LİÂN

Zina sebebiyle evliliği sona erdirme yöntemi:



Liân ve eş anlamlısı mulâane, La'n kökünden "La.a.ne"nin mastarı; Allah'ın rahmetinden kovulma ve uzaklaştırılma; kocanın karısını zina ile suçlaması ve bunu dört şahitle ispat edememesi halinde, hâkim önünde özel şekilde ve karşılıklı olarak yeminleşme anlamında bir İslâm hukuku terimi. Hanefî ve Hanbelilerin ortak tarifine göre, liân; koca tarafından yalan söylüyorsa Allah'ın lâneti kendi üzerine çekilerek, yeminlerle güçlendirilmiş şehadetlerdir. Kadın da, eğer yalan söylüyorsa, Allah'ın gazabını üzerine çeker. Bu yeminleşme koca için "kazf" cezası ve kadın için zina cezası yerine geçer, Liân, evliliği sona erdiren bir boşanma yoludur.



Liânı doğuran sebep şudur. Bir erkek yabancı bir kadına zina ithamında bulunursa, bunu dört şahitle ispat etmesi gerekir. Aksi halde zina iftirası yapmış sayılır ve kendisine seksen değnek dayak vurulur (en-Nûr, 24/4). Kazif cezası, önceleri, eşine zina isnadında bulunan ve bunu dört şahitle ispat edemeyen koca için de uygulanıyordu. Nitekim Ashab-ı kiramdan Hilâl b. Ümeyye (r.a), hanımına zina isnadında bulununca Resulüllah (s.a.s); dört şahitle bunu ispat etmesini, aksi halde zina iftirası cezası (kazif) uygulanacağını bildirdi. Bunu bir kaç defa daha tekrar etti. Hilâl b. Ümeyye şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü; bizden birimiz karısını bir erkekle zina halinde görüyor; delil istiyorsunuz. Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum. Şuna inanıyorum ki, Allah, benim sırtımı bu dayaktan kurtaracak şeyi sana indirecektir" (Buhârî, Şehâdât, 21, Tefsîru Sûre 24/3, Talâk, 28; Müslim, Liân, II; Ebû Dâvud, Talâk, 27; Ahmet b. Hanbel, Müsned, I, 273, III, 142). Bu olay üzerine aşağıdaki "mulâane ayeti" indi.



"Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'ı şahit tutup yemin etmesiyle olur. Beşinci defasında, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını diler. Kadının da kocasının yalancılardan olduğuna dair, Allah'ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır. Beşinci defasında; kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını diler" (en-Nûr, 24/6-9).



Ayetin ilk uygulaması Hilâl ailesi üzerinde oldu. Hz. Peygamber, Hilâl'i çağırdı. Hilâl, doğru söylediğine dair, dört defa Allah'ı şahit tutup, beşincide, eğer yalan söylüyorsa, Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını istedi. Sonra karısı getirtilerek, o da aynı şekilde yemin etti. Beşincide, eğer kocası doğru söylüyorsa, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını diledi. Allah'ın elçisi sonra onların arasını ayırdı (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, 1250 H, y.y., VI, 268). Liân ayetinin Uveymir el-Aclânî ve zina isnadında bulunduğu hanımı hakkında indiği de rivayet edilmiştir. Ayetin hükmünün, önce Hilâl ailesine ikinci olarak da Uveymir ailesine uygulandığı görüşü daha sağlam görünmektedir (eş-Şevkânî, a.g.e., VI, 268).



Liânın sebebi ikidir. Birincisi; bir erkeğin karısına, yabancı bir kadına isnat edildiği zaman zina cezası uygulamasını gerektiren zina isnadında bulunması. İkincisi; babanın henüz doğmamış olan veya doğmuş bulunan çocuğun nesebini reddetmesi.



Ebû Hanîfe'ye göre, çocuğun nesebini reddetmek, hemen doğumun arkasından veya normal olarak en geç bir hafta içinde olmalıdır. Koca, karısının doğurduğu çocuğun nesebini kabul etmemekle, ona zina isnadında bulunmuş olur ve mulâane yoluna gidilir. Bu süre geçtikten sonra, çocuğun nesebi, susma sebebiyle sabit olur. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise, nifas sonuna kadar, çocuğun nesebini reddetmek mümkündür (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, Beyrut 1328/1910, III, ?39; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y., III, 260 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, III, 79). Nifas müddeti doğumdan itibaren kırk gündür.



Liânın rüknü; yeminle birlikte Allah'ı şahit gösterme ve her iki eşin lâneti üzerine çekmesidir.



Liânın Şartları üçtür.



1. Eşler arasında evliliğin devam etmekte olması gerekir. Eşlerin daha önce cinsel temasta bulunmamış olması hükmü değiştirmez. Evli olmayanlar arasında veya yabancı bir kadına zina isnadında bulunulması halinde mulâane yoluna gidilemez. Bir erkek, yabancı bir kadına zina isnadında bulunduktan sonra onunla evlense, kendisine yalnız kazif cezası gerekir, Liân uygulanmaz.



2. Nikâh akdinin sahih olması gerekir. Meselâ, şahitsiz evlenen ve bu sebeple nikâhı fasit olan eşe mulâane uygulanmaz.



3. Kocanın şahitlik yapma ehliyetine sahip olması. Bu durum; eşlerin akıl, bâliğ ve müslüman olmasını ve kazif suçundan dolayı had cezasına çarptırılmamış bulunmasını gerektirir. Eşlerin âmâ veya fâsık olması sonucu etkilemez (el-Kâsânî, a.g.e., III, 24; İbnü'l-Hümâm, a.g.e, III, 259; el-Meydânî, a.g.e., III, 75,78; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, Mısır, t.y., II, 805 vd.).



Çocuğun nesebini red edebilmek için bazı şartların bulunması gerekir:



1. Hâkimin eşler arasında tefrika (ayrılık) kararı vermesi. Çünkü ayrılığa hüküm verilmeden önce, nesebi red gerekmez.



2. Nesebin, Ebû Hanîfe'ye göre, en geç bir hafta içinde, Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre nifas müddeti içinde reddedilmesi gerekir. Çoğunluğa göre, neseb reddinin en kısa sürede (fevrî) yapılması gereklidir.



3. Nesebin kabulü anlamına gelen bir işlemin yapılmaması gerekir.



4.Tefrik sırasında çocuğun hayatta olması şarttır (el-Kâsânî, a.g.e, III, 246-248; el-Meydânî, a.g.e; III, 79; İbn Âbidîn, a.g.e, II, 811).



Mulâane sırasında yeminden kaçınma veya liândan dönme halinde; Hanefîlere göre liândan kaçınan koca ise, yemin edinceye veya yalan söylediğini itiraf edinceye kadar hapsedilir. Hapis cezasının bir yarar sağlamayacağı belli olursa, kazif cezası uygulanır. Yeminden kaçınan kadınsa, mulâane yapması ve kocasını tasdik etmesi için hapsedilir. Kocasını doğrularsa serbest bırakılır. "Yemin etmesi, kadından azabı kaldırır" (en-Nûr, 24/8) ayetinde belirtildiği gibi Hanefiler dışındaki çoğunluk İslâm hukukçularına göre, liândan kaçınanlara zina cezası uygulanır. Çünkü liân, zina cezasının yerine geçmiştir.



Koca, hâkim önünde yapılan liân işleminden sonra, yemininden dönerse kendisine kazif cezası verilir (el-Kâsânî, a.g.e., III, 238; el-Meydânî, a.g.e., II, 808; İbn Âbidin a.g.e., II, 808).



Liânın hükümleri:



Eşin zinası sebebiyle hâkim önünde vuku bulan mulâane sonunda aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkar.



1. Kocadan kazif veya tâzir cezası düşer. Kadın da zina cezasından kurtulur.



2. Mulâaneden sonra, eşlerin cinsel temasta bulunması haram olur. Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Mulâane yapanlar artık sonsuza kadar bir araya gelemez" (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VI, 271).



3. Eşler, mulâane sonunda hâkim kararı ile birbirinden ayrılmış olurlar. Delil; Hz. Peygamber'in Hilâl b. Ümeyye ile eşini ayırmasıdır (eş-Şevkânî, a.g.e., VI, 274). Burada, hâkimin ayırma hükmü, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre "bâin talâk * " niteliğindedir. Çünkü prensip olarak hâkim kararı ile gerçekleşen boşama bâin talâk sayılır. Koca, daha sonra, yalan söylediğini ikrar eder veya şahitlik yapma ehliyetini kaybederse karısı kendisine helâl, çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, Liân sonucu gerçekleşen ayrılık, süt hısımlığı yüzünden ayrılıkta olduğu gibi "nikâh akdini fesih" niteliğindedir; ebedî haramlığı gerektirir ve artık bu iki eşin yeniden evlenmesi mümkün olmaz.



4. Zina fiiline bağlı olarak doğan veya doğacak olan çocuğun nesebi baba yönünden reddedilmiş sayılır. Artık bu koca ile çocuk arasında miras ve nafaka hukuku cereyan etmez (bk. el-Kâsânî, a.g.e., III, 244-248; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., III, 253 vd.; el-Meydânî, a.g.e., III, 77-78; İbnRuşd, Bidâyetü' l-Müctehid, Mısır, t.y., II, 120 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire, t.y., VII, 410-416; Abdurrahman es-Sabünî, Medâ Hürriyeti'z-Zevceyn fi't-Talâk, Beyrut 1968, II, 896 vd.).



Hamdi DÖNDÜREN



METİN



Liân lügatta lâane fiilinin masdarıdır. Kaatele gibidir, la'ndan alınmıştır. La'n koğmak ve uzaklaştırmaktır. Buna gadab değil de liân adı verilmesi kadından daha evvel erkek kendine lanet ettiği içindir. Öncelik tercih sebeblerindendir.



Şer'an liân: Zinâ şahidleri gibi dört şehâdet olup yeminlerle te'kidli ve erkeğin şehâdeti la'nla, kadının şehâdeti gadabla birliktedir. Çünkü kadınlar lânet sözünü çok kullanırlar. Binaenaleyh kadın hakkında gadab daha önleyicidir. Erkeğin şehadetleri kendi hakkında kazf haddi yerine, kadının şehâdetleri de kendi hakkında zinâ haddi yerine geçer. Yani lânetleştikleri vakit erkekten kazf haddi, kadından da zinâ haddi sâkıt olur. Çünkü Allah adıyla şehadette bulunmak had gibi, hatta ondan daha da şiddetli olarak helâk edicidir.



Liânın şartı: Evliliğin devamı ve nikâhın fâsid değil sahih olmasıdır.



Sebebi: Erkeğin ecnebî bir kadın hakkında olsa haddi icab edecek şekilde karısına zinâ isnadında bulunmasıdır. Kadının bununla tahsis olunması isnad kendisine yapıldığı içindir. Böyle olunca ihsanın şartları kendisinde tamam olur.



İZAH



"Lâane fiilinin masdarıdır." Yani semâi (işitmekle bilinen) bir masdardır. Kıyasa göre mülââne denilmeliydi. Lakin bir çok nahiv ulemasının beyanlarına göre bu kelime kıyasî masdar olarak da kullanılır. Nehir.



"Buna gadab değil de liân adı verilmesi" Yani erkek tarafından lânete şâmil olduğu gibi kadın tarafında da gadaba şâmil olduğu halde demek istiyor.



"Zinâ şâhidleri gibi" Yani liânı zinâ şâhidlerine benzetiriz. Lian yapan adam kendine şâhid olduğu için şâhidliği dört defa tekrarlar. Bu Mültekâ şerhinde belirtilmiştir. T.



"Yeminlerle te'kidi" Yani eşhedü biilâh diyerek yapılır. Nitekim gelecektir.



"Erkeğin şehâdeti la'nla" Yani dördüncü şehâdetten sonra lânet kelimesini söyleyerek yapılır. Kadınınki böyle ise de lânet yerine o gadab kelimesini kullanır.



"Çünkü kadınlar lânet sözünü çok kullanırlar." Nitekim bir hadîsde;



"Kadınlar lâneti çok kullanırlar, kocalarına küfrederler." buyurulmuştur. İnâye sahibi diyor ki: "Binaenaleyh dillerine çok doladıkları için kadınlar olabilir lânet kelimesini söylemek cür'etinde bulunurlar. Bu kelimenin tesiri onların kalblerinden silinmiştir. İşte buna cür'etten onları men etmek için kadınlar tarafında liânın rüknü gadab kelimesiyle değiştirilmiştir."



"Kendi hakkında" Yani yalan söylediği takdirde kazf haddi yerine geçer. Bu mutlak sözün zâhiri erkeğin şehâdetinin ebediyyen kabul edilmemesini gerektirir. Aynî İhtiyarın ifadesine uyarak burada kesinlikle buna kâil olmuştur. Zeylaî ise kazf bâbında kabul edileceğini söylemiştir. Nehir.



"Kadın hakkında zinâ haddi yerine geçer." Yani kocası doğruyu söylediği takdirde bu liân kadın hakkında zinâ haddi yerine geçer. Nitekim Nehir'de belirtilmiştir. H.



"Helak edicidir." Yani erkek yalan söylemişse yaptığı şâhidlik kendisini müdhiş helâk eder. Çünkü haddin helâk etmesi dünyevîdir. Allah'ın adını anmak cür'etinin ise ihlâki uhrevîdir. Âhiret azabı elbette daha şiddetlidir.



"Liânın şartı evliliğin devamıdır." Binaenaleyh fâsid nikâhla evlendiği yahut talâk-ı bâinle boşadığı karısına -velevki bir talâkla boşasın- zinâ isnad etmekle liân yapılmaz. Talâk-ı ric'î ile boşadığı bunun hilâfınadır. Ölmüş olan karısına zinâ isnad etmekle dahi ilân yoktur. Liân için hürriyet, akıl bülûğ, islâm, dili söylemek, kazf haddi yememiş olmak dahi şarttır. Bu şartlar karı-kocanın ikisine de râci'dir. Hassaten kazfi yapanın doğruluğuna beyyine getirememesi şart olduğu gibi kazf olunan kadının da hassaten zinâyı inkâr etmesi ve bundan iffetli bulunduğunu söylemesi şarttır. Kazfin açık olarak zinâ kelimesiyle yapılmış olması ve islâm memleketinde olması dahi şarttır Bahır'da Bedâyı'dan nakledilen ifadenin hülasası budur. Çocuk benden değildir demek açık zinâ mesabesindedir. Bu şartların ekserisi musannıfın sözleri arasında gelecektir.



"Ecnebî bir kadın hakkında olsa haddi icab edecek" Yani kadının muhsana olmasıdır.



"Kadının bununla tahsis olunması" Yani kadının muhsana olmasının şart koşulması demek istiyor. Bu sözün hâsılı Fetih'de de beyan edildiği vecihle şudur: Kazfedilen erkek değil kadındır. Onun için de kendisine kazf edene had vurulan kadınlardan olması şartı kadına mahsustur. Tabii şehâdet ehlinden olması da şarttır. Erkek bunun hilâfınadır. Çünkü ona kazf (zinâ isnadı) yapılmamıştır. O şâhiddir. Binaenaleyh şehâdete ehil olması şarttır. Kendisine kazf edene had vurulanlardan olması şart koşulmamıştır. Burada Nihâye'nin: "Liânda erkeğin dahi muhsan olması şarttır." sözünü red vardır. Zeylaî ve başkaları Nihaye sahibinin hata ettiğini söylemişlerdir.



"İstihsanın şartları kendisinde tamam olur." Yani zinâ isnadı erkeğe değil kadına yapıldığına göre kadında ihsanın beş şartının tamam olması lâzımdır. Bunlar: Zinâdan iffetli, âkıl, bâliğ, hür ve Müslüman olmasıdır.



METİN



Rüknü: Yemin ve lânetle te'kidli şehâdetlerdir.



Hükmü: Lânetleştikten sonra velevki araları ayrılmadan önce olsun cima ve istifadenin haram olmasıdır. Çünkü hadîs-i şerifte: "Liân yapan iki kişi ebediyyen biraraya gelemezler." buyurulmuştur. Liânın ehli müslüman aleyhine şehâdete ehil olan kimsedir. İmdi kim İslâm diyarında diri olan sahih nikâhlı -velev talâk ric'î iddetinde olsun- zinâ fiilinden ve töhmetinden iffetli olan karısına açık zinâ sözüyle isnadda bulunursa ve karı-kocamüslüman aleyhine şâhidlik yapmaya elverişli iseler lânetleşirler. Zinâ töhmetinden iffetli olmak demek haram yoluyla velev bir defa şübheyle olsun cima'da bulunmamak, fûsid nikâhla evlenmiş olmamak ve babasız çocuğu bulunmamakdır. Şahidlik yapmaya elverişli iseler kaydıyla köle ve küçük çocuk tariften hariç kalırlar. Ama kör ve fâsık tarifde dahildirler. Çünkü onlar edâ ehlindendirler.



İZAH



"Lânetleştikten sonra" Yani liânın hükmü bâkî kaldığı müddetçe demektir. Her ikisi veya biri liâna ehil olmaktan çıkarsa o kadınla evlenebilir. Nitekim gelecektir. Zikri geçen hadîs böyle yorumlanmıştır. Teâlâ Hazretlerinin: "Çünkü kâfirler size gâlib gelirlerse ya sizi recm ederler yahut kendi dinlerine çevirirler. O zaman ebediyyen felâh bulamazsınız." Âyet-i kerîme'sin deki ebediyyen kaydı buna aykırı değildir. Çünkü mânâ onların dininde devam ettiğiniz müddetçe demektir. Nitekim Bedâyı'da beyan edilmiştir. Hadîs üzerinde sözün tamamı Fetih'dedir.



"Ve istifadenin haram olmasıdır." Yani cima'ın mukaddimelerini yapmak suretiyle istifade haramdır. Liânın hükümlerinden biri de karı-kocayı birbirinden ayırmanın vücubudur. Bu ayrılıkla bir talâk-ı bâin meydana gelir. Bahır. T.



"Şehâdete ehil olan kimsedir." Yani müslüman aleyhine şehadeti edâya ehil olan demektir, tahammülüne değildir. Binaenaleyh iki kâfir arasında liân yoktur. Velevki birbirleri aleyhine şâhidlikleri kabul edilsin. İki memlûk arasında veya bir memlûk yahut küçük çocuk veya deli yahut kazf haddi vurulmuş veya kafir olan karı-koca arasında liân yoktur. İki âmâ ve iki fâsık arasında ise sahihtir. Çünkü bunlar edâya ehildirler. Şu kadar var ki âmâ temyize kâdir olamadığı için fâsıkın da fıskından dolayı şâhidlikleri kabul edilmez. Ölüm, nikâh ve neseb gibi işitmekle sâbik olan şeylerde âmânın şâhidliği makbuldür. Tamamı Bahır ve Nehir'dedir. Lâkin Dürr-ü Müntekâ sahibi şöyle demektedir: "Ben derim ki: Esah olan kabul edilmemektir. Nitekim gelecektir. Evet, Kuhistânî ehliyeti umumileştirmiştir. Velevki hâkimin hükmüyle sâbit olsun. Çünkü bunların şehâdetleriyle mahkeme hükmü geçerli olur." Yani maksad geçerliliktir. Velevki hâkimin bunu yapması câiz olmasın. Lâkin buna kazf haddi vurulanla itiraz olunur. İbn-i Kemâl Paşa diyor ki: "Kazf haddi vurulana gelince: Onun şehâdetiyle hüküm, vermek aslâ câiz değildir. Evet, bu şehadetle hüküm vermişse geçerli olur. Lâkin sözümüz câiz olup olmamasındadır. Çünkü bu geçerliliğin ötesinde bir iştir."



Ben derim ki: Buna fâsıkla itiraz olunur. Çünkü onun şehâdetiyle verilen hüküm geçerlidir. Halbuki şâhidliği câiz değildir. İhtimal câiz değildir demekten muradı sahih olmadığını anlatmak, geçerlilikle muradı da Şâfiî gibi cevazına kâil olan birinin sahihtir diye verdiği hükmün geçerliliğidir. Fâsıkın şehâdetiyle hüküm vermek sahihtir. İşitmekle sâbit olanşeylerde âmânın şâhidliği sahihtir diyenin sözüne göre âmâ da öyledir. Kazf haddi vurulan bunun hilâfınadır.



"Diri olan" Tabirini kullanması ölen kadının zevceliği kalmadığı içindir. Bir de onun tarafından liân tasavvur olunamaz. Bir adam ölmüş karısına zinâ isnadında bulunur da nesebine dokunulan şahıs -kazf edenin çocuklarından olmamak şartıyla- kazf haddi isterse beyyine getiremediği takdirde kazf haddi vurulur. Ama kazf edenin çocuklarından biri isterse had sâkıt olur. Çünkü bir adama çocuğu için had vurulamaz.



"Sahih nikâhlı" Sözü evlilik kaydının izahıdır. Çünkü fâsid nikâhla alınan kadın zevce değildir. Velev ki onunla cima'da bulunsun. İffetli de değildir. Ona zinâ isnadında bulunana had vurulmaz. Rahmeti.



"Velev talâk-ı ric'î iddetinde olsun." Bu kayıd talâk-ı bâinle boşanan kadını hariç bırakır. Bâinle boşanan kadın hakkında liân yoktur. Lâkin ecnebi gibi erkeğe had vurulur. Bunu Tahâvî şerhinden Kuhistânî nakletmiştir. T.



"İffetli" Kadından murad şeriatta haram cima'dan ve töhmetten berî olan kadındır. Kuhistâni.



"Karısına" Sözü cima etmediği karısına da şâmildir. Nitekim Dürr-ü Müntekû'da ve başka kitablarda belirtilmiştir.



"Açık zinâ sözüyle" Yani ey zâniye veya ey zani diyerek isnadda bu-lunmaktır. Çünkü ey zâni sözü terhimdir. "Ben senin cesedinle evlenmezden önce sen zinâ ettin" sözünün kısaltılmışıdır. Yahut senin nefsin zâni mânâsınadır. Bununla kinâye ve ta'riz hariç kalır. Ta'rizdan murad: "Zinâ eden ben değilim" gibi sözlerdir. Bunu Kuhistânî söylemiştir. Zinâ sözüyle livâta hariç kalmıştır. İmam-ı Azam'a göre livâtada liân yoktur. İmameyn'e göre vardır. Bahır'da böyle denilmiştir. T. Kezâ kadınla cima eden bir adam görmesi de bundan hariçtir. Çünkü cima zînâyı iltizam etmez Bahır.



"Şâhidlik yapmaya elverişli iseler" Sözünden murad şâhidliğin edâsıdır, tahammülü değildir. Nitekim yukarıda geçmişti. Zira küçük çocuk şâhidliğin tahammülüne ehil, edâsına ehil değildir.



"Cima'da bulunmamak ilh..." Sözü şer'î iffetin beyanıdır. "Haram yoluyla" Demek aynen haram ise demektir. Hayız gibi ârizî haram olan değildir. Bu da sahih olarak milki nikâhında bulunmayan kadındır. Milkinde olup da hayız ve benzeri bir ârızadan dolayı haram olan bunun hilâfınadır. Burada zinâdan murad haddi icab eden cima değildir. Onun içinde şârih "Velev bir defa şübheyle olsun" demiştir. Bundan murad talâk-ı bâinle boşadığı karısı ile veya helâl sandığı kadınla cima'da bulunmaktır.



"Fâsid nikâhla evlenmiş olmamak" Cümlesini yahut harfiyle atfederek "Veya fâsid nikâhlaevlenmiş olmamak" dese daha iyi olurdu. Çünkü bu da haram cima'dandır.



"Köle ve küçük çocuk hariç kalırlar." İfadesinden murad şâhidliği sahih olmayan herkestir. Karı-kocadan birine kazf haddi vurulmuş olması veya birinin kâfir olması bu kabîldendir. Nitekim geçmişti. Yalnız kocanın kâfir olduğu suret Bedâyı'da şöyle gösterilmiştir: "Karısı müslüman olur da kocasına müslümanlık arz olunmazdan önce karısına zinâ isnadında bulunur." Yani kocası onun aleyhine zinâ şahidliğinde bulunmuş demektir; Halbuki kâfirin müslüman aleyhine şâhidliği makbul değildir. Bu söz Kuhistânî'nin şu ifadesini reddeder: "Liân halinde şehâdete ehil olmak şarttır. Kazf halinde şart değildir." Zira bu îfadeye göre Müslüman olduktan sonra kâfir karı-kocanın arasında ve azâd edildikten sonra memlûk karı-koca arasında ilân cereyanı lazım gelir. Halbuki zahire göre her iki halde ehliyet şarttır. Musannıf da söyleyecektir ki, kazf halinde ihsan mu'teberdir.



METİN



Yahut bir adam çocuğun nesebini kendinden veya başkasından nefy eder de kadın veya nefy edilen çocuk bunu yani kazfin mûcebi olan haddi hâkim huzurunda isterse -velev ki af ettikten veya zaman geçtikten sonra olsun. Zira zamanın geçmesi kazf, kısas ve kul haklarında hakkı ibtal etmez. Cevhere. Kadın içîn efdal olan gîzlemektîr. Hâkim için efdal olan da kadına bunu emretmektir.- liânlaşır. Yani zinâ isnadında bulunduğunu ikrar eder veya isnadı beyyineyle sâbit olursa hüküm budur. İnkâr eder de kadının da beyyinesi bulunmazsa yemin ettirilmez, liân sâkıt olur. Bu adam ilâna razı olmazsa, ya ilâna razı oluncaya yahut kendisini yalanlayıp kazf için had vuruluncaya kadar hapsolunur. Liânlaşırsa ondan sonra kadın da liân yapar. Çünkü dâvâcı kocasıdır. Hâkim kadının liânından işe başlarsa sonra kadın tekrarlar. Ama tekrarlamadan aralarını ayırırsa sahihtir. Çünkü maksad hâsıl olmuştur. ihtiyar. Kadın Iiânı kabul etmezse, ya liânı kabul yahut kocasını tasdik edinceye kadar hapsolunur. Bununla liân defedilmiş olur ve kadına had vurulmaz. Velev ki kocasını dört defa tasdik etmiş olsun. Çünkü bu kasden ikrar değildir



İZAH



"Yahut bir adam çocuğun nesebini nefy ederse" Sözünü musannıf mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh zinâyı açık söyleyip söylemediği suretlere şâmildir. Hidâye sahibi ile Zeylaî bunu tercih etmişlerdir ki, hak olan da budur. Muhît ve Mübtegâ'nın ifadeleri bunun hilâfınadır. Çünkü her vecihten nesebi kesmek zinâyı istilzam eder. Çocuğun şübheyle cima' dan doğması ihtimali bilicma sakıttır. Şu da var ki, sen babanın oğlu değilsin diyen kimse onun anasına kazfetmiş olur. Hatta kendisine kazf haddi lâzım gelir. Halbuki bu ihtimal onda da vardır. Tamamı Bahırda'dır.



T E N B İ H : Zahîre'de şöyle denilmektedir: "Âleti kesik, enenmiş ve çocuğu olmayan kimsehakkında çocuk ondan değildir diye liân yapmak meşru değildir. Çünkü böylesine çocuk ilhak edîlmez." Fakat bu ifade söz götürür. Çünkü âleti kesik olan kimse sürtmek suretiyle menîsini indirir ve muhtar kavle göre çocuğunun nesebi sâbit olur. Fetih'de böyle denilmiştir.



"Kadın bunu isterse" Diye kayıdlaması istemediği takdirde liân yapılmadığı içindir. Çünkü liân kepazeliği kendinden def için kadının hakkıdır. Musannıfın muradı sarîh zinâ sözüyle kazf ettiği zaman kadının had istediğini anlatmaktır. Çocuğu nefy etmek suretiyle kazf de bulunmuşsa haddi istemek kocasının da hakkıdır.



"Veya nefy edilen çocuk isterse" Sözü kalem hatasıdır. Ben başkasının bunu söylediğinî görmedim. İbârenin doğrusu: "Yahut çocuğu nefy eden kimse isterse" şeklindedir. Feth'in îbâresi şöyledir: "Kadının istemesi şarttır. Kazf çocuk nefy edilmekle yapılmışsa bunun hilâfınadır. Zira şart erkeğin istemesidir, Çünkü çocuğu ondan olmadığını nefy edecek bir şahsa muhtaçtır."



Zeylaî'nin ibâresi: "Kadının mutlaka istemesi lâzımdır. Meğer ki kazf çocuğun nefyi ile yapılmış olsun. Çünkü erkeğin istemeye hakkı vardır ilh..." şeklindedir. Bunun bir misli de az yukarıda Bahır'dan naklen zikrettiğimizdir. Şübhesiz ki "istemesi" kelimesindeki zamir çocuğa değil kazf edene râcidir. Evet, çocuk kazf edenin oğlu değilse anne de ölmüşse kazf haddi vâcib olmak için çocuğun istemesi şarttır. Aksi takdirde kadının istemesi şarttır. Nitekim bâbında gelecektir. Sözümüz Iiânın vücubunun şartı olan isteme hususundadır. Kadın öldükten sonra bu olmaz. Bu açıktır. Sonra gördüm ki Rahmetî bu söylediklerimîzin bazısına işarette bulunmuştur.



"Velevki af ettikten sonra olsun." Yani affetmekle sâkıt olmaz. Lâkin afla beraber had vurulmaz. Bu af sahih olduğu için değil istek terk edildiği içindir. Hatta kazf edilen kimse döner de kazfeden için had isterse hâkim ona afv ile birlikte had vurur. Nitekim Bahır'da kazf haddi bâbında buna tenbih olunmuştur.



"Kazf, kısas ve kul haklarında hakkı ibtal etmez." Geri kalan hadler bunun hilâfınadır. Kaza bahsinde inşaallah gelecektir ki, sultan hâkimi on beş sene sonra dâvâ dinlemekten nehy ederse sahih olur ve dâvâyı o hâkimin dinlemesi sahih olmaz. Ama bu hasım inkâr ettiğine ve terk bir özürden dolayı yapılmadığına göredir. Aksi takdirde sahih olur. Şübhesiz ki o dâvâyı dinlemekten yasak etmesi hakkı ıskât etmez. Bilâkis hak dünyada ve âhirette bâkîdir. Onun için sultan bundan sonra dâvânın dinlenmesine izin verirse hak sâbit olur.



"Yani zinâ isnadında bulunduğunu ikrar eder ilh..." Sözü liânlaşır ifadesinin kaydıdır. Aynı zamanda bu söz Kocasının ısrarıyla, kadının zinâsına veya zinâyı ikrarına yahut kocasını tasdikine beyyine getirmekten âciz kalmasıyla da kayıdlıdır. Tamamı Bahır'dadır.



"Veya isnadı beyyineyle sâbit olursa hüküm budur." Beyyine iki erkektir, bir erkekle iki kadın değildir. Bahır. Hâkim Kâfîsi'nde bunu: Çünkü hadlerde kadınlar için şâhidlik hakkı yoktur. Bu da şâhidliklerdendir." şeklinde ta'lil etmiştir. Şu halde Nehir'in ve ona uyarak Dürr-ü Müntekâ'nın: "Yahut bir erkekle iki kadındır." ifadeleri kalem hatasıdır.



"Yemîn ettirilmez." Çünkü bu kâfi bir haddir. Yani yemin ettirmenin faydası yeminden yüz çevirmektir. Bu da manen ikrardır,sarîh değildir. Bunda şübhe vardır. Şübheyle had vurulmaz.



"Hapsolunur ilh..." İbn-i Kemâl diyor ki: "Burada ikinci bir sınır vardır ki, hapis onunla nihayet bulur. O da kadının talâk veya başka bir şeyle o adamdan bâin olmasıdır. Bunu Serahsî Mebsût'ta zikretmiştir." Bu mânâ musannıfın evvelce: "Liânın şartı evliliğin devamıdır." demesinden anlaşılmıştı. Şürunbulâliyye.



"Had vuruluncaya kadar" ifadesinde mücerred kabul etmemekle had vurulmayacağına delâlet vardır. Ulemadan bazıları şazz olarak buna muhalefet etmişlerdir. Nehîr.



"Çünkü dâvâcı kocasıdır." Sözü kadının sonra lian yapmasının illetidir.



"Sonra kadın tekrarlar." Tâ ki liân meşru tertibi üzere yapılmış olsun. Bunu Bahır sahibi İhtiyar' dan nakletmiştir. Zâhirine bakılırsa bu vâcibtir. Lâkin başka yerde şöyle demiştir: "Gâye'de bildirildiğine göre tekrarı vâcib değildir. Yalnız sünnette hata etmiştir. Fetih sahibi vecih budur diyerek bunu tercih etmiştir. İmam Mâlik'in kavli de budur." Bu ifadenin bir misli de Şürunbulâliyye'dedir.



"Kadına had vurulmaz." Kudûrî'nin bazı nüshalarında kadına had vurulur denilmişse de yanlıştır. Çünkü bir defa ikrarla bile had vâcib olmaz. O halde bir defa tasdikle nasıl vâcib olabilir! Bahır ve Zeylaî.



Ben derim ki: şöyle cevap verilebilir: Kudûrî'nin tasdikten muradı zinâyı ikrardır. Mücerred kadının tasdik ettim sözü değildir. Bâbında anlattıklarına güvenerek tekrar etmemiştir. Hâkim'in Kâfî'deki şu sözü de ona işaret etmektedir: "Kadın hâkimin yanında kocasını tasdik ederek doğru söyledi der ve ben zinâ ettim demezse, bunu dört ayrı meclisde dört defa tekrarladığı takdirde kendisine zinâ haddi vurulmaz. Lîân da bâtıl olur. Bundan sonra ona zinâ isnadında bulunana da had vurulmaz."



METİN



Neseb de nefy edilmiş olmaz. Çünkü o, çocuğun hakkıdır. Onu ibtal hususunda karı-koca tasdik edilmezler. İkisi de kabul etmezlerse hapsolunurlar. Bahır sahibi bunu kadının affetmediği surete yorumlamıştır. Nehir sahibi îse kocası kabul etmedikten sonra kadının hapsedilmesini müşkil görmüştür. Çünkü o takdirde kadına vâcib değildîr. Koca köleliğinden veya küfründen dolayı şâhidliğe yaramaz da kazf için ehil olursa yani âkıl bâliğve dili söylerse kendisine had vurulur.



Kaide şudur: Erkek tarafından gelen bir mânâdan dolayı liân sâkıt olursa kazf sahih olduğu takdirde had vurulur. Aksi takdirde ne had vardır ne de liân. Koca şâhid olmaya yarar fakat kadın yaramaz veya kendisine kazfte bulunanlara had vurulmayanlardansa kocasına had yoktur. Ona ecnebî bîri kazfetmiş gibi olur. Liân da yoktur. Çünkü liân haddin halefidir. Lâkin bu kapıyı kapamak için ta'zir olunur. Bu söz mefhumu tasrihtir.



İZAH



"Neseb de nefy edilmiş olmaz." Çünkü neseb ancak liânla nefyedilir. O da bulunmamıştır. Bununla anlaşılır ki Vikâye ve Nikaye şerhlerindeki: "Kadın kocasını tasdik ederse neseb nefyedilmîş olur." sözü doğru değildir. Nitekim Dürer ve Gurer şerhinde tenbih edilmîştir. Bahır. İleride gelecektir ki nefyin şartları altıdır. Onlardan biri de liândan sonra hâkimîn ayırmasıdır.



"Çünkü o takdirde kadına vâcib değildir." Yani kocası kabul etmeyince kadına vâcib olmaz. Zira kadına ancak kocasının liânından sonra vâcib olur. Ondan önce vâcib olan bir haktan kaçınmak sayılmaz. Nehir. Tahtâvî buna şöyle cevap vermiştir: "Karı-koca dâvâya çıktıktan sonra liânı yürütmek şeriatın hakkı olmuştur. Kadın affetmeyip imtina gösterince hapsedilir. Yalnız kocasının imtina etmesi bunun hilâfınadır. O zaman kadın hapsedilmez. "Rahmetî de şu cevabı vermiştir: "Maksad karı-kocanın bir anda imtina etmeleri değildir. Bilâkis murad erkeğin istenildikten sonra imtina'ı, kadının da erkeğin liânından sonra imtina'ıdır." Böylece Rahmetî meseleyi metindeki şekline çevirmiştir. Doğrusunu Allah bilir.



"Koca köleliğinden" Yahut kazf haddi vurulduğundan dolayı şâhidliğe yaramazsa demektir. Bahır.



"Veya küfründen dolayı..." Bu evvela kadın müslüman olup kocası kendisine müslümanlık arzolunmadan ona kazfetmekle olur. Bahır



"Ve dili söylerse ilh..." had vurulur. Fakat küçük çocuk, deli veya dilslz olursa had ve liân yoktur. Minah. Çünkü böylesinin kazfı sahih değildir.



"Erkek tarafından gelen bir mânâdan dolayı" Meselâ erkek köleliğinden dolayı veya benzeri bir sebeble şâhidliğe yaramazsa demektir. Fakat kadın tarafından gelen bir mânâdan dolayı liân sâkıt olursa, cevabı musannıfın ifadesinde gelen: "Ne had vardır ne lian.." sözüdür. Şimdi liânın her ikisi tarafından gelen bir mânadan dolayı sukûtu meselesi kalır. Meselâ karı-koca kazf haddi yemişlerse bu mesele birincîsi gibi olur. Çünkü liân koca tarafından gelen bir mânâdan dolayı sâkıt olmuştur. Zira başlamak kocadan olmuştur. Onunla birlikte kadın tarafı mu'teber değildir. Nitekim Cevhere'de beyan edilmiştir. Tamamı az ileride gelecektîr.



"Kazf sahih olduğu takdirde" Meselâ erkek âkıl bâliğ ve konuşur olursa had vurulur.



"Ne had vardır ne de liân..." Liânın nefyi te'kid içindir. Çünkü sözümüz liânın sukûtu hakkındadır.



"Fakat kadın yaramazsa" Yani şâhidlik için yaramazsa demektir. Şârihin bu kelimeyi ziyade etmesi kazf haddi vurulan kadına da şâmil olsun diyedir. Musannıfın "Çünkü bu kadın kazf edenine had vurulanlardan değlidir." Sözünde o dahil değildir. Bahır sahibi böyle demiştir. Eğer bu ziyade olmasaydı musannıfın sözünden kadına had vurulur mânâsı anlaşılırdı. Halbuki vurulmaz. Nitekim beyanı gelecektir.



"Kocasına had yoktur." Çünkü had vurmanın şartı ihsandır. (İhsan lügatta: muhkem yapmak, kal'a gibi oturtmak mânâsınadır.) İhsan kadının Müslüman, hür, âkıl bâliğ ve afif olmasıdır. Nitekim geçmişti. Liânın şartı ihsan ve şâhidliğe ehil olmakdır. Kadın muhsane (ihsanlı) olmazsa ne had vardır ne liân! Çünkü ortada ihsan yoktur. Ama muhsane olup kendisine kazf haddi vurulmuşsa liân yoktur. Çünkü şâhidliğe ehliyet kalmamıştır. Had dahi vurulmaz. Çünkü liân kadın tarafından gelen bir mânâ sebebiyle sâkıt olmuştur. Hâsılı kadın kâfir, cariye, küçük veya deli olursa ihsan olmadığı için had vurulmadığı gibi yine bu mânâdan dolayı bir de şâhidliğe ehliyeti olmadığından Iiân da yoktur. Kadın iffetli değilse ihsan olmadığı için yine liân sâkıttır. Bir de erkek sözünde sâdıktır. Kadın iffetli ve had vurulmuş ise bildiğin sebeble had ve liân sâkıttır. Bu yeri böyle izah gerekir.



"Ecnebi biri kazfetmiş gibi olur." Bu had vurulan iffetliden başkası hakkındadır. Had vurulan iffetli hakkında ise kazfedilen ecnebîye had vurulur. Nitekim Şürunbulâlîyye'de belirtilmiştir. Bir sebebten dolayı kocadan haddin sukutu ecnebîde mevcud değildir.



"Çünkü liân haddin halefidir." Dürer'de böyle denilmiştir. Fakat doğru ta'lil yukarıda arz ettiğimizdir. Zira bu had vurulan iffetli kadında zâhir değildir. Onun hakkında liân hadde tâbi olarak sukut etmiş değil aksinedir. Meğerki şöyle denilsin: Çünkü o sözündeki zamir hadde; halefidir sözündeki zamir de liâna râcidir. Şuna binaen ki, kocanın kazfinde asıl vâcib olan liândır. Had vurmak onun halefidir. Yani liân sâkıt olursa mâni bulunmadığı takdirde had vâcib olur, İbn-i Kemâl'in sözünde bu te'vile delâlet vardır.



"Ta'zir olunur." Yani ta'zir vâcibdir. Çünkü kocası kadına eziyet etmiş, onun namusunu lekelemiştir. Bahır'da böyle denilmîştir. Bunun zâhirine bakılırsa iffetli olmayan kadın hakkında tazir vâcibdir. Bunu Ebus-sûud söylemiştir. Şöyle de denilebilir: Kadının namusunu lekeleyen kadının kendisidir. T.



Ben derim ki: Kadın bunu âşıkârelemişse bu zâhirdir. Aksi takdirde adam kadının isteği ile ta'zir olunur. Çünkü kötülüğü meydana çıkarmıştır.



"Mefhumu tasrihtir." Yani "Ecnebî kadın hakkında haddi icab eden kazf" sözü ile "Karı-kocaşehâdeti edâya yararlarsa" sözlerinin mefhumunu tasrihtir. Çünkü şehâdete yararlarsa sözü iffetli olmayan kadından ve bir de şehâdeti edâya yaramayan kocadan ihtirazdır. Yahut bunun aksidir.



TETİMME: Bahır sahibi diyor ki: "Musannıf karı-kocanın ikisi de şehâdeti edâya yaramazlarsa meselesine açıkça temas etmemiştir. Ama evvela liân yoktur diye şart koşmasından anlaşılmıştır.



Hadde gelince: Karı-koca ikisi de küçük veya deli yahut kâfir yahut memlûk olurlarsa had vâcib olmaz. İkisi de kazf haddi yemişlerse vâcibdir. Çünkü liân erkek tarafından gelen bir mânâdan dolayı imkânsızdır. Kezâ kocası köle, karısı had vurulanlardan ise yine vâcib olur. Çünkü iffetli kadına kazfte bulunmak haddi mûcibtir. Velev ki kadın had vurulanlardan olsun.



METİN



İhsan kazf zamanında mu'teberdir. Kadın cariye veya kâfir iken ona kazfeder de sonra Müslüman olur veya âzâd edilirse had ve liân yoktur. Zeylai. Liân vâcib olduktan sonra talâk-ı bâinle sukut eder ve artık kadın başka kocaya varsa da liân dönmez. Çünkü sâkıt olan bir şey geri dönmez. Kezâ kadının zinâ etmesiyle, şübheyle cima ve dinden dönmesiyle de sâkıt olur. Bir daha müslüman olsa da geri dönmez. Kazf şâhidinin ölümü ve kaybolması ile de sâkıt olur. Fakat şâhidin kör veya fâsık yahut mürted olmasıyla sukût etmez. Bir adam karısına sen küçük kız iken zinâ ettin yahut deli iken zinâ ettin der de delilik mâlum olursa liân yok-tur. Çünkü liânı yerine isnad etmemiştir. Sen zimmî iken veya cariye iken zinâ ettin veya kadının yaşı daha küçük olduğu halde sen kırk sene evvel zinâ ettin demesi bunun hilâfınadır, lânetleşirler. Çünkü liân münhasırdır. Fetih. Liânın şer'î sıfatı kîtab ve sünnetten nassın vasfettiği gibidir. Karı-koca lânetleşirlerse velevki ekserisini yapsınlar kadın hâkimin ayırması ile kocasından bâin olur. Huzurunda liân yapılan hâkim ayırmadan karı-koca birbirlerine mirâsçı olurlar.



İZAH



"İhsan kazf zamanında mu'teberdir." Bu sözden ve "Kezâ kadının zinâsı ile sâkıt olur." Demesinden anlaşılır ki, kazf zamanından lânetleşme yapılıncaya kadar ihsanın devam etmesi şarttır. T.



"Talâk-ı bâinle sukût eder." Beynunetle sukût eder deseydi talâk veya fesh yahut ölümle ayrılma hallerine şâmil olurdu. Hâkim'in Kâfîsi'nde şöyle denilmektedir: "Bir adam karısına kazfeder de sonra kadın ondan talâk veya başka bir sebeble ayrılırsa o adama had ve liân yoktur. Çünkü onun haddi liân idi. Ayrıldıktan sonra liân kalmadığı için had vurulmaya da dönüşmez. Adam kendini yalanlasa da had vurulmaz. Sen üç defa boşsun ey orospu derse ona had vurulur. Ama ey orospu sen üç defa boşsun derse had ve liân lâzım gelmez." Yaniayrılık lian vâcib olduktan sonra hâsıl olduğundan bir şey lâzım gelmez demek istiyor.



"Kazf şâhidinin ölümü ile ilh..." Yani şâhid bu adam zinâ isnadında bulundu diye şâhidlik edip hâkim de doğruladıktan sonra ölür veya kaybolursa, hâkim o şehâdetle hüküm vermez. Fetih ve Câmide şöyle denilmiştir: "iki şâhid doğrulandıktan sonra ölür veya kaybolurlarsa liânla hüküm verilmez. Malda ise hüküm verilir. Şâhidlerin kör veya fâsık olmaları, dinden dönmeleri bunun hilâfınadır. Karı-koca arasında Iiân yapılır."



Ben derim ki: Farkın vechi şu olsa gerektir: Had şübheyle vurulmaz. Hâkimin hükmünden önce şahîdin şehâdetinden dönme ihtimali vardır ki, bu bir şübhedir. Şâhid hayatta ve hazır olduğu müddette bu ihtimal mevcuddur. Ne zaman hâkim onun şehâdetiyle hüküm verîr de şâhid de dönmezse ihtimal ortadan kalkar. Hâkimin hükmünden sonra bu ihtimal yersiz kalır. Çünkü hak mahkeme kararıyla kuvvet bulmuştur. Fakat şâhid ölür veya kaybolursa hâkim onun şehâdetiyle hüküm veremez. Çünkü şahid hayatta ise mahkeme kararından önce dönüp gelmesi ihtimali vardır. Şu da var ki, had vurmak için iki şâhid bulunmasını şart koşmak söz götürür. Bundan Şürunbulâliyye'nin hırsızlık haddi bâbında bahsedilmiştir. Oraya müracaat edebilirsin. O bâbta inşaallah kitabımızda da gelecektir.



"Liân yoktur." Had de vurulmaz. Çünkü ihsan yoktur. "Çünkü liânı yerine isnad etmemiştir." Yani o adam zinâ isnadında bulunmuştur. Zinânın mahalli ise âkıl bâliğ olan kadındır, Feth'in ibâresi: "Halen kazf sayılmaz. Çünkü kadının fiili zinâ ile vasıflanmaz." şeklindedir.



"Çünkü liân münhasırdır." Yani liân konuşma zamanına münhasır olarak vâkidir Geçmişe istinad edemez. Çünkü kadın zimmîyye veya carîye iken zinâ ile vasıflanabilir. Bu suretle kendisine kepazelik lahîk olur. Kırk sene evvel demesi de böyledir. Velevki kadının yaşı daha küçük olsun! Çünkü bu söz zinânın eskiliğînden mubalegadır.



"Kitab ve sünnetten" Sözü nass-ı şer'îyi beyandır. Bununla Bahır'ın şu ifadesine hâcet kalmamıştır: "Zâhire bakılırsa sıfatla rüknü yani mahiyeti kasdetmiştir. Çünkü sünnet vecihle sıfatını nass beyan etmemiştir." Liân şöyle yapılır: Hâkim karı-kocayı karşı karşıya durdurur ve kocaya liân yap der. O da: Eşhedübillâh (Allah'a şehâdet ederim ki) ben bu kadına isnad ettiğim zinâda doğruyu söyleyenlerdenim der. Beşinci defa tekrarladığında: Eğer ona isnad ettiğim zinâda yalan söyleyenlerden isem Allah'ın lâneti üzerime olsun! der ve sözünün her defasında kadına işaret eder. Sonra kadın da dört defa: "Allah'a şehâdet ederim ki, bu adam bana isnad ettiği zinâda yalancılardandır." der, beşinci defasında: "Eğer bana isnad ettiği zinâda doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabı üzerime olsun." ifadesini söyler. Nehir'de böyle denilmiştir. H.



T E N B İ H : Liânın meşru olması muayyen bir yalancıya bedduâda bulunmanın câiz olmasını gerektirir. Çünkü kocanın: "Yalancılardan isem Allah'ın lâneti üzerime olsun" Sözüyalan söylediği takdirde kendi aleyhine lânet duâsıdır. Sözünü yalancılardan isem diye tâlik etmesi o adamı muayyen olmaktan çıkarmaz.



Evet, şöyle denilir: Liânın meşru olması o odamın doğru söylediğine göredir. Yalan söylerse lânet etmesi helâl değildir. Bahır'da câiz olduğuna delâlet eden sözler vardır. Şu sebeble ki, Gâyetü'l-Beyân'ın iddet bahsinde: "Bizim zamanımızda mubâhele meşru'dur. Mubâhele liân yapmaktır. Eskiden insanlar bir şeyde ihtilâf ettiler mi: "Hangimiz yalan söylediyse Allah'ın behlesi (lâneti) onun üzerine olsun." derlermiş. Biz bu hususta ric'at bâbında söz etmiştik.



"Hâkimin ayırması ile" Yanı Tarafeyn'e göre hâkimin ayırmasiyle bir talâk-ı bâin meydana gelir. Ebu Yusuf: "Bu ebediyyen haram kılmaktır." demiştir. Hidâye.



"Birbirlerine mirâsçı olurlar." Çünkü hâkim ayırmadıkça kadın o adamın karısıdır. Kâfî. Evet, cima ve mukaddimeleri ayırmadan da haram olur. Nitekim geçmişti. İleride de gelecektir. Sonra bu mesele mefhum üzerine tefridir. Mefhum şudur: Hâkim ayırmadan önce sırf liân ile ayrılık olmaz. Sa'diyye'de Kifâye'den nakledilen şu mesele dahi bunun fer'lerindendir: "Kocası kadını bu haldeyken boşarsa bir talak-ı bâin meydana gelir ve kezâ kendini yalanlarsa nikâh tazelemeden cimada bulunması helâl olur." İmam Şâfiî'ye göre ise liânın kendisiyle olur. Şâfiî ile bu husustaki sözümüz Fetih'de yeterince beyan edilmiştir. Bu mesele hâkimin hükmü şart kılınan yerlerden biridir. Bunları Minah sahibi manzum şekilde sıralamıştır. Talâk bahsinde geçmişti.



METİN



Karı-koca ayrılmaya razı olmasalar bile hâkim onları ayırır. Şümunnî. Liân ehliyeti ortadan kalkarsa bakılır: Şayet delilik gibi geçmesi ümidi varsa araları ayrılır. Aksi takdirde ayrılmaz. Karı-koca liân yaparlar da birisi kaybolur ve ayırmak için vekâlet verirse araları ayrılır. Tatarhâniyye. Bundan şu anlaşılır ki, tevkil etmezse beklenir. Hâkim aralarını ayırmaz da makamından azledilir veya ölürse ikinci hâkim lianı yeniler. İmani Muhammed buna muhâliftir. İhtiyar. Karı-kocadan her biri liânın ekserisini yaptıktan sonra hâkim hata ederek aralarını ayırırsa sahih olur. Azını yaptıktan yani bir veya iki defa söyledikten sonra ayırırsa sahih olmaz. Erkek liânı yaptıktan sonra kadın liânını yapmadan aralarını ayırırsa hükmü geçerli olur. Çünkü bu içtihad götüren meselelerdendir. Tatarhâniyye. Bahır sahibi bunu Hanefî olmayan hâkim diye kayıdlamıştır. Hâkim Hanefî ise hükmü geçerli değildir. Liândan sonra hâkim ayırmadan o ka dınla cimada bulunmak kocasına haramdır. Sebebi yukarıda geçti. Kadına iddet nafakası vardır. Kocası hayatta olan bir çocukla kazf yapmışsa hâkim o çocuğun nesebini babasından silerek annesinin üzerine yazar. Ama bunun için nikâhın sahih olması ve liân cereyan ettiği zaman çocuğun ana rahminde olması şarttır. Hatta kadın cariye veya kitabîyye iken gebe kalır da sonra âzâd edilir veya Müslüman olursa lânetleşmeolmadığı için çocuğun nesebi silinmez. Nesebi nefyetmenin altı şartı vardır ki bunlar Bedayı'da sıralanmışlardır. Kitabımızda da ileride gelecektir.



İZAH



"Liân ehliyeti ortadan kalkarsa ilh..." Bu mesele dahi hâkim ayırmadan ayrılma olmayacağının fer'lerindendir.



"Araları ayrılır." Çünkü ihsanın dönmesi ümidi vardır. Fetih.



"Aksi takdirde ayrılmaz." Yani liân ehliyeti geçmesi ümid edilmeyen bir şeyle ortadan kalkar, meselâ adam kendini yalanlar yahut karı-kocadan biri bir insana kazfte bulunarak kendisine kazf haddi vurulursa yahut kadın haram olarak cima edilirse veya karı-kocadan biri dilsiz olursa oraları ayrılmaz. Fetih.



"Beklenir." Çünkü aralarını ayırmak bir hükümdür. Gaib aleyhine sahih olamaz. Rahmeti.



"imam Muhammed buna muhâliftir." Ona göre yenilemez. Çünkü liân had yerine geçer ve hakikaten had vurmuş gibi olur. Buna ise hâkimin azli veya ölümü tesir etmez. Şeyhayn'ın delilleri şudur: Geçerliliğin tamamı ayırmakta ve işe son vermektedir. Bundan önce o iş son bulmaz. Binaenaleyh yeniden yapılması icab eder. İhtiyar' da böyle denilmiştir. Bundan şu anlaşılır ki, karı-kocayı birbirinden ayırmadan önce cima haram olmaz. Bunun hilâfı da gelecektir. Ondan anlaşılan da kadının ikinci hâkimin huzurunda mutlaka liân istemesi lâzım gelmesidir» Araştırılmalıdır.



"Ekserisini yaptıktan sonra" Meselâ her biri üçer defa lânet ettikten sonra ayırılırsa sahih olur. Yalnız sünnette hata etmiştir. Kâfî.



"Çünkü bu içtihad götüren meselelerdendir." İmam Şâfiî (R.) yalnız kocanın liâniyle araları ayrılabileceğine kâildir. Nehir'de böyle denilmiştir. H.



Ben derim ki: Biz hul'da ve zıhâr bâbının başında içtihad götüren kelimesinin manâsını arzetmiştik. Bunu düşünürsen anlarsın ki, sırf müçtehidlerin arasında hilâf vuku bulmakla meselenin içtihad götürmesi sâbit olmaz.



"Hanefî olmayan hâkim diye..." Hanefî olmayan hâkimden murad ya kendi içtihadıyla câiz görendir yahut Şâfiî gibi bir müçtehidi taklid edendir.



"Hâkim Hanefî ise hükmü geçerli değildir." Yani mu'temed kavle binaen geçerli olmaz demek istiyor. Mu'temed kavil hâkimin kendi mezhebi hilâfına hüküm verememesidir. Bahusus zamanımızın hâkimleri ki, Ebû Hanife'nin en sahih kavliyle hüküm vermeye memurdurlar.



"Cima'da bulunmak" Kezâ cima'ın mukaddimeleri haramdır. T.



"Sebebi yukarıda geçti." Yani hadîs-i şerifte: "Liân yapan karı-koca ebediyyen biraraya gelemezler." buyurulmuştur. H.



"Kadına iddet nafakası vardır." Yani liân yaparak kocasından ayrılan kadına iddet nafakasıve mesken vardır. iki seneye kadar bir çocuk doğurursa nesebi o adama lâzım gelir. Kadının üzerinde iddet yoksa altı aya kadar nesebi ondan sâbit olur. Nitekim Kâfî'de bildirilmiştir.



"Hayatta olan bir çocukla" Kazf ederse çocuk annesinin üzerine yazılır. Fakat çocuk öldükten sonra benden değildir diye nefy ederse liân yapar. Nesebi babasından kesilmez. Kezâ kadın biri ölü biri diri iki çocuk doğurur da kocası bunları nefy ederse yahut çocuklardan biri liândan önce ölürse hüküm yine budur. Nitekim gelecektir.



"Hâkim o çocuğun nesebini babasından siler." Yani hâkimin aranızı ayırdım dedikten sonra mutlaka: "Bu çocuğun nesebini bu adamdan kesdim." demesi lazımdır. Nitekim bu imam Ebu Yusuf'tan rivâyet olunmuştur. Mebsût'ta: Sahih olan budur. Çünkü ayırmaktan zaruri olarak nesebini nefy etmek lâzım gelmez. Nasıl ki ölümden sonra araları ayrılır fakat neseb nefy edilmez." Bunu Nihâye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.



"Annesinin üzerine yazar." Nefy için bu lâzım değildir. Bu söz te'kid makamında söylenmiştir. Bunu Nehir sahibi Nihâye'den nakletmiştir.



"Nikâhın sahih olması..." Bu şartla bundan sonrakini Bahır sahibi Bedâyı'da zikredilen altı nefy şartı üzerine ziyade etmiştir. Şârihin bu iki şartı altı şartla beraber saymaması bunların asaleten şartlarıdır. Nitekim Nehir sahibi söylemiştir. Şu halde bunlar vasıta ile nefyin şartlarındandır. Lâkin ikincisi birinciye hâcet bırakmaz.



"Lânetleşme olmadığı için çocuğun nesebi silinmez." Çünkü hâkim çocuğun nesebini ana rahminde kalma vaktine istinad ederek silmiştir. Halbuki annesi o vakit liân ehlinden değildir. Liânsız ise neseb nefy edilmez.



"Altı şartı vardır." Bunlar:



1) Karı-kocayı ayırmak,



2) Doğum zamanında veya doğumdan bir yahut iki gün sonra olmak,



3) Erkeğin önceden çocuğu velev delâleten ikrar etmemesi,



4) Karı-koca ayrılırken çocuğun hayatta olması,



5) Ayırdıktan sonra kadının bir batından diğer bir çocuk doğurmaması.



6) Çocuğun şer'an sübutuna hüküm verilmemîş olmasıdır. Meselâ kadın bir çocuk doğurur da kocası meme emen o çocuğun üzerine yuvarlanarak çocuk ölür, diyeti babanın âkılesine hükmedilir. Sonra baba çocuğun nesebini nefyederse hâkim karı-koca arasında liân yaptırır ve çocuğun nesebini kesmez. Çünkü diyetini babanın âkılesi ödeyecek diye hüküm vermek çocuğun ondan olduğuna hükümdür. Bundan sonra çocuğun nesebi kesilmez. Tamamı Bahır'dadır,



"İleride gelecektir." Musannıfın: "Hayatta olan çocuğu nefy ederse ilh..." dediği yerde gelecektir. Fakat orada zikredilenler hepsi değil ekserisidir.



METİN



Koca kendini yalanlarsa -nefyedilen çocuk mal bırakıp da babası nesebini iddia etmek suretiyle- velev delâleten olsun kazf için had vurulur. Kendini yalanladıktan sonra had vurulsun vurulmasın o kadını nikâh edebilir. Başka kadına kazfte bulunur da kendisine had vurulursa yahut kadın kendisini tasdik ederse veya kadın zinâ ederse kendisine had vurulmasa bile onunla evlenmesi câizdir. Çünkü iffet gitmiştir. Hâsılı karı-koca yahut ikisinden biri liân ehliyetinden çıkarsa kocası o kadınla evlenebilir. Liân yapıldıktan sonra ayrılmazdan önce karı-koca veya birisi dilsiz olursa liân yoktur. Dilsizlik sonradan ârız olursa hüküm yine budur. Artık ayırma ve had vurma yoktur. Çünkü şübheyle had vurulmaz. Halbuki rükün de yoktur. Rükün şehâdet ederim sözüdür. Onun için yazı ile lânetleşme olmaz. Nitekim hamli nefy etmekle liân yapılmaz. Çünkü kazf zamanında mevcud olduğu yüzde yüz bilinmez.



İZAH



"Koca kendini yalanlarsa had vurulur." Yani liândan sonra yalanlarsa hüküm budur. Liândan önce yalanlarsa bakılır: Yalanlamadan önce kadını boşamışsa hüküm yine budur. Kadını talâk-ı bâinle boşamış da sonra kendini yalanlamışsa had ve lian yoktur. Zeylai. Yani talâk-ı bâinle ayrıldıktan sonra liâna yer kalmamıştır. Binaenaleyh Kâfî'den naklettiğimiz gibi hadde dönmez. Şürunbulâliyye sahibi diyor ki: "Musannıfın kendini yalanlarsa sözü ya liân yapıncaya yahut kendisini yalanlayarak had vuruluncaya kadaf hapsolunur, sözünün yanında tekrar sayılmaz. Çünkü oradaki sözü liândan önceye aiddi. Buradaki ise liândan sonraya aiddir."



"Velev delâleten olsun." Yani yalanlama ister kendi itirafıyla, ister beyyineyle ve isterse delâleten olsun demek istiyor. Nehir.



"Nesebini iddia etmek suretiyle" Yani neseb ve mirâs hususunda tasdik edilmez, kendisine had vurulur. Eğer ölen çocuk erkek veya kız bir çocuk bırakırsa nesebi iddia edenden sâkıt olur, baba da ondan mirâsçı olur. Kâfî.



"Kazf için had vurulur." Yani liân kelimelerinin tezammun ettiği ikinci kazf için had vurulur. Meselâ zinâ şâhidleri şâhidlikten dönerlerse kendilerine had vurulur. Fakat bu birinci kazf için değildir. Çünkü onun mûcebi yapılmıştır. O liândır. Nitekim Bahır sahibi bunu söylemiştir. Rahmetî'nin beyanına göre bu adam kendini yalanladıktan sonra liânın yerinde yapılmadığı anlaşılır. O kazf haddi yerini tutacaktı. Binaenaleyh asla döneriz. Asıl birinci kazfle haddin lâzım gelmesidir.



"Had vurulsun vurulmasın" Kaydıyla şârih Bahır sahibinin: "Zeylaî'nin had ile kayıdlaması tesadüfîdir." sözüne işaret etmiştir.



"Kadın zinâ ederse kendisine had vurulmasa bile" ifadesiyle zinâdan haram cima'ı kasdetmiştir. Velevki şer'an zinâ sayılmasın, Nitekim İsbîcâbî bunu söylemiştir. Bahır. Sonra Hidâye ile Kenz'in ibâreleri: "Yahut kadın zinâ eder de kendisine had vurulursa" şeklindedir.



Fetih sahibi diyor ki: "Bazıları bunun doğru olmadığını söylemişler dir, Çünkü kadına had vurulunca onun haddi recmdir. Binaenaleyh kocasına helâl olması tasavvur edilemez. Bilâkis mücerred zinâ etmekle ehil olmaktan çıkar. Bazıları da zinâ ederse mânâsına gelen "zenet" kelimesini nun'un şeddesi ile "zennet" okumuşlardır ki, başkasını zinâya nisbet etti mânâsına gelir. Kazfin mânâsı da budur. O zaman kadının ilk kocasına helâl olmasının ona had vurulmasına bağlı olması doğru olur. Çünkü bu kazf haddidir. Kelimenin zenet şeklinde okunduğuna göre izahı kazf ve liânın o kadınla cima etmezden önce yapılması, sonra kadının zinâ ederek kendisine had vurulması şeklinde olur ki, o zaman kadının haddi recm (taşla öldürme) değil dayaktır. Çünkü muhsane değildir." Kuhistânî'nin beyanına göre cima edilmiş olan kadında zinâ tasavvur edilebilir. Nitekim Muzmerat'ta buna işaret edilmiştir. Şöyle olur: Kadın dinden dönerek dar-ı harbe kaçar, sonra esir alınarak bir adamın milki olur. Adam da ona zinâ eder. Yine Kuhistânî'de bildirildiğine göre liân ehliyeti zinâ ile değil dinden dönmekle ortadan kalkmıştır. Bahır sahibi rivâyetin "zenet" şeklinde olduğunu söylemiştir. Onun için musannıf had vurmaktan bahsetmemiştir. Şarih de: "Had vurulmasa da" diyerek hadle kayıdlamanın mefhumu zenet rivâyetine göre mu'teber olmadığına işaret etmiştir. Zennet rivâyeti bunun hilâfınadır. Nitekim bunu Nehir sahibi açıklamıştır.



"Çünkü iffet gitmiştir." İfadesi kadın kocasını tasdik ettiği veya kadın zinâ ettiği vakit nikâhın helâl olmasının illetidir. Fakat erkek kendini yalanlar da kendisine had vurulmazsa yahut kazften sonra had vurulursa iffet gittiği için değil liânın yerinde yapılmadığı anlaşıldığı içindir. Nitekim yukarıda arzettik.



"Liân ehliyetinden çıkarsa evlenebilirler." Çünkü ne hakikaten ne de hükmen liân halleri kalmamıştır. Hakikaten kalmamıştır. Çünkü lânetleşmenin hakikatı liân vaktidir. Hükmen de kalmamıştır. Çünkü ehliyet kalmamıştır. Lânetleşme hükmen ehliyetle bâkî idi. Binaenaleyh yukarıda geçen hadîse münafi değildir.



"Çünkü şübheyle had vurulmaz." Bu şübhe birbirlerini tasdik etme ihtimalidir.



"Halbuki rükün de yoktur." Yani dilsizlik liândan önce ârız olduysa liânın rüknü olan söz ortada yoktur.



"Onun için" Yani rükün bulunmadığı yahut şübhe bulunduğu için -ki bu daha zâhirdir- yazı ile lânetleşme olmaz. Çünkü yazı talâk ve emsalinde söz yerini tutar. Lâkin dilsizin işaretinde olduğu gibi bunda da şübhe vardır. Binaenaleyh onunla had vurulmaz.



"Yüzde yüz bilinmez." Fetih sahibi diyor ki: "Zira şişkinlik veya su olması ihtimali vardır. Bana ailemden birinin yakınlarından birinden naklen haber verdiğine göre kadında hamilelik zuhur etmiş ve dokuz ay sürmüş. Kadınlar bundan şübhe etmemişler. Hatta kadın çocuk elbisesi hazırlamış, sonra kadını doğum sancısı tutmuş ve ebe kadın yanına oturarak sıkmaya başlamış, her sıktıkça su döküyormuş, fakat hiç bir şey doğmamış. Kadın bomboş kalkmış gitmiş. Gebelikle mirâs ve vasiyet meselelerine gelince: Bunlar ancak çocuk yerinden ayrıldıktan sonra haml için değil çocuk için sâbit olurlar. Âzâd etmek şarta tâlikı kabul eder. Çocuğun âzâdlığı ma'nen muallaktır. Satılan cariyenin hamille iadesine gelince: Burada gebelik zâhirdir. Bunun yel olması şübhedir. Şübheden dolayı kusurlu malı iade etmek yasak değildir. Ama şübheyle liân yasaktır. Çünkü liân hadler kabîlindendir. Neseb şübheyle sâbit olur, fakat kusura kıyas edilmez."



METİN



Kadın az müddette doğurmak suretiyle hamlin yüzde yüz çocuk olduğunu anlarlarsa kocası sen hamile isen şöyle olsun demiş gibi olur. Kazfin şarta tâliki sahih değildir. Koca sen zina ettin, bu hamil de ondandır derse lânetleşirler. Çünkü bu açık kazftir. Hâkim hamli nefy etmez. Çünkü doğmadan onun aleyhine hüküm verilemez. Peygamber (S. A.V.)'in hilâlin çocuğunu nefy etmesi vahy ile bildiği içindir. Diri çocuğu tebrik zamanında -ki müddeti adeten yedi gündür- ve doğum âleti satın alırken nefyetmek sahihtir. Ondan sonra sahih değildir. Çünkü delâleten onu ikrar etmiş sayılır. Kocası yokken doğurmuşsa kocasının bildiği hali kadının doğurduğu hal gibidir. Sahih olsun olmasın ikisinde de liân yapar. Çünkü kazf mevcuddur. Çocuğu nefyetmekle liân tehakkuk eder. Ama nesebi nefyedilmez. Şu halde musannıfın yukarda geçen: "Hâkim nesebini nefy eder." sözü ıtlakı üzere değildir. İki ikizden birinciyi» nefy eder de ikinciyi ikrarda bulunursa dönmediği takdirde kendisine had vurulur. Çünkü kendi yalanlamıştır. Aksini yaparsa dönmediği takdirde liân yapar. Çünkü çocuğu nefy etmekle kadına kazfte bulunmuştur.



İZAH



"Yüzde yüz çocuk olduğunu anlarsa ilh..." Sözü İmameyn'in kavline cevabdır.



"Vahy ile bildiği içindir." Yani Peygamber (S.A.V.) kadının hamile ol-duğunu Allah'tan gelen vahy ile bilmiştir. Maksad İmameyn'in kavillerine cevap vermektir. Onlar: "Kadın hamlin az müddetinde doğurursa liân yapılır." demişlerdir. Bu söz şâfiî'ye de cevabdır. Ona göre doğurmazdan önce liân yapılır. Ama bu cevap hilalin karısına: "Hami benden değildir." diye kazfte bulunduğu teslim edildiğine göredir. Halbuki imam Ahmed b, Hanbel bunu kabul etmemiştir. Ona göre Hz. Bilâl karısına zinâ isnadında bulunmuş ve: "Şerik b. Sahmâ'yı karnının üzerinde onunla zinâ ederken buldum." demiştir. Şu da var ki, onların doğumdan önce liân yapmaları Sahiheyn'deki rivâyete aykırıdır. Sahiheyn'de doğurduktan sonra liânyaptıkları bildirilmektedir. Binaenaleyh deliller çatıştığı için muayyen olarak biriyle istidlal edilemez. Tamamı Fetih'dedir. Lâkin orada Peygamber (S.A.V.)'in çocuğu doğmadan nefy ettiği zikredilmemiştir. Şârihin sö-zü Nehir'e tebean nefyini iktiza etmektedir. Fetih'de olan şudur: "Rasûlüllah (S.A.V.): Kadına bakın. Çocuğu şöyle doğurursa Bilâl'indir, böyle doğurursa Şerik'indir, buyurdu. Kadın doğurdu ve çocuk annesine verildi. Onu Şerik'e en ziyade benziyen bir insan olarak doğurmuştu."



"Müddeti âdeten yedi gündür." Sözüyle bunun muayyen bir zamanı olmadığına işaret etmiştir. Nitekim zâhir rivâyet de budur. İmam-ı Azam'dan bir rivâyete göre üç günle, imam Hasan'ın rivâyetine göre yedi günle takdir edilmiştir. Ama Serahsî bunu zayıf bulmuş: "Reyle mikdar tâyini câiz olmaz." demiştir. Şürunbulâliyye. İmameyn'e göre ise tebrik müddeti nifâs müddetiyle ölçülür. Fetih.



"Doğum âleti" Beşik ve benzeri şeylerdir.



"Ondan sonra sahih değildir." Yani tebriki kabulden veya doğum âletlerini satın alırken sustuktan sonra nefyi sahih değildir. Bu vaktin geçmesi koca tarafından ikrar sayılır. Minah. Fetih sahibi diyor ki: "Bu sükütün rıza sayıldığı yerlerden biridir. Yalnız İmam Muhammed'den bir rivâyete göre cariyenin çocuğu tebrik edilir de sahibi susarsa kabul sayılmaz. Çünkü bu çocuğun nesebi ancak bendendir diye iddia ile sâbit olur. Susmak iddia değlidir. Nikâhlı kadının doğurduğu çocuğun nesebi ise kocasından sâbittir. Onun susması nefy hususundaki hakkını ıskat eder." Ümmü Veledin çocuğu nikâhlı kadının çocuğu gibidir. Çünkü onun firâşı (kadınlığı) vardır. Cariye böyle değildir. Onun firâşı yoktur. Cevhere.



"Kocasının bildiği hali kadının doğurduğu hal gibidir." Ve sanki çocuğu şimdi doğurmuş gibi sayılır. Ebû Hanife'ye göre tebrik kabul edilecek günler müddetinde çocuğu nefy edebilir. İmameyn'e göre ise geldikten sonra nifâs müddeti mikdarınca nefy edebilir. Fetih'de böyle denilmiştlr. Şürunbulâliyye.



"Itlakı üzere değildir." Bilâkis yukarıda geçen altı şartla meşruttur. "İkizden" Murad doğum müddetleri arasında altı aydan az vakit geçen iki çocuktur. Bahır.



"Dönmediği takdirde" Diye kayıdlaması ikinciyi ikrardan döndüğü takdirde liân yapılacağı içindir. H. Rahmetî'nin beyanına göre bu kayıd Bahır, Nehir, Dürer, Minah ve diğer kitablarda zikredilmediği gibi Mültekâ şerhinde de yoktur. Galiba kâtib tarafından yapılma bir hata olacaktır. Çünkü ikinci çocuğu ikrar etmekle birinciyi nefy etmesi hususunda kendini yalanlamıştır. Zira çocukların ikisi de bir menîdendir. Binaenaleyh kazfetmiş olur. Dönmesi haddi ıskat etmez.



"Çünkü kendi kendini yalanlamıştır." Yani ikinciyi ikrar etmekle kendini yalanlamış olur. Bu söz had vurulur sözünün illetidir.



"Aksini yaparsa" Yani birinciyi ikrar edip ikinciyi nefyde bulunursa dönmediği takdirde liân yapılır. Dönerse Iiân yapılmaz, had vurulur. H. Çünkü kendini yalanlamıştır. Bu sahihtir. Yukarda geçene ve yakında ge