RASULLERİN MÜCADELESİ

 



Allah, tarih boyunca yaşamış olan tüm toplumlara kendi ilahi mesajını iletecek Resuller yollamıştır. Kuran'da da dikkat çekildiği üzere, bu Resullerin tüm davranışları, ahlaki özellikleri, müminler için örnektir. Bu nedenle de her mümin Resullerin yaşadıklarını dikkatle incelemeli ve öğrenmelidir.



Resullerin Kuran'da anlatılan mücadeleleri de kuşkusuz tüm müminler için aydınlatıcı ve yol göstericidir. Evet, Hz. Muhammed (s.a.v.) son Nebi ve son Resul'dür; Allah ondan sonra bir başka peygamber göndermeyecektir. Kuran, bu konuyu şöyle ifade eder:



"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir." (Azhap: 33/40)



 Ancak "yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyordu..." (Bakara: 2/214) hükmüne göre, Resulün yaşadıklarının benzerlerini onun ümmeti yaşamaya devam edecektir. Peygamberimize ve diğer peygamberlere düşmanlık yapanlar, onların Allah'ın dinini yaymasına engel olmaya kalkanlar, onların yolunu izleyen mümin ümmete karşı da harekete geçeceklerdir. Nitekim, "Allah... sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" (Nisa: 4/26) ayeti gereğince, Allah'ın müminler için çizdiği kader de budur



Bu nedenle Kuran'da anlatılan Resul mücadelelerini dikkatli bir şekilde incelemek, içinde bulunduğu ortamı tanıması ve gereken tepkileri verebilmesi açısından mümine büyük yarar sağlayacaktır. Nitekim Kuran, peygamber kıssalarının "temiz akıl sahipleri" için ibretler taşıdığını bildirmektedir:



"Andolsun, onların (Resullerin) kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir." (Yusuf: 12/111)



İnsanlar, hayatlarını yönlendirmek için birbirinden farklı "yol gösterici"ler, rehberler seçerler. Pek çok insan için, en büyük yol gösterici, ailesi ve yakın çevresinden başlayarak, içinde yaşadığı toplumdur. Değer yargılarını, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bu toplumun genel düşüncesine göre belirler. Bazı insanlar ise kendilerine yol gösterici olarak ideolojilere inanır; sözkonusu ideolojileri üreten düşünürlerin "üstün" insanlar olduğunu, onların yolunu izleyerek doğruya ulaşabileceğini düşünür. Kimileri ise, tüm bunları tanımadığı, yalnızca kendi akıl ve sezgilerini yol gösterici olarak kabul ettiği iddiasındadır.



Oysa tüm bu sayılan düşünceler, ortak bir yanlış üzerine kuruludur. Bu düşünceleri taşıyan, (yani kendilerine yol gösterici olarak toplumu, bazı "üstün" saydığı insanları ya da kendi aklını benimseyen) kişiler, çok önemli bir gerçeği reddetmekte ya da gözardı etmektedirler: İnsan yaratılmış bir varlıktır ve sahip olduğu herşeyi kendisini yaratana, yani Allah'a borçludur. Kendi bedenini, etrafını, gökyüzünü ya da var olan herhangi bir şeyi biraz vicdanlı bir biçimde incelese, bunların Allah tarafından yaratılmış olduklarını açıkça görebilir.



İnsanı Allah yarattığına göre, kuşkusuz bu yaratışın belirli bir amacı olmalıdır. Çünkü, "biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık" (Enbiya: 21/16) ayeti gereği, hiçbir şeyin yaratılışı amaçsız, hedefsiz olamaz. İnsanın yaratılış amacı, bir ayette şöyle bildirilir:



"Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat: 51/56)



Evet, insanın yaratılışının tek gerçek amacı Allah'a kulluk etmesidir. Ancak burada bir yanlış anlamaya karşı dikkatli olmak gerekiyor: İnsanın yalnızca Allah'a kulluk etmek için yaratılmış olması, hayatı boyunca sürekli olarak namaz kılması ya da durmadan tesbih çekmesi gerektiği anlamına gelmez. Kuşkusuz namaz ve benzeri şekli ibadetler farzdır ve her mümin bunları yerine getirmekle yükümlüdür. Ancak kulluk etmek hayatın her alanını kapsar ve asıl olarak da, Allah'ı tanımak, O'na yakın olmak ve tüm yaşamı O'nun gösterdiği yola göre sürdürmek demektir. Bu şekilde yaşayan, yani yalnızca Allah'a kulluk eden bir insan ise, dünyanın en neşeli, en huzurlu, en zevkli hayatını yaşar. Çünkü Allah'ın insandan istediği şeyler zor şeyler değildir. İnsan zaten Allah'a kulluk etmekten zevk alacak şekilde yaratılmıştır ve bunu yapmakla da bu yaratılışına (fıtrat) uygun hareketi yapmış olur. Kuran bu konuyu şöyle açıklar:



"Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum: 30/30)



Ayette verilen bilgiler son derece önemlidir: İnsan, yalnızca Allah'a kulluk etmek üzere yaratılmıştır, yaratılışı (fıtratı) bu temel üzerindedir. Allah onu yoktan var etmiş, ona "kendi ruhundan üflemiş", onu "bir damla sudan" (spermden) koskoca bir insan haline getirmiş ve onu geçici bir süre için dünyaya koymuştur. İnsana düşen, Allah tarafından yaratıldığını bilmek ve bundan dolayı O'na şükretmektir. Böylece kendisi için geçici bir yurt olan dünyada Allah'ın gösterdiği amaca uygun olarak yaşayacak, olgunlaşıp eğitilecek ve asıl yurduna, ahirete gidecektir. Bu insanın yaratılışına (fıtratına) uygun olarak davranması demektir.



Ancak üstteki ayette, insanın fıtratının yalnızca Allah'a kulluk etmek olduğu böylece anlatıldıktan sonra bir başka bilgi daha verilir: İnsanların çoğu, bu büyük gerçekten habersizdirler!...



Çünkü insan, çoğu kez tek başına Allah'ın farkına varamaz. Yaratılmış olduğunu ve bu nedenle de Yaratıcı'sına karşı sorumlu olduğunu göremez. Çünkü, ayetlerde de vurgulandığı gibi, insan unutkandır. Kendi yaratılışını unutmaya ve Allah'ı reddetmeye son derece eğilimlidir. Kuran, bu durumu şöyle tarif ediyor:



"İnsan, bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiştir. Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: 'Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?' De ki: 'Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir'." (Yasin: 36/77-79)



Evet, insan Allah'ın kendisini yaratmış olduğunu unutmaya son derece eğilimlidir. Allah'ı unuttuğu anda ise, kendi bencil hırs ve tutkuları (nefsi) devreye girerek ona yeni ilahlar gösterecektir. Artık kendisini yaratan ve "düzgün bir adam kılan" (Kehf: 18/37) Allah'a değil, başka varlıklara kulluk etmeye; onları hoşnut etmeye, onlardan medet ummaya, onları sevip onlardan korkmaya başlar. Oysa gözünde ilahlaştırdığı bu varlıkların tümü de aynı kendisi gibi aciz ve zayıf birer "kul"dur. Ama insan yine de aklını kullanıp bu gerçeği göremez ve bu hayali ilahların peşinde koşarak Allah'a yüz çevirir. Bu tam anlamıyla bir nankörlüktür. Kuran bunu şöyle ifade eder:



"Kahrolası insan, ne kadar nankördür.



(Allah) Onu hangi şeyden yarattı?



Bir damla sudan yarattı da onu 'bir ölçüyle biçime soktu'." (Abese: 80/17-19)



Bu tür insanların oluşturduğu bir toplum ise, doğal olarak, dinden tamamen kopmuş ve Allah'ı "arkalarında unutuluvermiş önemsiz bir şey" (Hud: 11/92) olarak kabul etmiş bir toplumdur. Toplumun bütün üyelerinin aynı yapıda olması, bir tür "sürü psikolojisi" yaratır ve zaten var olan inkarı daha da pekiştirir. Allah'tan ve ahiretten habersiz olan bu tür toplumlar, Kuran'da "cahiliye toplumu" olarak tanımlanır. Çünkü toplumun tüm üyeleri, her ne kadar fizik, tarih, biyoloji ya da benzeri bir "bilim" biliyor olsalar da, Allah'ı tanıyabilecek akıl ve vicdana sahip değildirler: Tam bir kara cehaletin içindedirler.



Ve bu toplumun üyeleri, konuya girerken değindiğimiz gibi, yanlış "yol gösterici"ler edinirler. Allah'ı tanımadıklarından dolayı, O'nun yolundan farklı yolların peşine takılırlar. Aynı kendileri gibi aciz birer kul olan insanlara tabi olur, o insanları örnek alır, o insanların düşüncelerini mutlak doğru olarak kabul eder.



Ve sonuçta cahiliye toplumu, gittikçe kendi kendini körleştiren, kendi kendini akıldan ve vicdandan koparan bir sistem oluşturur. Bu sistemin kendi kendine çözülmesi ve sözkonusu toplumun üyelerinin Allah'ın varlığını ve ahirette O'na verecekleri hesabı farketmeleri mümkün olmaz.



Bu kapalı sistem, Allah'tan gelecek bir "yol gösterici"nin cahiliye toplumunu gerçeğe davet etmesine kadar sürer. Kuran bu durumu ifade ederken şöyle der:



"Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları durumdan) kopup-ayrılacak değillerdi. (O delil de) Allah'tan gönderilmiş-bir elçi (ki,) tertemiz sahifeleri okumaktadır..." (Beyyine: 98/1-2) [198]