MÜLK ARAZİ

Kişilerin malik bulunduğu ve her türlü hukukî tasarrufta bulunabildiği arazi türü.



Toprak genel olarak, biri fertlerin diğeri de cemaatın (devlet, beytülmal, hazine vs.) olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan ilkine mülk arazi, ikincisine de arazi-i emiriye, arazi-i memleket, kısaca mirî arazi gibi isimler verilmektedir.



Mülk arazi, kişinin tam anlamıyla sahip olduğu, istediğinde satabildiği, istediğinde hibe veya vakf edebildiği, öldüğünde çocuklarına miras bırakabildiği topraktır. Başka bir ifade ile sahibinin, üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahib olduğu toprağa (araziye) mülk arazi denir. Bazan buna arazi-i memlûke de denmektedir (Atıf) Bey, Arazi Kanunnâme-i Hümayunu Şerhi, İstanbul 1330, s. 13).



İslâm toprak hukuku ile uğraşanlar, onu dört ana devreye ayırırlar. Bunlar:



a. İslâmiyetin başlangıcından Mü'minlerin emiri Hz. Ömer'e kadar olan devre.



b. Hz. Ömer devri.



c. Abbasî ve Selçuklu devri.



d. Osmanlı devri (Ali Şafak, İslâm Arazi Hukuku ve Tatbikatı, İstanbul 1977, s. 52). Bu dört dönemde de mülk arazinin bulunduğunu ve umumiyetle bu arazinin, sahiplerinin dinine göre, bazan öşrî bazan da haracî olarak isimlendirildiğini söylememiz gerekiyor. İmam Ebû Yusuf'un (113-182/731-789)'da belirttiği gibi: Bu taksimde arazi sahibinin dini büyük bir rol oynamaktadır (Ebû Yusuf, Kitabu'l-Haraç, trc. Ali Özek, İstanbul 1970, s. 121.).



İslâm medeniyeti içerisinde başlı başına bir devreye konu olabilecek olan Osmanlı toprak uygulaması, toprak hukuku bakımından da büyük bir önem taşımaktadır. Filhakika Osmanlılar, birçok müessesede olduğu gibi, toprak mevzuunda da kendisinden önceki müslüman devletlerin tatbikatından istifade etmişlerdi. Zaten Osmanlıların onlardan uzak durmaları düşünülemezdi. Bu sebepledir ki, devlet, henüz bir beylik durumunda olduğu zaman bile, İslâmî bir sistemin yerleşmesi için çalışıyordu. Bu konuda uygulanan arazi sistemi ve taksimi bu ifadelerimizin bir delili olarak ortada bulunmaktadır. Bu durum, sadece arazi ile değil, ondan alınan vergilerle de ortaya çıkmaktadır. Nitekim daha sonra neşredilecek olan 1274 (m. 1858) tarihli Arazi Kanunnâmesi'ne göre Osmanlı devletinde bulunan bütün araziler beş grupta toplanmıştır. Bunlar;



Mülk, mîrî, vakıf, metrûk ve mevat arazilerdir. Osmanlılarda hâs, timar ve zeâmet uygulaması mirî arazilerin tasarruf şekillerinden ibarettir.



Mülk araziler, mirasta ferâiz hükümlerine göre intikal eden ve mâlikinin satış, hibe, vasiyet, rehin vb. tüm hukuki tasarruflarda bulunabildiği arazilerdir. Şu çeşit araziler mülk arazi sayılmıştır:



1) Köy ve kasaba içlerinde bulunan arsalarla, köy ve kasabaların kenarlarında bulunup da meskenlerin mütemmimi sayılan en çok yarım dönüm miktarı yerler. Ancak bu çeşit arsaların köy ve kasabalar içinde bulunması mülk olması için yeterli değildir. Bunların öşür veya harac arazisinden yahut ihya edilmiş mevât (ölü arazi)den yahut da usulüne uygun şekilde devletten temellük edilmiş yerlerden olması gerekir. Bu yüzden muhacirlere verilen yerler mülk değildir (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslâmiyye ve İstilâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul, 1967, V, 389).



2) Mîrî araziden ifraz edilerek, şer'î müsadeye dayanılarak ve mülk olarak tasarruf olunmak üzere temlik edilen araziler.



3) Öşür arazisi. İslâm orduları tarafından savaşla fethedilen topraklar ganimet sayılarak, beşte biri beytü'l-mâle ayrıldıktan sonra, geri kalan beşte dördünü devlet başkanı, savaşa katılanlara taksim ve temlik eder. Böylece öşür arazisi meydana gelmiş olur. Ancak zorla fethedilen düşman arazilerine İslâm devlet başkanının şu statülerden birisini uygulaması mümkün ve caizdir:



a) Beşte birini beytü'l-mâle ayırıp geri kalanını gaziler arasında dağıtabilir. Bu takdirde arazi mâlikleri öşre tabi olur.



b) Gayr-i müslim olan sahiplerinin elinde bırakabilir. Bu takdirde onlar harac vergisine tabi olur.



c) Bu arazileri hiç kimseye temlik etmeyip, rakabesi, yani kuru mülkiyeti beytü'l-mâlde kalmak üzere alıkoyabilir.



Yeni fethedilen arazilere uygulanabilen bu çeşitli alternatiflerin dayandığı deliller şunlardır:



Hz. Peygamber, fetihten sonra Mekke arazilerini eski sahiplerinin ellerinde bırakmıştır. Mekkelilerin müslüman olmalarından sonra bu topraklar öşür arazisi oldu. Yine savaşarak ele geçirilen Hayber toprakları ise, eski sahiplerinin ellerinde bırakılmadı. Bunlar ganimet sayılarak beşte bir beytü'l-mâle ayrılmış, beşte dördü bu fethe katılan gâzilere dağıtılmıştır. Böylece bu topraklar yeni sahiplerinin mülkü ve öşür arazisi olmuştur (el-Enfâl, 8/1, 41). Hz. Ömer'in ilk olarak Irak ve Sûriye toprakları konusunda tuttuğu yol, daha sonra fethedilen ülkelerin toprakları hakkında uygulanan genel kural olmuştur. Irak, Suriye ve Mısır toprakları fethedilince Hz. Ömer bunları, müslüman gaziler arasında taksim etmemiş, konu, uzun istişare ve müzakerelerden sonra, Hz. Ömer'in görüşü yönünde çözüme kavuşturulmuştur. Buna göre, bu bölgelerin arazileri, gayri müslim olan eski mâliklerinin elinde bırakıldı. Kendilerine arazileri için "harac" şahısları için de "cizye" bağlandı. Böylece, bu topraklar harac arazisi statüsüne girmiş oldu (Ebû Ubeyd, Kitabü'l-Emvâl, Kahire 1388/1968, s. 83-85, 210, 397, 503; Ebû Yusuf, Kitabu'l-Harâc, Mısır 1352, s. 75; Muhammed el-Hudari, Târihu't-Teşrîi'l-İslâmî, (6. Baskı) Mısır 1964, s. 124-126; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 570 vd.).



Şamil İA