Hilafeti:

 



Velid ibn Abdülmelik'ten sonra yerine kardeşi Süleyman geçmişti. Bu arada Haccac ölmüş ve hapislerde tutulan yüzlerce masum insan serbest bırakılmıştı. Süleyman'ın halifeliği kısa sürmüş, hastalandığı sırada yerine Ömer b. Abdülaziz'i, peşinden de Yezid b. Abdülmelik'i veliaht tayin etmişti. Onun, kuralların dışına çıkıp hanedanın asıl koluna mensup olmayan Ömer'i veliaht tayin etmesini sağlayan kimse, Süleyman'ın sadık dostu Recâ İbn Hayve'dir. Suyûtî Recâ ile Süleyman arasında bu konudaki konuşmayı Abdurrahman İbn Hassan el-Kenanî'den naklen şöyle kaydetmektedir: "Süleyman hastalandığı zaman Recâ b. Hayve'ye; "Benden sonra bu işi kime bırakayım?" diye sordu. Recâ ona: "Oğlun kayıptır" (bu oğlu Davut olup o sırada İstanbul muhasarasında bulunan orduyla beraber olduğu için durumu hakkında bir bilgi mevcut değildi)" dedi. Süleyman: "O halde öteki oğlumu tayin ederim" dediğinde Recâ; "O daha çocuktur" karşılığını vermişti. Bunun üzerine;



"Peki sen kimi uygun görüyorsun" diye sorduğunda Recâ; "Ben Ömer b. Abdülazizi halef tayin etmeni uygun görüyorum" cevabını vermişti. Süleyman; "Kardeşlerimin buna rıza göstermeyeceklerinden korkarım" dedi. Recâ; "Ömer'i tayin et. Peşinden de Yezid b. Abdülmelik'i veliaht yap. Bunu bir kağıda yazıp mühürle ve onlardan bu belgede yazılı olanlara bey'at etmelerini iste" deyince, Süleyman; "İyi düşündün" karşılığını verdi ve kağıt kalem isteyerek Recâ İbn Hayve'nin söylediği gibi yazarak onu mühürletti. Recâ, çıkarak Mervanoğullarına; "Emirul-müminîn burada yazılı olanlara bey'at etmenizi istiyor" dedi. Onlar; "Orada yazılı olanlar kimlerdir" diye sorduklarında İbn Hayve; "Bu mühürlüdür ve o, ölünceye kadar kimse bunda yazılı olanları bilmeyecektir" cevabını verdi. Onlardan; "Hayır, bey'at etmiyoruz" karşılığını alan Recâ, durumu Süleyman'a bildirdi. Süleyman; "Sahibu'ş-Şurta ve muhafızları yanına al, insanları topla ve onlara bey'at etmelerini emret. Kaçınanın boynunu vur" dedi. Böylece herkesin bey'at etmesi sağlandı (Suyutî, a.g.e., 256; ayrıca bk. A. Ağırakça, a.g.e., 88-90).



Ümeyye oğullarının ileri gelenlerinin hepsinin bu işte gözü olduğu için, içinde kimin yazılı olduğunu bilmedikleri böyle bir belgeyi emri vaki karşısında onaylamak zorunda kalmaları onları tedirgin etmişti. Hişam b. Abdülmelik, İbn Hayve'den bilgi istemiş, ancak red cevabı almıştı. Hişam, Mervanîler'den bu işi arzulayanların başında geliyordu. Öte taraftan Ömer b. Abdülaziz, kendisinin halef tayin edilmiş olabileceğinden kuşkulanmıştı. Ümmetin sorumluluğunun üzerine yıkılıp böyle bir ağır yükün altında kalmaktan kurtulmak için gidip İbn Hayve'den bilgi istemişti. O Recâ'ya şöyle diyordu: "Sana karşı olan hürmet ve muhabbetimi bilirsin. Şayet Süleyman'ın mektubunda göreve getirdiği şahıs ben iseniş bileyim ve şimdi üzerimden atılması kolay iken bu sorumluluktan kurtulayım. Yarın böyle büyük ve ağır bir sorumluluğun altından kalkamazsam, ondan kurtulmam ıor olur. Şimdi bundan vazgeçmem daha kolaydır". Recâ İbn Hayve ona; "Hayır vallahi sana tek bir harf söylemem. Yoksa sen bu işe bu kadar harîs ve istekli misin" dedi. Ömer de kızgın ve üzgün olarak ayrıldı gitti. Recâ'nın böyle davranması Ömer'in halife olmasını şiddetle arzuladığı içindi (A. Ağırakça, a.g.e., 90).



Görüldüğü gibi, Ömer b. Abdülaziz'in halef tayin edilmesi, ne İslamî kurallara göre tesbit edilmişti ve ne de onun bu işte gözü vardı. Aksine o, İslâmdan bir çok sapmaların ortaya çıktığı, cahilî âdet ve davranışların toplumu kuşattığı bir ortamda böyle bir sorumluluğun altına girmekten kaçınıyordu. Ömer, eğer bu insanları düzeltemez, devletin işlerini Allah Teâlâ'nın çizdiği doğrultuda düzene sokmayı başaramazsa Rabbine nasıl hesap verebileceğinin endişesi ve korkusu içerisindeydi.



Kısa bir zaman sonra Süleyman vefat etmiş mektup Recâ tarafından camide toplanan insanların huzurunda okunmuş; Ömer'in ismi duyulunca herkes bey'at etmişti. Ancak, Ömer b. Abdülaziz, bu işin karara bağlanması esnasında ümmetin fikrinin alınmadığını; veliaht sistemiyle getirilen kimsenin hilâfetinin meşrû olmadığını ve bu bey'atın hür iradeyle gerçekleşmediğini ileri sürerek yapılan bey'atı geri iade etti.



Ömer b. Abdülaziz'in müslümanlara yaptığı ilk konuşması şuydu:



"Ey Müslümanlar! Benim bu işten dolayı başım dertte. Bu görev omuzlarıma yıkılıverdi. Ben bunu hiç istememiştim. Bana bu görev verildiği zaman da müslümanlara danışılmamıştı. Ben bu bey'atınızı iade ediyorum. İşlerinize bakacak, başınıza getireceğiniz bir başkasını ve istediğinizi seçiniz" (A. Ağırakça, 92).



şte Ömer b. Abdülaziz'in son raşid halifeden altmış sene sonra tekrar İslamın özüne dönerek müslümanların işlerini onlara havale etmesi ve müslümanların da hür iradeleriyle tekrar bey'at edip onu halife seçmeleriyle İslâm tarihinde bir altın sayfa daha açılıyor ve beşinci Râşid halifenin iş başına geçişi sağlanmış oluyordu.



mer b. Abdülaziz, müslümanların onayını aldıktan sonra yaptığı konuşmasını, dedesi Hz. Ömer (r.a)'ın takındığı tavırla şu cümlelerle bitiriyordu: "Ey insanlar!. Allah'a itaat edene itaat etmek gerekir. Allah'a isyan edene itaat edilmez. Allah'a itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Allah'a isyan ettiğim anda bana itaat etmeyiniz" (A. Ağırakça, a.g.e., 93).



Üzerine yüklenen sorumluluğun altında ezildiğini hisseden beşinci Raşid halife, hemen orada kağıt kalem ister ve üç ayrı yere mektup yazar. Onun bu aceleciliğine herkes şaşırır. Ancak o, eline yetki geçtiği andan itibaren hiç bir haksızlığın ve yanlış uygulamanın devam etmesine razı olamazdı. Bu mektuplardan biri, uzun süredir İstanbul'u karadan ve denizden kuşatan ve bir netice alamayan perişan haldeki ordunun geri çağrılmasıyla alakalı Mesleme İbn Abdülmelik'e yazdığı mektuptur. Diğer iki mektubun biri, Mısır valisi Usame İbn Yezid'in diğeri de Kuzey Afrika valisi Yezid İbn Ebi Müslim'in görevlerinden azledildiğini bildiren mektuplardır. Bu iki vali, idaresinden sorumlu oldukları insanlara zulmetmekteydiler.



İslâm devletinin yönetiminin Emevilerin eline geçmesinden Ömer İbn Abdülaziz'in hilafetine kadar geçen süre içerisinde yöneticiler, İslamî uygulamalardan adım adım uzaklaşmış ve topluma İslâm öncesi cahili yaşantı hakim olmuştu. Adâletsizlik ve hak sahiplerine haklarının verilmemesi, İslâm toplumunun sosyal ve ekonomik dengesinin bozulması sonucunu doğurdu. Örneğin zekat, zenginlerden alınıp fakir kimselere dağıtılan bir hak olduğu halde, toplanan zekatlar, zengin kimselere ve dalkavuklara dağıtılıyordu. Gerçekte sahibi ümmet olmakla birlikte beytülmal, bir avuç azınlığın şehevî arzularını tatmin etmek için saltanat sürenler tarafından gasbedilmişti. Topluma hakim olan cahilî yaşantının boyutları gözönüne alındığında, Ömer'in neden bu görevden şiddetle kaçındığı açıkça anlaşılır. İradesi dışında bu görevin üzerine yıkılmasından sonra artık yönetime ait olan câhilî yaşantının pisliklerine ve ümmetin mallarının şahsi menfaatler için kullanılmasına göz yumamazdı. Bundan dolayıdır ki o, Süleyman'ın cenazesinden dönerken kendisine sunulan süslü saltanat atlarına binmemiş, onların satılmasını ve elde edilen paranın beytülmal'e konulmasını emretmişti (Suyutî, a.g.e., 261).



Ömer b. Abdülaziz İslâm devletinin yönetimini Rasûlüllah (s.a.s) ve Raşid halifeler dönemindeki şekline döndürmek için yoğun bir çalışmanın içine girdi. İlk önce insanlarla yönetim arasında bir set teşkil eden saray protokolünü kaldırdı. Böylece zulme uğrayan ya da bir isteği olan kimselerin engellenmeden, doğrudan doğruya kendisine ulaşabilmelerini sağladı. İdare merkezindeki her türlü pahalı ve lüks şeyleri beytülmal'e devrederek israf ve gereksiz harcamaları ortadan kaldırdı. Ömer b. Abdülaziz, halife olmadan önce zengindi ve yemesiyle, giyinmesiyle hayatını çok güzel yaşayan biriydi. Ancak ümmetin sorumluluğunu devraldığında, aniden değişmiş ve her türlü ihtiyacını asgari seviyede karşılama yoluna gitmişti. Hilafet makamındaki değerli süslü minderleri kaldırarak yerdeki kilimin üzerine oturmayı tercihle, Rasûlüllah (s.a.s)'in halifesine yakışır bir tevazu ve alçak gönüllülükle insanların kendisine yaklaşabilmelerini sağlamaya çalıştı. Zira o, biliyordu ki Rasûlüllah (s.a.s)'in halefi olmak, O'nun yaşadığı ve gösterdiği doğrultuda yaşamakla mümkün olabilirdi.



Emeviler'in en kötü alışkanlıklarından biri, hutbelerde Hz. Ali ve soyuna küfür etmeleriydi. Ömer b. Abdülaziz ilk cum'a hutbesine çıktığı zaman, samimi müslümanlar onun ne yapacağını dikkat ve heyecanla bekliyorlardı. Âdil ve muttaki halife Ömer, altmış yıldır süren bu uygulamaya son vererek hutbesini; "Şüphesiz ki Allah adâleti, iyiliği ve akrabaya vermeyi emreder...  (en-Nahl, 16/90) mealindeki âyetle bitirdi. Bu uygulama bugüne kadar değişmeden devam etmiştir. Ayrıca bütün valilerine talimatlar göndererek Hz. Ali ve çocuklarına yapılan küfürleri yasaklamıştır (İbnül-Esîr, el-Kâmil Fi't-Tarih, V, 42).



Ömer b. Abdülaziz, hilafet görevini üstlendiği zaman eyalet valilerini azlederek yerlerine İslâma bağlılıklarıyla bilinen yeni valiler tayin etti. Onlara insanların işlerini idare etmede uygulamalarını istediği talimatlar verdi. Böylece o güne kadar devam eden zorbalıkların ve İslâm şerîatına aykırı uygulamaların yerine İslamın adâletini yerleştirmeye çalıştı. O çok kısa süren halifeliği sırasında bu hedefine ulaşmayı başarmıştır. Bu ne kadar yaygın olursa olsun, uyulduğunda İslamın, kötülükleri bir anda yok etme kudretini ortaya koymaktadır. Ömer'in valilerine verdiği ilk talimat şu olmuştur; "İslâm hukukuna göre alınmayan tüm vergilerin kaldırılması, daha önceki hükümdarlar döneminde zorla ve haksızca alınan vergilerin tespit edilerek sahiplerine iadesi, İslâma giren hiç kimseden kesinlikle cizye alınmaması..." (A. Ağırakça a.g.e., 109). Bilindiği gibi cizye, gayr-i müslim tebaadan alınan bir vergidir. İslâma giren bir kimseden bu verginin alınması şer'an câiz değildir. Böyle olmakla birlikte vergi gelirlerinin azalmasından korkan Emevî yöneticileri, müslüman olduktan sonra da bu vergiyi almaya devam etmişlerdi. Bu, açık bir zulüm olduğu gibi, İslâm tebliği açısından da engelleyici bir durumdu. Ömer b. Abdülaziz, bu uygulamaya son vererek müslümanlar arasında var olan eşitliği pratiğe geçirmiş oluyordu.



Yeni vali tayinlerinin yanında, vilayetlerin bir çoğundaki kadı, zekat memurları, emniyet görevlileri (Şurta), hacip, muhtesip vb. memurları değiştirerek, âdil ve güvenilir kimseleri bu görevlere tayin etti.



Bu görevden alma ve tayinler, Ümeyyeoğullarının daha önce sahip oldukları imtiyazlara ters olarak uygulanmıştı. Bu durum Emevî ailesi mensuplarım tedirgin etmiş ve halîfeye gelip devlet görevlerinde bir hak ve ayrıcalıklarının bulunduğunu bildirmişlerdi. Ömer b. Abdülaziz'in onlara verdiği şu cevap İslâm düzeninin en temel prensiplerinden birini tekrar hayat sahnesine çıkarıyordu: "Bu ümmet içinde en uzak diyardaki bir müslüman ile sizin aranızda hiçbir fark görmüyor ve hiç kimseye karşı bir imtiyazınızın olduğunu kabul etmiyorum" (A. Ağırakça, a.g.e., 110-111).



Ömer b. Abdülaziz, valilerine, savaşa gönderdiği komutanlarına sürekli mektuplar yazar, onlara gerekli hareket tarzlarını bildirdikten sonra, samimi bir üslupla işlerinde Allah'dan korkmaları ve yaptıkları her şeyi gören ve bilen Rablerine karşı tam bir teslimiyet içerisinde olmaları hususunda onları uyarmıştı. Bu konuda üzerinde en çok durduğu şey, idarecilerin halka karşı zulümden kaçınmaları meselesidir.



Onun, askeri icraatında da, harfiyyen İslâm şerîatını uygulamaya çalıştığı görülür. Onun zamanında devletin hudutları doğuda Çin, batıda Endelüs yoluyla Fransa sınırlarına uzanan çok geniş bir coğrafyayı içine alıyordu.



Onun zamanında fetih için gönderilen orduların azaldığı görülmektedir. Bunun sebebi, yeni topraklar fethetmek yerine, elde olan toprakları iyi ve âdil bir yönetime kavuşturmâk arzusudur. Bu çerçevede Ömer b. Abdülaziz merkezden çok uzaklarda çarpışan ve doğru dürüst yardım alamadıkları için perişan bir durumda olan orduları geri çağırmıştı. Ancak O, düşmanların devletin sınırlarına tecavüzlerini önlemek için çeşitli caydırıcı askerî tedbirler almıştı. İsyana kalkışan veya devletin hudutlarını tehdit edecek duruma gelen düşman güçlere karşı ordular sevk etmiştir. Bu orduların komutanlarına düşmana karşı yapılacak muamelelerde İslamın prensiplerine tam olarak uymaları emrini veriyordu.



Adaletten sapan bir yönetimin, idaresi altındakilere karşı işlediği zulümlerin en büyük ve kapsamlılarından birisi, şüphesiz mali konuda olanıdır. Müslümanların ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bir kurum olan beytülmal, Emevî yöneticileri tarafından saltanatın mülkü haline getirilmişti. Onlar beytülmala ait her türlü mal, para ve eşyayı alıp müsrif bir şekilde harcar, Ümeyyeoğulları ve diğer güçlü kimselere bolca ihsanlarda bulunurlardı. Gerçek hak sahipleri olan muhtaç kimseler ise yoksulluk içinde kıvranırlardı.



Ömer b. Abdülaziz'in Ümmete ait beytülmalden hakkı olmayan hiç bir



kimseye zerre kadar bir şey verilmesine müsaade etmediği gibi, daha önce haksız olarak dağıtılan malları da müsadere etme yoluna gitti. Bu işe ilk önce kendinden başlayan Ömer, babası Abdülaziz'den ve kayın babası ve amcası Abdülmelik'den kendisine intikal eden bütün malları beytülmale iade etti. O, bu malların Emevîler tarafından haksız olarak el konmuş mallar olduğuna inanıyordu. Kendisine ait malları hazineye iade ettikten sonra, ilk önce Yezid ibn Muavviye'nin varislerinin ellerindeki mal varlıklarına el koyarak beytülmale aktardı ve bu işlemi haksız olarak ele geçirilmiş herşeyi geri alana kadar devam ettirdi. Bu konuda o kadar duyarlı davranmıştı ki hanımına ait bütün takı ve mücevherâtı ondan geri vermesini istedi. Hanımı hiç tereddüt etmeden bir kadın için vazgeçilmez olan mücevheratı beytülmale iade etti. Ümeyyeoğulları, servetlerinin ellerinden bu şekilde alınmasına bir türlü razı olmamışlar, ancak Ömer'in kararlı tutumu karşısında seslerini çıkaramamışlardı.



Ömer b. Abdülaziz, toplanacağı ve sarfedileceği yerler belirlenmiş olduğu halde Emevi yönetimince Şer'î kuralların dışına çıkılarak toplanıp sarfedilen zekat, öşür, cizye ve haraç vergilerini tekrar İslâmın öngördüğü şekle soktu. O haksız olarak hiç kimseden bir kuruş talep edilmesine izin vermediği gibi, toplanan paraları âdil bir şekilde hak sahibi müslümanlara dağıtmaya azami gayret gösterdi.



Onun zirai ve ticârî sahalarda da düzenlemeler yaptığına şahit olunmaktadır. Kara ve deniz ticaretini serbest bırakarak alınan gümrükleri kaldırmıştır.



Ömer b. Abdülaziz'in ekonomik uygulaması sayesinde İslâm devletinin her yerinde refah seviyesi yükselmiş, daha önce yoksulluk içinde bulunan kalabalık halk kitlesi, normal bir yaşama kavuşarak ihtiyaçlarını rahatça karşılayabilecek bir duruma gelmiştir. O, ticaret yapan kimselerin dışında kalan herkese beytülmaldan maaş bağlamıştı. Uyguladığı âdil siyaset ile fakir zümre ortadan kalkmış, toplanan zekâtların dağıtılması için memurlar zorluk çekmeye başlamıştı. Çünkü zekâta ihtiyacı olan kimse bulunamıyordu (İbn Abdilhakem'den A. Ağırakça, a.g.e., 156). Bu konuda Yahya ibn Sâıd'den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: "Ben Afrika bölgesinin zekât amili idim. Zekatları topluyor, fakat dağıtacak ihtiyaç sahibi kimse bulamıyordum. Ömer'in uygulaması insanları zengin yapmıştı. Ben bu paralarla köle satın alıp azat ediyordum" (A.g.e., aynı yer). Ömer b. Abdülaziz'in iki buçuk sene gibi kısa bir zaman zarfında sağladığı refah, İslâm'ın, uygulandığında ne kadar kısa bir zamanda âdaleti yerleştirip toplumu her yönüyle emniyet içerisinde bir yaşama kavuşturma gücüne sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Kapitalistlerin haksızca gasp ettiği büyük servetler hak sahiplerine dağıtıldığı zaman, sosyal ve ekonomik adâlet kendiliğinden oluşacaktır.



İbn Kesîr, "Ömer b. Abdülaziz çarşı pazarlara memurlar göndererek şöyle bağırmalarını emrederdi: "Ey borçlular! Ey evlenmek isteyen gençler! Ey yetimler! Ey fakir ve muhtaçlar! Neredesiniz, geliniz! Nasibinizi alınız" Ömer böylece bütün bu insanları zengin yapmıştı" demektedir (İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihaye, IX, 200).



Ömer b. Abdülaziz'in hilafetine kadar geçen süre içerisinde, İslâm'dan sapmanın sonucu olarak, insanlar kültürel ve ahlakî yönden süflîleşme eğilimi göstermeye başlamışlardı. O, işbaşına geldiği zaman insanların sosyal, ahlâkî ve kültürel yapılarında bir inkılabı gerçekleştirmeye büyük gayret sarfetmişti. İslâm öncesi câhili yaşantının karanlıklarına doğru yol alan topluma Allah'ın dinini tekrar hatırlatmış ve onu günlük hayata tam anlamıyla hakim kılmayı başarmıştı. Taberî'nin şu rivayeti, yöneticilerin toplum üzerindeki yönlendirici etkilerini ve Ömer'in gerçekleştirdiği kültür inkılabını bütün boyutlarıyla çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir:



"Velid b. Abdülmelik'in büyük binaları, yazlıkları, işletmeleri vardı. Onun hükümdarlığı döneminde insanlar bir araya geldiklerinde birbirlerine binalar, işletmeler ve köylerinden bahsederlerdi. Velid'ten sonra iş başına gelen Süleyman ise çok sayıda cariyeye sahipti ve çokça evlilik yapmıştı. Ayrıca kendisine bol bol ziyafetler çekerdi. Onun döneminde de insanlar cariyelerden, evliliklerden ve yemeklerden bahsederler, bunlarla meşgul olup övünürlerdi. Ömer b. Abdülaziz Hilafete geçip yepyeni bir idare şekli ve âdil bir yönetim oluşturunca, halk arasındaki konuşmalar şunlar olmuştu: "Bu gece Kur'an'dan ne ezberleyeceksin? Dün gece teheccüd namazına kalktın mı? Kur'an'ı ne zaman hatmettin? Kaç günde bir Kur'an'ı hatmediyorsun? Ayda kaç gün oruç tutuyorsun?.” (Taberî, Tarih, IV/ 139).



Onun üzerinde durduğu ve gerçekleştirmeye çalıştığı işlerden biri de, Rasulullah (s.a.s)'in hadislerinin toplanarak tedvin edilmesidir. O, aynı zamanda Medine valisi bulunan seçkin âlimlerden Ebu Bekir ve Muhammed ibn Hazm'a bir mektup göndererek hadisleri toplayıp yazmasını istiyordu. Onu böyle bir işe girişmeye sevk eden şey, hafızalardaki hadislerin âlimlerin ölümleriyle birlikte yok olup gitmesi korkusuydu. İbn Hazm'a hitabında bu açıkça görülür: "Rasulullah (s.a.s)'ın hadislerini tesbit ederek yaz. İlmin kaybolmasından ve âlimlerin yok olmasından korkuyorum". Ayrıca diğer eyalet valilerine bölgelerindeki hadislerin tedvin edilmesi talimatını vererek bu işi geniş kapsamlı bir şekilde gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Ancak başlattığı bu çalışmaların sonucunu görmesine ömrü yetmemişti. Onun başlattığı bu hayırlı çalışma, hadislerin tedvin yoluyla kayıt altına alınmasına büyük katkı sağlamıştır.



O, insanları sürekli ilim tahsil etmeye teşvik etmiş; bunun için gerekli olan düzenlemeleri yapmış ve ilim kurumları oluşturmuştu. Öte taraftan yoğun bir tebliğ faaliyetini de yürütmekteydi. Bu çerçevede onun, Bizans ve hind hükümdarlarına İslâma davet mektupları göndermiş olduğu görülmektedir.



Ömer b. Abdülaziz'in tebliğe dayalı ve meseleleri barışçı bir anlayışla çözüme kavuşturma eğilimi, zamanın en önemli problemlerinden biri olan Hariciler meselesini de kan dökmeden çözümleme aşamasına getirmişti. O, bu konudaki görüşünü şu sözleriyle ortaya koymaktadır: "Hasta bir dostunuzu ilaçla tedavi yolu var oldukça, asla cerrahi bir müdahale yoluna baş vurmayınız".



Onun barışçı, âdil ve hakkaniyete dayalı yaklaşımı Haricileri yumuşatmış, bir uzlaşma sağlama imkanı ortaya çıkmıştı. Çözülmesi gereken tek problem kalmıştı: Yezid b. Abdülmelik'in veliahtlık olayı. Hariciler Ömer'den onun da kabul etmediği bu İslâm dışı uygulamaya son vermesini istediler. Ömer b. Abdülaziz, işte tam bu sırada durumdan şüphelenen Mervanîler tarafından zehirlenmişti (Taberî, Tarih, IV/132). Suyûtî, Ömer'in şiddetle Ümeyyeoğullarının üzerine gittiğini; gasbetmiş oldukları malları onlardan geri aldığını ve bundan dolayı onların da onu zehirlediklerini kaydetmektedir (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, 277).



Ömer b. Abdülaziz, Deyru's-Sem'an denilen yerde Hicrî 101 yılında Recep ayının sonlarına doğru vefat etmiştir. Vefat ettiği zaman kırk yaşında idi (Suyûtî, a.g.e., aynı yer). Hilafet müddeti iki sene altı aydır (İbnul-İmad, a.g.e., I, 119).



Ömer b. Abdülaziz, İslâmın özgün kalıbıyla şekillenmiş örnek bir kişiliğe sahipti. Onun, çocukluğundan ölümüne kadar hayat çizgisi gözden geçirildiği zaman, kalbi tertemiz bir imanla dolu, haksızlıklara karşı aşırı derecede duyarlı ve ölüm sonrası hesap korkusunun, ilim tahsili ve onunla amel etmeye yönelttiği tarihin şahit olduğu ender simalardan birisiyle yüz yüze gelinir. Onun dışa yansıyan davranışlarını hilafete kadar ve hilafetten sonra olmak üzere iki dönem olarak ele almak mümkündür.



Ömer b. Abdülaziz büyük maddî imkanlara sahip bir aile ortamında yetişmiştir. O, hilafete geçinceye kadar çok iyi giyinir, davranışlarıyla herkesi kendine özendiren bir hayat yaşardı. Ancak bütün bu zenginlikler onun İslâm'ı yaşamasına bir engel teşkil etmiyordu. O, her şeyiyle Rasulullah'ı kendisine örnek almaya çalışan bir zihniyete sahip olduğu için, yanlışlığını anladığı şeyleri hemen terkediverirdi.



Onu raşid halife olmaya götüren değişim, Medine valiliği esnasında başlamış, halife olunca da bütün her şeyini âdil bir yönetim kurabilme yolunda feda etmişti. Halifeliği boyunca mütevazî ve yoksul bir ailenin yaşama standardında bir hayat sürdüğü tarihi bir gerçektir. Bu, onun ümmetin üstün menfaatlerini koruyarak İslamın öngördüğü âdalet prensiplerini yerleştirebilmek için kişisel yaşamını nasıl önemsemeyerek feda ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. İbrahim İbn Bekkûr onun bu durumunu şu şekilde dile getirmektedir: "Ömer b. Abdülazizi Medine'de gördüm. O, insanlar arasında en güzel giyineni, en güzel kokular sürüneni ve yürüyüşünde en heybetli olanı idi. Halife olduktan sonra da onu gördüm; dünya nimet ve lezzetlerini tepmiş, takva sahibi bir mümin gibi yürüyordu" (İbn Sa'd Tabakatul-Kubrâ, V, 332).



Onun hilafete geçişiyle değişen yaşama tarzı bütün aile fertlerini etkilemişti. Müslümanlara beytülmal'den bol ödemeler yaparken, çocuklarına hakları olmadığı bir lokma yedirmemek için aşırı bir dikkat göstermekteydi.



Ömer b. Abdülaziz müctehid bir âlim olduğu halde, karşılaştığı muttakî kimselerin kendisine öğüt vermelerini isterdi. O, insanları takvaya yönelmeye teşvik ederken vali ve idarecilerini de bu konuda sürekli uyarıyordu.



Ömer b. Abdülaziz aynı zamanda müctehid bir fakih olup, onun ictihatları sonraki fakihler tarafından daha makbul görülerek başkalarına tercih edilmiştir. Ahmed b. Hanbel şöyle demektedir: "Sahabî kavillerinden sonra en geçerli kavil, Tabii'nin kavlidir. Tabiin kavilleri arasında da en çok tercih ettiğim, Ömer b. Abdülaziz'in görüşleridir" (İbn Kesir, A.g.e., IX/195).



Ömer b. Abdülaziz hadis rivayet etmiş, kendisinden de hadis rivayet edilmiştir. O, babasından, Enes b. Malik, Abdullah b. Cafer b. Ebi Talip, Saîd ibn Museyyeb, Urve b. Zübeyr... gibi muhaddislerden hadis rivayet etmiş; Zuhrî, Muhammed b. Münkedir vb. kimseler de ondan hadis almışlardır (Suyûtî, a.g.e., 260).



Ashabın büyüklerinden Enes b. Malik'in onun hakkında söylediği şu sözü, Ömer b. Abdülaziz'in kişiliği, takvası ve iç dünyası hakkında önemli açıklamalar ihtiva etmektedir: "Ben, Rasulullah'dan sonra şu gencin namaz kılışından başka, namaz kılışı Rasulullah (s.a.s)'e bu kadar benzeyen hiç kimsenin arkasında namaz kılmadım" (Suyûtî, aynı yer; İbn Sa'd, a.g.e., V, 332). .



Ömer Tellioğlu