Kontrol Mekanizması

“Ve size kalbler, gözler ve kulak verdi.” (Teğabün: 64/13)



Acaba biraz önce işaret ettiğimiz içgüdülerle insan yeryüzünde Allahın halifesi olma görevini yerine getirebilmesi mümkün olur mu?



Aslında bunlar canlılık güdüleri değilmidir?



yemek, içmek, cinsel birleşimde bulunmak ve savaşmak... Bütün bunlar canlılık içgüdüleri değil mi? Ayrıca bunlar kompleks değil açık güdülerdir. Hayvanda da bulunur bu güdülür. Fakat temeli ve kökü açıkta değil komple bir hüviyettedir. İnsan da ise durum böyle değildir. Ve insan bu içgüdülerle çok daha fazla ilerleyebilir ve içgüdüsel olarak hayvani fıtrattan çok yüksek seviyelere çıkar.



Fakat insan acaba bu istidatlarla Allahın yeryüzünde halifesi olma şerefini ihraz edebilecek midir? Bu ağır mesuliyetlerin altına gerebilecek midir?



Hayatta bekası devamlı olan ve kontrolü mümkün olmayan şiddetli içgüdülerin baskısı altında yok olmadancanlı bir varlık olma hüviyyetini devam ettirebilecekmidir?



Asla... Böyle bir şey yapmaz hikmet sahibi yüce yarattı. İnsanı en engüzel şekilde yaratan Malik Teala böyle bir şey yapmaz:



“Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Ve siz şekil verdi, şekli de güzelleştirdi.” (Nahl: 16/78)



Bir kontrol subabı gereklidir. Fakat bu subap insanın tabiatına da uymalıdır. Ve bu subapla insan tabiatındaki şuur, bilgi, irade ve hürriyet temessül edilmelidir.



Binaenaleyh insan makenizmasında bir takım kontrol unsurları bulunmaktadır.



   o  



İçgüdülerin karşısında yeralan kontrol makenizması insanda doğuştan yer alır ve onunla birlikte dünyaya gelir. Gelir ama birden açığa çıkarmaz, makenizmanın içinde gizlenmiş olarak kalır. İçgüdüler kısa zamanda ortaya çıkarlarsa da kontrol makenizması tebarüz etmez... Hem bunların gelişebilmesi için dış güçlere ihtiyacı vardır. Aksi takdirde sakat kalır ve insan bünyesinde tam olarak vazifesini yerine getiremez.



Hatta bu durum bir çok bilginleri şaşırtmış ve bunların insan fıtratının bir bölümü olmadığını sanmaya sevketmiştir. Bunun insan mekanizmasına sonradan sokulduğu dış ve güdülerin yerleştirdiğini, bunun için bazan baskı bazan da sevdirme ve teşvik metodu kullandıklarını belirtmişlerdir. Sonra bu konuda değişik fikirler ileri sürülmüş, dış etkenler yoluyla insan mekanizmasına sokulduğunda ittifak etmişler ise de bir kısmı onların mevcudiyyetini kabullenmişler, bir kısmı ise inkar ederek yıkmaya çalışmışlardır.                         



Tabiatı itibariyle Freud bu sonuncular arasında yer almaktadır.



Freud “The Contribitions to the sexsull theory” adlı eserinin 82. sayfasında “sublimasyon” başlığı altında şöyle diyor: “Üçüncü bir anormallik tipi de süblismasyon ameliyesinin sonucu olarak ortaya çıkar. Ferdi bir cinsel kaynaktan çıkan şehevi güçler cinsiyet dışında başka sahaları da hükmü altına alır. Ve bu alanda ondan faydalanır. Böylece insan çok büyük bir psikolojik güce sahib olur.” 



Aynı eserin 85. sayfasındaki “medeniyetle insanın cinsel gücünün hürriyet içinde gelişmesi arasındaki çatışma”dan söz ederek yukardaki kanaatini tekrarlıyor.



“The Ego, The İd” adlı eserinin 80. sayfasında da şöyle diyor: “Her zaman ahlak baskı hüviyetini mahafaza etmiştir. En tabii ve en adi şekillerde bile ahlaki kaideler sıkıcıdır.”



Fakat bunlar  çok büyük bir yanlışa düşüyorlar... Kabul etmek istemiyorlar ki bu kaideler de insanın öz yapısında vardır. Bütün bilginlerin iyice kavramları icabeden bir baş ka bedihi hakikat daha var. O da dışardan baskı ile insan mekanizmasında hiç bir şeyin yoktan meydana getirilmiyeceğidir. İnsan mekanizmasında bi ristidat bulunmakdıkça dış tesirlerle hiç bir şey yerleştirilemez insan psikolojisine.



Mesela açlik insan bünyesinin bir parçası durumundadır. Ve hiç bir şekilde dış faktörlerle açıklamayan bir insan meydana getirmek mümkün değildir. İnsan dış baskılarla veya kendiliğinden bir müddet yememeyi adet haline getirebilir ama hiç bir zaman için yemek yemememsi temin edilemez. Dış baskılar ne kadar fazla olursa olslun yemekten menetmek mümkün değildir. Çünkü onun fıtratında bu yoktur.



Cinsel içgüdü de insan mekanizmasının bir parçasıdır. Hiç bir zaman için ne şekilde olursa olsun dış baskılarla cinsel içgüdüye sahib olmayan normal bir insan meydana getirmek mümkün değildir. Şurası varki biz ihsaslardan söz ediyoruz yoksa bu ihsasların tatbikinden değil. İnsanda bir takım mihsaslar bulunabilir de bunu tatbik sahasına koyamaz. Bu ihisaslar eğitilerek yüceltilir v geliştirilir. Fakat kökte n yok edilemez çünkü onları kökten yok etmek normal bir fıtri mekanizma için zararlıdır.



Tıpkı bunun gibi fiilen mekanizmadabulunmayan birşeyi de dış amillerin baskısıyla meydanagetirmek mümkün değildir. Ve fiilen mevcud olan bir şeyi yine aynı amillere yok etmekte imkan haricidir. Baskı ancka istidad ve kabiliyet bulundugu zaman başarı kazanır ve o da istidad nisbetinde olur. Ama baskıyla istidadı bulunmayan bir şeyi kabul ettirmek veya yaptırmak mümkün olmaz. Ne kadarşiddetli ve katı olursa olsun hiç bir tesir icra edemez.



Binaenaleyh insandaki kontrol mekanizmasını dış baskılar, dıştan yapılan yönetim ve eğitim meydanagetirmez, zaten meydana getirmeside imkan haricidir. Dıştan gelen baskılar sadece mecud olan kabiliyeti gelişltirir o kadar.



Ama geliştirme meselesi ayrı, yeniden meydana getirme meselesi ayrıdır.



Çocuk hareketten aciz olarak doğar. Hareket edebilmesi için dış yardıma muhtaçtır. Yürüme hareketinde dış faktörlerin tesiri apaçıktır. Bu yardım sağlanmadığı taktirde belki yürüyebilir ama topallayarak yürür. Gelişmesi eksik olur ve ömür boyu sürmez. Bu demek değlidir ki insan yürümeyi dış amiller sayesinde  elde  eder... Aslam sadece dış amiller insan mekanizmasında gizli bulunan bir gücü geliştirmektedir. Bu güçaslında insanın mekanizmasında vardır fakat ortaya çakıp kuvvetlenebilmesi için başkalarının yardımına muhtaçtır.



Doğduğu zaman çocuk konuşamaz. Konuşabilmesi ve konuşmayı öğrenebilmesi için uzun müddet kekelemesi ve lüzumsuz seslerçıkarması gereikir. Sonra dilin ifade ettiği mefhumları kavramaya başlar. (Ki bu yaratıçının sunduğu en büyük mucizedir. Nitekim Kur’an-ı Kerimde Hz. Adem’in yaratılışı konusunda bu husus üzerinde durulmuş ve şöyle denilmiştir: “Ve Adem’e herşeyin adımı teker teker öğretti” Bundan sonra çocuk öğrendiği kelimeleri kullanmaya başlar. Eğer dış amliler tarafından bu yardım sağlanmazsa konuşamaz. “Nitekim bazı sağırlar hiç konuşma işitmemiş, kelimelerin manasını anlamamış olduklarından ötürü onları kullanıp konuşamazlar ve dilsiz olurlar. Ya da konuşmaları manasız sesler çıkarmak suretiyle olur, tıpkı hayvanlar gibi.) Ama bütün buna rağmen insanda konuşma hassasını dış amiller meydana getirmiştir diyebilir miyiz? Asla... Sadece şunu diyebiliriz: İnsanın yapısında gizli konuşma gücü vardır, bunun ortaya çıkıp kuvvetlenmesi için dış amillerin yardımına ihtiyacı vardır.



Doğrudan doğruya yürümek gibi bedeni bir güç ile konuşmak ve kelime öğrenmek gibi duygusal ve manevi güç sahasında durum böyle  olunca, insan psikolojisindeki kontrol mekanizmasının daha bundan farkı olmadığını söyleyebiliriz. Şu halde bu güçlerde baskı eseri olarak meydana gelmemektedir. Eğitimin ve öğretimin de bunun meydana gelmesinde bir rolu yoktur. İnsan mekanizmasında doğuştan vardır. Baskı eğitim ve yönetim gibi faktörler ise sadece bu doğuştan var olan duyunun gelişmesine ve  ilerlemesine yardım etmektedir.



Daha önce adını andığımız Dawvinist bilginlerden Julian Huxley “Modern Dünya İnsan” adlı eserinde diyor ki:



“Bunun içindir ki nisan diğer hayvanlardan daha çok zekidir. Zira insanın beyin yapısıdaha elastikidir.



Bu elastikiyetin fazla ki rasyonalist filozoflar bunun üzerinde çok dururlar. İnsan bazı noktalardan eşsizdir. Bu elastikiyet insanın pisakolojik çatışmaya maruz kalan yegane canlı mekanizma olmasına sebeb olmuştur.



Çatışan çalışma yolları arasındaki münakaşanın bertarf edilmesi cidden yaygın bir durumdur ve biyolojik faydalar sağlar. Bu da sadece insanı bu tür çatışmalardan kurtaran beşer aklının bir özeliğidir.



İnsanın bulunduğu seviyeye gelince bir takım yeni komplekslerle karşılaşırız ki bunlar hayvanlarda bulunmaz. çünkü insanın özelliklerinden birisi de daha önce de belirttiğimiz gibi cinsel duyguların şiddeti karşısında üstün gelmektir. Gerek bilgi, gerek his ve irade çerçevisinde olsun aklın her hangi bir çalışmasını alıcı cihazları hazırlamasıdır.



Böylece insan komplex bir düşünce hayatına sahib  oluyor. Her ne kadar bu kompleksi parçalayacak hatta hayattan faydalanmasının engelleyecek faktörlere karşı kapılar açıkça da bu kompleks durumu devam eder. Sharington’un dediği gibi insanın sinir cihazı bir boruya benzer. Bu borunun giriş kısmı çıkış kısmından dahageniştir. Borunun giriş kısmı alıcı sinirlerine benzer. Bunlar organlardan iletici sinirler tarafından iletilen uyarıları merkezi sinir sistemine   götürler. Borunun çıkış kısmı ise merkezi sinir sisteminden alınan emri iletici sinirler yoluyla organizmaya taşırlar... Bununla birlilkte modern görüşlere uygun olarak sinir sisteminde bi rtakım cihazlar vardır ki çatışmaları en aşağı dereceye indirirler. Psikoloğlar bunlara repsession ve baskı adını verirler. Bizim görüşümüze göre baskı çok önemlidir. Şuur altını karanlık dünyasında çatışan iki duygu veya etkenden birisinin hapsedilmesine baskı adını veriyoruz. Freud ise buna repression diyor. Fakat şuur altında hapsedilmiş olmak kafi değildir onların bertaraf edilmesi için. Zira şuur altında hapsedilmiş olan bu düşünceler açığa çıkınca şahsiyetin tekevvününde büyük rol  oynarlar. Genel manadaki asabi krizlere ilave olarak insan bir takım düşüncelerden ve işlerden sinirlenir ve kızar. Bunun içindir ki bir takım düşünceleri içe itime veya sindirme, Fredu’ün tabiriyle repressin zararlıdır. Düşüncenin tam gelişmemiş olduğu, aklın tekevvün etmediği devrelerde bir takım düşünce çatışmaları önleyebilmek için insan hayatında biyolojik bir zaruret olarak kabul edilir. Elbette ki insanın hiç bir sınır tanımadan hareket etmesi sinir krizine  sebeb olsa da hareket etmekten aciz olarak durmasından daha iyidir.



Baskı ile şuur altına itilmiş olan duygular silinmiş  olmaz, bilakis öyle bir ameliyeye girişmek şuursuzca bir davranıştır.



Repression (Biz buna kontrol mekanizması demeyi daha uygun buluyoruz) gelen duyguların şuura ulaşmasına engel olur. Bundan dolayı da asabi krizlerin baş göstermesi her zaman ihtimal dairesine girer. Sonuç olarak diyebiliriiz ki şuuraltında çarpışır durumda olan iki duygudan birisinin yok edilmesi mantıklı kişinin yapacağı bir şey değildir. Mantık sahibleri ikisini de tartar, ölçüb biçer akıl ve tecrübeye göre değerlendirir ve sonra şuur halinde faaliyete geçmesini sağlar. 19



(19) Modern Dünyada İnsan, Sh: 26-33.



Oldukça uzun iktibas yapışımızın sebebi Allah’a ve imani değerlere inanmayan bir ataistin bunca gerçekleri kendi diliyle ifade edişini göstermektedir. Bu gerçekleri şöyle sıralayabiliriz:



I- Kontrol mekanizması gerek şuursuz gerek şuurlu olsun biyolojik bir mekanizmadır ve bundan bir takım psikolojik mekanizmalar doğmaktadır. Biyolojik oluşunu söylemekle insanda doğuştan varolduğunu kabullenmektedir. İnsanın biyolojik mekanizması onunla birlikte doğar ilkah edilen yumurtalar yoluyla diğerlerine geçer... Dış etkenlerin tesiriyle elde edilebilen bir şey değildir.



II- İnsanın özelliklerinden birisi de arzularının şiddetini dizginleyebilmesidir. Bu özelliği de doğuştandır ve varlık yapısının temelinde vardır. Kendisinin dışında ona empoze delimiş değildir.



III- Kontrol mekanizması çocukluğun ilk yıllarında şuursuzca çalışır sonra yavaş şuurlu faaliyete başlar. Yani diğer organların ve sikolojik mekanizmanın geçirdiği merhaleleri geçer ve gelişir.



Bu da bizim meevzuu bahsettiğimiz gerçeğin isbatı için yeterli bir delildir. Biz diyoruz ki insanda kontrol mekanizması fıtridir, doğuştan vardır.



Evet kontrol mekanizması değuştan vardır ama dış yardımlara da muhtaçdır...



Bu dış yardımlar yönetim ve eğitimdir... Binaenaleyh insan hayatı için yönetim ve eğitimin önemi fazladır. Hatta zaruridir. Şöyle bir faraziye kurabiliriz: Herhangi bir çocuk acaba hiç yetiştirilmese,eğitime tabi tutulmasa ...Ve fıtratıyla başbaşa bırakarak nasıl doğduysa öyle terkedilse... Kontrol mekanizması bulunmaz mı? Veya kontrole tabi tutmasını öğrenecektir. Şu kadar var ki eğitim olmadığı zaman bu mekanizmanın ortaya çıkması bir müddet gecekir.



Biz bu çocuğu olduğu gibi bırakacak olursak bir müddet gecikme ile birlikte bütün kontrol mekanizması bir gün ortaya çıkacaktır. Uygun olarak yetişmez de bir takım eksiklerle birlikte yetişir. Mekanizmanın bazı unsurları belki de hiç açığa çıkmaz. Şurası muhakak ki hiç bir zaman içinmevcud olmaması mümkün değildir.



Freud diyor ki bıkkınlık insanın tabiatında vardır. Bıkkınlık insanın sürekli olarak aynı şeyleri tekrar etmesini ve sürekli bir yöne teveccühünü engeller ve yeni yeni şeyler yapmasını sağlar. Bıkkınlık ta yavaş yavaş gelişir...Küçük çocuk devamlı olarak aynı şeyleri yapmaktan veya aynı kelimeleri tekrar etmekten bıkmaz. Fakat yaşı ilerledikçe çabucak bıkmaya başlar ve devamlı değişiklik ister.



Bu doğru ve yerinde bir düşünce. Ama Freud bunu biraz daha genişletmeliydi. Şu halde bıkma  irade dışı bir harekettir, herhangi bir yönde devamlılığı önler. Çocuğun biyolojik gelişmesine parelel olarak gelişir. Eğitim ve öğretimin devamlı bir şey yapmayı şuurlu olarak engellemesi ve prensipler dahilinde önüne geçmesi gerekir. Fakat eğitim ve öğretim imkanlarının bulunmadığı yerler de bile Julian Huxey’in dediği gibi kontrol mekanizmasını sağlayan başka vasıtalar vardır..



Bu vasıtalar doğrudan doğruya fıtratın verdiği mekanizmadır...



Şu halde insanın fıtratında bir kontrol mekanizması yer almaktadır. Her hangi bir fıtri güdünün sürekli çalışmasını engellemektedir bu mekanizma. Fakat zaman zamangüç şaşırır veya çalışmaz hale gelir... Biz bu gibi hallerin üzerinde durmuyoruz çünkü normal yapıya sahib kimselerden bahsediyoruz. 



Kontrol mekanizması insan hayatında çok mühim görvler yapmaktadır...



Bir kere her canlı varlıkta bulunması gereken bir subap hükmündedir... Patlamayı önleyen subap...



Kontrol mekanizması hayvandaki içgüdüsel faaliyetlerin  karşısında şuurlu bir faaliyet mekanizması yer alır. Neyin nerede yetişeceğini bu mekanizma tesbit eder.



Ayrıca insan hayatında birbaşka görev daha yapar ki, patlamayı önleyen bir subap yer yetinme noktasınıtayin eden düğme olmasından az önemli değildir.



Kontrol mekanizması canlılık enerjisini şehevi ve içgüdüsel arzuların emrine uymaktan kurtarır ve ulvi, yüce seviyelere çıkarır.



İnsanın sahib olduğu güç ihtiyaçlarının (zaruretlerin ) çok üstündedir. Hayvanda olduğu gibi zaruretlerle sınırlı değlidir. bu artan enerjiyi. Gücü boş yere israf etmektense, ihtiyaç ve zaruret sınırları içinde kontrol ederek engelleyen ve yüce hedeflere kanileze eden mekanizma kontrol mekanizmasıdır. Bu artan enerjiyi iş haline çevirir... Üretime yöneltir... Yeryüzünün imarı ve inşası için harcar... Kainatın değiştirilmesi ve geliştirilmesi için sarf eder... Daha doğrusu yeryüzünde Allah’ın hilafetine deruhte etmek içni kullanır...



İşte insanların medeniyetler kurmasını sağlayan güç bu artan enerjidir... İdealler ve inançla ruğruna savşmayı göze aladıran güç yine budur..Maddi üretimi sağlayan, icadlar ve keşifler yaptıran ilim ve sanat sahalarında gelişmeler kaydettirenbu artık enerjidir... Allah’ın insana sunduğu yeryüzünün en şerefli mahlukunun en çok övgüye değer yani bu gücü iyiye kullanmasıdır... Bu enerji içgüdülerle, kontrol mekanizmasının birlikte çalışmasından doğar...