılmıştır. [36]



  Ancak râbıtanın bir ibâdet biçimi olup olmadığına ilişkin pek açık bir kayda rastlanmamaktadır .



9. Râbıta, tarîkat ulularını gıyâben hayâlde canlandırma alışkanlığıyla onlara benzemeye çalışmak ve onların sahip oldukları fazîletleri kazanmak­tır, diye bir yorum daha vardır. Bu görüşü, çağdaş ilahiyatçılardan biri şöyle izah etmektedir.



«Dinler ; “Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanma" veya O'nu taklid -imitatio dio- prensibini hedef almıştır. Bu gayeyi gerçekleştirmek isteyen insan oğ­lunun, sürüp giden hayatında canlı ve müşahhas bir modele olan ihtiyacı, "insanın insanı taklidi" -imitatio hominis- realitesini ortaya çıkarmıştır.» [36]



 10. Yakın tarihin Nakşibendî şeyhlerinden biri de râbıtanın üç türlü ol­duğunu şu şekilde sıralayıp açıklamaktadır:



a) Râbıta'tül-Huzûr: Mürîdin devamlı olarak Allah ile beraber oldu­ğunu düşünmesi.



b) Râbıta'tül-Mevt: Mürîdin, ölüm anının gelip çattığını, sanki mezara konmak üzere olduğunu, berzah ve ahiret alemlerini devamlı surette dü­şünmesi.



c) Râbıta'tül-Mürşid: Mürîdin devamlı olarak mürşidini düşünmesi ve onu hayâlinde canlandırması.[36]



 İşte buraya kadar anlatılanlar, râbıtanın kısmen tanımları  ve bazı yön­lerden açıklamaları olarak kullanılmış çeşitli ifadelerdir.