Küfrün Sebepleri:

a- Büyüklenme (istikbar),



b- Haddi Aşmak (Taşkınlık),



c- Haset,   



d- Düşmanlık    



e- Utuv ve Tuğyan (Çılgınlık, azgınlık),  



f- İstiğnâ  (Kendini yeterlilik zannı), 



g- Cebbarlık (İnsanın büyüklük taslayarak, kendi kendine yeterliliğini tahakküm biçiminde ortaya koyması)



Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:



“İnsanlar ‘Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun rasulüdür’ deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinî cezalar müstesna; iç yüzlerinin muhasebesi ise Allah'a aittir.”[157]



Küfür ehliyle mücadele esastır. Müslüman, zaman ve şartların durumuna göre savaşmıyorsa bile, onlara en azından “Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza ibadet etmem. Sizin dininiz size; benim dinim bana!” (Kâfirun: 109/1, 6) deyip, onları reddettiğini göstermek zorundadır. “Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylerinize, putlarınıza da yuh olsun! Siz, akıllanmaz mısınız?” (Enbiya: 21/67)[158]      



İslâm kültürünün en önemli kavramlarından biri de ‘küfr’ kavramıdır. İslâmın karşıtıdır.       



İslâmın gönderilişi sebebi, insanların fıtrat dini olan İslâm’dan uzaklaşıp, Allah’ın ‘küfr’ dediği inkâra düşmeleridir veya kendi hevalarına uyarak yanlış yola gitmeleridir.



‘Küfr’, yukarıda geçtiği gibi (bakınız: Kâfir) özel olarak bir şeyin üstünü örtmek, gizlemektir.



Bu bakımdan eşyaya örttüğü için geceye, toprağı örttüğü için çiftçiye kâfir (örten) denmiştir.



Meyva tomurcuğuna ‘kâfûr’, kalça etlerine ‘kâfire’ denilir ki bunlar da ‘küfr’ kelimesinden türemişlerdir.



Yine aynı kökten gelen ‘küfran’ ise, nimeti örtmek, yani nankörlük yapmak demektir. Günahları örten bedele de ‘keffâret’ denilir.



‘Küfr’, din dilinde, imanın zıddıdır yani imansızlıktır. Bir insanın iman etmesi mümkünken, iman etmesi gerekirken iman etmemesidir. Bu çeşit küfr, yalanlamayı, inkârı ve iman ilkelerini ikrar (söylemeyi) terketmek demektir.



Nasıl ki iman, imanın şartlarını, inanç esaslarını zorlama olmadan kalp ile tasdik dil ile ikrar ise, küfr de tam bunun karşıtıdır. İnanç esaslarını kabul etmediğini dil ile söylemektedir veya gönlünden inanmamaktır. İman ilkelerini yalan saymak veya açıktan açığa inkar etmektir.



Başka bir deyişle, Allah’ın varlığını ve birliğini, peygamberliği, Hz. Muhammed’in getirip tebliği ettiği şeyleri inkâr etmek, onları kabul etmemiktir.



İman kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için ‘küfr’ kavramı üzerinde durmak gerekir. İslâmın iman kavramına yüklediği bütün olumlu manaların tam karşıtı ‘küfr’ kavramında vardır.



Esasen ‘küfr’ de bir iman çeşitidir. Yani bir takım insanlar İslâma inanmamayı inanç haline getirirler veya onun yerine bir başka din bulurlar.



Küfre düşene, küfre sapana veya İslâma inanmadığını açıktan açığa söyleyene dinimiz ‘kafir (gerçeği örten)’ demektedir. Bunun çoğulu küffâr, kâfirûn veya kefere’dir. ‘Küfr’ söz ile olduğu gibi fiil (eylem) ile de olabilir. Bir kimse sözüyle, ‘ben islâma, Kur’an’a, Hz. Muhammed’e inanmıyorum veya ben İslâmın dışında başka dinlere inanıyorum’ der. Böylece sözüyle ‘küfr’ içinde olduğunu açıklar. Kimileri de bu sözleri söylemeseler bile, hareketleriyle, mesela putlara taparak da ‘küfr’e düşebilir. İnanç esaslarının bir kısmını inkâr eden, onlarla alay eden veya onları küçümseyen kimseler de ‘küfr’e düşerler. İman bir bütündür, bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek olmaz. Bir insan ben müslümanım dedikten sonra, Kur’an’da olan bütün âyetleri ve Peygamberimizden geldiği kesin olan her şeyi kabul etmek zorundadır.



İslâmın ilkelerini kabul etmeyen, onları aklına sığdırmayan, İslâmın prensiplerin zamana ve çağa uygun görmeyen kimselerin bu tutumu ‘küfr’den başka bir şey değildir. Çünkü düşünerek, aklını kullanarak iman eden kimseler, İslâmın prensipleri noktasında eksik görmezler. İslâm Allah’ın dinidir. İlkeleri ve prensipleri Allah tarafından gönderilmiştir. O prensipleri beğenmemek Allah’ın hükmünü beğenmemektir.



Müslüman olduğu halde ‘küfr’ hali sayılan veya insanı küfre götürebilecek sözleri söyleyen, bunda da ısrar edenlere İslâm mürted diyor. Mürtedin din yönünden hükmü ‘kafir’ sıfatıdır.



İman, Tevhid tertibiyle inanılması gereken bütün inanç esaslarına inanmak ve bu esaslara uymak; ‘küfr’ de bunun karşıtı bir tutum içerisinde olmaktır.



‘Küfr’, bütün sapıklıkları kuşatan genel bir çerçevedir. Küfr; şirk koşmak,, irtidat etmek, tağutluk yaparak Allah’a karşı gelmek, İslâm dışı  dinleri kabul ederek sapıklığa düşmek gibi fiilleri kapsar.  Şirk ve tağutluk  gibi sapıklıklar ‘küfr’ içerisinde olan kimselerin fiillerinin sonuçları ve  bazı görüntüleridir.



Ancak ‘şirk’ konusunda anlatacağımız gibi şirkin özel bir yeri vardır. Şirk, bir nevi Allah’ı kandırmaya kalkışmanın, O’na inanıyor gibi görünüp, O’nun yerine bir sürü tanrılar koymanın adıdır. ‘Küfr’ ise, açıktan bir inkârdır, bile bile Gerçeğin üzerini örtmedir  veya inanmamadır.



İnsan, Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükretmek üzere yaratılmıştır. İnsanın fıtratı dí ilâhí ni’metlere şükretmeye uygundur. İnsan, Rabbini bilmeli, O’na teslim olmalı ve O’nun verdiklerine nasıl şükredilmesi gerekiyorsa öylece şükretmelidir.



Ancak insan unutkan ve haksızlığa meyilli olduğu için, hem ni’metin sahibini unutuyor, hem de haksızlığa kalkışarak başka tanrılara kulluk yapıyor. Elde ettiği mal ve servetle şımarıyor, yeryüzünde kibirleniyor, haddi aşıyor, heva ve hevesine uyarak yoldan çıkıyor. Mal ve dünyalıklarla eline bir güç geçiren kimselerin çoğu azar ve yoldan çıkarlar. Bunlar ya kendi kafalarından uydurdukları tanrılara inanırlar, ya da çıkarlarını sürdürmeye yarayan atalar dinine bağlı kalırlar. Onlara; ‘gelin Allah’ın Dini olan İslâma teslim olun’ denildiği zaman kibirlenerek yüz çevirirler.



Bu gibi kimseler Allah’tan peygamberler vasıtasıyla gelen âyetleri kabul etmezler ve kafir olurlar. Böylece hem ni’metin Sahibine karşı ‘küfran’ gösterirler, nankör olurlar; hem de ilâhí âyetlere karşı inkârcı kesilirler.



Allah’a karşı ‘küfr’e yeltenen inkârcıların çoğu yeryüzünde haksız yere şımaran ve kibire düşen kimselerdir. Kimileri de kendi aklına veya keyfine uymayı en doğru yol olarak bilir ve kendi görüşünden başka kutsal bir şey kabul etmez. Kimileri de atalarının izi üzerine gider. Babasını hangi din üzerinde görmüşse körü körüne o dinin peşine gider. Doğru mu yanlış mı, hakk mı batıl mı diye düşünmez. Kimileri de iktidar sahibi olunca, kendini ‘müstağni’ (Allah’a ihtiyacı yok) zanneder, Allah’a ve O’nun emirlerine karşı büyüklük taslar. Allah’ın önünde secde etmeyi kibirine yediremez. Allah’ın gönderdiği hükümleri beğenmez, kendi fikirlerini daha üstün tutar.



Kimileri de kutsal saydıkları sahıs veya putları tanrı haline getirir. Onlarla Allah’a şirk koşarlar, o putlar adına uydurdukları inanç ve ilkeler doğrultusunda yaşarlar ve böylece ‘küfr’e düşerler.



Küfr; ortaya çıkışı açısından iki çeşittir:



Birincisi, İslâma göre aşağılanması (tahkir edilmesi) gereken bir şeyi yüceltmek (tazim etmek),



İkincisi de, yüceltilmesi (tazim edilmesi) gereken şeyi gereken şeyi aşağılamak (tahkir etmek).



İslâmın aşağı gördüğü, kötü veya fena dediği, günah ve haram saydığı şeyleri yüceltmek, onları doğru saymak, o türlü düşünceleri savunmak ‘küfr’dür. Yine İslâm’ın üstün tuttuğu (aziz saydığı), doğru kabul ettiği bir şeyi beğenmemek, aşağı görmek, kabul etmemek te küfr’dür.



Küfreden aslında, evrende ve insan hayatında olan realiteyi (devam eden gerçeği) çarpıtan insanlardır. Onlar, insana ve evrene hakim olan gücü görmezler ve inkâr ederler. Onlar, ahiret gerçeğinin üzerini kapatırlar. Onlar, çok açık ve anlaşılır olan âyetlere karşı duyarsızdırlar. Onlar, şaşmaz ölçüler olan ilâhí vahyi inkâr ederler.



Daha önemlisi onlar, Allah’ın varlıklara ettiği iyiliklere karşı nankördürler, ni’metlerin sahibinin hakimiyetinin üzerini örtmeye, onu yok saymaya çalışırlar.



Küfre düşenler; açıktan açığa Allah’ı inkâr ederler. Ahirete inanmazlar ve o güne inananlarla alay ederler. Dünya hayatını ve onunla oyalanmayı tercih edip Allah’a ibadet etmeyi kabul etmezler. İslâmı uydurma bir din, çağın gerisinde kalmış bir düşünce olarak düşünürler. Kur’an hakkında ileri geri konuşurlar. Allah’ın hükümlerini reddedip kendi görüşlerini ve büyük saydıkları kimselerin görüşlerini Allah’ın hükmüne üstün tutarlar.



Bir kısım insanlar da Allah’ın kitabının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmazlar. Bunlar, Kitabın tümüne inanmıyor sayılırlar. (2 Bekara/84-85)



Kur’an, küfredenlerin özelliklerini çeşitli âyetlerde sıralamaktadır. Onların en önemli özelliği Allah’ın âyetlerini  ve  O’nun rızık verdiğini yalanlamaktır. Allah’ın insanlara ni’metleri yalnızca maddi şeyler değildir. Akıl, his, idrak, sevgi, merhamet gibi şeyler, ayrıca Allah’ın gönderdiği hidayet, din ve peygamberler de birer ni’mettir. Küfre düşenler bunları da bilmezler.



Küfredenlerin dünyada mal ve güce sahip olmaları onların mutlu ve doğru yolda olduklarını göstermez. Bilakis onlar cehenneme varacaklardır. (3 Âli İmran/196)



Onlardan bazıları zanneder ki, kendilerine hemen acıklı bir azap verilmemesi onların lehinedir ve dünya yarışını kazanmışlardır. Bunlar onların boş hayelleridir. Onlar çok çok zarara uğrayanlardır. (3 Âli İmran/178. 8 Enfal/59)



Allah, küfredenlerin dostluğunu kabul etmiyor ve onlara düşman olduğunu açıkça beyan ediyor. (3 Âli İmran/151. 2 Bekara/96)



Bu yüzden küfredenler mü’minlere de veli (dost) olmazlar. Onlar ancak birbirlerinin velisi olurlar. (8 Enfal/73. 3 Âli İmran/28. 4 Nisa/139)



Müslümanlar onlara veli olmadığı gibi, onlara davalarında, fikirlerinde ve mücadelelerinde asla desteklemezler. (28 Kasas/86) Allah, kendi dinini alaya alay kafirleri veli tutan, onlara her konuda destek olan müslümanları yüzüstü bırakır. (3 Âli İmran/149)



Küfredenlerin bazı özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:



1-Onların kalpleri hakka karşı kapalıdır; çünkü onu duymak, onu kabul etmek istemiyorlar. (17 İsra/46)



2-Onlar hak ile sürekli bir mücadele içerisindedirler, hakkın duyulmaması, insanların hakka yanaşmaması için, Allah hakkında İslâm hakkında sürekli mücadele eder, karşı korlar. (31 Lokman/20. 22 Hacc/3)



3-Onlar müslümanlara ve İslâma karşı hoşgörülü değillerdir, saldıracakmış gibi davranırlar. Ellerinden gelse müslümanları kendi dinlerine döndürmeye çalışırlar. (2 Bekara/217)



4-Onlar şeytanın en iyi dostları ve askerleridirler. (7 A’raf/146. 16 Nahl/63)



5-Kendi hevalarına (aşırı isteklerine) tanrı gibi önem verirler, hevalarının peşinden giderler. (30 Rum/29. 25 Furkan/43)



6-Gözleri hakka karşı kör olduğu için, yaptıkları kötü işleri iyi zannederler. (Kehf/100-101. 23 Mü’minûn/63)



7-Onlar İslâmla, onun ilkeleriyle ve müslümanlarla alay eder dururlar, müslümanları ve dinlerini eğlence yerine korlar. (7 A’raf/51. 2 Bekara/22. 25 Furkan/41)



8-Onlar, İslâma ve onun ilkelerine karşı kibirli davranış gösterirler, Allah’a karşı büyüklenirler. (39 Zümer/59-60. 71 Nuh/7. 41 Fussilet/15)



9-Onlar dünyaya, dünya malına, paraya, makamlara aşırı bir şekilde bağlıdırlar. (45 Casiye/114)



10-Küfredenler aslında kendilerine ve başkalarına çok zarar verdikleri ve İslâm karşısında direnip, günahlara, kötülüklere, fesatlara, isyanlara sebep oldukları için zalimdirler. Şüphesiz ki Allah’ın âyetlerini yalan sayandan zalimi olamaz. (6 En’am/21. 7 A’raf/37)



11-Onlar, Hakkı duymadıkları için ölü gibidirler. (39 Zümer/45)



12-Ölümden ötesine bakmazlar. (13 Ra’d/5. Mü’minun/35-37)



13-Onlar batıl olan şeylere iman ederler. (29 Ankebût/67)  



14-Onlar eninde sonunda pişman olacaklar, yaptıkları hatayı anlayacaklar, tuttukları yolun yanlışlığının farkına varacaklar ama iş işten geçecek. (25 Furkan/27-28)



Küfr, meydana geliş yönünden dört çeşittir:



1-Küfr-ü İnkarí; Allah’ı ve ondan gelenleri açıktan inkâr etmek,



2-Küfr-ü Cühud; Kalpten inanmak, dil ile inkar etmek,



3-Küfr-ü İnadí; Kalbiyle Hakkı bildiği halde, dünyalık, makam, şöhret veya kıskançlık yüzünden inkâr etmek,



4-Küfr-ü Nifak; dili ile inandığını söylediği halde kalbiyle inanmamak. Bunların durumu ancak Allah bilir.