Hareket Ve Kontrol Mekanizması

Geçen bölümde daha çok nöro psikiyatriden (psikolojik sinirler diyebileceğimiz karşılıkla çizgilerden) söz ettik. Ve dedik ki, bunlar içiçe girmiş birbirinden ayrılması mümkün olmayan pencerelerden dış hayattan ruhun içine ışık sızar. Ve yine ruhun derin dünyası bu pencerelerden geçerek hayata nüfuz eder. Bunların fonksiyonu daha çok vücuddaki sinirlerin fonksiyonuna benzer. Nasıl ki vücuda bir ağ gibi gerilmiş olan sinirler bedenin muhtelif yerlerinden aldıkları uyarıcıları beyne götürüp, beyinden aldıkları gerekli emirleri vücuda dağıtırlarsa bu karşılıklı psikolojik çizgiler de ruhun muhtelif noktalarından aldıkları duyguları bir merkeze iletirler ki buna daha çok biz vicdan diyoruz ve yerinin neresi olduğunu da pek kestiremiyoruz ve bu merkezden aldıkları emirleri de ruhun diğer mıntıkalarına taşırlar...



Bu pencerelerin gerisinde atılır hayat alanına anlılık enerjisi... İtici güçler bu atılımın rengini alırlar daha çok. Nasıl ki organizmadaki uyarılar onları beyine ileten sinirlerin şeklini alıyorsa ve buna göre ya acıyı veya zevki, ya sıcağı veya soğuğu ifade ediyorsa... İçinden geçtiği sinirin ihtiva ettiği şekli alarak bütün duyuların ve uyarıların birleştiği beyinde bir sentez meydana getiriliyorsa, farklı uyarılar ve duyular nasıl birleştiriliyorsa... Aynen bu şekilde güçler de içinden geçtikleri nöropsikolojik şekli alır. Ya sevgi duygusu veya nefret duygusu halinde tezahür eder. Ya korku veya ümid halinde ortaya çıkar. Sonra da psişik toplanma merkezinde (ki daha çok bu vicdan oluyor) farklı duygulardan müteşekkil bir karışım bir sentez meydana getirilir. Şu kadar var ki bu merkezde aynı anda toplanmış olan duyguların her birisi diğerinden tamamen farklıdır...



Şu halde bu canlı enerji kaynakları nedir?...



Kimyevi bir oluşum mu?... Elektrik akımı mı?... Yoksa maddenin içinde bulunan cinsten bir enerji mi? O takdirde maddenin enerjisi nasıl bir şey?...Nerede bulunur maddi enerji?



Bedenin bütün organlarında mı?yoksa hücrelerde mi?...



Veya ruh adını verdiğimiz nesnede mi?...



Şayet ruh adı verilen nesnede ise, toplanma yeri neresidir?... Hangi noktadabirleşir?...



Bu nokta beyin mi, yoksa beyindeki beyinin yerini tutan ruhtaki herhangi bir nokta mı?..



Canlı enerjinin çıkış noktasını teşkil eden ana nokta beden olduğuna göre... bedenle ruh arasında ne gibi bir bilgi var?... Organizma veya hormonlarla, onlara eş faaliyette bulunan şuur (bilinç) arasıda ne gibi bir ilgi var? Şuur nasıl teşekkül ediyor organik faaliyetten?.. Yoksa bunun tarzı teşekkülü de maddeden ışığın teşekkül tarzı gibi mi?...



Mesela cinsel şuuru alalım ele. Karşı cinse karşı duyulan sempati, sevgi... Ona yaklaşma arzusu ve bundan duyulan şuur, yaklaşamanın neticesi hissedilen elem ve acı... Güzellik duygusu.. Güzele karşı beslenilen sevgi ve hayranlık. Güzele alışma ısınma durumu...



Bütün  bu duygular cinsiyet hormonlarının neresinde yeretmiş bulunmaktadır? Organizmadaki hücrelerin içinde bulunan cinsel hormanların ifraz ettikleri kimyevi öz sularda mı gizli bu duygular?... Kimyevi birleşim ihtiva eden öz sulardan nasıl çıkıyor şuur dediğimiz şey- Bedenden ruhi bir vakı nasıl doğuyor?..



Birbirine paralel ve birbiriyle ilgili iki duygu mudur yoksa bunlar? Biri bedenden doğar diğeri ruhtan ve ikisi birlikte tek bir hat takip ederek gelişir ve birbiriyle birleşirler.



Mülk edinme arzusu bedenin hangi noktasında doğmaktadır? Hangi organda, mala ve mülke karşı ihtiras duygusu yeretmekte ve gizlenmektedir?...



Yoksa sadece ruhla mı ilgilidir mal ve mülk arzusu? O takdirde ruh nedir sınırları belirli bir tarif yapmak mümkün mü?...



Şayet ruhta ise ruhi bir arzu bedeni bir istek haline nasıl dönüşüyor?Mal ve mülk edinme arzusu haline nasıl geliyor?



Beyin çalışmadığı zaman psikolojik mekanizmada faaliyetini aksatıyor. Düşünme, idrak, şuur, arzu ve istekler de vazife yapamıyor. Yoksa bu ruh denilen şeyin beyin olduğuna mı işarettir- Ya da ruhun bulunduğu yer beyindir anlamına mı gelir?Veya şöyle bir iddia ileri sürülebilir mi. Ruh beyin yoluyla faaliyetlerini yürütür?...



Daha yüzlerce sual. Hiç birisine insan doğru dürüst cevab veremiyor...



Eskiden beri ruh ve beden konusuyla en çok felsefe uğraşır. Ama o da uçsuz bucaksız çöllerde apışıp kalmış bir gerçeğe ulaşmak şöyle dursun paçasını çamurdan bile kurtaramamış.



Daha sonra ruhi araştırmalar felsefeden ayrıldı önce felsefenin  bir bölümü olarak çalışırken sonra başlı başına bir branş haline geldi. Daha çok laboratuar deneylerine dayalı araştırmalar yapmaya yöneldi. Bu konuda birbirini tutmayan görüşleri ileri sürdü. Ama hiç birisinde de kesin bir sonuca varamadı.



Laboratuar deneylerine önem veren tecrübeli ekol mensubları dediler ki ruh bedeni enerjinin bir yansımasıdır. Gerek organik enerji gerekse duygusal enerjinin kaynağı tamamen bedendir Ve kimyevi enerjiyle elektrik enerjisinden ibarettir Bizim duygu dediğimiz şey organlardan ve hormondaki kimyevi reaksiyonların neticesinden başka bir şey değildir. Birde beyinde meydana gelen elektonik enerjinin sonucudur...



Teorik psikoloğların teşkil ettği nazariyatçı ekol ise şu tezle çıktı ortaya:Muhtelif adlar taktığımız bir takım fıtri arzular ve istekler bulunmaktadır. Bunların hepsinin de temeli psişiktir. Bu psişik olayların dışa vuran kısmı bedenle ilgili olup asıl insan ruhunun isteklerini ve arzularını duyular yoluyla ifade etmektedir.



Bu iki ekol arasında değişik fikirler ileri sürüldü. Ki biz bu konuda desin bir sonuca varıldı kanaatında değiliz.



Çünkü ortada her iki tarafı doğrulayacak deliller bulunduğu gibi nakzedecek deliller de var...



Bütün cinsel enerjiyi... Duygu, his, arzu, istek ve idleri ile birlikte... İndifaları ve aşırı patlamalarıyla birlikte... Bunlaraa birlikte yer alan edebi temayüller ve estetik zevkler ve güzellik duyguları... Evet hepsi de bedendeki cinsel hormonlar tükenince yok oluyor ve birden kesiliveriyor. Gelişme çağında bile cinsel hormonlar yok edilince genç kızlarda ve delikanlılarda bu arzu ve duygulardan eser kalmıyor. Ve insana bu duygu ve ihsasların hepsinin hormonlarla yakından ilgisi varmış gibi bir kanaat ibrat ediyor.



Halbuki Allaha inanma ve bunun neticesi ruhlarda meydana gelen duygu ve değerler,  inancın verdiği  değer ölçüleri, prensipler  ve bunların sürüklediği  hayat tarzı ve  hareket şekli... bütünüyle hem sağlam bünyeli  bedenlerde  hem de zayıf bünyeli  bedenlerde bulunuyor. Organları mükemmel bir  beden yapısına  sahib olanlarda da var, bir takım  organları faaliyet yapmayan sakat beden yapısına  sahib  kimselerde de var. Gelişmekte olan bünyelerde de, gelişmemiş bünyelerde de. İnsan bünyesi idrak  ve şuurunu kaybetmediği  müddetçe nasıl bir yapıya sahip olursa olsun hepsinde de mevcuttur... Şuurunu  kaybedince  tabii hiç bir uyarıyı almaz. Hatta kendi iç yapısındaki  uyarıları  bile. Bunun tabii bir sonucu olarak akide mefhumundan da habersiz  olacaktır elbette. Fakat bu  habersizlik akide şuurunun hiç mevcud olmamasından değil, iddia kabiliyetinin bulunmamasındandır. Çünkü akidenin kaynağı ile beden arasındaki hiç bir ilişki  söz konusu değildir. Ancak mevzuu bahis olan husus akidenin bedene  hulul edişi meselesidir.



Bu iki nokta  arasında da çeşitli duygu ve ihsas şekilleri yer alır. Bir takım duygular vardır ki  bedenden neşet eder ve ruh tesiri altına alır. Bir takım duygular  da vardır ki ruhtan doğar ve bütün bedeni sarar. Bir başka şekli de her ikisinden doğan duygular hem bedeni hem  de ruhu  birlikte sarar.



İlerde  keşfedilecek bir elektronik televizyon cihasıyla  ruhun derinliklerinde cereyan eden olayların resmini çekmek  ve ince görüntüleriyle birlikte gözler  önüne sermek belki de mümkün olacaktır. O zaman  duyguların nereden doğduğunu ve nasıl  doğduğunu belki izleyerek öğrenebilirsiniz. Ama şimdi  gerçekle ilgili hiç bir şey bilmiyoruz  bu konuda...



Ruh hadisesine benzetilebilecek  en yakın bir örnek- bu da sadece bir örnektir. Yoksa doğruluğuna hükmedecek  durumda değiliz onun da- madde ve ışıktır... Yaşadığımız kainatın en büyük gerçeklerinen birisi de madde ve ışıktır. Şöyle madde ışık haline geçer ışık ta madde haline. Şu kadar var ki bir anda sadece bu iki şekilden birisini alır ikinisin değil. Yani ya madde olur ya da ışık... Ancak radyum, uranyu, plutunyum gibi ışık saçan maddelere gelince... Bunlar dış görünüşü itibariyle aynı zamanda hem madde hem de ışık durumunda görünmekteyseler de meselenin gerçek yanı böyle değildir. Bu maddelerin bir parçası devamlı ışık haline dönüşerek maddi özelliğini yitirmektedir...



Zıt çift değerli bir tabiata sahib olan insan ise varlıklar içinde yalnız ve yalnız hem de madde hem de ışık gücüne sahib tek varlıktır. Hem de birlikte ve birbiri ile bağlantılı olarak. Biri varlığını kaybetmeksizin diğerine geçebilecek durumdadır insan makenizmasında...



İnsanda kimyevi bir reaksiyona girebilin cinsel hormonlar her türlü cinsel arzuları da beraberlerinde taşırlar. Sevgi ve sempati, arzu ve sevinç, güzellik karşısında hayranlık ve ihsaslar bunlar arasındadır.



Bir de ruhi yönünü teşkil eden akide vradır. Bu akide ile birlikte ibaret ve bir takım hareket makenizması teşekkül eder.



İşte bu da insanın tabiatındaki zıt çiftedeğerliliğin (ambivilence) bir tezahürüdür. Ve asıl varlık yapısında mevcud olan büyük bir hakikattan doğmaktadır. Evet insanın varlık yapısı bir avuç toprak ile bir nefha ruhtan ibarettir...



   o  



İnsan psikolojisindeki itici güçlerin hepsini tek bir kelimede özetlememiz gerekirse buna hayat sevgisi dememiz daha yerinde olur.



Evet hayat sevgisi tabiri onların hepsini içine almaktadır. Sadece bundan sonra ayrı dallara ve bölümlere ayrılır. Onların herbirisinin kendisine has vazifeleri vardır.



Bu bölünmeden ve dallanmadan bir takım iç güdüler doğar. Bunlardan birisi kendi şahsını koruma içgüdüsüdür. Bir diğeri de türünü koruma içgüdüsüdür. Bir başka şekli de kendi türünü veya şahsını korumak için savaşma içgüdüsüdür. Mülk edinme, sivrilme ve temeyyüz etme içgüdüsü de bir başka nevidir.



Aslında hepsi de hayatı sevmenin, hayatta kalma içgüdüsünün uzun müddet yaşayıp çoğalma sevki tabiisinin eseridir.



İlerde bu içgüdülerin her birisi üzerinde uzun uzadıya duracak vazifeleri ve önemleri üzerinde topluca söz edeceğiz.



Sadece burada bu bölüme yeni girmiş iken insan psikolojisindeki bir başka mekanizmadan söz etmek ve insandaki içgüdünün karşısında yer alan bu makenizmayı tanıtmak istiyor ve bundan fayda mülahaza ediyoruz. buda içgülerin karşısında yer alan kontrol makanizmasıdır. İtici güçlerin karşısında yer alan formüllerdir.



İnsan psikollojisinin yapısını sadece içgüdüler kurmaz. Böyle olması da zaten imkan dahili bir şey değildir.



İnsan hareketli makinayı icad etiği zaman bunun iki tür makenizmaya muhtaç olduğunu da tesbit etmişti. Bu makenizmaya muhtaç olduğunu da tebit etmişti. Bu makenizmaan birisi durmakta olan makinayı harekete geçirmeli, diğeri de hareket halindeki makinayı durdurmalıdır.



Sonra bu gerçeğin kendi ruhunda da olduğunu düşündü. Varlık yapısının temelindeböle bir makenizmanın bulunması gerektiğini mülahaza etti. Bunun neticesi kendi bünyesinde de iki tür makenizmanın mevcut olduğunu bir müddet sonra keşfetti. Bunlardan birisi onu muhtelif yönlere doğru itmektedir... Bir diğeri de hareket halinde bulunan bu makenizmayı durdurmaktadır.



Her iki kuvvette insan fıtratının aslında vardı...



Yoksa birisi asıl da diğeri dışardan adapte edilmiş değildir. Nitekim psikanalistler bunu savunmaktadır. Çünkü psikanalistler metodlarının icabı olarak hep itici güçlere veya güdülere göz atmakta, harekete geçen bu makenizmayı durduran güçlere veya güdülere bakmak istememektedirler.



Ne din, ne ahlak, ne gelenek, ne aile reisinin diktatoryası,, ne de toplum, insan ruhundaki tutucu, kontrol edici makenizmayı meydana getirebilir... İlerde de göreceğimiz gibi bu  makenizma çocukta doğuştan vardır. Sadece çocukluk çağlarında gizli bulunur. Tıpkı doğumu müteakip ilk günlerde görme hassasına sahip olan gözlerin bulunmasına rağmen görme fiilinin mevcut olmadığı gibi... Ama kısa bir müddet sonra kendiliğinden  görme  fiili teşekkül eder  ve gelişir. Hem doğumun ilk günlerinde  veya ilk aylarda kaslarda ve  vücudun diğer bölgelerinde yer alan hareket gücü  kendisini göstermez, saklı olarak kalır. Olgunlaşmadan da açığa çıkmaz. çocuk mesela biryaşını geçmeden yürüyemez. Çünkü kemik yapısı henüz kuvvetlenmemiştir. Bu saklı gücün açığa çıkması için çocuk başkalarının yardımına muhtaçtır. Ama en sonunda bir gün açığa çıkacaktır. İşte aynen bunun gibi eğitim, yetiştirme ve bakımda çocuğun esas bünyesinde mevcud olan tutucu güdüleri veya kontrol makenizmasını açığa çıkarır. Dıştan yapılan yardımlar onun gelişmesinisağlar. Fakat dışardan yapılan yardım hiç bir zaman için ondan temelde mevcut olmayan bir şeyi açığa çıkarmaz. Nasıl ki başkasının yardımıyla çocuk hiç mevcud olmayan bir yürüme hareketini öğrenemiyorsa, ancak yapılan yardım makenizmada mevcud olan yürüme kabiliyetin harekete geçiriyorsa, aynen öyle kontrol makenizması da dış yardımlarla gelişir ve açığa çıkar, yoksa hiç yoktan meydana getirilmez.



İçgüdülerle birlikte ruhun derinliklerinde kontrol makenizmasının da yeretmiş olmasının beşer yapısında mevcud olan ve bu yapının katıldığı her şey de kendisini gösteren eş tabiatlılığın (karşılıkı zıt çiftdeğerliliğin) bir başka tezahüründen başka hiç bir şey ifade etmez...