KELİME-İ TEVHÎD

-TEVHİD KELİMESİ



Tevhîd birleştirme, birleme, bir olduğunu kabul etme ve bu şekilde inanma demektir. Istılahı manası ise; Allah'tan başka ilâh olmadığına iman etmek, O'ndan başka Rab ve Ma'bud tanımamaktır. Başka bir deyişle; ihtiva ettiği manaya gönülden inanarak "Lâilâhe illallah Muhammedun Rasûlüllah" sözünü söylemektir. İşte "Allah'tan başka ilâh yoktur Muhammed Onun Rasûlüdür" anlamına gelen bu söze"Kelime-i Tevhîd" denir.



"Kelime-i Tevhîd " tüm semâvî dinlerin ortak inanç esaslarının temelini teşkil eder. Bu temele dayanmayan inanışların ve ibadetlerin tümü batıldır, Allah'ın yanında makbul değildir. Nitekim, Cenab-ı Allah'ın göndermiş olduğu elçilerinin tümüne vahyettiği ve insanlara tebliğ edilmesini istediği en önemli husus, "Tevhîd" inancının esasını teşkil eden bu kutsal kelimedir. Hak Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de, son elçisi Hz. Muhammed (s.a.s)'e hitaben:



"Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona; Benden başka ilâh yoktur, şu halde bana kulluk edin, diye vahyetmiş olmayalım" (el-Enbiyâ, 21/25) buyurmakla bu gerçeği dile getirmiştir.



Allah'tan başka ilâh tanımamak ve yalnızca O'na ibadet etmek tüm semâvî dinlerin ortak hedefidir. En güzel ifadesini "Kelime-i Tevhîd"de bulan bu husus, ehemmiyetine binaen, hem Kur'ân-ı Kerîm'de, hem de Rasûlüllah (s.a.s.)'ın hadislerinde çokça zikredilmiştir. Kur'ân'da:



"Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır" (el-Bakara, 2/255).



"Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler O'na mahsustur" (Tâhâ, 20/8).



"O, sizin Rabbiniz olan Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Herşeyin yaratıcısı O'dur" (el-En'âm, 6/102).



"Allah ile birlikte başka bir ilâh çağırma. O'ndan başka ilâh yoktur. O'nun zatından başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz" (el-Kasas, 28/88) buyurulmaktadır. Rasûlüllah (s.a.s.)'ın hadislerinde de "Kelime-i Tevhid"le ilgili şu ifadelere rastlıyoruz:



"Her kim, Lâ ilâhe illâllâh der ve Allah'tan başka tapılan şeyleri reddederse, onun malına ve canına dokunmak haram olur. Hesabı da Allah'a kalmıştır" (Müslim, İman, 37).



"Lâilâhe illallah, Allah için yüce ve şerefli bir sözdür. Bunu samimiyetle söyleyen cenneti kendine vacip kılar. Yalandan söyleyen de malını ve kanını korumuş olur, fakat gideceği yer cehennemdir" (Alauddin Ali el-Hindi "Kenzü'l-Ummâl", l, 220).



"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in, O'nun elçisi olduğuna şehadet getirerek Allah'a mülaki olan kimse cennete girer" (a.g.e., l, 215).



"Lâilâhe illallah" çok vecîz ve mana yönünden oldukça kapsamlı bir sözdür. Türkçe'ye"Allah'tan başka ilâh (tanrı) yoktur" şeklinde tercüme edilebilir. Ne var ki, Allah ve ilâh kelimelerinin ifade ettiği manalar tam olarak anlaşılmadıkça "Allah'tan başka ilâh yoktur." sözü; "Kelime-i Tevhid"in, kafalara ve gönüllere yerleştirmek istediği mefhumu ifade etmekte çok kısır kalacaktır. Kaldı ki, hiç kimsenin mü'min ve muvahhid sayılabilmesi için, Kur'ân'ın tanımladığı şekilde Allah'a iman etmesi ve tüm içtenliğiyle O'na teslim olması gerekir. Aksi takdirde "Kelime-i Tevhid"i diliyle söylediği halde, tevhide aykırı düşünce ve davranışlarından dolayı iman dairesinden çıkarak kâfir olması içten bile değildir.



Kur'ân-ı Kerîm, Cenab-ı Allah' şöyle tanımlıyor:



"Allah bir tektir (el-İhlâs, 112/1), O'ndan başka hiçbir ilah yoktur (el-bakara, 2/255). Tüm âlemlerin Rabbi'dir (Fatiha, 1/1), herşeyin yaratıcısı O'dur (el-Enam, 6/102), hüküm yalnızca Allah'ındır (ez-Zümer, 39/3), rızkı veren O'dur (ez-Zariyat, 51/58), dirilten de öldüren de (Alû İmran, 3/156), hastalara şifa veren de O'dur (el-En'âm. 5/59). O, her şeyi; gizli olanı da açıkta olanı da bilir. (İbrahim, 14/38). O'nun irade ve izni olmadan bir yaprak dahi dalından düşmez" (el-Mâide, 6/59). Kısacası Allah, akla gelebilecek her türlü noksanlıklardan münezzeh ve en mükemmel sıfatlarla muttasıftır.



Kur'ân âyetlerinden de anlaşılacağı gibi, insanın mü'min ve muvahhid sayılabilmesi için, Allah hakkındaki düşüncelerinin sağlıklı olması, "Tevhîdi" çizgiyle paralellik arzetmesi gerekir. Bir yandan "Allah'tan başka ilâh yoktur " deyip diğer Yandan O'nun hükmünü reddetmek ya da hâkimiyetinde O'na ortak koşmak, kesin olarak haram kıldığı bir şeyi helâl, helâl kıldığı bir şeyi haram saymak, yalnızca kendisine mahsus özelliklerden birini veya birkaçını, yaratılmışlardan herhangi birine isnad etmek, Allah'a yaklaştıracak veya O'nun katında şefaatçi olacak diye O'ndan başka dostlar edinip bunları ulûhiyyet derecesine çıkarmak, Tevhîd inancıyla asla bağdaşmaz. Bu tür düşünce ve inançlara sahip kimse "Allah'tan başka ilah yoktur." demekle iman etmiş sayılmaz. Cenab-ı Allah bu gibi kimseleri yalancı ve inkarcı diye nitelemektedir:



"Halis din yalnız ve yalnız Allah'ındır. O'ndan başka dostlar edinenler; bizi, sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye onlara ibadet ediyoruz, derler. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah, yalancı ve inkârcıyı hidayete erdirmez" (ez-Zümer, 39/3).



"Yoksa onlar, câhiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir toplum için hükümranlığı Allah'tan daha güzel hüküm veren kim vardır?" (el-Tevbe, 5/50).



"Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara; yalnız bir ilaha tapmaları emredilmişti. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır " (et-Tevbe, 9/31).



Evet, "Kelime-i Tevhîd"; düşünce ve davranışlarda, şirkin her türlü pisliğinden arınmayı, sadece Allah'ın emirlerine boyun eğerek tâğûtun her çeşidini reddetmeyi gerektirir. Artık:



"Her kim tâğûtu reddedip Allah'a inanırsa, asla kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmış olur" (el-Bakara, 2/256. Ayrıca bk. La ilaha illallah).



Halid ERBOĞA



Peygamberimiz (sav) İslâmın beş esas temel üzerine bina edildiğini, bunun birincisinin ‘şehadet’ getirmek olduğunu söylemiştir. (Müslim, İman/22, Hadis no: 16, 1/45. Buharí, İman/1, 1/8. Nesâí, İman/13, 8/95. Tirmizí, İman/3, Hadis no: 2609, 5/5.)



Aynı ifade ‘ihsan hadisi’ olarak bilinen meşhur hadiste de geçiyor. (bak: Buharî, İman/37, Hadis no: 37, 1/20. Müslim, İman/1, Hadis no: 8, 1/36. Tirmizí, İman/4, Hadis no: 2610, 5/6. Ebu Davûd, Sünne/16, Hadis no: 4695, 4/223.  İbnu Mace, Mukaddime/9, Hadis no: 63,64, 1/24. Nesâí, İman/6, 8/90.)



Şehadet kelimesi veya Tevhid kelimesi, İslâmın temelidir. Bir anlamda da İslâm dairesinin kapısıdır. Onlar gönülden söylenmeden İslâmı kabul etmek mümkün değildir.



Şehadet veya Tevhid kelimesi aynı şeyi ifade ederler. Şehadet Kelimesinde ‘eşhedü’ ve ‘abduhu’ ilavesi vardır. Fakat özleri aynıdır, ifade ettikleri gerçek farklı değildir. İkisi de birbirlerinin yerine kullanılır.



Kelime-i Tevhid, Allah’ı birleme, O’nun bir ve tek olduğunu söyleme anlamına gelir. İslâm ‘Tevhid’ dinidir. Tek Allah inancına dayanır. Evreni ve içindekileri O yaratmıştır. İlâhlığında ve Rabliğinde ortağı yoktur. Sonsuz güç ve kudret sahibidir. Dünyanın ve içindeki her şeyin idare edicisi de O’dur. Hüküm ve mülk (her şey) O’nundur. (Bakınız: Tevhid)



Tevhid Kelimesiyle Allah hakkında bu gibi özellikleri kabul etmiş oluruz. Allah inancının kısa bir ifadesidir.



“Lâ ilâhe ilallah Muhammedü’r Rabulüllah-(Allah’tan başka ilah (tanrı) yoktur, Hz. Muhammed O’nun elçisidir.”



Bu cümle, tıpkı Şehadet kelimesi gibi, imanla küfür arasında kesin bir çizgidir. İnsan hayatının en önemli tercihidir. En önemli bir seçimdir. Bütün insanlara karşı İslâmı din olarak seçmenin ilanıdır, haber vermedir. Diğer insanlar  arasında kimliğini, adresini, mensup olduğu inancı ortaya koymadır.



Bu cümleyi diliyle tekrar edip, kalbiyle bunun doğruluğunu tasdik eden, dünyadaki konumunu ortaya koymakta, hangi dinin ilkelerine uyacağını, hangi ahlâk üzerine, hangi anlayış doğrultusunda yaşayacağını belli eder.



Tevhid Kelimesini kabul etmek, kesin bir çizgidir. İnsanlar istedikleri dine inanabilirler. İsteyen babasının batıl dinine, isteyen kendi kafasından uydurduğu inançlara, isteyen zalim liderleri tanrılaştırarak onların yoluna inanabilir. Fakat bir kimse Tevhid kelimesini söylerse, hem onlardan temamen ayrıldığını, onları ve inançlarını reddettiğini, hem de İslâmí hayat tarzını seçtiğini ortaya koyar.



İşte bu ortaya koyuş ve tercih ediş, çok büyük bir olaydır. İnsanlığın çoğunluğunun gittiği bütün yolları reddetmek, onların alıştığı bütün ahlâkları bırakmak, onların arasında çok farklı bir yaşayış şeklini seçmek; gerçekten önemlidir.



Peygamber zamanında Mekke’de müslüman olan bir avuç insanın halini hatırlarsak bu cümleyi söylemenin önemini daha iyi anlarız. O çevrede herkes, babalarının izi üzerinden gidiyordu. Babalarının dinlerine ve geleneklerine sımsıkı bağlıydılar. Adetleri konusunda son derece fanatikler. Üstelik kendilerinden ayrı dinlere inananlara da hoş görüyle bakmıyorlardı. Müslüman olanları duydukları zaman da ‘bizi ilgilendirmez’ demiyorlar, onları bu dinden döndürmek için baskını ve işkencenin her çeşidini  uygulamaktan geri kalmıyorlardı. Öyle bir ortamda ‘Lâ ilââhe ilallah’ demek, ateşi avuçlamaktan daha zordu. O ortamda müslüman olmak, her türlü tehlikeyi, işkenceyi, yokluğu, yoksulluğu, alay edilmeyi, hatta ölmeyi bile göze almaktı.



Peki bu sözü söylemede hangi tehlike vardı? İlk dönemde müslümanlar güçlü, zengin, aristokrat değillerdi. Sayıları azdı, kılıçları yoktu, savaşmayı düşünmüyorlardı. Hatta İslâmın bir çok emri henüz yoktu. Yani yaşantıları Mekkelilerden pek çok yönden farklı değildi.



O halde Mekkeli müşrikleri rahatsız eden ne idi? Niçin bu kelimeyi söyleyenlere amansız düşman oluyorlardı? Niçin bunu söyleyenleri susturmak için zulme başvuruyorlardı?



Tevhid kelimesini söyleyenler, bütün ilâhları, o ilâhlara bağlı inançları, o ilâhlar adına kurulmuş düzenleri (sistemleri), o ilâhlar adına uydurulmuş bütün kanunları ve adetleri reddediyorlardı.



İşin en can alıcı noktası burasıydı. Bir cümle söyleniyor ama Mekkelilerin saltanatları sarsılıyordu. Bir cümle onları son derece rahatsız ediyordu. Bu cümleyi söyleyen herkesi düşman biliyorlar, o sözü unutmasını sağlamak için her çareye baş vuruyorlardı.



Bu cümleyi söyleyenler ne dediklerinin, neyi tercih ettiklerinin farkında idiler. Bu sözle neleri reddettiklerini gayet iyi biliyorlardı. Bu sözün, neleri kapsadığını, neleri dışında bıraktığını anlıyorlardı. Yani onlar tercihlerinin bilincinde idiler. Yalnızca onlar mı? Hayır, müşrikler de kendi düzenleri açısından bunun kötü bir gelişme olduğunun farkında idiler. Çünkü bu cümleyi bilinçli bir şekilde söyleyen herkes, onların etki sahasından ayrılıyordu. Onların otoritesine  karşı çıkıyor, uydurdukları ilâhların hakimiyetinden kurtuluyordu. Halbuki ileri gelenler, uydurdukları bu sahte ilâh inancı ile, insanlara hükmediyor, onları yönetiyor ve yön veriyorlardı. Bu ilâhlar adına oluşturdukları düzen sayesinde işleri tıkırında idi. Çıkarlarını bu batıl inanç sayesinde koruyabiliyorlardı. İlâhlarına ve bu ilâhlara ait inançlara çok bağlı idiler.  Çünkü bu ilâhlar onların çok işine yarıyordu. Zavallı halk, cahil ve çaresiz yığınlar da efendilerinin, başkanlarının ve atalarının izinden gidiyorlardı. Sömürü düzeninin farkında değillerdi. İlâhlarının (putlarının) kendilerine yardım ettiğini sanıyorlar, ibadet etme ihtiyacını ilâhlara tapınmakla karşılıyorlardı. Onların çoğu uydurulan düzenin farkında değillerdi. Onlar yarım akılla doğru sandıkları bir dine inanıyor, önlerinde duran ve kendi elleriyle şekil verdikleri maddi tanrılara tapıyorlardı. 



Hz. Muhammed peygamber olarak görevlendirildi ve insanları bu kelimeye ve bunun kapsadığı manaya davet etti. Çoklarına ve özellikle ileri gelenlere yani yönetici ve zengin takımına bu davet çok ağır geldi. Hemen karşı çıktılar. Bu cümleyi söyleyip müslüman olanları düşman bildiler. İnsanların müslüman olmasını önlemek için çeşitli çarelere başvurdular.



Çünkü Kelime-i Tevhid, ilâhlık sistemini yerle bir ediyordu. Çünkü o, atalar dininin yanlış olduğunu söylüyordu. Çünkü o, putlar adına uydurulan sistemin sahte olduğunu belirtiyordu. Çünkü o, insanın insanı sömürmesine, insanın insanı ilâh edinmesine, her türlü zulme hayır diyordu. İbadet edilmeye layık yalnızca âlemlerin Rabbi Allah’tır diye haykırıyordu.



Bu çağrı elbette, insanlar üzerinde hakimiyet kuran, hatta insanlar üzerinde adeta rabblik taslayan şımarık güç sahiplerini rahatsız edecekti. Onlar güçlü olduklarını, hükmün kendilerinde olduğunu sanıyorlardı. Bu güçlerini de halk üzerinde gösteriyorlardı. Onlar kendi kafalarından bir şirk dini uydurmuşlardı ve bu uydurma din sayesinde işlerini yürütüyorlardı.



Ama Hz. Muhammed çıktı ve insanları bu yanlış yoldan dönmeye çağırdı. Bir söz söylüyordu ki, bütün ilâhlar sistemini karşısına alıyordu. Bütün putları inkar ediyordu. İnsanları bir Allah’a ibadet etmeye ve yalnızca O’nun karşısında boyun eğmeye davet ediyordu. Bu ise onlar için hiç te hoş bir şey değildi.



Tevhid kelimesi de iki kısımdan meydana gelir. Tıpkı Şehadet Kelimesi gibi.



Tevhid Kelimesinin birinci kısmı aslında bütün Peygamberlerin ortak davetiydi. Bütün peygamberler insanları ‘Lâ ilâhe ilallah-Allah’tan başka ilâh (tanrı) yoktur’ inancına davet etmişlerdir.  Çünkü bu söz ‘Tevhid’ inancının özüdür. Allah’tan gelen bütün hakk dinlerin ortak özelliği; Allah’tan başka ilâh tanımamak, yalnızca bir Allah’a ibadet etmek ve hayatı o Allah’ın emirleri doğrultusunda yaşamak anlayışıdır.



Tevhid Kelimesi işte bu ilâhí gerçeği ortaya koyuyor.



“Senden önce hiç bir elçi göndermedik ki ona; ‘Benden başka ilah yoktur, şu halde Bana kulluk edin’ diye vahyetmiş olmayalım.” (21 Enbiya/25)



Kur’an-ı Kerim, sık sık ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ diye vurgulamaktadır. Çünkü insanlar, (İlâh konusunda geçtiği gibi) zaman zaman uydurma ilâhlar bulmakta veya Allah’a ait özellikleri yaratıklardan bazılarına vermekte ve onlara ibadet etmeye kalkışmaktadırlar. İnsan öncelikle bu yanlış inancı düzeltmesi lazım ki, İslâma ait diğer inanç esaslarını kabul edebilsin.



Peygamberimiz buyuruyor ki:



“…Her kim ‘Lâ ilâhe ilallah’ der ve Allah’tan başka tapınılan şeyleri reddederse, onun malına ve canına haksız yere dokunmak haram olur. Hesabı Allah’a kalmıştır.” (Müslim, İman/35, Hadis no: 21, 1/52)



“Ölen bir kimse (ölüm anında) Allah’ın bir ve benim Allah elçisi olduğuma şehâdet (tanıklık) eder ve kalbi de bu işi tasdik ederse, Allah onu mutlaka mağfiret eder.” (İbni Mace, Edeb/54, Hadis no: 3796, 2/1247. Nesâí, nak. İbni Mace, aynı yer.)



“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, O’nun elçisi olduğuna şehâdet ederek Allah’a kavuşan kimse cennete girecektir.” (Kenzü’l Ummal, nak. Ş.İ. Ans. 3/340)



Kelime-i Tevhid’in ikinci kısmı, Hz. Muhammed (sav)in Allah’ın (cc) rasulü (elçisi) olduğunu kabul etmektir.



Bu kabul ediş veya inanma, Allah’tan başka ilâh olmadığını kabul etmenin tamamlayıcısıdır. Kendinden başka ilâh olmayan âlemlerin Rabbi Allah (cc), kendine ait haberleri, varlığının delillerini ve âyetlerini, kendi varlığının gerçeklerini bir elçi aracılığıyla insanlara duyurur. O, yarattığı bütün insanların kendi Rabliğini bilmelerini ve yalnızca kendisi kulluk etmelerini istemektedir. Bunu da insanlar arasından seçtiği elçilerle onlara bildirmektedir.



Allah’ın insanlara elçi göndermesi; onlara yol göstermek olduğu gibi, aynı zamanda onların başıboş ve rehbersiz bırakılmadıklarının göstergesidir. Bu elçiler bir taraftan doğru yolu gösterirlerken, bir taraftan da örnek olurlar ve Rabbimizin nasıl bir kulluk görmek istediğini ortaya koyarlar.



Gönderilen elçiyi kabul etmek; hem onunla gelen ‘vahy’i de kabul etmek, hem de o elçiyi örnek almak demektir. Elçiler kuru bir davetçi veya postacı değillerdir. Onlar, Allah’tan gelen vahy’i hem yaşarlar, hem uygularlar, hem de insanlara tebliğ ederler.



İşte Hz. Muhammed (sav) de bu elçilerden biridir ve sonuncusudur. Rabbimiz (cc) insanlara son defa O’nu elçi olarak göndermiş, O’na vahyettiği Kur’an’la insanları hidayet yoluna davet etmiştir. İslâm Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği, yaşayıp uyguladığı din’dir.



Tevhid Kelimesini söyleyen bir kimse öncelikli olarak Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eder, sonra da inandığı Allah’ın elçi olarak seçtiği Hz. Muhammed’i son peygamber olarak tanır. Buna bağlı olarak ta son elçinin tebiğ ettiği her şeyi, İslâma ait bütün esaslara inanır. Hz. Muhammed’in din olarak öğrettiği, anlattığı ve yaşadığı her şeyi kabul eder. Bu esaslara itiraz etmez, o esaslara uygun olarak yaşamaya söz verir.



Tevhid Kelimesi, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve O’nun tebliğ ettiği şeriat esaslarını da kapsar. ‘Ben Hz. Muhammed’i Allah’ın son elçisi olarak kabul ediyorum’ demek, O’nunla gelen Din’i ve bu Din’e ait bütün ilkeleri ve esasları kabul ediyorum, hayatımı bu ilkelere göre yaşamaya çalışacağım demektir.



Kelime-i Tevhid, kendisini kabul edeni cennete götürür. Kendisini kabul etmeyen ise cehennemi hak eder. Öyleyse o, son derece önemli ve geniş kapsamlı bir cümledir.



İnsandaki ruh ne ise, İslâm’da Tevhid Kelimesi odur. İnsan bedeninde ruh görünmez, ama onu canlı tutar, ayakta olmasını sağlar. Ruh uçup gidince de insan ölü haline (ceset şekline) döner. Kelime-i Tevhid İslâm bedenini ayakta tutan şeydir. O olmayınca beden ölü gibidir. Bütün inanmayan insanlar bu anlamda ruhsuz ceset gibidirler. Ne zaman Tevhid kelimesini kabul ederseler, cesetlerine hayat gelir, onlara ruh üflenmiş gibi dirilirler. Hayatın akışı içerisinde yapılan hatalar ve unutkanlıklar yüzünden ölü gibi olan beden, Tevhid Kelimesi ile canlı tutulur.



Yukarıda geçtiği gibi Tevhid Kelimesini söyleyen İslâmın tümüne inanmış olur. Kur’an’ın haber verdiği, Peygamberden bize aktarılan sağlam bütün haberlere ve hükümlere inanır. Bu konuda şüphe ve tereddüt olmaz.



Bir kimsenin, inanç esaslarını tek tek sayarak ‘ben şuna da inanıyorum, ben buna da inanıyorum’ demesi uzun bir iş olur. Ancak Tevhid Kelimesini söyleyen, hepsini ayrı ayrı sayıp kabul etmiş sayılır. Zaten bu cümlenin bu şekilde, bir ilke olarak benimsenmesinin ana amacı budur. Bu bir çeşit giriş şartıdır. Kim bunu kabul ederse, İslâma ait bütün şartları da kabul eder. Artık o kimse, imanın diğer şartlarını da aynen benimser. İslâmın bütün hükümlerini, Allah’ın bütün tekliflerini aynen alır, inanır ve uygulamaya çalışır.



Bu cümleyi kabul etmenin bir başka anlamı da, şartlarını, ilkelerini ve esaslarını kabul ettiği İslâmı uygulamaya da şu şekilde söz vermektir:



‘Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah’ın gönderdiği her şey doğrudur, inanıyorum. O’nun bana emirlerini ve yasaklarını da kabul ediyorum. Doğru olarak kabul ettiğim bu hükümlere uyacağıma söz veriyorum. Onları hayatıma uygulayacağım, doğru olduğuna inandığım ilkelere göre yaşayacağım.’



Kişinin mü’min ve ‘muvahhid’ (Tevhidi kabul eden) sayılması için, hayatın, davranışların, düşüncelerin, fiillerin, tercihlerin bu inanca uyması gerekir.



Bir kimse Tevhid Kelimesini söyledikten sonra, Allah’tan başka ilâh (tanrı) zannedilen şeyleri kabul edemez. Tağutlara (ilâhlaştırılan, ya da put haline getirilen güçlere) kulluk yapamaz. Onların hükümlerini, dinlerini benimseyemez. İslâm dışı ideolojilerin, İslâmın özüne uymayan fikirlerin peşine gidemez. Allah adına hükmetmeyenlerin hükümlerini doğru sayamaz. İslâmdan olduğu belli olan hiç bir emre veya yasağa, İslâmí ölçülere itiraz edemez.



Çünkü Tevhid Kelimesi Allah’a teslimiyetin ve O’nun dinine itaat etmenin göstergesidir.



Bu açıdan İslâmın rükünlerinden (şartlarından) birini inkâr eden tümünü inkâr etmiş ve Tevhid Kelimesini söylememiş gibidir. Böyle yapan, Tevhidi söylerken attığı imzaya ters davranmış olur.



Bugün insanlığın görünen ve görünmeyen bir sürü ilâh (tanrı) ve tağutlara taptığı bir dünyada, Tevhid Kelimesinin anlamını yüceltmeye gerçekten ihtiyaç vardır.



Ve Tevhid Kelimesi aynı zamanda en büyük zikirdir.