LUKATA: YİTİK MAL BAHSİ

METİN



Lukata lâmın ötresi, kafın üstünü veya sükunuyla yerden alınıp kaldırılan mala verilen isimdir. Lukata şeriatta, İbn-i Kemâl'in beyanına göre; bulunan yitik maldır.



Muzmerât'tan naklen Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; lukata, harbînin (kâfirin) malı gibi mâliki bilinmeyip kendisi mubah olmayan buluntu maldır. Muhît sahibine göre; lukata, mülk edinmek için değil başkası nâmına muhafaza etmek için yitik bir malı yerden alıp kaldırmaktır. Muhît sahibinin bu tarifi, sarhoştan düşen gibi mâliki bilinen mala da şâmil olur. Bu mal ise emânettir, lukata değildir. Bu yüzden tarif olunmayıp sahibine verilir.



Lukatayı yerden alıp kaldıran kimseye "mültekıt" denilir.



Lukatayı tarif ve ilân etmede kendinden emin olan kimsenin sahibine vermek maksadıyla yerden alıp kaldırması mendubdur. Kendisinden emin olmazsa lukatayı bulundûğu yerde bırakması evlâdır. Bedâyı'da: "Bir kimse lukatayı kendi nefsi için yerden alıp kaldırırsa, gasb gibi olacağından haram olur." diye zikredilmiştir.



Lukatanın zayi ve telef olacağından korkulursa, yerden alınıp kaldırılması farz olur. -Nitekim lakîtte geçmiştir.-- Çünkü Müslüman'ın malının hürmeti nefsinin hürmeti gibidir. Bundan dolayı lukatanın zayi olacağını bilen bir kimse yerden alıp kaldırmasa da zayi olsa günâhkâr olur. Bu kimsenin lukatayı ödemesi lâzım olur mu? Nehir sahibinin kelamından anlaşıldığına göre; lâzım olmaz. Musannıfın kelâmından anlaşıldığına göre; lâzım olur. Çünkü Sayrafiyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse bir şahsın buğdayını merkep yerken görüp onu menetmese, Bedâyı sahibi: "Sahih olan onu ödemesidir." demiştir.



Fetih'te ve diğer muteber fıkıh kitaplarında zikredilmiştir ki; Bir kimse lukatayı alıp kaldırdıktan sonra tekrar yerine koysa, zahir rivayete göre, ödemez. Çocuğun, kölenin lukatayı yerinden alıp kaldırması sahihtir. Fakat delinin, şaşkının, bunağın, sarhoşun lukatayı yerden alıp kaldırması sahih değildir. Çünkü bunlar lukatayı koruyamazlar.



İZAH



"Lukata; Yitik mal bahsi ilh..." Lakitin lukatadan önce zikredilmesinin vechi yukarıda geçmiştir. İnaye'de: "Lakit ile lukata lâfız ve mânâ itibariyle birbirine yakındır. Lakit: Fakirlikten veya zinâ töhmetinden korkularak hamam kapısına veya yol üzerine bırakılan çocuktur. Lükata ise, sahibi bilinmeyen yerde bulunan maldır. İnsanoğlu şerefli olduğu için lakit, lukatadan önce beyan edilmiştir." diye zikredilmiştir.



"Yerden alınıp kaldırılan mala verilen isimdir ilh..." İnsanoğlu kesinlikle yere düşmüş bir şeyi alıp kaldıracağı için yitik mala "lukata" adı verilmiştir.



"Yitik olarak bulunan maldır ilh..." Lukatanın şeriattaki mânâsı lugavı mânâsına müsavidir. Misbâh'ta: "Lukata, yerden alınıp kaldırılan şeydir." diye tarif edilmiştir. İbn-i Kemâl lukatanın lugavi mânâsını zikretmemiştir. Buna göre; bir malın lukata sayılması için mutlaka sahibinin bilinmemesi ve mübah olmaması lâzım değildir. Bilinen bir kimsenin kaybettiği bir malda lukata sayılır. Ancak bunun için tarif ve ilâna lüzum yoktur. Bu bir emanettir. Bunu mümkünse hemen sahibine vermek lâzım gelir. Kırlarda, tarlalarda, bahçelerde bırakılmış sahipleri tarafından aranılmayan meyvelere, çekirdeklere şeriat ve lügat cihetinden lukata denilir. Bunlar mubah olduğu için ilân edilmeleri ve sahiplerine verilmeleri vacip değildir.



"Bu mal ise emanettir, lukata değildir ilh..." Bu ifade düşündürücüdür. Çünkü lukata da emânettir. Tarif ve ilanının vacib olmaması onu lukata olmaktan çıkarmaz. Nitekim biraz önce geçmiştir.



"Kendisinden emin olmazsa ilh..." Yani bir kimse lukatayı yerden aldığı takdirde sahibine vermeyeceğini yakinen bilirse, lukatay'ı bulunduğu yerde bırakması farz olur. Lukatayı sahibîne verip vermeyeceğinde şüphe ederse, yerden alıp kaldırması mendub olur. Kendi nefsi için lukatayı yerden alıp kaldıran kimse ödemekle mükellef olur. Elinde zayi ve telef olunca misliyettan ise misliyle, kıyemiyyâttan ise kıymetiyle ödemesi lâzım gelir. Bedâyı.



"Lukatanın zayi olacağını bilen bir kimse yerden alıp kaldırmasa da zayi olsa günâhkâr olur ilh..." Yani sahibine vereceğinden nefsine emniyeti olduğu halde lukatayı yerden alıp kaldırmasa da zayi olsa günâhkâr olur. Nefsine emniyeti olmazsa, lukatayı bulunduğu yerde bırakması efdaldır. T.



"Nehir sahibinin kelâmından anlaşıldığına göre; lâzım olmaz ilh..." Câmiu'l-Fûsuleyn'de zikredilmiştir ki; ağzı açık bir tulumun yanından geçen bir kimse onu almazsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Eğer onu aldıktan sonra tekrar geri yerine bırakırsa bakılır: Sahibi yanında bulunmazsa onu öder, sahibi yanında bulunursa ödemez. Kezâ yere düşmüş bir keseyi gören kimse de böyledir. Yani onu yerden almazsa. kendisi-ne bir şey lazım gelmez. Onu aldıktan sonra tekrar yerine bırakırsa, öder. Fakat bu mesele, yakında Fetih'ten naklen zikredilecek meseleye muhaliftir. Keseyle tulum arasında fark vardır. Şöyle ki: Ağzı açık tulum yerden alındıktan sonra tekrar geri bırakıldığında onda bulunan şeyin döküleceği kesindir. Fakat kese böyle değildir. O alındıktan sonra yerine konulduğunda emniyetli bir kimsenin onu alma ihtimali vardır.



TENBİH: Yitik bir şeyin helâk olacağını bildiği halde yerden alıp kaldırmayan kimse günâhkâr olursa da ödemesi lazım gelmez. Çünkü günâhkâr olmak başka, ödemek başkadır.



Ben derim ki: Bir kimse, bağlı bir hayvanı çözse de hayvan kaçsa yahut içinde kuş bulunan bir kafesin yahut içinde hayvan bulunan bir ahırın kapısını açsa da kuş veya hayvanlar kaçsa, onları ödemesi lâzım gelmez. Ama kendisine bir şey bağlanmış olan ipi çözse veya içinde zeytinyağıbulunan tulumu yarsa bunları öder. Çünkü ipe bağlı olan şeyin düşmesi, ipin çözülmesine, zeytinyağının akması, tulumun yarılmasına nisbet edilir. Fakat kuşun uçması ve hayvanların kaçması, kapının açılmasına değil, kendilerine nisbet edilir. Yerden alındıktan sonra tekrar yerine bırakılan lukata da böyledir. Yani lukatanın helâk olması, tekrar geri bırakılmakla değil. başka bir kimsenin almasıyladır. Fakat ağzı açık bir tulumun içindeki maddenin akması, yerden aldıktan sonra tekrar geri bırakan kimseye nisbet edilir. Ama tulumun yanından geçen kimse onu yerinden kaldırmazsa, içindeki maddenin akması o kimseye nisbet edilmez.



"Çünkü Sayrafiyye'de zikredilmiştir ki; ilh..." Zâhidi: "Bir kimse kendi eşeğini başkasının buğdayını yerken görür de ona mâni olmazsa, buğdayı öder." diye zikretmiştir. Remlî Hayrüddin: "Eşek başkasının olursa buğdayı ödememesiyle fetva veririm." demiştir. Eşeğin gören kimsenin kendisinin olmasıyla başkasının olması arasındaki fark açıktır. Şöyle ki: Bir kimse, kendi eşeğini başkasının buğdayını yerken görür de ona mâni olmazsa eşeğin fiili o adama nisbet edilmiş olur ve menfaati ona aid olmuş olur. Ama başkasının eşeğini görmek böyle değildir.



"Zâhir rivayete göre, ödemez ilh..." Yani bir kimse lukatayı tarif ve ilân etmek için aldıktan sonra tekrar aldığı yere koysa, zâhir rivâyete göre ödemez. Fakat lukatayı kendi nefsi için aldıktan sonra tekrar yerine koyarsa, zayi olduğu takdirde öder. Bir kimse, lukata olan bir hayvanı alıp bindikten sonra tekrar yerine koysa veya bir elbiseyi alıp giydikten sonra tekrar yerine koysa, zayi olduğu takdirde öder.



"Çocuğun ve kölenin lukatayı yerinden alıp kaldırması sahihtir ilh..."



Lukatayı tarif ve itân etmek çocuğun velisine, kölenin efendisine aid olur. Ticarete izin verilmiş köle ve mükateb lukatayı yerden alıp kaldırdığı takdirde tarif ve ilân da kendilerine aid olmuş olur. Kâfirin lukatayı yerden alıp kaldırması da sahihtir. Lukatayı yerden alıp kaldıran kâfir üzerine lukatanın kendisinin olduğunu iddia eden kimse kâfir şâhid getirse, kabul edilir. Buna göre, kâfir için de tarif, tesadduk ve faydalanma gibi lukatanın hükümleri sâbit olur. Bunu açıkça beyan edeni görmedim. Bahır.



"Delinin ilh..." Lukatayı yerden alıp kaldıran kimsenin akıllı ve ayık olması şarttır. Bundan dolayı delinin lukatayı yerden alıp kaldırması sahih değildir. Fakat şârih deli üzerine bunak kimseyi de ziyade etmiştir. Halbuki mürted bâbının evvelinde "bunamış kimsenin hükmü akıllı çocuğun hükmü gibidir" diye geçmiştir. Bundan anlaşılmıştır ki; bunağın lukatayı yerden alıp kaldırması sahihtir.



Delinin ve benzerlerinin lukatayı yerden alıp kaldırmalarının sahih olmamasının faidesi bunların almış olduğu lukatayı bir kimse bunlardan alsa, akılları başlarına geldikten sonra lukatayı geri alamamalarıdır. Çocuğun lukatayı yerden alıp kaldırmasının sahih olması için akıllı olması şarttır



METİN



Lukatayı alan kimse, aldığı zaman "ben bunu sahibine vermek için alıyorum. Bir yitik arayanı görür ve işitirseniz benim yanıma yollayın." diye işhâd eder (şâhid tutar) ve bulduğu şeyi, bulduğu yerde ve toplantı yerlerinde sahibinin artık aramayacağına kanaat getirinceye kadar; yiyecek, meyve gibi bozulacağından korkulan bir şey olursa, bozulacağı zamana kadar tarif ve ilan ederse, lukata yanında emânet olur. Kendi taksiri olmaksızın lukata helâk olursa ödemez.



Lukatayı yerden olan kimsenin işhâda kudreti varken işhâd etmez veya lukatayı tarif etmezse, zayi ve telef olduğunda lukata sahibi o kimsenin malı sahibine vermek için aldığını inkâr ederse, lukatayı yerden alan kimse onu öder. İmam Ebû Yusuf'a göre; lukatayı yerden alcın kimsenîn sözü yeminiyle kabul edilir. Bununla amel edilir. Musannıf ve diğer fakîhler bunu ikrar etmişlerdir.



Mekke-i Mükerreme'nin buluntusu ile onun haricindeki buluntuları az veya çok buluntular aynı hükme tabidir. Çünkü mekânlar ile buluntular arasında fark yoktur. Lukatayı yerden alıp kaldıran kimse işhâd edip sahibinin artık aramayacağına kanaat getirinceye kadar ilân ettikten sonra kendisi fakir olursa, onunla faydalanır. Kendisi fakir olmazsa gerek aslı (ne kadar yukarı çıkarsa çıksın babası, dedesi) olsun, gerekse feri (ne kadar aşâğı inerse insin çocuğu, çocuğunun çocuğu) olsun, isterse karısı olsun fakir olursa onlara tasadduk eder. Ancak buluntunun zimminin (kâfirin) olduğu bilinirse beytülmale konulur. Tatarhâniyye.



Kınye'de zikredilmiştir ki, lukatayı alan kimse, işhâd ve ilânından sonra vefat edeceğinden korkar ve lukata sahibinin bulunacağını ümit ederse, lukata hakkında vasiyette bulunması vâcibdir. Lukata sadaka olarak verilip fakir tarafından harcandıktan sonra sahibi gelirse muhayyerdir. Dilerse sadaka verilmesine razı olup sevâbı kendisinin olur; dilerse ödettirir. Çocuğun sadaka olarak verilmiş lukatasına vasisinin veya babasının izin vermesi câiz ve meşru değildir.



Vehbâniyye'de zikredilmiştir ki; lukata ahkâmında çocuk da bâliğ kimse gibidir. Lukatayı yerden alıp kaldırdığında işhâd ve tarif etmezse, zayi olduğu takdirde öder. Babası veya vasîsi işhâd ve tarif etlikten sonra lukatayı sadaka olarak verir. Çocuk fakir ise sadaka olarak çocuğa vermeleri daha evlâdır. Lukatayı ödemeleri kendi mallarından lâzım gelir, çocuğun malından lâzım gelmez. Yerden alıp kaldıran kimse lukatayı hâkimin emriyle sadaka olarak verse bile esâh olan kavle göre; yine öder. Nitekim lukatayı hâkim veya hükümdar sadaka olarak verseler mal sahibi bunlara veya kendisine sadaka olarak verilen fakire ödettirir. Çünkü lukatayı bulan kimse veya hâkım veyahut hükümdar başkasının malını izinsiz sadaka olarak vermişlerdir. Bunlardan hangisi öderse, ödediği şeyi diğerinden olamaz. Eğer sahibi malını fakirin elinde bulursa ondan alır.



Bir malı veya hayvanı veya yolunu şaşırmış bir insanı bulan kimse ücret namına asla bir şey alamaz. Ancak mal sahibi "her kim benim malımı banagetirirse kendisine şu kadar bahşiş vardır" diye şart koşarsa, bu şart fâsid icare gibi olur ve getiren kimseye ecr-i misil verilmesi lâzım gelir.



İZAH



"İşhâd eder ilh..." Şâhid tutulan kimselerin adâletli olması şarttır. Şâhid tutmada, lukatayı yerden alıp kaldıran kimsenin "benim yanımda bir buluntu vardır, bunu arayan bir kimseyi işitir ve görürseniz haber veriniz, bana müracaat etsin" demesi kâfidir. Lukatanın bir ve birden fazla olması arasında fark yoktur. Çünkü lukata cins isimdir. Bilhassa bu zamanda lukatanın altın veya gümüş olduğunu belirtmek vâcib değildir. Yani lukatanın ne olduğunu açıklamak şart değildir. Lukatayı ilan edene "münşid" lukatayı arayan kimseye de "nâşid" adı verilir.



"Tarif ve ilân ederse ilh..." Yani lukata bulan kimse sokaklar, çarşılar, mescid kapıları ve kahvehaneler gibi insanların toplandığı yerlerde "ben bir lukata buldum arayan kimseye tesadüf ederseniz bana yollayın" diye ilân eder. Çünkü bu gibi yerlerde yapılan ilânlar çabuk duyulur. Bununla beraber lukatanın bulunduğu yerde ilân edilmesi daha evlâdır. Çünkü sahibi orada arar.



Lukata, bulanın yanında zâyi olduğu takdirde ödenmemesi için yalnız işhâd edilmesi kâfi olmayıp işhâdla beraber tarif ve ilân edilmesi de şarttır. Fakat Zahîriyye'de: "Bu mesele ihtilâflıdır." diye zikredilmiştir. Şöyle ki: Hulvânî: "Lukatayı alan kimse "ben bu lukatayı sahibine vermek üzere alıyorum" diye işhâd etmesi kâfidir tarife lüzum yoktur." demiştir. Siyer-i Kebîr'de de böyle zikredilmiştir. Bazı fukahâ: "Lukatayı yerden alıp kaldıran kimse mescid kapılarında lukata bulduğunu ilân eder." demiştir.



Velhâsıl: Bütün fukahânın ittifakıyla İmam-ı Azam'ın kavline göre; alan kimsenin lukatayı sahibine vermek üzere aldığını işhâd etmesi lazımdır. İhtilâf işhâdın tarifin yerine geçip geçmemesindedir. Hiç bir âlim "lukata yerden alınırken yapılacak işhâdın yerine tarif ve ilânın geçeceğini" söylememiştir.



Çocuğun yerden alıp kaldırmış olduğu lukatayı velîsi veya vasîsi tarif ve ilân eder. Yerden alıp kaldıran kimsenin lukatayı tarif ve ilân etmesi için başkasına vermesi câiz midir? Bazı fukahâya göre; bulan kimse tarif ve ilândan âciz olursa câizdir. Bazı fukahâya göre: hakim izin vermedikçe câiz değildir. Bahır. Kuhistâni'de: "Mültekıtın lukatayı emin bir kimseye vermesi ve ondan geri alması câizdir. Vermiş olduğu emin kimsenin elinde lukata helâk olursa ödemez." diye zikredilmiştir.



"Sahibinin artık aramayacağına kanaat getirinceye kadar ilh..." Musannıf İmam Serahsî'ye tâbi olarak: "Tarif ve ilân için muayyen bir müddet tâyin etmemiş ve mal sahibinin artık aramayacağına kanaat getirinceye kadar tarif ve ilân eder." demiştir. Lukata az olsun çok olsun sahibinin aramayacağına kanaat gelinceye kadar tarif ve ilân olunur. Hidâye ve Muzmerât'ta bu kavil sahih görülmüştür. Cevhere'de: "Fetva bu kavil üzeredir." diye zikredilmiştir. Bu kavil, zâhir-i rivâyete muhâliftir.



Zâhir rivâyete göre; tarif ve ilân müddeti -lukata az olsun çok olsun- bir senedir. Buna göre; bazıları "her cuma", bazıları "her ay" bazıları ise "her altı ayda bir tarif ve ilân olunur" demişlerdir. Bahır.



Ben derim ki: Bütün metinler, İmam Serahsî'nin kavli üzerinedir. Bundan anlaşılmıştır ki; İmam Serahsî'nin kavli rivâyettir ve zâhir rivâyet lukata çok olmakla tahsis edilmiştir.



Hidâye'de zikredilmiştir ki; lukata çekirdek ve nar kabukları gibi sahibi tarafından aranılmayacak kıymetsiz bir şey olursa, tarif ve ilânsız onlardan faydalanılması câizdir.



Siyer-i Kebîr şerhinde zikredildiğine göre; kamçı ve ip gibi bulunan şeyler lukata hükmündedir. "Bulunan kamçının kullanılması câizdir" diye verilen ruhsat düştükten sonra sahibi tarafından aranılmayacak kırık ve kıymetsiz kamçı hakkındadır. Çok defa böyle bir kamçı çekirdek nar kabuğu, murdar koyunun derisi gibi sahibi tarafından atılır. Ama sahibi tarafından aranılacağı bilinirse lukata hükmündedir. Sahibi tarafından bırakılmış olduğu bilinen zayıf bir hayvanı alan kimse sahibi istediği takdirde istihsânen vermesi lâzımdır. Sahibi onu âciz olduğu için bırakmıştır. Bundan dolayı hayvan sahibinin mülkünden çıkmış olmaz. Hayvanı alan kimse, hayvan sahibine "sen hayvanı kim alırsa onun olsun dedin" diye iddia edip o da "ben böyle bir şey söylemedim" dese yeminiyle beraber hayvan sahibinin sözü kabul edilir. Ancak hayvan sahibi yemin etmez veya alan kimse şâhid getirirse hayvan, alan kimsenin olur. Hibe edilmiş bir hayvan kendisine hibe edilen kimsenin elinde semiz olduktan sonra hibe edenin hibesinden dönmesi câiz değildir. Hibe edilen hayvanda ziyade olan et hibeden dönmeyi men eder.



"Lukatayı yerden alan kimsenin işhada kudreti varken ilh..." Lukatayı yerden alan kimse lukatayı yerden alıp kaldırırken işhâd edecek kimse bulamazsa yahut işhâd ettiği takdirde bir zâlimin elinden alacağından korkarsa işhâdı terkeder, lukata helak olduğu takdirde ödemez. Bahır.



"Bununla amel edilir ilh..." Yani lukata, bulan kimsenin yanında helâk olduğunda bulan kimsenin ödeyip ödememesindeki ihtilâf bulan kimseyle mal sahibinin lukatanın lukata olmasında ittifak edip fakat mültekıtın lukatayı mâliki için alıp almamasında ihtilâf ettiklerine göredir. Eğer lukatanın lukata olmasında ihtilâf ederlerse meselâ mal sahibi mültekıta "sen lukatayı kendin için aldın" deyip mültekıt da "ben lukatayı senin için aldım" derse ittifakla mültekıt lukatayı öder. Valvalciyye.



"Mekke-i Mükerreme'nin buluntusu ilh..." Yani Mekke-i Mükerreme'de bulunan lukatalar ile hariçte bulunan lukatalar arasında fark yoktur. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in Mekke-i Mükerreme hakkındaki "Velâtehılle sâgıtatüha illâ limünşidi" hadis-i şerifi daha önce zikredilen hadîs-i şerife muarız değildir. Çünkü bu hadîs-i şerifin manâsı: "Mekke-i Mükerreme'de lükata ancak tarif ve ilân için alınır." demektir. Mekke-iMükerreme'nin bununla tahsis edilmesi, Harem-i şerif müsafirlerin yeri olduğundan kendisinde tarif ve ilânın düşmediğini beyan içindir.



"Kendisi fakir olursa, onunla faydalanır ilh..." Yani bulan kimsenin bulunduğu şeyi toplantı yerlerinde sahibinin artık aramayacağına kanaat getirinceye kadar ilân ettikten sonra fakir ise onunla faydalanması zengin ise tasadduk etmesi veya sahibi için muhafaza etmesi câizdir.



Hulâsa'da zikredilmiştir ki; bulan kimse lukatayı satıp parasını sahibi için muhafaza eder. Eğer bu satışı hâkimin emriyle yapmışsa mal sahibinin satışı bozma hakkı yoktur. Hâkimin emriyle satmamışsa bakılır: Lukata satın alanın elinde mevcud ise satışı iptal edip ondan alır. Helâk olmuş ise dilerse satana ödettirir. Ödettirdiği zamandan itibaren satış geçerli olur. Bulan kimsenin lukatayı hâkime teslim etmesi daha evladır. Hâkim dilerse onu tasadduk eder, dilerse zengin bir kimseye ödünç verir, dilerse müzarebe (bir taraftan sermaye diğer taraftan çalışmak üzere yapılan bir nevi ortaklıktır) olarak verir.



T E N B İ H : Metin ve şerh olarak fukahânın kelâmından anlaşılmıştır ki; bulan kimsenin lükatayı sahibinin artık aramayacağına kanaat getirinceye kadar ilân ettikten sonra fakir ise ondan faydalanması hâkimin iznine bağlı değildir. Fakat Hâniyye'de zikredilen buna muhaliftir, şöyle ki; Hâniyye'de: "Âmme-i ulemaya göre; fakirin hâkimden izinsiz lukatadan istifade etmesi helâl ve câiz değildir. Bişr'e göre; helâldir." diye zikredilmiştir. Hidâye ve inâye'de: "Zenginin hükümdarın izniyle lukatadan intifâı câizdir. Çünkü bu mesele müctehedünfih olan bir meseledir." diye zikredilmiştir. Nehir'de: "Zenginin lükatayla intifâının mânâsı onu nefsine sarf etmesidir." diye zikredilmiştir. Bulan kimse lükatayı sarf etmeyip elinde bulunduğu müddetçe ona mâlik olamaz. Çünkü o, sahibinin mülkü olarak elinde bulunur. Bundan dolayı bulanın malı nisab miktarından az olup lükatayla birlikte nisab miktarına bâliğ olsa ve bu malların üzerinden bir sene geçse, bulan kimseye zekât farz olmaz.



"Fakir olursa onlara tasadduk eder ilh..." Hatta lükatanın fakir olan zimmîye sadaka olarak verilmesi câizdir. Fakat harbîye sadaka olarak verilmesi câiz değildir. Nehir-'de: "Lükatanın zengine, zenginin küçük fakir çocuğuna ve kölesine sadaka olarak verilmesi câiz değildir. Eğer bunlara verilirse lükatanın ödenmesi lâzım gelir. Çünkü zenginin fakir olsa bile küçük çocuğuna lükatanın sadaka olarak verilmesi câiz değildir. Fakir olan büyük çocuğuna sadaka olarak verilmesi câizdir." denilmiştir.



"Lükata hakkında vasiyette bulunması vâcibtir ilh .." Lükatayı bulan öldükten sonra, vârisleri de lukatayı ilânda bulunurlar. Bulunmazlarsa zayi olduğu takdirde ödemeleri lâzım gelir. Bazı fakîhlere göre lükatayı yerden alıp kaldıranın ilânı kâfidir, vârislerin ayrıca itân etmesi icab etmez.



"Lükatayı ödemeleri kendi mallarından lâzım gelir ilh..." Yani çocuğun bulduğu lukatayı babası veya vasîsi tasadduk ettikten sonra sahibi çıkagelip ödettirse lükatayı ödemeleri kendi mallarından tâzım gelir, çocuğun malından lazım gelmez.



. "Bunlardan hangisi öderse, ödediği şeyi diğerinden alamaz ilh..." Yani yerden alıp kaldıran kimse öderse, yerden aldığı andan itibaren ona mâlik olup sevabı kendisinin olur. Ödediği şeyi fakirden alamaz, Fakir öderse bulandan ödediği şeyi olamaz. Hâniyye.



"Yolunu şaşırmış bir insanı ilh..." Yolunu şaşırmış insana "dail", yerinden uzak düşmüş yitik hayvana da "dâlle" adı verilir. Misbâh.



"Ücret namına asla bir şey alamaz ilh..." Yani lükatayı gerek yakın bir yerden, gerekse uzak yerden alsın getirsin ücret namına asla bir şey alamaz. Kaçmış olan köleyi getirirse alır. Hakimin Kafi'sinde: "Mal sahibinin lükatayı yerden alıp kaldırana bir şey vermesi güzeldir." diye zikredilmiştir.



"Getiren kimseye eser-i misi verilmesi lazım gelir ilh..." Muhit'te: "Bu, fâsid bir icâredir." diye sebebi de beyan edilmiştir. Buna Bahır'da: "Bu, asla İcare olamaz. Çünkü kabul eden kimse mevcud değildir." diye itiraz edilmiştir. Buna Makdisî: "Mal sahibi, hazır olan kimselere: Her kim benim malımı bana getirirse. kendisine şu kadar mal vardır, demiştir." diye cevap vermiştir.



Ben derim ki: Valvalciyye'nin İcâreler bahsinde: "Bir şeyi kaybolan kimse "her kim benim kaybolan malımı bana getirirse, kendisine şu kadar mal vardır" dese, bu icâre bâtıldır. Çünkü ücretle tutulan kimse bilinmemektedir. Kaybolan bir malı getirme karşılığında ücret almak olmadığından ücret vâcib olmaz. Eğer bir şeyi kaybolan kimse, muayyen bir şahsa "sen benim kaybolan malımı bana getirirsen sana şu kadar mal vardır" deyip o da yürüyerek gidip onun kaybolan malını getirirse, o şahıs için ecr-i misl vacib olur. Çünkü bu icare akdiyle hak edilen bir iştir. Ancak bu işin miktarı belli olmadığından kendisine ecr-i misl vâcib olur. Eğer o muayyen şahıs gitmeden, o kimsenin kaybolan malını getirirse, yine kendisine ecr-i misl vacib olur." Diye zikredilen bunu teyid eder. Bundan anlaşılmıştır ki; bir şeyi kaybolan kimse, muayyen bir şahsı kaybolan malını getirmesi için tayin etse, icare fasid olur. Kaybolan malın yeri belli olmadığından dolayı ecr-i misl vacib olur. Eğer bir şeyi kaybolan kimse "her kim benim malımı bana getirirse, kendisine şu kadar mal vardır" diye umumi ifade kullanırsa, icare batıl olur. Bu takdirde getiren kimseye ücret verilmesi lazım gelmez.



METİN



Deve, sığır, koyun ve diğer hayvanların da lükata (buluntu) olmaları câizdir. Bunlar da mal olduğu için zayi olma ihtimali vardır. Zayi olmasından korkulmayan lukata hayvanların bulundukları yerden alınması tarif ve ilân edilmesi mendubdur.



Kaybolmuş hayvan bulunduğu yerden alınmadığı takdirde zayi ve telef olmasından korkulursa - yukarıda geçtiği üzere - bulunduğu yerden alınması farz olur. Kaybolmuş hayvanın kendi nefsinden zararı defedecek, sığırın boynuzu( süsmesi), devenin ısırması gibi nesnesi bulunursa, bulunduğu yerden alınması mekrûh olur. Tatarhâniyye.



Sahrada bir hayvan görülüp kaybolmuş olduğu kesin olarak bilinirse, onun oradan alınması mendub olur. Bulan kimsenin bulmuş olduğu çocuğaveya hayvana yedirmiş olduğu şeyler teberru olmuş olur. -Çünkü bulan kimsenin lükata hakkındaki velayeti noksandır.- Ancak hâkim bulan kimseye "olacağın bir borç olmak üzere lukatalara yedir" derse yahut çocuk bâliğ olduktan sonra kendisini bulan kimseye hâkimin "alacağın bir borç olmak üzere yedir" dediğini' tasdik ederse teberru olmuş olmaz. Yoksa lakitin tasdikinden murad İbn-i Melek'in iddia ettiği gibi mültekıtın geri almak için harcadığını tasdik etmesi değildir. Mültekıtın yapmış olduğu masrafı borç olarak kabul edecek kimse hayvan sahibi, lakîtin babası veya efendisi veyahut lakîtin bâliğ olduktan sonra kendisidir. Eğer hâkim mültekıta "alacağını bir borç olmak üzere lukatalara yedir" diye açık olarak söylemezse, esah olan kavle göre ödenmesi lâzım olan bir borç olmaz.



Lukata eşek, katır gibi kiraya verilecek cinsten olursa mültekıt hâkimin izniyle o hayvanı kiraya verip almış olduğu kirayla o hayvanın yiyeceğini temin eder. Efendisini şaşırmış köle de kiraya verilip alınan kiradan yiyeceği temin edilir. Fakat efendisinden kaçmış olan bir köle kiraya verilmez. Nitekim bâbında gelecektir.



Lukata koyun, keçi gibi kiraya verilmeyecek cinsten olursa, hâkim onu satıp parasını muhafaza eder. Eğer hâkim bu hayvanlara yiyecek verilmesinde faide görürse, onunla emreder. Çünkü hâkimin velayeti fâideye göredir. Hakimin emrinde faide olmazsa, emri geçerli olmaz. Fetih.



Bulan kimse yapmış olduğu masrafı sahibinden alıncaya kadar lükatayı hapsedebilir. Hapsedildikten sonra lükata ölürse, masrafı düşer. Önce ölürse masrafı düşmez.



Bulan kimse şahidsiz "lukata benimdir" diye dâvâ eden şahsa vermesi için cebrolunmaz. Dâvâ eden lükatanın alâmet ve nişanlarını beyan ederse, bulan kimsenin onu cebirsiz vermesi helal ve meşru olur. Bulan kimse, dâvâ eden şahıs alâmet beyan etsin veya etmesin dâvâsında onu tasdik ederse, lükatayı ona vermesi helâl olur. Ondan kefil alması lâzımdır. Fakat o şahıs lükatanın kendisinin olduğunu şâhid ile isbat ederse, esah olan kavle göre kendisinden kefil istenemez. Nihâye.



Lükatayı yerden alıp kaldıran kimse kaybetse, sonra başka bir şahsın elinde bulsa lükatayı almak için o şahsı dava edemez. Emânet böyle değildir. Emânetçi emâneti başkasının elinde bulsa, emâneti almak için onu dâvâ edebilir. Ama lükatada ikinci bulan şahıs da birinci kimse gibidir. Bu hususu Mücteba sahibiyle Nevazil sahibi açıklamışlardır. Fakat Sirâc sahibi: "Esah olan kavle göre, birinci bulan daha lâyık olduğundan lükatayı almak için ikinci bulan şahsı dâvâ edebilir." demiştir.



= Üzerinde sahipleri bilinmeyen borçlar ve haksız olarak aldığı şeyler bulunan kimsenin nasıl hareket edeceği beyanında =



Bir kimsenin üzerinde sahipleri bilinmeyen ve bilinmelerine bir yol bulunmayan birtakım borçlar ve haksız olarak aldığı şeyler olsa -her ne kadar bu borçlar ve haksız aldığı şeyler malının hepsi kadar olsa bile- malından o kadar meblağ tesadduk etmesi vâcib olur. Bu, bizim Hanefi imamlarının mezhebidir. Bu meselede aralarında bir ihtilâf bulunduğunu da bilmiyoruz. Nitekim bir kimsenin elinde sahibi bilinmeyen biraz mal bulunsa, o malı tasadduk etmesi vâcib olur. Bu hususta borçlar da elde mevcud olan mal gibi itibar edilmiştir.



Bir kimse, sahipleri bilinmeyen borçlarını ve haksız olarak aldığı şeyleri fakirlere tasadduk etse ahirette hak sahiplerinin dâvâsı düşer.



Umde'de zikredilmiştir ki; bir kimse lükata bulup, tarif ve ilân ettiği halde sahibini bulamasa ve fakir olduğundan dolayı kendi ihtiyacına sarf ettikten sonra hali düzelse, mislini veya bedelini tesadduk etmesi vâcib olur.



= Seferde ölen kimsenin malını arkadaşının satmasının câiz olması beyanında =



Bir kimse seferde iken uzak bir yerde ölse, arkadaşının onun malını ve bineğini satıp parasını ailesine teslim etmesi câizdir.



= Suda bulunan odun, armut ve cevizin helâl olup olmaması beyanında =



Suda bulunan odunun kıymeti olursa lükata sayılır. Kıymeti olmazsa diğer aslı mubah olan şeyler gibi, alan kimseye helâl olur. Dürer.



Hâvî'de zikredilmiştir ki; bir Şahsın evinde yabancı bir kimse ölüp vârisi bilinmese terekesi çok değilse, lükata gibidir. Evinde ev sahibi ölen garib kimsenin vârisini bulamaz ve kendisi de fakir olursa, tereke kendisinin olur. Tereke çok olursa, garibin vârisi bir kaç sene arandıktan sonra tereke beytülmale kalır.



Bir kimsenin yapmış olduğu güvercinliklere başka bir şahsın ehli güvercinleri yumurtlayıp yavru çıkarsa o kimsenin bunları alması câiz değildir. Eğer onları alırsa, lükata gibi olacağından vermek için sahibini arar. O kimsenin güvercini ile başkasının güvercini karışıp yavru çıkarsalar bakılır: Eğer ana güvercin başkasının olursa, çıkan yavrular da başkasının mülkü olacağından onlara dokunamaz. Ana güvercin kendisinin olup erkek güvercin başkasının olursa, yavrular anaya tâbi olacağından kendisinin olur. Eğer o kimse güvercinliklerinde başkasının kuşu olduğunu bilmezse oradan alıp yediği şeyden kendisine inşaallah bir şey lâzım gelmez.



Şârih der ki: Bir kimse kendisinin güvercinliklerinde başkasının güvercini yavrulamasıyla ona mâlik olmazsa da -lükata gibi olacağından- fakirse onu yer: zengin olursa tesadduk eder, sonra tesadduk ettiği kimseden onu satın alır. İmam Hulvânî kuş etine pek düşkün olduğundan böyle yaparmış. Zahiriyye.



Vehbâniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse şehir dışında ağaçların altında meyveye rast gelse, açık veya delâlet yoluyla onun yasak edilmiş olduğunu bilmedikçe alıp yemesinde bir beis yoktur. İtimat bu kavil üzerinedir.



Yine Vehbâniyye'de zikredilmiştir ki; akarsudan elma, armut gibi çabuk bozulacak meyvaları alıp yemek câizdir. Fakat ceviz, badem gibi durmakla bozulmayacak meyvaların alıp yenmesi câiz değildir. Sahibine vermek için alınması caizdir.



İZAH



"Lükata hayvanların bulundukları yerden alınması, tarif ve ilân edilmesi mendubdur ilh..." Diğer üç mezhebin imamlarına göre; sığır ile devenin bulunduğu yerde bırakılması efdaldır. Çünkü başkasının malını almada asıl olan haram olmasıdır. Kaybolmuş bir malın alınmasının mubah olması, zayi ve telef olmasından korkulduğu içindir. Kendi nefsinden zararı defedecek boynuzu bulunan sığır, ısırması olan deve, tepmesi olan ot gibi hayvanlar zayi ve telef olmazlar. Fakat bizim Hanefî imamlarına göre, bunlar koyun gibi lükatadır. İnsanların mallarını zayi olmaktan korumak için bulundukları yerden alınmaları tarif ve ilân edilmeleri müstehabdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in :



"Sana ne onların su tulumları ve tabanları yanlarındadır. Sahibleri onları buluncaya kadar suya gelir ve ağaçlardan yerler." buyurarak develerin bulunduğu yerden alınmasını yasaklamasına. Mebsût'ta: "O zaman emanet ehli çoktu. Zamanımızda ise fesad ehli çok olduğundan onu hain bir kimse olabilir." diye cevap verilmiştir. Buna göre, kaybolmuş bir hayvanın bulunduğu yerden alınıp muhafaza edilmesi evlâdır. Bundan anlaşılmıştır ki; kaybolmuş bir hayvanın bulunduğu yerden alınmadığı takdirde zayi ve telef olacağı kesin olarak bilinirse, alınıp muhafaza edilmesi farz olur. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in bu hadis-i şerifle maksadının, kaybolan hayvanın sahibine ulaşması olduğunu kesin olarak biliyoruz. Fakat zaman değişip telef olma yollan artınca lükatanın hükmü değişmiştir. Yani lükata bulunduğu yerden alınıp muhafaza edilir. Fetih.



"Ancak hâkim bulan kimseye" alacağın bir borç olmak üzere lükatalara yem yedir" derse ilh..." Yani bulan kimse elinde bulunan malın lükata olduğunu şâhidle isbat ettikten sonra hâkim kendisine "alacağın bir borç olmak üzere lükatalara yedir" diye emreder. Bulan kimse şâhidi olmadığını söylerse, hâkim bazı emin kimseler huzurunda : "Bu kimse şu malın lükata olduğunu iddia ediyor. Bu iddiasında doğru olup olmadığı bence bilinmemektedir. Siz şahid olun iddiasında doğru ise, bu lükataya yem yedirmesini emrediyorum." der. Sahibi var ise çıkıp geleceğine kanaat edeceği iki üç günlük bir müddet için bu lükataya bakmasını emreder. Sahibi ortaya çıkmazsa, satılmasına karar verir. Parasından bulan kimsenin sarf ettiği miktarı öder. Bahır.



"Mültekıt hâkimin izniyle o hayvanı kiraya verip ilh..." Mültekâ ve diğer muteber fıkıh kitaplarında "lükatayı kiraya bizzat hâkimin kendisi verebilir" diye zikredilmiştir. Fakat hâkimin lükatanın kiraya verilmesi için izin vermesi kendisinin kiraya vermesi gibidir.



"Hâkim bu hayvanlara yiyecek verilmesinde fâide görürse ilh..." Fukahâ: "Hâkim, lükatanın sahibi varsa çıkıp geleceğine kanaat edeceği iki üç günlük bir müddet için lükataya yiyecek verilmesini emreder. Sahibi ortaya çıkmazsa satılıp parasının muhafaza edilmesini emreder. Çünkü hayvanın yiyeceği için sarf edilecek para hayvanın kendi kıymetinden fazla olacağından uzun zaman hayvanın yiyeceğinin verilmesinde fâide yoktur." demişlerdir. Hidâye.



"Bulan kimse yapmış olduğu masrafı sahibinden alıncaya kadar hapsedebilir ilh..." Eğer sahibi hayvanın yiyeceği için yapılan masrafı vermezse, hâkim hayvanı satıp yiyeceği için yapılan masrafı bulan kimseye verir, geri kalan miktarı da sahibine verir.



Bulan kimse hâkimin emriyle lükata sahibinden almak üzere yapmış olduğu masrafı gerek kendi malından yapsın gerekse borç olarak almış olduğu paradan yapmış olsun hayvan sahibinden alır. Fukahâ: "Hâkimin izniyle nafakası için borç alan kadının kocasının rızası olmaksızın bu borcu onun üzerine havale etmesi câizdir. Hâkimin izniyle lükatanın nafakasını temin etmek için borç alan mültekıtın bu borcu rızası olmasa bile mal sahibinin üzerine havale etmesi câizdir." demişlerdir. Bahır,



"Hapsedildikten sonra lükata ölürse masrafı düşer ilh..." Çünkü hayvan hapsedilmekle rehin gibi olmuştur.



"Alâmet beyan etsin veya etmesin dâvâsında onu tasdik ederse ilh..." Bulan kimse "lükata benimdir" diye dâvâ eden şahsı tasdik ettiği için veya alâmet beyan ettiği için lükatayı ona verdikten sonra başka bir şahıs lükatanın kendisinin olduğunu davâ edip şâhid getirse bakılır: Eğer lükata alan kimsenin elinde mevcut ise ondan alır. Helâk olmuşsa muhayyer olup dilerse bulan kimseye, dilerse alan kimseye ödettirir. Bunlardan hangisi öderse, ödemiş olduğu parayı diğerinden olamaz. Sahih olan kavle göre; bulan kimse ödemiş olduğu parayı "lükata benimdir" diye dâvâ eden kimseden alır. Nehir.



"Birinci bulan daha lâyık olduğundan lükatayı almak için ikinci bulanı dâvâ edebilir ilh..." Çünkü birinci şahıs lükatayı tarif ve ilân ettikten sonra fakir ise ona mâlik olma hakkı vardır. Bundan anlaşılmıştır ki; bulanın elinden lükatayı bir kimse alsa, bulan kimse dâvâ edip lükatayı ondan olmaya hakkı vardır.



"Bir kimsenin üzerinde sahipleri bilinmeyen ilh..." Yani bir kimsenin üzerinde sahipleri ve vârisleri bilinmeyen borçlar ve haksız olarak aldığı şeyler bulunsa, vârisleri bilinirse onlara verilmesi lâzımdır. Çünkü borçlar onların hakkı olmuştur.



Fûsul'da zikredilmiştir ki; bir kimsenin bir şahıs üzerinde borcu bulunup ondan ister, o da vermezse sonra alacaklı ölse, ekseri âlimlere göre ahirette alacaklının dâvâ hakkı kalmaz. Çünkü dâvâ borç sebebiyle olur. Borç ise vârislere intikal etmiştir. Muhammed b. Fazıl: "Bir kimse, izinsiz bir şahsın malını alıp o şahıs öldükten sonra almış olduğu malın bedelini vârislerine verse, borçtan kurtulmuş olur. Malını aldığı şahsa zulmettiği içinonun hakkı baki kalır, Bu haktan ancak tevbe ve istiğfar etmek ve o şahıs için dûada bulunmakla kurtulur." demiştir.



"Malından o kadar meblağ tesadduk etmesi vâcib olur ilh..." Yani malından o kadar meblağ tesadduk etmesi malı bulunduğu takdirdedir.



Fûsul'da zikredilmiştir ki: bir kimse üzerinde olan borcu fakir olduğu yahut kudreti olmadığı için yahut unuttuğu için ödeyemese bakılır: Eğer üzerinde bulunan borç satın almış olduğu bir malın parası veya ödünç almış olduğu bir şey olursa ahirette bununla muaheze olunmaz. Eğer üzerinde bulunan borç gasbetmiş olduğu bir şey olursa -her ne kadar bunu gasbettiğini unutmuş olsa bile- ahirette onunla muaheze olunur. Vâris kendisine miras bırakan kimsenin üzerinde borç bulunduğunu bilirse, - bu borç gerek gasbedilmiş bir malın borcu olsun, gerekse başka bir borç olsun - terekeden borcu ödemesi kendisine vâcib olur. Bu borcu ödemezse ahirette muaheze olunur.



Borçlu olan kimse ve onun vârisi, alacaklının kendisini ve vârislerini bulamayıp borcu alacaklı nâmına sadaka olarak verirse, ahirette borçtan kurtulmuş olur.



"Nitekim bir kimsenin elinde sahibi bilinmeyen biraz mal bulunsa ilh..." Yani bir kimsenin elinde lükata yahut gasbedilmiş mal yahut rüşvet alınmış mal bulunsa -lükatanın hükmü açıklanmıştır- bunların sahipleri veya vârisleri bilinirse onlara verilir; bilinmezse bu malların kendilerinin sadaka olarak verilmesi vâcib olur.



"Ahirette hak sahiplerinin dâvâsı düşer ilh..." Çünkü bir kimsenin üzerinde bulunan sahipleri bilinmeyen borçlar veya zorla alınmış mallar, yitik olarak bulunmuş mal gibidir. Sahipleri bilinmeyen borçların zorla alınan malların, yitik olarak bulunan malların sarf edilecekleri yer, fakirlerdir. Böyle mallar ve borçlar fakirlere sadaka olarak verilir. Ayrıca yapılan haksızlık için de tevbe ve istiğfar edilir. T.



"Arkadaşının onun malını ve bineğini satıp ilh..." Yani bir kimse seferde iken ölse, arkadaşının onun malını satması câizdir. Çünkü seferdeki arkadaşı onun malını satmaya delâleten izinlidir. - Nitekim fukahâ: "Hacca giden iki arkadaştan birisi bayıldığında diğerinin onun yerine ihrama niyet etmesi ve bayılan arkadaşına onun malından infak etmesi câizdir." demişlerdir. - Bu mesele İmam Muhammed'in başına gelmiştir. Şöyle ki: İmam Muhammed seferde iken arkadaşlarından birisi ölmüş, onun kitaplarını ve eşyasını satmıştır. Kendisine: "Bunu nasıl yapıyorsun? Sen hâkim değilsin" denildiğinde İmam Muhammed: Ayet-i kerîmede:



"Allah Teâlâ iyiliğe çalışanlarla fenalık yapanları bilir." (Bakara Süresi : âyet : 220) buyurulmuştur." diye cevap vermiştir. Yani seferde bir kimse öldüğünde arkadaşına onun malını satması için âdeten izin verilmiştir. Çünkü onun malını ehline götürecek olsa, yapılacak masraf çok defa malın kıymetinden fazla olur. Fakat vârisleri muhayyerdir. Dilerlerse bu satışa izin verirler; dilerlerse satışa izin vermeyip mallarını alırlar.



Müntekâ'dan naklen Muhît'in Edebü'l-Evsıyâ babında zikredilmiştir ki; seferde ölen kimsenin arkadaşları hakimin bulunmadığı bir yerde onun terekesini satsalar İmam Muhammed'e göre; o kimselerin satışı ve onlardan alan şahsın aldığı şeyden istifade etmesi câizdir. Sonra ölen kimsenin vârisi geldiğinde muhayyer olup dilerse satışa izin verir, dilerse satışa izin vermeyip bulmuş olduğu malını alır. Bulamadığı malını lükatada olduğu gibi ödettirir.



"Suda bulunan odunun kıymeti olursa lükata sayılır ilh..." Bazı fukahâya göre; suda bulunan odun, suda bulunan elma gibi mubahtır. Vehbâniyye şerhinde kaide olarak zikredilmiştir ki; odun ve ağaç gibi atılması âdet olmayan ve bozulmayan şeylerin kıymeti olursa lükata olur. Hatta sahih olan kavle göre; böyle şeyler ayrı ayrı yerlerden toplansa bile lükata olur. Nitekim bir kimse bir ceviz, sonra bir ceviz olmak üzere bir çok ceviz bulup kıymeti olacak miktara ulaşırsa lükata olur. Ama akarsuda bulunan elma, armut gibi şeyler suda bırakılsa, bozula-cağı için çok olsa bile alınması câizdir. Kıymeti olsa bile dağınık halde bulunan çekirdeklerin alınması da câizdir. Çünkü bunların atılması âdettir.



"Terekesi çok değilse ilh..." Hulâsa'dan naklen Bahır'da: "Beş dirhem az sayılır beş dirhemden ziyade olan çok sayılır." diye zikredilmiştir.



Valvalciyye'de zikredilmiştir ki; bir kimsenin evinde yabancı bir şahıs ölüp, beş dirhem bıraksa, o kimse fakir ise bu parayı kendi nefsine tesadduk edebilir. Bu para lükata gibidir.



Hâniyye'de: "O kimse bu beş dirhemi kendi nefsine tesadduk edemez: Çünkü bu para lükata gibi değildir." diye zikredilmiştir. Fakat metinlerde tesbit edilen Valvalciyye'de zikredilen kavildir. Bahır. Muhit.



"Çıkan yavrular da başkasının mülkü olacağından onlara dokunamaz ilh..." Çünkü hayvanlarda yavrular anaya tâbidir.



"Vehbâniyye'de zikredilmiştir ki; ilh..." Meyvalar ağaçların altına dökülmüş olursa ister şehirdeki ağaçların altında ister köydeki ağaçların altında olsun, ister ceviz, badem gibi durmakla bozulmayacak cinsten, ister elma, armut gibi durmakla bozulacak cinsten olsun sahiplerinin izin vermiş olduğu bilinmedikçe bunlardan bir şey alınamaz. Fakat mutemed olan kavle göre elma, armut gibi durmakla bozulacak cinsten olursa sahiplerinin yasaklamış olduğu bilinmedikçe alınmasında bir beis yoktur. Eğer meyveler ağaçların üzerinde olursa, sahibi tarafından izin verilmedikçe alınmaması efdaldir. Şu kadar var ki, meyvası bol olan bir yerde sahiblerinin böyle şeylere cimrilik göstermeyecekleri bilinirse yemek için alınabilir. fakat götürmek için alınamaz.



"Fakat ceviz, badem gibi durmakla bozulmayacak meyvaların alıp yenmesi câiz değildir ilh. "



Fürû:



= Bir şey sahibi tarafından yere atılıp bunu kim alırsa, onun olsun denilmesi beyanında =



Bir kimse bir şeyi yere atıp "bunu kim alırsa onun olsun" dese, bu sözü işiten veya bu söz kendisine ulaşan kimse o şeyi olabilir. Bundan haberdar olmayan o şeyi alırsa, ona mâlik olamaz. Çünkü haberdar olmayan kimse o şeyi sahibine vermek için almıştır. Fakat haberdar olan kimse onu hibe olarak almıştır ve almakla da hibe tamam olmuştur.



Bir kimse "bu bir hibedir, ama kendisine hibe edilen kimse bilinmediği için caiz değildir" diyemez. Çünkü kendisine hibe edilenin bilinmemesi munazaa ve mücadeleye vardırmaz. Mülk alındığı zaman sabit olur. O anda kendisine hibe edilmiş olan kimse belli olmuş olur. Bu husus da asıl olan Peygamber Efendimizin:



"Bir çok develeri kurban olarak kestikten sonra dileyen bunlardan kesip alsın." buyurmasıdır.



= Düğün ve sünnet merasimlerinde saçılan şekerin alınması beyanında: =



Düğün ve sünnet merasimlerinde saçılan şeker ve paralar alınabilir. Bunları kim alırsa onun olur. Çünkü bunların saçılmaları alınmaları için izin verilmiş olduğunun delilidir. Buna göre bir kimse kapısının önüne su veya buz koysa, oradan geçen kimselerin zengin olsun fakir olsun ondan içmeleri mubah olur. Bir şahıs hiç bir kimsenin mülkü olmayan bir yere ağaç dikip meyvesini herkese mubah kılsa zengin olsun, fakir olsun herkes ondan yiyebilir. Bu meselelerin hepsi hadîs-i şeriften alınmıştır.



= Satın alınan evde ve uyandığı zaman elinde para bulma beyanında =



Bir kimse ev satın alıp orada para bulsa, bazı fukahâ: "Bu para lükata hükmündedir." demiştir. Bazı fukahâ ise: "Evi satan kimse paranın kendisinin olduğunu iddia ederse, para ona verilir. Eğer paranın kendisine aid olmadığını söylerse, bu para lükatadır." demişlerdir.



Yine Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse, Atâ b. Ebi Rebah'a: "Ben mescidde uyumuştum. Uyandığımda elimde altın dolu bir kese buldum, onu ne yapayım?" diye sormuş. O da: "Keseyi senin eline koyan onu sana vermek istemiştir." diye cevap vermiş.



Bir kimse kırda suya yakın bir yerde kesilmiş bir deve bulsa, sahibinin onu mubah kıldığına kanaat getirirse ondan yemesinde bir beis yoktur. Bahır.



= Murdar koyunun yününün veya derisinin alınması beyanında =



Yola atılmış murdar bir koyunun yünlerini almak veya derisini yüzüp dibagat etmek câizdir. Fakat sonra sahibi gelip yününü alabilir. Eğer derisini almak isterse, dibagat sebebiyle meydana gelen kıymet farkını vermek suretiyle derisini de alabilir.



= Yanlışlıkla değiştirilen bir şey beyanında =



Bir kimsenin bir şeyi mesela çarşafı veya ayakkabıları değiştirilecek olsa bakılır: Eğer bunun bir yanlışlık neticesi olduğu anlaşılırsa, bırakılan çarşaf veya ayakkabılar lükata hükmünde olur. Sahibini araştırmak lâzım gelir. Bırakılan çarşaf veya ayakkabılar alınan çarşaf ve ayakkabılardan daha kuvvetli olsun olmasın müsavidir. Kasden alınıp alınmadığında şübhe vâki olduğu takdirde de hüküm böyledir. Fukahâ: "Bu bırakılan çarşaf kullanılmak istenildiğinde kadın bu çarşafı, sevabı çarşaf sahibinin olmak üzere fakir olan kızına tesadduk etmeli, sonra ondan hibe olarak geri almalıdır. Ayakkabılar da böyle yapılmalıdır." demişlerdir. Fakat bir kimsenin ayakkabıları kasden alınıp yerine ondan kıymetçe noksan bir ayakkabı bırakılsa, böyle tesadduk etme ve hibe olarak geri alma gibi bir yola başvurmadan, bu bırakılan ayakkabıların kullanılması câiz olur. Çünkü kıymetli olan ayakkabıyı alıp kıymetsiz olan ayakkabının bırakılması, onun kullanılmasına razı olduğunun delilidir. İşin hakikatini Allah Teâla Hazretleri bilir.



































[1] Abdulaziz Bayındır, Altınoluk Dergisi, 1994 Ağustos, Sayı: 102, Sayfa: