Hükmi Küfür:

Ayrıca “Hükmî Küfür” olarak bilinen bir küfür çeşidi daha vardır. Bu durumda olanların küfrü pek net ve açık şekilde sezinlenemez. Bu insan­la­rın kâfir oldukları sadece bazı tavır ve tutumlarından anlaşılabi­lir. Bu da genellikle bilgisizlikten ve bilinçsizlikten kaynaklanmaktadır. Örneğin bazı cahil müminler (çeşitli sloganların cazibesine kapılarak, vaadlere al­danarak veya bazı ortak yanlara değer vererek) kafirlere, ide­olojilerinde destekçi ol­makta, onların kanaat ve düşüncelerini pay­laşma gafletine düşmektedirler. Bunların da zaman zaman hükmen küfre girme ihtimal­leri vardır. [155]



Küfür,  “ke-fe-ra”  fiil kökünden masdar olup, lügatta ‘bir şeyi örtmek’ demektir. Bu anlamıyla tohumu toprağa eken ve böylece onu örtüp gizleyen çiftçiye küffar denildiği gibi, kılıcı örttüğü için kınına, karanlığı örttüğü için geceye, yıldızları örttüğü için buluta da  kâfir denir. Bazı ibadetler ve tevbe de bir takım günahları örttüğü için bunlara da keffare(t) denilmiştir. Kâfir kişi de Allah'ın varlığını, ayetlerini, nimetlerini veya hükümlerini görmezlikten, bilmezlikten gelip inkâra gittiğinden bu ismi almıştır.



Küfür, imanın zıddı olduğu gibi, kâfir de mü’minin zıddıdır. Kâfir, gerçeği örten, nimeti saklayıp inkâr eden kişi demektir. Yaratıcı’nın en büyük nimetleri olan Allah’ın ayetleri, tevhidî iman, peygamberlik, din, hidayet vb. hususları saklamak veya görmezlikten gelmek kâfirliğin en belirgin şeklidir. Küfür, realiteyi, hakikatı çarpıtmaktır. Küfür, varlıktaki, yaratılıştaki güzellik ve mükemmelliği, nimet ve lütfu görmeme, görmezlikten gelme illetidir; bir fıtrat nankörlüğüdür. Akı kara, karayı ak görmektir; Görülmesi gerekeni görmemek, bakar körlüğü tercih etmektir. Küfür, bir hastalıktır, bir ârıza ve anormalliktir. Doğal olanın, fıtratın dışına çıkmaktır. Kalpte başlayan bu hastalık, kafaya ve bütün organlara yayılır. İmanla tedavi edilmedikçe çabuk büyüyen ve tüm vücudu kaplayan bu kanser mikrobu, kişinin ahiretini ve dünyasını mahveder. İslam’ın hâkim olmadığı çevre şartları, bu küfür mikrobunun alabildiğine yayıldığı hastalıklı ortamlardır.



Küfür, bir kimsenin iman edilmesi gerekli esaslara iman etmemesidir ki, yalanlama ve inkârı, tasdiki terketmeyi, ikrah, yani şiddetli zorlama ve engel bulunmadığı halde ikrarı terketmeyi de içine alır. İmandaki tasdik gibi, küfürdeki tekzib (yalanlama) de kalble, sözle veya davranışla olur. Kalp ile yalanlama nasıl küfür ise, ikrah (zorlama) olmaksızın sözlü yalanlama da öyledir. Hatta, elfâz-ı küfrü (küfür sözünü) böyle sözle ifade etmek, daha çirkin bir düşmanlığı açığa vurmak olur. Aynı şekilde fiilî (davranışla) yalanlama da böyledir. İman edilmesi arzu edilen mukaddes şeylere fiilen hakaret ve alay etmek, küçümsemek ve hafife almak, bunları bozmaya çalışmanın en çirkin küfür olduğunda şüphe yoktur.



İman, tevhid tertibiyle bütün inanılacak şeylere bölünmez bir bağlılıkla uymak; küfür de onlardan, birinin bile olsun, bulunmamasıdır. Yani küfür için iman edilecek şeylerin hiç birine inanmamak şart değildir. Birine veya bir kısmına inanmamak da küfürdür. İman, bir bütünlüğü gerektirir. Küfür ise, onun tersi olduğundan,  bir  kısmı  inkâr  ile  de  vâki  olur;  tamamının  inkârı şart değildir. İman ile küfür, sade zıt değil; birbirinin tersidirler. Ne toplanırlar, ne yükselirler; arada vasıta, iki menzil arasında bir menzil (menzile beyne’l-menzileteyn) yoktur. Bir insan ya kâfirdir; ya mü’min. Fâsık (günahkâr) da işlediği suça göre bunlardan biridir. .............. .............. ..............



Kur’an’a göre, küfrün en sık belirişi insanın nimetleri inkârı, yani nankörlüğüdür. Allah, insanların yaratıcısı, onları rızıklandıran, onlara sayısız nimet veren, yaşatan... bir ilah ve rabb’dır ki, en küçük bir iyilikte bulunana teşekkür edildiği gibi, nimetleri karşısında Allah'a da şükretmek gerekir. “Beni zikredin, ben de sizi anayım; bana şükür edin; küfr (nankörlük) etmeyin.” (Bakara, 152)



Gerek sıkıntı ve darlık, gerekse bolluk ve ferah anında tiksindirici bir istiğna ve şımarıklıkla veya umutsuzlukla insan Allah'a karşı kâfir kesilir. Demek ki, küfrün temelinde, aynı şirkte olduğu gibi bir bakıma nefse tapınma, bencillik ve istiğna vardır ve küfr Allah’ı hakkıyla tanımamak, O’nun verdiği nimetlerin O’ndan olduğu gerçeğini sözle, davranışla ve kalben örtmek, gizlemektir. Bazıları, “peygamber Allah’tan ne getirdiyse inandım”  der, fakat hareketleriyle bunu yalanlar. Temel emir ve yasaklarlar-dan bazılarını yerine getirmez, getirmeye getirmeye bu emir veya yasağın üzerine bir örtü çeker ve artık yanında “yok” hükmüne geçer.



Allah’ı, ayetlerini veya hükümlerini örten, daha çok da Allah’ı ve O’nun hükmünü yok saymaya çalışan, nedenleri görüp ötesini göremeyen, duyularının ulaşamadığı şeyleri yok sayan, evrenin yaratılışını, meydana gelen olayları raslantı, zorunluluk gibi bir takım hayalî etkenlere bağlayan, bilmeden her bir zerreyi ilahlaştıran veya Allah’ın ayetlerinin birini, bir kaçını veya tamamını tanımamaya yönelenlerin artık kalpleri de örtülür; basiretleri yok olur, akılları işlemez, dilleri hakkı söylemez hale gelir. Böylelerinin kalpleri mühürlenmiştir ve bunlar için uyarı, korkutma hiçbir etki yapacak değildir (Bkz. Bakara, 6-7; A’raf, 101, 179; Enfal, 22) .......



Kur’an, küfrün her türünde nankörlükle yalanlamanın beraber bulunduğuna dikkat çeker. (Bkz. İnşikak, 22; Bürûc, 19; Hadid, 19; Teğâbün, 10) İmandaki tasdik ve itiraf, burada yerini inkâr ve yalanlamaya bırakmaktadır. İnsana şah damarından daha yakın olan Allah’ı (Kaf, 16) görmezlikten gelmeye kalkmak, insan onuruna yakışmamaktadır. Bunun içindir ki Kur’an, küfre sapanları sözü değil; bağırıp çağırmayı duyan sağır-dilsiz ve körlere benzetmektedir. (Bakara, 171) Şuur ve iman nimetini teperek hayvanlaşan bir varlığın, hayvan olarak yaratılan bir canlıya denk olmak gibi bir şansı ve liyakati de olamaz. Böyle birisi, hayvandan daha aşağılara iner ve hayvanların en kötüsü, en zararlısı olur. “Şu bir gerçek ki, Allah katında hayvanların en şerlisi, küfre sapıp da imana gelmeyenlerdir.” (Enfal, 55)



Durum böyle olduğuna göre, küfür ehlinin sahip bulunduğu dünya imkân ve nimetlerine bakarak onların kemal ve mutluluğuna hükmetmek yanlıştır. (Bkz. Al-i İmran, 196-197, 178;Enfal, 59; İbrahim, 18) Ne yazık ki, işin esasını göremeyen küfür mensupları, bir kuruntu, bir kasılma, yani istikbar ve istiğna içindedirler. (bkz. Sad, 2; Mülk, 20) Küfür ehlinin sayısız nimete nankörlük içinde bulunmalarından dolayı, Allah onları dostluğa kabul etmez; ancak mü’minler, Allah’ın dostları olarak anılır. Allah da kendisini onların dostu olarak belirtir. (Muhammed, 11) Allah, kâfirleri sevmez. Onların gönüllerine dostluk ve muhabbet duygusu yerine korku yerleştirilmiştir (bkz. Al-i İmran, 151; Rum, 44; Bakara, 276; Al-i İmran, 32)



Durum böyle olduğu içindir ki, mü’minler de küfre sapanları dost edinmemelidirler. Kâfirler ancak birbirlerine dost olur, mü’minlere dost olamazlar. (Bkz. Enfal, 73; Al-i İmran, 28; Nisa, 139, 144) Mü’minler, onları veli, dost edinemedikleri gibi, onlara arka çıkma, destek verme yönüne de asla gidemezler. (Kasas, 86) Hele onlara boyun eğmek, bir mü’minin onuruyla asla yan yana gelemez. Onlarla mücadele etmek gerekir. Ve bu mücadelede onlara şiddetli davranmak da esastır.  “Kâfirlere  boyun  eğme,  itaat  etme  ve  bununla  (Kur’an  ile)  onlara karşı olanca gücünle büyük cihad yap, büyük bir savaş ver.” (Furkan, 52) “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.” Tevbe, 73) “Muhammed Allah’ın rasulü, elçisidir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı şiddetli, çetin; kendi aralarında merhametlidirler.” (Fetih, 29)



Mü’min, dinini alaya alıp eğlence yerine koyan ve Allah’ın nimetlerini inkâr ve nankörlük yolunda kullanan (İbrahim, 28), nimetlerden yararlanıp yemede hayvanları andıran (Muhammed, 12) bir topluluğu ne sevip onlarla dostluk kurabilir, ne de onlara güvenebilir. (Maide, 57) Onlara güvenenler, yüzüstü bırakılırlar (Al-i İmran, 149). Zaten güven, imanla ilgilidir; inkârla değil. İman’ın bir anlamı emin olmak, güvenmek (Allah'a) ve güvenilir olmaktır (insanlara). Mü’min, küfrün alay konusu ettiği iman kardeşlerine onur ve güç; kâfirlere ise zillet ve eziklik getirici, aziz ve üstün olmalıdır. (Maide, 54)........ .............. .............. .............. .............. .............. ..............



Küfre sapanlar zalimdirler (Bakara, 254) ve zalimler, düşmanlığa müstahak biricik hedeftirler.  Tağut  uğruna  savaşan  (Nisa, 76)  ve  mallarını Allah yolundan insanları alıkoymak için harcayan (Enfal, 36), Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen (Maide, 44) ve mü’minlere 큧elen hakikatlere sırt çevirenlere gönülden sevgi ve güven (meveddet) beslemek, destek vermek akıl işi değildir. (Mümtahine, 1) Bunlar, iflah etmeyecek bir güruhtur. (Mü’minun, 117; Kasas, 82)



Kalbinde imanı olmadığı halde, dışa karşı mü’min görünene “münafık”; Müslümanlıktan sonra dinden dönene “mürted” denir. İki veya daha çok ilah olduğunu söyleyen, Allah'a başkasını ortak koşan kimseye “müşrik”; Yahudilik veya hıristiyanlık dinine bağlı olanlara “kitabî” veya “ehl-i kitap” adı verilir.



İman esaslarından birini inkâr etmek küfürdür. İslam’da iman konuları bir bütündür. İnanılması gereken esaslardan herhangi birisini inkâr etmek, bütünü inkâr etmek anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’in tamamını veya bir ayet ya da bir hükmünü, bir emir ve yasağını bile inkâr etmek küfürdür. Kur’an’a bir şey ilave etmek, Kur’an’ın kendisi, bir suresi veya bir ayeti ile, ya da dinden olan bir hükümle alay etmek, onu küçümsemek ve hafife almak da kişiyi iman dairesinden çıkarıp küfre düşürür. Kur’an’da veya sahih hadislerde bildirilen ve üzerinde ihtilaf bulunmayan İslamî emir ve yasaklardan birisini inkâr etmek küfürdür. İçki, kumar, zina gibi yasakları helal saymak bu niteliktedir. Allah’ın haram kıldıklarını işleyip, farzlarını yerine getirmemek, onları küçümsemekten,  inanmamaktan   kaynaklanıyorsa,  bu  durum  da  küfürdür. Kısaca, Allah’ın emir ve yasaklarını, bütün İslamî hükümleri kabul ederek İslam’ı bir nizam olarak  görmek  iman  gereğidir.  Bunlardan  bir  kısmını  reddetmek  veya  İslam’ın,   çağımızda uygulanmasının mümkün olmadığını ileri sürerek bir hümünü bile olsa reddetmek küfürdür; bunu yapan kimse kâfir olur.



İslam’ın itikadî, iktisadî, ictimaî, hukukî ve ahlakî kanunlarıyla hükümran olmadığı toplumumuzda, mü’minler, günah olmasına rağmen amelî yönden bazı tavizler verse bile, iman bakımından taviz veremezler. Aksi takdirde kâfir olur, ahiretin ebedî azabına müstahak olmuş olurlar. (Bakara, 217) Allah'a, O’nun seçtiği hayat önderi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ve Kur’an kanunlarına imanı korumak, her türlü küfre ve nifaka karşı nefretle direnç göstermek her mü’minin baş görevi ve ebedî azaptan korunmanın biricik vesilesidir.



Allah'a inandığı halde, O’na tam anlamda güvenememek, şartlar ne olursa olsun mutluluk ve kazancın, Allah’ın emir ve yasakları çevresinde olduğuna itimat edememek küfre götürür. (Yunus, 54; İbrahim, 31) Bütün nimetlerin Allah’tan olduğuna, O’nun takdiri ile insanlara ulaştığına, Rabbimizin sebepler yaratarak insanları nimetlendirebileceğine, dolayısıyla Allah’ın haram kıldığı yollardan rızık aramamak gerektiğine bütün varlığımızla inanmamak da küfre götürür. (Nahl, 53; Talak, 3)



Yapılan amelleri Allah'a kulluk için, O’nun emri olduğu için değil de; çeşitli gayeler için yapmak imansızlığa ileten bir davranış şeklidir. (En’am, 162; İbn-i Mace, hadis no: 4205)  Mü’minin bütün söz, iş ve davranışları, tüm hayatı ve ölümü, âlemlerin Rabbı Allah içindir. Mü’min; ahlak, ilim, sanat, vatan, bayrak ve halk için değil; yalnız ve yalnız Allah için, O’nun emri ve yasağı olduğu için konuşur ve susar; yapar ve sakınır. Mü’min, bu sayılan değerleri ancak Allah'a kulluk için ve O’nun izin verdiği şekilde yüceltir ve uğrunda mücadele verir.



Yaratmak ve kanun yapmak hakkı yalnız Allah'a ait iken; Allah’tan gayrı güçlerin, fert ve kurumların, kesin emirler vermek, yasaklar koymak, helal kılmak, haram kılmak hakkı olduğunu kabul etmek de küfre götürür. Çünkü İslam’da egemenlik/hakimiyet yalnız Allah'a aittir. Halkın, parlamentoların, Allah’ın emir ve yasakları ile çelişen ve çatışan karar alabileceğine ve bu kararların İslam açısından meşru olabileceğine inanmak, böyle düşünmek kesinlikle küfürdür. (A’raf, 54; Tevbe, 31; Ahzab, 67)



Hakkında kesin ilahî hükümler olmayan  konularda,  -bilim, uzmanlık, istişare ve referandum verilerine itaat gibi- Allah’ın itaat edilmesine izin verdiklerinin dışındaki düşünce sistemlerine ve gayr-ı İslamî kurumlara itaat da küfre götürür. Mü’min, İslam nizamına teslim olmayan kendi nefsine, ilahî kanunlar açısından değerlendirme yapmayan bilim ve politika adamlarına ve İslam dışı temeller üzerine kurulmuş kurumlara itaat edemez. Allah'a isyan hususunda insanlara ve kurdukları kurumlara itaat yoktur. (Ahzab, 48; Kalem, 9)



Din hürriyetimizi kısıtlayan toplumumuzda, aramızda vasiyet, miras, alım-satım, nikâh, boşanma gibi işlerimizi, Allah’ın indirdiği ölçülere göre değil de; bu ölçülere zıt prensiplere göre –gönül rızasıyla- düzenlemek, “devir değişti” gibi hezeyanlarla Allah’ın kanunlarının geçerli olamayacağına inanmak da küfre götürür. (Maide, 50; Nisa, 60)



İslam’ın iman, ibadet, hukuk, iktisat ve ahlak dallarına ait bir tek hükmünü dahi küçümsemek, modası geçtiğine inanmak; yani artık kısas fikri geçerliliğini kaybetti; faiz yasağına yer yok; kadınların örtünmelerine gerek yok; karşılıklı rıza oldukça, ya da devletin korumasına aldığı ve uygulanması için gösterdiği yerde zinada sakınca yok; beş vakit namaz biraz fazlacadır gibi ve benzeri fikirlerin bir tekini dahi benimsemek küfürdür. Zira İslam bir bütündür. Onun bütün hükümleri yücedir ve tartışma üstüdür. (Maide, 44-45; Nisa, 14; Mücadele, 20) [156]