Korku Ve Ümid

“Korku ve ümid, insan psikolojinde yer eden karşılıklı iki çizgi olup yanyana ve aynı  yönlerde  birlikte hareket ederler.”



“Tabiatı itibarıyla  insan ruhu hem korku hem de ümidle doludur. Fıtratı böyle bir terkib ile kurulmuştur.. Çocuk doğarken bu iki kabiliyetle birlikte doğar. Yanyanadır yine  doğan çocukta  korku ve ümid. Hem karanlıktan hem de yalnızlıktan. Bir yere düşmekten veya bir şeye çarpmaktan korkar. Alışmadığı  kimselerden ve  görünümlerden korkar... Ve ümid eder... Emin olmak ister. Rahat etmek ısınmak, annesinin kucağında dinlenmek arzu eder. Babasının bağrında veya tanıdığı  kimselerin kucağında  dinlenmek ister... Çocuk büyür ve  gelişir beraberinde  de bu karşılıklı iki çizgi gelişir. Büyüdükçe korkusu da değişir ümidi de. Ama her iki çizgi olduğu  gibi  karşılıklı ve  birbirine girmiş olmak devam edip gider. Ve bu duygular hayati hislerini  belirliyerek onlara  yön verir. Ölümden ve fakir düşmekten korkar. Kaybetmek, aciz düşmek korkusu içindedir. Hissi ve manevi acılardan başkalarına karşı  mahcub olmaktan korkar. Ayrıca bilinmezliklerin korkusu basar onu.. Hepsi hepsi korkulacak şeylerdir. Bunların her herbirisi bir tek telden çevreye yayılan nağmeler gibidir. Ki karşılıklı tellerden çıkar ve bu tel de diğerleri gibi temelden zirveye kadar en köklü  ve en güçlü teldir. O, bu çağda da çocukken istediği  rahat ve huzuru ister. Fakat bu isteklerin sahası  genişlemiş seviyesi farklılaşmıştır. Şimdi bir de  başarmak ve  güçlü olmak ümidindedir. Kuvvetlenip yer ve makam sahibi olmak rahat bir hayat  sürmek ister. Bitmez tükenmez arzu ve ümidlerle doludur bu  sıralarda... Her bir ümidi  gerçekleştiği sırada yeni bir  ümid başlar yeni bir emeller dolup taşar.”



“ Bu denli güçlülüğü, birbirine kenetlenişi ve beşer varlığının derinliğindeki  bütünleşmesi ile ümid ve korku realitede hayata  yön verir, insanın hareket ve hedefini tesbit eder duygu ve düşüncelerini ayarlar. Korktuğu kadar ve korktuğu şekilde... Ümid ettiği  kadar ve ümid ettiği şekilde ... Kendisine bir hayat planı çizer. Gidişatını korku ve  ümidi müvacehedesinde ayarlar...”14



(14) İslam Eğitiminin Metodu.



Korku ve ümid çizgisi benim kanaatıma göre insan ruhunda yer eden karşılıklı çizgiler içinde en yaygın ve en köklü olanıdır. Freud’un düşüncelerini yerleştirdiği  ana nokta olarak ele aldığı sevgi ve nefret duygusundan çok daha köklü ve geniştir ümid ve korku duygusu. Çocuk başkalarına,- dış aleme karşı- sevgi ve  nefret duygusu beslemeden önce fıtri bir ihsasla kendi şahsından korkar. Kendisini emziren kucakta-ki genellikle bu anne kucağıdır- kendi şahsı ile ilgili bir korku hissi içinde bulunur. Bir bakıma mantıkidir de bu korkusu. Çünkü herşeyden önce kendi şahsı ilgilendirir onu. Bütün dünyasını kendi varlığı teşkil eder. Kendi varlığından korkması ve kendisini korumak için emniyetli hissetmesi bizzat bu merkezi varlığın içinde yer eden en mantıki bir histir. Kendi küçücük dünyasında onu doğrudan doğruya ilgilendiren en  çok istediği şey bir emzirici memesi veya kucağıdır. Ki umumiyetle bunu anne olarak isimlendiririz. Bu duyguya sahip olduğu devrelerde  daha çocuk kendisini emzirenin veya annesinin kim olduğunu, emdiği memenin nasıl birşey olduğunu “bilmez “ bile. Evet daha onu bilmeden ve annenin şahsına karşı sevgi  beslemeden önce, böyle bir duygu  teşekkül etmeden evvel... En çok korktuğu şey bu memeden uzak kalmak; bu kucaktan mahrum kalmaktır... daha nefret edecek hiç bir şeyi bilmeden ve tanımadan önce bundan korkar.



Çocuğun  ruhunda sevgi ve nefret duygusu korku ve  ümid duygusuna göre bir derece sonra gelir... Yavaş yavaş dünyası genişlemeye başlayıpda, kendi şahsının dışına taşarak başkalarıyla da tanışmaya ve ilgi kurmaya başlayınca önce bedenle ilgili köprülerin üzerinden geçer, memeye varır, sonra da kucaktan geçerek başlıbaşına bir hüviyet kazanır. İşte o zaman ya sevgi ve nefret duygusuyla dolar veya dolmaz. Onu tayin edecek şartlar ve  durumlardır..



İşte bundan dolayı biz diyoruz ki insan ruhundaki korku ve ümid çizgisi diğer çizgilerden hem daha köklü hem de daha geniştir. Çünkü insan ruhunda ilk olarak karşılaşan bir çizgidir ve insanın kendisine “egosuna” en yakın olanıdır...



Ruhla beden arasındaki irtibatın tabiatından, korku ile ümid arasındaki çizginin mahiyetinden, ikinci gerçegin birincisinden doğduğu hususundanki ikisi birbirinden kesin olarak ayrılamaz.- zarfı nazar etsek bile daha önce de gördüğümüz gibi ümid bağlı olarak gelişir. Tıpkı ruhla beden arasındaki bağlantı gibi...



Evet korku ve  ümid duygusu birlikte tek bir saha  içinde ve aynı mevzuda faaliyet icra eder. Bu konu ve  saha ilk önce meme ve kucaktır.. Veya  bir  başka yönden gıda ile ilgili biyolojik ameliyedir.



Bu gerçeğin ışığı altında hareket ettiğimiz zaman Freud nazariyesindeki yığınlarca hata kendiliğiden ortaya çıkar ki biz yolumuzda ilerlemeden önce bir nebze bunlara temas edeceğiz...



Freud’un düştüğü birinci hata -ki biz bunu daha önce de belirtmiştik. ümid ve korku çizgisinden önce sevgi ve nefret çizgisini ele almış olmasıdır. Halbuki beşer ruhundaki en önemli iki çizgi sevgi ve nefret değil korku ve ümiddir. Binaenaleyh insan psikolojisini korku ve ümid çizgi yerine sevgi ve korku çizgisi ile birlikte hareket eder ve birbirine nefret çizgisine göre izah etmeye kalkışmak doğru olmaz. Kaldı ki insan ruhunu bu duygulardan hepsiyle değil de sadece birisiyle açıklamaya kalkışmak ta bizzat hatadır. Bu gereği daha önce de terar ve tekrar zikrettik. Şurası muhakkaktır ki insan ruhu bütün bu çizgilerin toplamıyla birlikte hareket eder. Onu ayrı ayrı bölümlere ayırarak bu parçalara göre izaha kalkışmak hatalı ve sakat bir izah tarzıdır. Eğer biz burada insan ruhunu bölümlerine göre ayırıyor ve teker teker ele alıyorsak bunu sadece araştırmamızın doğru olması için yapıyoruz. Ve böyle yapmamız da gereklidir. Şu kadar var ki biz insan ruhunun da böyle bölüm bölüm olduğunu kastetmiş olmuyoruz mutlak anlamada.İnsan ruhundaki karşılıklı çizgilerden her birisi bir bütünün, parçalarıdır. Fakat bu bütün açıklığına ve temeyyüz etmiş olmasına rağmen hiç bir zaman için parçalarıyla teker teker faaliyet yapmaz. Diğer çizgilerde ayrı olarak çalışmasını sürdüremez. Bilakis bu parçalarını birleşmesinden, iç içe girmesinden birbiriyle bağlantılı olarak çalışmasından doğan bir mekanizma ile faaliyet yapar. Sadece bu parçalardan bir tekiyle değil, her yerde ve her zaman bütünün parçalarının hep birlikte birleşmesiyle çalışır. Şu kadar var ki bu çizgilerden bir kısmı belirli bir zaman için ortaya çıkarken diğeri görünmez. Bir müddet sonra da o diğer kısım belirmeye başlar. Fakat hiç bir zaman bütün meydana getiren parçalar kendi başlarına ve ayrı olarak çalışmazlar.



İkinci olarak ta şuradan geliyor. Freud’ün yanılğısı:Karşılıklı iki çizgi de aynı zamanda birlikte şuurda ve şuur altında faaliyet yapar. Ve ikisinden birisini şuur dairesinde tezahür etmesi diğerinin şuur altına sindirilmesini ve gömülmesini icab ettirmez. Biraz yukarda, açıkladığmız gibi memedeki bir çocuğun korkusu ve ümidi meme, kucak, rahat ve emniyet hududları içinde dönüp durur. Çocuk memeye uzanırken bir istekle (ümid) uzanır ama aynı anda memeyi kaybetmemekten de korkar. Memenin ağzına girmesiyle varlığını iyice anlayıp rahatlayınca ondan hayat iksirini yudumlarken muvakkat olarak kaybetme korkusu gidebilir. Fakat o bu korkusunu sindirmek veya bastırmak ihtiycını hissetmez. Çünka kaybetme korkusu da ümidle birlikte şuur dairesinde yer almaktadır. Sonra meme emme isteğiyle kaybetme korkusu ikisi birlikte şuur altına düşebilir. Ve çocuk büyüyünce her iki duygu da şuurda veya  şuuraltında aynı derecede yerlerini alırlar.



Sevgi ve nefret konusu üzerinde durduğumuz zaman bu iki çizginin de şuur veya şuuraltında nasıl yerettiklerini, korku ile ümidin aynı yerde nasıl bir uygunluk içinde bulunduklarını anlatacağız.



Freud’ün üçüncü hatası da şurada:beşer ruhunda yer eden ve açığa çıkan ilk duygu korku ve ümid duygusudur. Ve bu iki duygunun Freud’ün nazariyesini üzerine inşa ettiği cinsiyyet efsanesi ve hurafesi ile hiç bir ilgisi yoktur. Freud aşırı bir bağ nazlık ve taassubla insan psikolojisini de hayatın esasını da cinsiyyet formülüyle izah temiştir. Korku ve ümid duygusu biyolojik ameliye ile yemek yoluyla kendi şahsımı korumayla ilgilidir. Ve hiç bir şekil de cinsiyet faktörü bunun yerini alamaz. Gerek erkek gerekse dişi çocukların aynı duyguyu besledikleri ortada olduğuna göre bu ilk faktörün cinsiyet oması mümkün değildir. Freud yüzsüzlük edip te meme emen çocuğun biyolojik ihsasının cinsel ihsas olduğunu, yemekten içmekten, bevletmekten ve dışarı çıkmaktan alınan biyolojik zevkin ana kaynağının cinsiyet olduğunu iddia ederse bu yüzsüzlüğün suçu yalnız ve yalnız onun omuzunadır... Hem o, bu iddiasını dayandıracak ciddi bir delile de sahib değildir. Bir hayvanın bile -ki Darwin ve Freud’a göre insanın atasıdır- yemek içmek gibi biyolojik ihtiyaçlarıın cinsiyet içgüdüsüyle yaptığını iddia etmiştir. Şu halde nasıl oluyor da insan tek başına doğumunda ölümüne kadar lanetli bir cinsiyyet halkası içini giriyor?..



Freud nazariyesindeki bu hataları belirttikten sonra korku ve ümid çizgileri üzerinde söz edebiliriz.



İnsan yavrusu hayvan yavrusuna çok benzer,,, insan yavrusu kendi varlığı ve bedeni çerçevesinde yaşar... ama duygu ve psikoloji yönünden çok çabuk gelişir. Çünkü fıtratında bu konularda gelişme kabiliyeti ve istidadı vardır.



Tabiatı itibariyle bunu söylerken doğar doğmaz tam bir beden yapısına sahib olarak doğduğunu söylemek istemiyoruz.Bu ancak belirtmek istediğimiz husus, onda -fıtri olarak mevcud olan ruhi nefha ile bir avuç topraktan gelme duygular- şuurlu bir yönün varlığıdır. Şu kadar var ki henüz gözle görülmemektedir. Nitekim görme duygusu da onun sinir sisteminde mevcuttur ama ilk doğduğu günlerde henüz açığa çıkmamıştır. Ve daha gözleri açılmamıştır.



Binaenaleyh başlangıçta korku ve ümid çizgileri his dairesinde yer alır. Sonra yavaş yavaş hem hissi hem de manevi yönü içine alan mütekamil ve bütün varlık yapısıyla birlikte karma olarak faaliyet yapar.



Yavru ilk günlerinde -daha önce de belirttiğimiz gibi- meme ve emniyetli bir kucak konusunda korku ve ümidle doludur. Yani sadece his çerçevesindedir. Ama bir müddet sonra... Yani varlık yapısında şuur yerini alınca... Karanlıktan korkmaya başlar. Tek başına kalmaktan korkar. Başkalarının yüzüne bakmaktan korkar. Gerçi bunlar korkulacak şeyler değildir ama ilk başlangıçta onların ilk mevcudiyetini şuurlu olarak öğrenmiş değildir.



1- İnsan yavrusu doğduğu  zaman gözü açık olarak doğar ama ilk günlerde genellikle hiç bir şeyi görmez. Sonra yavaş yavaş görmeye başlar. Fakat yine de birinci aya kadar iki gözünü birleştirip te bakamaz. Ancak birinci aydan sonra annesini bütün açıklığıyle görebilir. Her ne kadar bu devrede karşılaşılan durumlar her ne kadar duygusal ise meme ve kucak safhasından daha geniş yer kaplar. Çünkü bir müddet sonra manevi sahalarda korku ve ümid duygularıyla dolmaya başlar. Duygusallık tarafı daha ağır basarsa da manevi bir alana uzanır. Bu devrelerde o, yüksek bir yere tırmanmaktan ve aynı yerden düşmekten korkarsa bu korku tamamen duygusal sebeblere dayanmaz. Bu duygusal nedenlerin yanı sıra mesafe ve buudlarla ilgili bir nevi “düşünce” formasyonuna sahip olduğu ve düşmenin duygusal sebebleri üzerinde fikir yürütüğünü ifade eter. Nasılki bir önceki merhalede yalnızlıktan ve karanlıktan korkup ürkmesi “fıtri, tabii” bir korku idiyse ve kendi varlığıyla ilgili muayyen bir düşünceden neşet etmiyor idiyse bu merhalede de tabiilik yerine düşünce faktörü yer alıyordu. Elbette küçük yaştaki bu tabii korku ile daha büyük yaştaki çocukların yalnızlık ve karanlık korkusu aynı değildir. Nitekim bu ileri yaşta da çocuğun hayali yüzlerce korkunç şekiller ve bilinmezliklerle dolu motifler serer önüne. Vebunların onun duygu dünyasında tesiri büyüktür.



Bir derece daha ilerleyince duygasallığın yansıra manevi sahada korku ve ümid duyguları teşekkül eder. Muayyen bir şeyi yapacağı zaman halkın ne diyeceğini ve bunu nasıl karşılayacağını düşünerek ayıplanmaktan “korkar”... Anne ve babasının yasakladığı bir şeyi yapacağı zaman da onları memnun etmemekten korkar ve destekleyip alkışlayacakları şeyleri yaparak onları memnun etmek “ister”...



İşte bu noktada”değerler” dünyasına girişi başlar...



Artık olgunlaşma çağları başlamıştır kesin olarak. Bundan sonra ne yaparsa yapsın hiç bir şeyi kendi duyu dünyasına göre yapmaz ve kendiliğinden var kubul etmez. Bunların her birisinin yanısıra bir de “değer” ölçüsü yer alır...



Bu değerler dünyası hayvanlarda bulunan şartlı refleksin bir benzeridir. Bir etki ve tepki karşısında refleks halinde iradesiz olarak verilen karşılık gibidir aynı. (Nitekim Pavlov’un köpek deneyinde olduğu gibi, önce köpeğe yemek verilirken hep zil çalınıyor ve köpek buna alıştırılyor. Böylece köpeğin sinir sisteminde zille yemek arasında bir ilgi kuruluyor. Her zilin bir yemeği gerektirdiğini sanıyor köpek. Bundan sonra da zil sesis duyduğu zaman ortalarda yemek bulunmasa da salyaları akmaya başlıyor.)



Bu devrede çocuk  çabucak şuur dairesine intikal eder. Ve çocuk bu devrede derin bir “düşünce” yapısına sahib olur... Yasak bir şey yaptığı zaman azar duyacağını beğenilen bir şey yaptığı zaman da sevgi ve sempati toplayacağını “öğrenir”...



Bu adım bile ilk önce duygusal alanda başlar. Bu devrede duyduğu zevk ve elem duygusu duygusaldır. Ne var ki çocuğun ruhunda yer eden “değerleri” de bunlar ortaya çıkarır. Ama bir müddet sonra bu konuda da gelişmeler gösterir, manevi zevk ile manevi elem-annenin gülüşü ve desteği, azarı ve surat asması gibi - ruhun derinliklerinde yer eden değerleri ortaya çıkarmak için pratik faktör halini alır.



Sonra ruh dünyası gelişir, genişler... Ve korku ile ümid duygusu onun bütün dünyasını doldurur. Duygularının ve manevi ikliminin birliği içerisinde bu korku ve ümid duygusu bütün hareket ve duygularını, bütün düşünce ve prensiplerini çevreler... Hayatta geçirdiği bütün dakikaları bunların içinden akıp gider...



Daha ilerde insan psikolojisinde yer eden diğer karşılıklı çizgiler üzerinde uzun uzadıya söz edeceğiz... Fakat burada çok dikkatli olarak düşünmemiz ve belli başlı bir konu olarak ele almamız gereken bir husus vardır.



Korku ve ümid çizgilerini sunarken bunun dışında bir takım çizgiler olduğunu da belirtmiştik.



Duygusallık ve maneviyatçılık, korku ve ümid hayal çizgileriyle ve hakikat çizgileriyle, duygular vasıtasıyla idrak edilen veya edilmeyen çizgilerin bulunduğun aynı şekilde sarih olarak belirtmiştik. (Aralarındaki ince farkları açıklamak üzere tekrar bu konulara temas edeceğiz.) Sevgi ve nefret çizgisine her ne kadar açıkça işaret etmedi isek ve zımnen belirtmiştik. Çünkü korku ve ümid çizgisiyle sevgi ve nefret duygusu arasında kuvvetli bir ilgi vardır. Bir kerre insan istediği (ümid ettiği) herşeyi ve herkesi sever. Korktuğu herkesi ve her şeyi de yaklaşık olarak sevmez ve nefret eder. Fakat bu iki çizgi arasında bir takım ayrıklar vardır ki biz onları da ilerideki bölümlerde açıklayacağız. Ayrıca bölümün baş taraflarında zikrettiğimiz ferdiyetçilik ve cemiyetçilik, pozitiflik ve negatiflik, zorunluluk ve gönüllülük gibi karşılıklı çizgilerin birbiriye bağlantılı olup birini diğerinden ayırmanın imkan harici olduğunu belirtmiştik. Tıpkı insan uzuvlarından birisini diğerinden ayrı olarak mütalaa etmek imkanı olmadığı gibi. Halbuki her uzvun vazife ve özelliği ayrı ayrıdır.