KARZ

Borç, kredi, ödünç, altın, gümüş, nakit para ve mislî olan şeyleri başkasına ödünç vermek anlamında bir İslâm hukuku terimi. Çoğulu kurûzdur. Hanefîler dışında diğer mezhepler selem akdi yapılan tüm malların karz olarak verilebileceğini söylerler. Onlar böylece, bazı kıyemî malları da tarife alarak kapsamı genişletmişlerdir (el-Kasâni, Bedâyiu's-Sanayi', VII, 394; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 313; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, V, 366).



Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah'a ödünç vermek" şeklinde ifadesini bulan, fâizsiz ve karşılıksız verilen ödünç para anlamına gelen "karz-ı hasen"i de kapsamına alan altı kadar âyet vardır. Bunlardan birisi şöyledir: "Allah'a karz-ı hasen olarak ödünç verecek olan kimdir? İşte o, bunun karşılığını kat kat arttıracaktır. Ona, bundan başka çok değerli bir mükâfat da vardır " (el-Hadîd, 57/ 11, konu ile ilgili âyetler; el-Mâide, 5/12; el-Bakara, 2/245; el-Hadîd, 57/18; et-Teğabun, 64/17; el-Müzemmil, 73/20).



Bu konuda Hz. Peygamber'in çeşitli hadisleri vardır. "Bir müslüman diğer müslümana iki defa ödünç (para) verirse, bir defa tasaddukta bulunmuş gibi olur" (eş-Şevkânî, Neylü'l-İvtâr, V, 229). Enes b. Mâlik'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Allah'ın elçisi şöyle buyurdu: Mirac gecesi bana, cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi. Sadaka için on katı, karz-ı hasen için ise onsekiz katı ecir vardır. Cebrâil'e, karzın niçin sadakadan daha üstün olduğunu sorduğumda, su cevabı verdi: Şüphesiz, dilenci (çoğu zaman) yanında varken ister. Ödünç isteyen ise, ancak ihtiyaç sebebiyle ister" (İbn Mâce, Sadakât, 19; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, lV, 126).



Karzın rüknü icap ve kabuldür. Ödünç verenin teberrua ehil olması gerekir. Baba, vasî ve mümeyyiz küçükler, temsil ettikleri kimsenin malını teberru edemedikleri gibi, ödünç vermeye de ehil değildirler. Ödünç vermede, başlangıçta bir ıvaz (karşılık) bulunmadığı için, bir bakıma teberru niteliği vardır. Akdin tamamlanması için, ödünç verilecek şeyin karşı tarafa teslim edilmiş olması gerekir. Hanefîlere göre, yalnız mislî olan yani ölçü, tartı veya standart olup sayı ile alınıp satılan şeyler karz olarak verilebilir. Hayvan veya gayri menkul gibi kıyemî malları karz akdine elverişli değildir. Bunlar ihtiyacı olana kira veya âriyet yoluyla verilebilir. Çünkü kıyemî malların misli bulunmadığı için benzerini geri vermek mümkün olmaz. Meselâ; iki yaşlarında 700 bin liraya da, 1 milyon liraya da sığır cinsi hayvan bulunabilir. Ödünç veren daha iyisini almak isterken, ödünç alan daha ucuz olanını geri vermek isteyebilir. Bu durum menfaat çekişmesine yol açar (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 394; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 314; İbn Abidin, Reddu'l-Muhtâr, IV, 179, 195).



Şafiî, Maliki ve Hanbelîlere göre, kendisinde selem akdi yapılabilen her şeyin karz olarak verilmesi de mümkündür. Bu mislî olabileceği gibi kıyemî mallardan da olabilir. Hayvan da bunlar arasındadır. Ebû Râfi'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Allah Rasûlü, bir adamdan iki yaşlarındaki bir deveyi ödünç almıştı. Sonra ona bir takım zekât develeri geldi. Bana, ödünç aldığı kimseye iki yaşlarında bir deveyi vermemi emretti." Ben de dedim ki: "Develer arasında altı yaşını bitirmiş daha güzel olanından başkasını bulamıyorum." Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Onu ona ver, şüphesiz sizin en hayırlınız, ödeme bakımından en güzel olanınızdır" (Müslim, Müsâkât, 118; Ebu Dâvud, Büyû', 110; Tirmizî, Büyu', 73). Hanefîler Ebû Râfi' hadisini mensuh kabul ederler (Sahîh-i Müslim Tercemesi, Terc. A. Davudoğlu, VIII, 96, 101).



İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, karz akdinde va'de şartı geçerli değildir. Aksi halde nesîe ribâsı söz konusu olur. Karz başlangıçta teberru niteliğindedir. Ödünç veren için bedelini derhal isteme hakkı doğar. Ancak sure belirlenmiş olur ve ödünç veren buna riayet etmiş bulunursa, ödünç alana kolaylık göstermiş ve iyi bir iş yapmış olur. Satım ve kira akdi akitlerde ise tarafların tesbit edecekleri va'deler bağlayıcı olur.



İmam Mâlik'e göre, karz akdi, va'de belirlenmekle va'deli olur. Delil şu hadistir: "Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar" (Buhârî, İcâre, 14, 50). Çünkü taraflar karz akdi ile, bunu devam ettirme veya ikâle yapma bakımından tasarrufa mâlik olurlar. Bu arada va'deyi uzatma yetkisine sahiptirler (eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 303; İbn Kudâme, a.g.e, IV, 315)



Hanefîlerin meşhur görüşüne göre, ödünç vermenin menfaat celbeden bir tarzda olmaması gerekir. Ancak ödünç verenin yararlanması, akit sırasında şart koşmaksızın ve bu konuda örf de bulunmaksızın olmuşsa bunda bir sakınca yoktur. Meselâ, ödünç alan kimse, parayı geri verirken ilâve yapsa veya teşekkür olarak evini tercihen ödünç para verene satsa, bunda bir sakınca bulunmaz. Câbir b. Abdillâh'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Benim Rasûlüllah (s.a.s) da bir hakkım (alacağım) vardı. Bana bunu ziyade ederek ödedi" (Müslim, Müsâkât, 120; ea-şevkânî, a.g.e, V, 231).



Aslında, menfaat celbeden karz yasağı ez-Zeylaî'nin Nasbu'r-Râye'de tesbit ettiği gibi, herhangi bir hadise dayanmaz. Bunu şart koşulan veya örf hâlini alan menfaatlarla ilgili olarak düşünmek mümkündür (Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî fi Uslûbihi'l Cedid, I, 504).



Ödünç verene hediye vermek şart koşulmuşsa bu mekruh olur. Aksi halde bir sakıncası bulunmaz. Ancak dostlar arasındaki mutat hediye ve ikramlar bundan müstesnadır. Rehinden yararlanma da, rehin verenin izniyle mümkün ve caizdir (İbn Âbidin, Reddu'l-Muhtar, IV, 182; Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, İstanbul 1988, s. 87, 94).



İslâm'da karz yoluyla kısa va'deli ve küçük kredileri temin etmek mümkün olabilir. Bu, akrabalık, dostluk, karşılıklı yardımlaşma, karşılığını âhirette alma, ileride kendisi de benzer ekonomik sıkıntıya düşerse destek hazırlama gibi düşüncelerle yapılabilir. Kısa vadeli ihtiyaçların esnaf, tüccar ve komşularla hısım akraba arasında çözümlenmesi ve bundan bir yarar beklenmemesi en güzel ve kalıcı bir çözümdür. Bu yolla fertler birbirine yaklaşır, iyilik duyguları güçlenir, ayrıca taraflar sürekli olarak karz-ı hasen sevâbına nâil olurlar. İslâm'da uzun va'deli ve büyük krediler için kâr ortaklığı esası getirilmiştir. Çünkü bir yarar olmaksızın insanların birbirlerine yardımcı olmaları süreklilik arzetmez. Özellikle kredinin miktarı büyüdükçe, bunu karz-ı hasen ölçüleri içinde çözmek mümkün olmaz. Krediye ihtiyacı olan iş adamı dürüst çalışır, ortaklarını gerçek mal varlığına hissedar yapar ve gerçek kârı paylaşmaya, ya da ortakların anaparalarına eklemeye razı olursa, kredi problemine çözüm yolu bulmak kolaylaşabilir.



Hamdi DÖNDÜREN



METİN



Karz lugatta geri almak üzere verilen demektir. İstilahta ise. misli olan bir maldan geri almak üzere başkasına vermek anlamınadır. Bu ifade, Musannıf'ın metinde yapmış olduğu tariften daha kısadır. Musannıt ise şöyle tarif etmiştir: «Benzerini iade etmek üzere, bir kimseye verilen mal üzerine varit olan belirli bir akittir» Bu do «borç verdim» gibi ifadelerle yapılır. Benzerini vermek ifadesiyle, emanet olarak verilen vedia dediğimiz ve geri alınmamak üzere karşılıksız verilen hibe. tarif dışı tutulmak istenmiştir.



Borç misli olan mallarda sahih olur. Ki, bu da helaki onunda yine misli ile ödenen mal demektir. Misli olmayan mallarda prensip olan borç, sahih olmaz. Ki, bunlarda kıymi olan mallardır. Yani çarşı ve pazarda standart olarak bulunmayan. her biri ayrı ayrı değer taşıyan mala kıymî. standart olupta birbirinin aynı olan ve değer farkı olmayan mallara ise misli adı verilir. Odun. hayvan, gayrimenkul ve fertleri birbirinden farklı olan her mal, kıymidir. Çünkü bir benzerini iade etmek mümkün olmamaktadır.



Burada hemen şunu ilave etmek gerekir ki. fasit karz yoluyla kabzedilen borç bey'i fasit yoluyla kabzedilen mal gibidir. İkisi arasında bir fark yoktur. Buna göre karzı fasit ile alınan borçtan faydalanmak haramdır. Satışı ise sahihdir. Mesela; borç olarak almış olduğu buğdayı veya arpayı karzı fasitle atmış ise, akti fasitlerde olduğu gibi, mülkiyet ifade etmesi bakımından satabilir. denmiştir. Burada haram olan, ondan faydalanmaktır. Camlü'l Fusuleyn. Yukarıdaki tariften anlaşıldığına göre gümüş para. altın para, ölçekle satılan buğday ve arpa. tartıyla satıla şeker ve benzerleri, adet olarak satılan yumurta ve benzerleri gibi, malların borç alınması sahihtir. Bundan dolayı ceviz, yumurta ve sayısı belli standart kağıdın borç alınması caiz, et ve ekmeğin karz olarak kilo ile alınması da ilerde belirtileceği gibi sahihtir.



Tedavulde bulunan madeni (nikil) para, borç alındıktan sonra tedavülden kalksa. kişi mislini (onların benzerini) öder, kıymetini tazmin etmez. ölçekle satılanların durumu da buna göredir. Ki borç, misli ile tazmin edilir. Değerinin artması veya düşmesine itibar edilmez. Mebsut'un ifadesine göre bu mesele de. imamlar arasında ihtilaf yoktur.



Bugünkü ifadeyle, enflasyon sebebiyle paranın değer kaybetmesi ve kazanması halinde verilecek mîktar. aynı miktardır. Revaçtan kalkması. kasada uğraması meselesini Bezzaziye ve diğer kitaplar, Ebu Hanife'nin görüşü olarak kabul etmişler ve «Ebu Yusuf'a göre o nikil paralan kabzettiği günkü gümüş değeri üzerinden ödeme yapar» demişlerdir.



İmam Muhammed'e göre ise, revaçtan kaldırıldığı günkü gümüş değeri ödenir. Fetva da buna göredir. Bu ihtilaf, şu noktalarda da caridir. Ebu Yusuf'a göre bir kimse. Irakta yiyecek buğday borç olsa, alacaklı olan kişi bu borcunu Mekke'de alsa. o zaman Iraktaki kıymetini borç aldığı günkü değeri üzerinden öder. İmam Muhammed'e göre ise ihtilafa düştükleri zaman, mahkemeye müracaat ettikleri günkü değeri üzerinden tahsil eder. Alacağını almak için Irak'a borçlu ile birlikte dönmesi gerekmez. Mekke'de alır. Yine bir kimse buğday gibi bir malı, fiyatı ucuz olan bir şehir veya ülkede borç alsa. borç veren kişi. o malın pahalı olduğu bir şehirde borçluya rastlayıp ondan hakkını almak istese. karşı tarafından hakkını almak için hepsini isteyemez. Bu durumda borçlu olan kişi, alacaklıya kefil gibi bir güvence verir. Borçlu, kefilin huzurunda borç olarak aldığını yine o ülkede ödeyeceğini tekeffül eder.



Meyvelerdeki herhangi birini belirli bir ölçek veya tartı ile borç olarak alsa. alacaklıda borcunu kabzetmese, çarşı ve pazarda bulunmaz hale geldikten sonra alacaklının yeni mevsime kadar borçlunun borcunu ertelemesi mecburiyeti vardır. Ancak iki taraf, kıymetini ödemeye razı olurlarsa, o zaman kıymet üzerinde anlaşarak borçlu bir ödeme yapabilir. Çünkü misli ile ödemeye kalkacak olursa. çarşı ve pazarda bulamayacaktır. Ancak kıymete razı oldukları takdirde ödeme mümkündür. Bu kesada uğramış. fulus dediğimiz nikil paralarda durum, bunun hilafınadır. Meselenin tamamı Haniye isimli eserin sarf bölümündedir.



İZAH



Karzın (borcun) bir önceki babla olan münasebeti, o babta. «karz müstesna, her alacağın tecil edilmesi sahihtir.» dediği cümledir. Tahtavi.



«Almak üzere verilendir ilh...» Karzın lügat anlamı, gerek kıymî, gerek misli mallardan olsun. olmak lizere verilendir.



«Şeri İstilahta, misli olan maldan alınmak üzere verilendir İlh...» Bu tarifle, vedia ve ariyet, tarif dışı kalmamıştır. Halbuki tariflerin cami ve mani olması gerekir. Buna göre, «benzerini almak üzere» demesi, daha uygun olurdu. Yukarda da açıkladığımız gibi. her ikisi borç manasına gelse de deyn kelimesi, karz kelimesinden daha geneldir. Çünkü karz, elden verilen bir borç aktidir. Borçla alabileceği gibi, bir satış sonucu karşı tarafın borçlanması veya kabzettiği malın helak olması halinde ödemeyi üstlenmesi deyndir. karz değildir.



«Belirli bir akittir İlh...» Buradan anlaşılan, belirli lafızlarla yapılan akittir. Bunun tefsiri yapılırken, «karz ve benzeri lafızlarla yapılan belli bir akit» şeklinde kayıtlanmıştır. Benzeri şeklindeki ifadenin misli şudur. «Benzerini iade etmem şartıyla. bana bir dirhem verir misin?» demesi; bu, «bana borç ver.» sözü. yerine geçen bir ifadedir. Yukarda Hidaye'den nakledilen bir ifadeye dayanarak «sana ariyet olarak verdim» lafzıyla da borç akdi yapılabilir, denmişti.



«Bununla, vedia ve hibe akitler, istisna edilmiş olmaktadır İIh...» Vedia (emanet) olarak bırakılan mal, hibe (karşılıksız temlik) edilip teslim edilen mal benzerleri. sadaka ve ariyet olarak verilen maldır. Ariyet, bir şeyin verilip belirli bir süre onun menfaatinden faydalanıp, o malı aynen iade etmeküzere yapılan akit demektir. Bunlar, tarif dışı kalmıştır. Çünkü vedia ve ariyede alınan malların, bizatihi kendilerinin iadesi gerekir. Hibe ve sadakada ise bir şeyin iadesi gerekmez.



«Misli olan mallarda ilh...» Yukarda da beyan ettiğimiz gibi. çarşı ve pazarda standart olarak bulunan ve alınan bir mal demektir. Ölçek ve tartı ile birbirlerine yakın olan, ceviz ve yumurta gibi adetle belli mallar kastedilmektedir. Netice olarak, misli demek; fertleri birbirinden farklı olmayan mal demektir. Eğer bunlar. birbirlerinden farklı olur, bu farklılıkta kıymete yansıyacak olursa, o zaman mal misli olmaktan çıkar. Mesela: yumurta veya cevizin taneleri birbirinden farklı olabilir. Ancak bu fark basittir. Birinin fiyatı, diğerinden farklı olmadığından, misli olarak kabul edilmiştir.



«Mislinin iadesi mümkün olmadığı için İIh...» Misli olan malların dışında karz cereyan etmez. Çünkü borç verildiği zaman, benzerinin iadesi gerekir. «Kıymî mallarda benzer bulunamadığı için, borç sahih değildir.» denmek istenmiştir. Borç, başlangıç itibariyle bir malı karşı tarafa ariyet olarak vermekten ibarettir. Bunun içinde ariye lafzıyla borç, sahihtir, sonuç itibariyle bir muavazadır. Çünkü sonunda verilirken alınanın kendisi değil, onun yerine bir benzeri verildiğinden sanki bir muavaza akti olmaktadır.



Borç olarak alınan maldan faydalanma ancak onun istihlaki ile mümkündür. Diğer bir ifadeyle, ödünç alınan yumurta veya ceviz, bekletilip aynının iade edilmesi için değil, yenmesi ve yerine başkalarının verilmesi için alınmıştır. Bu da zimmette sabit olan misliyi ödemeyi gerektirir.



Misli olan mallar dışında karz, prensip olarak caiz değildir. Batur'da bu hususta; «mislinin dışında karz değildir. Çünkü misli olmayan mallar, zimmette borç olarak sabit olamaz. Borç olan kişi, borç aldığı malı kabzetmesiyle ona maliktir. Hatta bu fasit bir borçla olsa, sahih gibi kabız ile mülkiyet ifade eder. Ancak karzı fasitle kabzedilen malın, bizatihi kendisinin iadesi gerekir. Caiz ve sahih olan borçta ise. bizatihi kendisinin değil, benzerinin iadesi gerekir. Eğer karzı fasitle almış olduğu mal, bizatihi kendisi mevcut ise, Ebu Yusuf'tan bir rivayete göre. ondan başkasını veremez. Ancak rızası ile onun yerine başka birisini vermesi caizdir.» denmiştir.



Karzı caiz olanların. ariyet olarak verilmesi karz. karz olarak verilmeleri caiz olmayanların, verilmesi de ariyettir. Yani borç olarak verilmesi caiz. olmayanlar verildiği takdirde borç değil. ariyet olur. Bu da. alınan malın bizatihi kendisini iade etmeyi gerektirir. Yalnız yukarda beyan edildiği gibi. borç fasitte olsa kabız ile mülkiyet ifade eder. Fakat. «aynını iade gerekir.» sözünü unutmamak gerekir.



«Beyi fasitle kabzedilendeki durum gibi ilh...» Fasit beyle alınan malda. müşterinin mülkîyeti sabit olduğu gibi, fasit karzla kabzedilen karzda. karzı olan ona malik olur. Camiü'l Fusuleyn'de. «karzı fasit, mülkiyet ifade eder» denmektedir.



Bir kimse. bir evi borç olarak alsa ve onu kabzetse. malik olur. Ancak evin borç olarak alınması fasittir. Kabzetmesiyle. ona malik sayılır. Misli olanların dışındakilerde de durum aynıdır. Bu vaziyette borç alan kişiye, eğer evin kendisi mevcut ise. aynının idde edilmesi gerekir. Aksi halde kıymetini ödemesi lazımdır. Bu durum. şuna benzemektedir: Bir kimse vekiline, «kendi cariyeni bana ver. bana bir köle satın al» dese, vekilde bu emre uyarak satın olsa. alınan köle vekilin değil. müvekkilin olur.



«Bundan faydalanmak haramdır ilh...» Bu, Camiu'l Fusuleyn'in ibaresidir. Orada, daha sonra. «borç alınması caiz olmayan her hususta, helal olmadığı için. ondan faydalanmak caiz değildir. Ancak mülkiyet ifada etmesi bâkımından. beyi fasitte olduğu gibi. satışı caizdir.» denmiştir. «Satışı caizdir.» ifadesi ise. sahihtir. manasına yorumlanır. «Böyle bir tasarrufta günah yoktur.» demek manasına değildir. Şüphesiz fasit olan herhangi bir aktin. fesh edilmesinin her iki taraf üzerine vacip olduğu daha önce söylenmişti. Beyi suretiyle elinden çıkarması demek; vacip olan feshe mani bir durum arzettiğinden. caiz görünsede helal değildir. Aynen diğer feshe mani bütün tasarrufların helal olmadığı gîbi. Nitekim bu beyi fasit bahsinde yukarda geçti.



«Kağıtta ilh...» Kağıdın adedi olduğuna, bu ifadeyle işaret edilmek istenmiştir. Burada kağıtla ilgili söylediği söz, aynen Tatarhaniye'de mevcuttur. Daha sonra Haniye'den naklen. «kağıtta adet olarak selem. caiz değildir. Çünkü bunların fertleri birbirinden farklıdır. Yani o günkü şartlara göre standart olmadıkları için selem. caiz değildir.» denmiştir. Burada bu ifadenin, nevi ve vasfı bilinmeyen kağıda yorumlanması gerekir. Ancak kalitesi, nevi, sıfatı beyan edilen standart kağıtlarda selem. caizdir.



«İlerde geleceği gibi ilh...» Riba babında ekmeğin adet veya vezin olarak mı borç alınabileceği bahsedilecektir. İmam Muhammed'e göre. hem adet, hem de (vezin) tartı itibariyle ekmek ödünç alınabilir. Fetvada bu görüş üzere verilmiş asırlardan beri teamül, bu istikamette olmuştur. İbn-i Melek. Bu görüşü fakih Kemal İbn-i Hümam benimsemiş, musannıfta kolaylık olması bakımından bunu fetvaya elverişli görüş olarak seçmiştir. Ebu Hanife'den naklen Tatarhaniye'de, «ekmeğin, gerek adet, gerekse tartı ile borç verilmesi ve alınması caiz değildir.» denmiştir. Ebu Yusuf'un da aynı görüşte olduğu söylenmiştir.



İnsanlar arasındaki örfe göre böyle bir borçta beis yoktur. Çünkü insanların asırlardan beri aralarında uyguladıkları hususta budur. Bunun içinde, fetva İmam Muhammed'in görüşüne göre verilmiştir. Hindiye'de:



Haniye. Zahiriyye ve Kafi'den nakledilene göre; ekmek tartı ile borç alınabilir, adedi olarak alınamaz. Bu da Ebu Yusuf'un görüşüdür. Nitekim ilerde hamur veya mayanın ödünç alınmaları bahsinde bu konuya tekrar temas edilecektir.



«Nikil paralar ilh...» Adali denilen parada bunlardan biridir. Bu da. bir krala nispet edilen madeni gümüşünden çok olan mahşuş bir para türüdür.



Ben derim ki: Burada söylenmek istenen her ne kadar gümüş suretinde görünüyorlarsa da, kalp paralardır. Nitekim bu hususa Fetih'te sarih bir şekilde yer verilmiştir. Mahşuş olan paralar, diğer tamam nikil olan kalp para veya diğer madeni mangır denilen paralar hükmündedir.



Fulus dediğimiz bu nikil paralar konusunda şu görüşlere yer verilmiştir: Bunların satın alınan mallara bedel olmaları yani para kabul edilmeleri, insanlar arasında örf ve ıstılahla olmuştur. Revaçtan kalkmasıyla. para olma nitelikleri de ortadan kalkmış olur. Kesat. halk arasında tedavülden kaldırılması demektir. Ama çoğu gümüş veya halis gümüş olanların durumu ise, bunun hilafınadır. Çünkü gümüş para, yaradılış itibariyle eşyaya değer olarak yaratılmıştır. Tedavülden kaldırılsa da para olma niteliğini kaybetmez. Nitekim bunlarla ilgili hususu. bey'e bahsinin, «peşin ve veresiye satışı caizdir.» meselesinde zikretmiştik.



«Buna göre kesada uğramış paralardan mislini ödemesi gerekir ilh...»



«Helak olsa, mislini öder. Ama helak olmamış ise bizatihi ittifakla aynını iade etmesi gerekir.» ifadesi, Şurunbulâliye'nin sarf bahsinde geçer. Bu konu ile ilgili geniş açıklama, ilerde gelecektir.



«Değerinin artması veya düşmesine itibar edilmez ilh...» Bu ifade, buraya sıkıştırılmıştır. Zira konumuz kesatla ilgilidir. Değerinin artması veya azalması. ayrı bir konudur. Ancak bunun bir fer'i olması bakımından yer vermek istemiştir. Hakim, «Kafi». isimli eserinde şöyle der: «Danik, bir dirhemin altıda biridir. Bir kimse «bana şu kadar danik veya bir danîke alınan buğday ver» dese, O'da çeyrek danike alınan buğday verse. onun mislini ödemesi gerekir. Eğer on fels borç alsa, daha sonra tedavülden kalksa, Ebu Hanife'nin kavline göre bizatihi onların mislini ödemesi gerekir. Ebu Yusuf'la, İmam Muhammed'e göre, gümüşten kıymetinin ödenmesi daha uygundur.



Bir danik karşılığı verilen fülüs parayı borç alsa veya yarım dirhem karşılığı verilen fülüsü borç alsa, daha sonra da bunların değeri artsa veya eksilse, almış olduğu adedi aynen iade eder» Yine dinar karşılığı Gulle dediğimiz, «mağşuş gümüş paradan bana on dirhem borç ver» dese. O'da on dirhem verse, öderken aynı mağşuş dirhemlerden, benzerini ödemesi gerekir. Burada dirhemin değerinin artması (satın alma gücünün artması) veya eksilmesine bakılmaz. Çünkü buna itibar yoktur.



Durum vezni ve keyli olanlarda da aynıdır. Bunlarda da borç, caizdir. Ceviz ve yumurta gibi sayı ile verilenlerde de borç caizdir. Fetavayı Hindiye'de, «belirli bir mîktar buğday borç alsa ve fiyatının değişmesinden sonra aynı miktarı misli olarak ödese. veren kişinin bunu olması gerekir ve buna zorlanır. Yani diyemez ki; benim buğdayım, o zaman yüz lira idi. bugün ise doksan liradır. diyerek almama durumuna gidemez.» denmektedir.



«İkinci İmam (Ebu Yusuf'a)'a göre ilh. .» Netice olarak, Ebu Yusuf' la İmam Muhammed, kesadın vuku bulması halinde mislinin değil. kıymetinin ödenmesinin vacip olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü revaçtan kalkmasıyla. bu nikil paraların para olma niteliği ortadan kalkmıştır. Bizatihi kendilerinin iadesi halinde kabzedildiği sıfatla iadeleri aynen mümkün olmamakta, dolayısıyla kıymetini ödemesi vacip olmaktadır. Hidaye'nin zahiri ifadelerinden de sahibeynin kavlinin, tercîh edildiği anlaşılmaktadır. Fetih.



Ancak Ebu Yusuf'ta İmam Muhammed arasında, bunların kıymetlerinin ödenmesi halinde ihtilaf vaki olmuştur. Fetih'in sarf bahsinde ihtilaf sebebi. şu şekilde izah edilmiştir: «Ebu Yusuf'a göre bir kimse, misli olan bir mal gasbetse ve çarşıda da benzeri bulunmaz hale gelse, gasbettiği günkü değeri ödemesi vaciptir. İmam Muhammed'e göre ise, mahkemenin hüküm verdiği günkü değerin ödenmesi vaciptir. Borç veren kişi için sahibeynin görüşleri, İmam Ebu Hanife'nin görüşünden daha faydalıdır. Mislinin iade edilmesi halinde. borç veren kişinin zararı söz konusudur. Ebu Yusuf'un görüşü, borç veren kişi için daha uygundur. Zira borç aldığı zamanki değeri, benzerinin kesildiği günkü değerinden fazladır. Bu ise, daha kolay ve pratik olmaktadır. Çünkü çarşı ve pazardan, kesildiği tarihi belirlemek zordur, hatta bazı yerlerde mümkün bile olmamaktadır.» Burada (Fethül Kadir'de) değerin düşmesi veya artması ile ilgili meseleye yer verilmemektedir. Buna rağmen biz, büyü bahsinin ilk bölümünde, Ebu Yusuf'a göre borç parada kabzetmiş olduğu günkü değeri üzerinden ödeme yapmasının vacip olduğunu söyledik. Hülasa, Zahire ve Bezzaziye isimli eserlerde, fetvanın bu istikamette olduğunu da nakletmiştik. Bu da. kesat konusunda Ebu Hanife kavlinin tercih edildiğini göstermektedir.



Bey'in hükmü, kesat konusunda aynı borç alma gibidir. Yalnız Ebu Hanife'ye göre satın alınan bir şeyin, daha ödeme yapılmadan ödenecek olan parası. tedavülden kaldırılırsa, o satış akti batıl olur. Ebu Yusuf'a göre ise, batıl olmaz. Kesat konusunda satış aktinin vaki olduğu günkü değeri ödemesi gerekir. Ruhus ve ğala dediğimiz para değerinin düşmesi, veya artması konusunda da durum yine aynıdır. «Borçta; borç aldığı gün satın alma olayında da; satın alma olayının gerçekleştiği günkü değer ödenir.» demiştik.



«İmam Muhammed'e göre, mahkemeye müracaat edip meselenin hallini istedikleri günkü değeri verilir ilh...» Bu konuda Haniye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Mekke'de aldığı malın. Mekke'deki değeri değil, mahkemeye müracaat ettiği gün, Iraktaki değeri alınır. Borç alınan şehir ve ülkede mahkemeye müracaat gününde değer ne ise. ödenmesi vacip olanda o kıymettir.» Buna göre müellifin metin içerisinde, «Irak'taki o günkü değeri» diye kayıtlaması gerekirdi. Bunu da Zahire'de olduğu gibi birinci ifadeden kaldırılıp, ikincisine eklenmesi daha uygun olurdu.



«Bir yiyecek (buğday) borç alsa ilh. » Bu. birinci meselenin ta kendisidir. O'da, bir kimse borç aldığı şehir veya ülkeden başka bir şehir veya ülkeye gitse ve her iki şehirde de borç alınan malın değeri aynı olması meselesidir. Çünkü örf ve adete göre, Mekke'de satılan yiyecek buğday kıymetininIrak'dakinden daha pahalı olduğu bir gerçektir. Bu. ikinci bir rivayettir, aynı zamanda İmamın da kavlidir. Zahire'de bu, sarih bir şekilde ifade edilmiştir. Zahire isimli eserde. evvela yukarda nakledilen iki görüş aktarıldıktan sonra şöyle denir: «Bişr'în, Ebu Yusuf'tan rivayeti şudur: Bir kimse diğer bir kişiye taşıma veya diğer külfetleri olan belirli bir miktar buğday borç verse veya ondan bir buğday gasbetse; o buğdayın pahalı veya ucuz olduğu diğer bir ülkede onlar karşılaşsalar, Ebu Hanife'ye göre alacaklı, borçlu olan kişiden bu malı gasbettiği veya borç aldığı şehir ve ülkede ödeyeceğine dair bir kefil alır. Orada ödeme yapılmaz. Ebu Yusuf'a göre eğer kıymetin üzerinde bir anlaşmaya varacak olurlarsaki, bu güzel bir husustur o takdirde (hangisi kıymete meylederse) diğer tarafta onu ödemeye zorlanır. Buradaki kıymetten maksat, gasbedilen veya borç alman ülkedeki kıymet ve değerdir. Burada ihtilaf vuku bulacak olursa, beyineyle ispat edilmediği takdirde söz hakkı borçlunundur. Eğer gasbedilen mal, orada aynen mevcut ise, o zaman kıymeti atmaya değil. bizatihi o malı aynen almaya zorlanır. Zahire'de, Kuduri'nin bu husustaki görüşü yer alır: «Bir kimse; Buhara parasını, dirhemleri diğer bir kimseden borç olsa, o parayı iade edemeyeceği, ödeyemeyeceği başka bir şehir veya ülkede karşılaşsalar, eğer o şehir veya ülkede o para geçerli olduğu takdirde, gidip getireceği bir zamanı mühlet olarak tanır ve ondan da o an için bir kefil alır. Eğer para orada geçmiyorsa. getirmesi de mümkün olmazsa. kıymetini ödemesi gerekir.» Bey'e bahsinin boş tarafından. «Buhara dirhemleri belirli vasıflarda fulus paradır. Bu sebepledir ki. geçerli olmadığı takdirde, kıymetini o ülkede öder. Çünkü kesat sebebiyle onların semen olma vasıfları, batıl olmuş-tur.» diye bahsetmiştik. Burada durum aynı olmaktadır.



Eğer gümüş paraların halis gümüş veya çoğu gümüş olacak olursa ki zamanımızda Fransız riyali böyledir o zaman nerede olurlarsa olsunlar, paranın mislini iade etmeleri vaciptir. Çünkü gümüş paraların para olma niteliği. ne tedavülden kalkmasıyla, nede değerini kaybetmesi veya değerinin artmasıyla hükümsüz olmaz. Nitekim Hakimin «Kafi» isimli değerli eserinden de naklettiğimiz gibi, gümüş paraların satın olma gücünün artması veya düşmesine itibar edilmez.



«Meyvelerden bir şey borç olma ilh...» Burada meyvelerden maksat. belirli ölçek veya belirli tartı ile satılanlardır. Bunlardan herhangi bir şeyi borç olsa ve daha sonra çarşı ve pazarda bulunmaz hale gelse. bu durum alacaklıya borç geri verilmeden vuku bulacak olursa, Ebu Hanife'ye göre alacaklı olan kişi. bizatihi o malların aynını veya benzerini alabilmek için yeni mevsime kadar borcu ertelemek mecburiyetindedir. Çünkü çarşı ve pazarda bulunamaması, helâk mesabesindedir, demiştik. Bu konuda Ebu Hanife'nin prensibi şudur: Bir malın helak olması ile o malın aynında ve benzerinde hakkın batıl olmamasıdır. yani benzerini alma imkanı varken. kıymete gidilmemesidir. Ebu Yusuf'a göre ise bu durum paranın tedavülden kalkmasına benzemez. Çünkü bu, bulunabilecek hususlardandır. Bunun için alacaklı ertelemeye zorlanır. Ancak kıymet konusunda her iki taraf, razı olurlarsa, o an kıymeti ödenebilir. Bu durumda o malın bulunduğu bir şehirde karşılaşsalar, «borcumu yermedi. geciktirdi» diye karşı tarafın hapsedilmesini isteyemez. Ancak bir güvence olarak kefil isteyebilir. Kendi ülkesine döndüğü zaman malını ve borcunu ödeyeceğini, kefil ile teyit edebilir.



METİN



Borç alan kişi. borcu teslim alması ile ona malîk olmuş sayılır. Bu, İmam Muhammed'le İmam Ebu Hanife'ye göredir. Ebu Yusuf'a göre ise. mücerret teslim almakla malîk olmuş olmaz. Buna göre borç aldığı mal elinde mevcutta olsa. onun yerine benzer başka bir mal verebilir. Ebu Yusuf'a göre veremez. Bu da, mülkiyet ifade eden herhangi bir aktin, karz lafzıyla yapılıp yapılamayacağına binaendir. Her iki görüşte ayrı ayrı kişiler tarafından benimsenmiştir. Metinde yer verilmemesine rağmen. şerhte nikah aktinin karz lafzı ile yapılabileceğine işaret edilmiş ve yapılabilir, denmiştir. Çünkü karz lafzıyla yapıldığı takdirde, anında mülkiyet ifade etmektedir. Bahır.



Borçlu olan kişinin, borç aldığı mal elinde mevcut iken. borç veren-den satın alması da caizdir. Tabiki parasını o mecliste peşin olarak verme şartıyla caiz olur ama para kabzedilmeden o meclisten ayrılacak olurlarsa, satış akti batıldır. Çünkü borcun, borca satılması gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Bu ise. hadiste yasaklanmıştır. Bezzaziye.



Mahcur olan bir çocuğa bir miktar borç verilse, çocukta bu borcu alıp telef etse. çocuk bunu ödemekle mükellef değildir. Ebu Yusuf. bu görüşe karşıdır. Aynı hilaf, mahcur olan çocuğa bir malın satılması veya ona bir malın emanet olarak bırakılması halinde. bu malların telef etmesi halinde ödetilip ödetilemeyeceği konusu aynen yukarıdaki ihtilafa binaendir. Bunamış kişinin durumu da, mahcur-çocuk gibidir.



Kendisine ticaret yapma izni verilmemiş mahcur bir köle. borç alacak olursa. borcunu ancak azad edildikten sonra ödeme sorumluluğunu taşır. Ebu Yusuf, yine bu görüşe de karşı çıkar. Bunlara borç verme durumu emanet malın verilmesi durumuna benzemektedir. Hepsinin durumu aynıdır. Kaniye. Haniye'de ise şöyle denmektedir: Bir kimseden borç para isteyen bir şahıs, para getirildiği zaman, «onu, suya at» der ve parayı getiren (borç veren) kimse de onu suya alacak olursa, İmam Muhammed'e göre borç gerçekleşmez. Alan kişinin de bir şey ödemesi gerekmez. Diğer borçlarda ve selemde de durum aynıdır. Satın alma ve vedia durumu, bunun hilafınadır. Yani bir malı satın alan veya bir emanet mal kendilerinde iken; müşteri, malı teslim etmek üzere getirene «suya at» dese, suya attığı takdirde müşteri birinci meselede malı kabzetmiş, emanet sahibi de emanetini atmış olurlar. Çünkü suya atılma ile ilgili verilen emir, onu kabzetme mesabesindedir.



İki mesele orasındaki fark; borç alan, birinci meselede bizatihi aldığını değil. yerine başka birini verebilir. ikincisinde yani vediada mal bizatihitaayyun etmiş olduğundan, onu vermesi gerekir. Satın olma hadise-sinde de durum aynıdır. İkincisindeki yani satın alma ve vediada taayyun ettiğinden «suya at» demekle, onu kabız etmiş sayılır. Bunu, «Garibur Rivaye»ye nispet etmîşlerdir. Yine Haniye'de borç almada ileri sürülebilecek şartların, yalnız caiz olanlar olması gerekmez. Fasit olan şartlar dahi,borçta ileri sürülebilir. Bu durumda fasit şartlar karzı ifsat etmez. Mesela; «şunu veririm ama başkasını isterim şartı» şeklinde ileri sürülen şartta, geçerli değildir.» denmektedir. Buna göre kırılmış parça halindeki dirhemleri borç alan kişiye, borç veren tarafından «bütününü iade etmen şartıyla veriyorum» dense, bu şart batıldır, geçerli değildir.



Başka yerde verilmek üzere borç verme durumu da aynı bunun gibidîr. Dolayısıyla aldığının benzerini vermesi gerekir. Daha iyisini şart koş-madan ödediği takdirde caiz. borç veren kişi bu daha iyiyi kabule mecburdur. Bahır'daki bir ifadeye göre mecbur değildir. Hülasa'da ise, «caiz olmayan bir şartla borç haram, şart ise geçerli değildir. Şöyleki; bir kimse borç veriyor olma verirken de, «falan yerde ödemen şartıyla» derse, burada verene fayda sağlayan bir şart olması nedeniyle caiz değildir.» denir. Eşibah'ta Ise; «menfaat sağlayan her borç haramdır. Bunun için re-hin alınan evde, rehin alan kişinin oturması. velevki rehinin izniyle de olsa mekruhtur.» denmiştir.



İZAH



«Borç teslim alınmakla mülkiyet ifade eder ilh...» Onun harcanılması şart değildir. Bu da, Ebu Hanife ile İmam Muhammed'e göre böyledir.



«İkinci imamın görüşü bunun hilafınadır ilh ..» Ebu Yusuf'a göre borç alan kişi, almış olduğu borç elinde olduğu müddetçe, ona malik sayılmaz. Ancak onu istihlak ettiği zaman ona malik olmuş olur. Nitekim bu ifade. Menih isimli eserde aynen yer almıştır.



«Buna göre mislini iade edebilir ilh...» Yani belirli bir miktar buğday borç olsa ve borç aldığı buğdayı teslim aldıktan sonra. vermek istediğinde onu elinde tutup, borç veren bizzat kendisinin iadesini istese de. bir benzerini borç verene verebilir. Çünkü borç vermekle, onun mülkiyetin-den çıkmış, borç alanın mülkiyetine girmiş olur. Dolayısıyla mülkiyeline girince de borç alanın zimmetinde benzerini ödeme sabit olmuş olur. Aldığı mal bizatihi mevcut olsa do durum değişmez.



«Bu, karz lafzıyla aktin inikad edeceğine binaendir ilh...» Bu ibare, Bahır'dan naklen Menih'te aynen nakledilmiştir. Buna benzer bir ifade de Zeylai tarafından nakledilir. Şöyleki; Karz lafzıyla akdin gerçekleşip, gerçekleşmeyeceği konusunda ihtilaf vardır. «Sahih olur gerçekleşir» dendiği gibi «gerçekleşmez» de denmiştir. Birinci görüşün; İmam Muhammed'le Ebu Yusuf'un kavillerine kıyas olarak ikincisinde; Ebu Yusuf'un kavli olarak söylenildiği nakledilir.



Ben derim ki : Bu iki ifade de. Bahır'ın karz bölümünde değildir. Zeylâi, şerhinde de ancak nikahla ilgili konuda metin sahîbi olan Kenz'in şu ifadesine açıklık getirmek üzere zikredilmiştir: Nikah akti, mülkiyeti ifade eden her lafızla gerçekleşir: sözüne açıklık getirmek üzere karz lafzı da hemen anında mülkiyet ifade ettiği için, İmam Muhammed'le İmam Ebu Hanife'ye göre karz lafzıyla nikah aktinin yapılabileceği ile ilgilidir. Burada «inikad edebilir» ifadesi, karz aktiyle ilgili değil. nikah akti ile ilgilidir. Bu da garip bir olaydır. Evet, bu meselenin burası ile ilgisi vardır. Meseleye açıklık getirilmediğinden değişik biçimde nakledilmiş. do-layısıyla yanlış tefsire vesile olmuştur. Metnin acık ifadesinden, Ebu Hanife'ye imam Muhammed'in görüşlerinin tercih edildiği anlaşılmaktadır. Buna göre Şarihin bilmünasebe, «nikah aktinin karz lafzıyla da inikad edilebileceği, itimada şayan bir görüştür.» demesi. daha uygun olurdu. Bu da, iki tashihten biridir. Çünkü karz lafzı, hemen mülkiyet ifade eden bir lafızdır.



Borç alan kişinin; borç verenden, borcu satın almasıyla ilgili mesele



«Müstakriz tarafından, borcun satın alınması caizdir İlh...» Bu. İmam Ebu Hanife'yle İmam Muhammed'in görüşlerine binaen zikredilmiş bir meseledir. Yani elinde olan borcu değil, zimmetinde olan borcu satın almış olmaktadır. Buna göre bûrcun kendisi satın alınabilir. «Velevki kaim ise» ifadesindeki zamir, borç veren kişiye aittir. Borçlunun zimmetinde olana raci olabileceği gibi, borç alan kişinin elinde mevcut olana da raci olması durumuna. belağa ilminde istihdam denir.



Burada eğer birinci husus, zimmette olanı satın alma ile ilgili olacak olursa, Zahirede. «borç alan kişi, borç verenden, borç olarak aldığı belirli miktar buğdayı, yüz liraya alsa caizdir. Velevki bu buğday zimmetinde olsun. Çünkü onun, ödenmesi gereken bir borçtur. Sarf ve selem aktiyle caiz olmaz. Eğer mevcut değilse. sat»n alma aktinde istilak edildiği takdirde, üç imamın görüşüne göre sahih olması gerekir. Çünkü istihlak ile malik olmuş olacağından, zimmetinde benzerini ödemesi, hiçbir ihtilafa mahal kalmadan kabul edilen husustur. Eğer malın kendisi mevcut ise, Ebu Hanife'ye İmam Muhammed'e göre durum yine aynıdır. Ebu Yusuf'a göre ise caiz değildir. Zira istilak etmedîkçe. ona malik olmamaktadır. Dolayısıyla borç alan kişinin. zimmetinde benzeri henüz sabit olmamıştır. Binaenaleyh zimmetinde olan bir borç buğdaya satış aktini izafe edecek olursa. mevcut olmayana izafe etmîş olur. Bu ise, caiz değildir» denir. Şerhte söylenen. bundan ibarettir. Zahire'de ikinci husus ile ilgili olarak şöyle. denmektedir: «Bir kimse, diğer bir şahıstan belirli bir ölçek buğday borç alıp kabzetse. elinde mevcut olan o buğdayı (borç aldığı buğdayı) borç verenden satın atsa, Ebu Hanife ile İmam Muhammed'e göre caiz olmaz. Çünkü kabzetmekle borca malik olduğundan, tekrar satın aldığı takdirde kendi mülkünü satın almış olur. Ebu Yusuf'a göre ise. borç alınan buğday istihkak edilmedikçe müstakrizin elinde borç verene ait bir mülk olur. Onun için. borç olan kişi satın alırsa, başkasının mülkünü almış olacağından sahih olur. Burada, bunun aksi söz konusu olabilir. Ebu Hanife'yle İmam Muhammed'in görüşüne göre borç aldığını. tekrar borç verene satmak isteyen kimse. elinde mevcut olan mülkünü satacağından, satışı caizdir.



Ebu Yusuf'u kavline göre ihtilaf edilmiştir. Bazı fakihler «Caizdir» demişlerdir. Ebu Yusuf'un kavline göre borç alan kişi. her ne kadar borç almakla ona malik değilse de. satma. hibe etme, istihlak etme açısından tasarrufa maliktir. Bunun içinde borç verene sattığı takdirde, caiz olan tasarruf hakkını kullandığından caizdir Bu tasarruf ile, borç verenin mülkiyeti zail olmuş, mülkiyet borç olana intikal etmiş, sattığı takdirde de kendi malını satmış olur.»



«Borç aldığı malı. satın aldığı takdirde, o mecliste parasını karşı tarafa vermesi şartıyla ilh...» Bezzaziye'nin sarf bölümü sonunda şöyle denmektedir: «Birinin zimmetinde. diğerine ait belirli miktar buğday veya nikil para borcu olsa, borçlu olan kişi bunları borç verenden belirli miktar bir para karşılığı satın alsa ve ödeyeceği miktarı ödemeden o meclisten ayrılacak olursa. bu akit batıldır. Bu da, dikkat edilmesi gereken hususlardan birisidir. Çünkü buğday veya arpayı borç alan kişi, bunları istihlak eder. malikide onları istediğinde vermekten aciz olur ve borç veren. borç alanla belirli bir süreye ertelenmek üzere vadeli satış yaparsa. bu fasittir. Borca karşılık borç satışmış ve her îki tarafta birbirine borçlu olarak ayrılmış olurlar.»



Yine Bezzaziye'nin beyi bahsinde buna çare olarak şu zikredilir: «Borç veren kişi, buğdayını borç alan kişiye. bir elbise karşılığı satar. Daha sonra da elbiseyi tekrar borç alana belirli bir para karşılığı satar. Elbiseyi ona teslim eder. Borc alan kişinin zimmetinde de karşı tarafa ödenmek üzere elbisenin karşılığı olarak bir para kalmış olur. Böylece para ödemeden de borç, dolaylı yollardan satın alınmış olur.»



«Mahcur olan küçük bir çocuğa borç verir, O'da onu istilak ederse ilh...» Burada çocuğu «mahcur olan» diye kayıtladı. Çünkü çocuk, kendisine ticaret konusunda izin verilmiş biri olursa, o baliğ durumunda olduğundan istilak edebilir, Ayrıca istihlak ile kayıtlamıştır. Çünkü mal elinde aynen baki kalacak olursa, onu maliki geri alabilir. Ama elinde kendiliğinden telef olacak olursa. Ebu Yusuf'a göre de ödemez. Camlü'l Fusuleyn.



«İkinci imamın görüşü (Ebu Yusuf'un görüşü) bunun hilafınadır İlh...»



Ona göre mahcur olan çocuğa verilen borç çocuk tarafından istihlak edilecek olursa öder Hindiyye'de Mebsut'tan nakledilen bir rivayete göre sahih olan, Ebu Yusuf'un görüşüdür. Tahtavi.



«Mahcur olan çocuğa, bir malın satılmasında da hilaf aynen varittir ilh...» Bir kimse, mahcur olan çocuğa bir mal satsa veya ona bir emanet bıraksa, çocukta satın aklığı veya emanet bırakılan bu malı istilak etse, Ebu Yusuf'un görüşüne göre öder, diğerlerine göre ödemez. Burada Vedia lafzının zikredilmesine gerek yoktur. Çünkü Metin sahibi, emanet bırakılan vediayı açık olarak zikrettiğine göre şerhte tekrarına lüzum yoktur. Tahtavi. Ebu Yusuf'a göre çocuk ödemekle mükelleftir. Diğer iki imama göre mükellef değildir. Diğer meselelerde varid olan ihtilaf. aynen buradaki ihtilaf gibidir. Tahtavİ.



«Borç ve selemde böyledir ilh...» Borçlu kişi veya selem akti yapan müşteri (rabbusselem), ödemekle mükellef oldukları parayı alacaklıya borcuna mahsuben vermek istese veya zimmetindeki buğdayı selem yoluyla vermek üzere satan kişiye rasimal yerine rabbusselem vermek islese. onlarda, bunu suya at» diyecek olurlarsa. borç ödenmemiş ve atılan. atan kişinin hesabına atılmış olur.



«Satın alma ve emanet bırakma bunun hilafınadır ilh...» Burada satın almadan maksat. satın alınan malın kendisidir. Yani satıcı, satmış olduğu malı veya yanına emanet bırakılan kişi, emaneti sahibine vermek üzere getirse. müşteri aldığı malı veya emanetin sahibi, o malı getirene. «onu suya at» dediği takdirde. O'da atacak olursa, bu sözlerin geçerli olmasına dayanarak «at» diyen kişilerin hesabına atılmış olur. Bu, «at» emriyle de onlar, bu haklarını kabzetmiş. teslim almış olurlar. Çünkü bunların alacakları, belirli mallardır. Onların adına atılmış sayılır. Zira satıcı olan kişinin, o mal yerine başka bir mal vermesi caiz olmadığı gibi, emanet bırakılan kişinin emanet yerine başka bir mal vermesi de caiz değildir. Ama borç para veren kişi henüz olacağı teslim edilmedikçe. aynını ona vermez. Borçlu kişilerin durumu da bunun. gibidir. Onlar değiştirerek başkasını ödeme imkanına sahiptirler.



Henüz karşı. taraf kabzetmeden onların mülkiyeti, verecek kişilere aittir. Menih isimli eserde «satın alma, sahih bir satın almadır. Çünkü fasit olarak satın alma olayında. kabız olmadan mülkiyet ifade etmez. «at» dediği zamanlarda olacak olursa, satıcı kendi mülkünü suya almış olacağından, karşı taraf sorumluluk üstlenmez.» denmektedir.



«Daha iyisini verdiği takdirde, olmaya zorlanmaz ilh...» Sahih olan görüşte budur. Nitekim Haniye'de böyle denmiştir. Yine Haniye'de: «borç tecil edilmiş olsa. süresi dolmadan onu ödeyecek olursa. karşı tarafa kabule zorlanır» denir. Şarihin daha iyisini daha kalitelisini vermesini söylemesi, fazla vermesi demek, değildir. Çünkü »fazla verirse» dememiştir. Haniye'de bu hususta devamla şöyle denir; Borçlu olan kişi. borcunu bir miktar fazlasıyla ödeyecek olursa, eğer bu fazlalık ayrı ayrı tartı aletlerinde olduğu zaman birinde belirir. diğerinde belirmiyecek derecede olursa, bu fazlalık hükümsüz olduğundan verilebilir. Ve karşı tarafa da alması caizdir. Yüz dirhemde bir danik farkı icma ile sabit bir fark olarak kabul edilmiştir.



Ancak bir dirhem veya iki dirhem fark çok görüldüğünden caiz değildir. Yüz dirhemde yarım dirhem fark olacak olursa İmam Debbusi'ye göre yüzde yarım çoktur. Geri iade edilmesi gerekir. Eğer çok olan miktarın mizanda belirmesi mümkün olmaz. borçlu olanda bunu bilmeden alır. daha sonra öğrenirse, iade etmesi gerekir. Bir kimse, kırılan veya bölünmesi zarar vermeyen sahih dirhemlerin verildiğini biliyor ve alıcıya da kendi isteğiyle veriyorsa bu caiz değildir. Bu da her iki tarafın bilmesine bağlıdır. Çünkü bölünerek teslimi mümkün bir şai hissenin hibesi. caiz değildir, Ancak bölünmesi mümkün olmayan bir y-erde hibe. edilmesi halinde her iki taraf da bilecek olursa caizdir. Çünkü taksimi mümkün olmayan mallarda şai bir hissenin hibesi. caizdir.» denir Bunlar riba bahsinde gelecektir.



Borç menfaat sağladığı takdirde horamdır. Buna tavsiye denebileceği gibi, (süftece) poliçe de denir. Bir kimse, başka bir yere göndereceği emanet parayı yolda kaybolacağı ihtimaline binaen garantiye aldırmak için, gönderdiği kişiye emanet olarak değil, borç olarak verecek olursa, yol emniyetini sağlamak kastıyla verildiği için, bu borçtan istifade etmiş olacaktır. Bu ise. tahrimen mekruhtur. (Yapılmaması gereken bir husustur.)



Nitekim Dürer'de, «süftece açıkça mekruhtur.» denirken Haniyede. «bir kimse mutlak olarak bir borç alır. Onu başka bir şehirde şart koşulmaksızın ödeyecek olursa caizdir» denmektedir.



«Fayda sağlayan her borcun haram oluşu ilh...» Bahır'dan yapılan nakilden anlatılan şudur: «Fayda, borç verme esasında şart koşulmuş ise böyledir. Hülasa ve Zahire isimli eserlerde, «Eğer borç hakkında menfaat şart koşulmayacak olursa. Kerhi'nin kavline göre bir sakınca yoktur.» denmektedir.



«Bunun için rehin olan kişinin, rehinden istifade etmesi mekruhtur ilh...» Eşbah isimli eserin rehin bölümünde, «rehin verenin izni olmaksızın, alan kişinin ondan istifade etmesi mekruhtur» denmektedir. Saihani.



Ben derim ki : Bu ifade, Musannıfın ilerde rehin bahsinde zikredeceği ifadeye uygundur. Orada Musannıf, Menih'den naklen şöyle der:



«Abdullah bin Muhammed bin Eslem es-Semerkandi. Semerkand alimlerinin büyüklerindendir. Ona göre rehin veren izin. verse dahi, alan kişinin rehinden hiçbir surette faydalanması helal değildir. Çünkü bu. faize izindir. Bu izne ise. itibar yoktur. O, borcunu tam olarak alacaktır. Geride fazla olarak o rehinden istifade etmiş olduğu menfaat kalacağından caiz değildir. Bu da çok önemli bir meseledir.»



Ben derim ki : Bu son ifade muteber eserlerdeki «izin verildiği takdirde rehin alan kişi, rehinden istifade edebilir» ifadelere tamamen ters düşmektedir. Ancak «Diyaneten uygun değildir.» şeklinde bir tefsir yapılabilir. O zamanda metinlerdeki ifade. «mahkemenin hükmü île olursa» şeklinde tefsir edilir. Devahirü'l Fetava isimli eserde. «rehin alınırken şart koşulacak olursa. içinde menfaat şart koşulan bir borç olmuş olur. O'da rîbadır. Ama şart koşulmayacak olur, buna rağmen rehin veren kişi izin verecek 'olursa, bir sakınca yoktur.» denmektedir: Eşbah'ın yukarıdaki ifadesine Hamevî, şu ilaveyi yapmıştır: Riba olan yerde, Diyaneten ve hükmen diye bir fark ortaya çıkmaz. Böyle bir uyuma gitmeye gerek yoktur. ÖzeIlikle yukarda belirtildiği gibi, fetva verilen görüş mubah olur.» dendiğine göre. böyle bir tefsire de gerek yoktur.



Ben derim ki : Cevahir isimli eser, ikinci bir tefsiri de beraberinde ge-tirmektedir. Şöyle ki: Muteber metinlerdeki. şartsız olursa mubah, diğeri şartlı olursa faiz olacağı şeklindedir. Böylece iki ifade arasında. bir telif yapılmış olur. Bu da birbirine zıt kalmalarından daha evladır. Bu durumu. şu ifade teyid eder: Borç alan kişi, borç verene borç aktinde şart koşulan bir hediye getirecek olursa, mekruhtur. Akitte hediye şartı koşulmamışsa. mekruh değildir. Hayriye isimli eserde ise şöyle denmektedir: Alacağına sabretmesi karşılığı, borçlunun zeytin ağaçlarını, meyvelerini yemek şartıyla rehin alan kimse, yediği takdirde, meyvelerin bedelini öder. Fetva buna göredir.



METİN



FER'İ MESELELER: Aldığı on dirhem borcu teslim almak üzere kölesini gönderen kişi, daha sonra borç veren kimse, «parayı köleye verdim.» ve kölenin «parayı efendime teslim ettim.» demesine rağmen kölesinin para almadığını iddia ederse, hiçbir şekilde borçlu sayılmaz. Borç veren kişi. köleden de isteyemez. Çünkü kölenin ikrarı, başkası için kabzettiğini söylemesidir.



Yirmi kişi bir adama gelerek borç alsalar ve borç paranın aralarından birine verilmesini söyleseler, O'da verse, daha sonra alacaklı olan kişi o parayı kabzedenden hissesine düşecek miktarın dışında bir şey talep edemez.



Ben derim ki: Bunun manası şudur: Borcun kabzedilmesiyle ilgili hususta vekalet sahihtir. Borç almada ise, vekaletin sahih olmadığıdır. Kinye. Bu hususta Kinye'de şöyle denir: «Hamurun tartılarak borç alınması. caizdir. Tartılmasa dahi mayada caiz olması gerekir. Delil ise; bazı sahabilerin, «Komşuların birbirlerinden hamur mayası almaları riba mıdır?» sorusu üzerine Resulullah (sav)'ın; «Müslümanların güzel gördüğü Allah (cc) katında da güzeldir. Onların çirkin gördüğü. Allah (cc) katında çirkindir.» buyurmalarıdır. Basit ve değeri çok az bir malın, borç alma ihtiyacında olan kişi tarafından çok pahalı bir fiyatla satın alınması caiz, fakat mekruhtur Musannıf'ta bunu bu şekilde kabul etmiştir.



Ben derim ki: Ebussuud Efendi Maruzat'ında şöyle der: «Muamele tariki ile değeri fazla olmayan bir malı, değerinin üstünde bir fiyatla borç atma ihtiyacında olan bir kişinin satın olması caizdir. Mesela: Zeyd'in on lira borç karşılığı bir malı. on iki veya on üç liraya vermesi gibi. Özellikle Şeyhul İslâm, on lira karşılığı bir malı. On buçuk liradan fazlaya kimse veremez.» şeklinde fetva vermiştir. Şeyhül İslâm'a. «bu emre uyulmadığı takdirde ne lazım gelir?» diye sorulduğunda. «Bunu yapan kişi tazir edilir. Tövbe edinceye, bir daha yapmayacağına dair, pişmanlığı or-taya çıkıncaya kadar da hapsedilir.» der.»



Burada konuya şöyle bir açıklık getirilebilir. On lira borca karşılık, yarım lira faiz ödenecek değildir. Buradaki mesele, biraz sonra Şerhte de açıklanacağı gibi. on liralık borca karşılık bir mal satın aldığı takdirde, yirmide bir fark bulunan değerle satılabileceğidir. Yalnız borca karşılık, şu kadar faizin caiz olduğu istikametinde değildir. Nitekim biraz sonra da mesele arzedilecektir.



Bu surette, «tayin edilen miktardan fazla kâr alacak olursa, sahibine iade eder mi?» sorusuna karşılık şu denebilir: Eğer bu karşılıklı rıza ile olmuş ise. iade edilemeyeceği hakkında da emir sadır olmuştur. Ancak burada uygun olan, rucu edebileceğidir. Bûndan daha da kötüsü, selem aktinde cereyan edendir. Hatta bu yolla birçok köy ve köylülerin iflas ettiği. harap olduğu da görülmektedir



İZAH



«Köle ben, parayı mevlaya verdim ilh...» «Aldığım o on lirayı sahibime verdim.» diyen kölenin mevlası daha sonra bunu inkar etse, ödemez. ikrar ederse. ödemesi gerekir. Nitekim Haniye'de. «bir kimse, elçi gönderdiği bir adama. »bana on lira borç gönder.» dese ve O'da, elçi ile gönderecek olursa, elçi gönderen kişi elçinin kabzettiğini itiraf etse, bu borcu öder.



«Köle, bihakkın kabzettiğini ikrar etmiştir ilh...» Köle, kendisi için değil. kendisini gönderen mevlası adına kabzettiğini itiraf etmiştir. Dolayısıyla köle. bu inkar meselesinde borcu ödemez. Karşı tarafta almadığını söylediğinden, o tarafta ödemez.



«Yirmi kişiden birine verirse ilh...» Alacaklı kişi. yirmi kişi adına borcu kabzedenden ancak hissesine düşen miktar kadar isteyebilir. Çünkü geri kalan kısmı, arkadaşları adına vekaleten kabzetmiş olmaktadır.



«Borcun kabzedilmesinde vekalet caiz ama borç almada vekalet caiz değildir. ilh...» Bu, nassan ifade edilmiş bir husustur. Camiü'l Fusuleyn'. de. «kendisi için borç almak üzere birinci elçi olarak gönderdiğinde borç veren. ona borç verse, elinde zayi olduğu takdirde elci. «gönderen kişi için borç ver.» demiş ise, gönderen öder. Ama elci. «bana gönderen için borç ver» derse, elçi öder. İkisi arasındaki fark şudur: Elçi. «gönderene borç ver.» derse gönderen. «gönderen için bana borç ver» derse borcu, elçi öder. ifade acıktır. Netice olarak, borç vermede vekalet. caiz oma borç olmada vekalet caiz değildir. Borç almak için elci göndermek. caiz olan hususlardır. Borç almak üzere vekil tayin edilen kişi, borç alırken ifadesini, bir elçi ifadesi şeklinde kullanacak olur ve yukarda beyan ettiğimiz gibi, «Falana borç ver» derse borç vekil eden kişiye ait olur. Ancak vekalet yolu ile de olsa, borcu kendisi için «bana falan adına vekaleten borç ver» derse, o borç vekilin olur. Gönderene vermeyebilir.» denmektedir.



Ben derim ki: Aradaki fark şudur: Gönderen kişi. müvekkili izafe eder ve. «beni, falan borç vermen üzere gönderdi.» derse. elçi durumunda olur. Elçinin sözleri «gönderirim» ifadelerini nakletmeden ibarettir. Sorumluluk üstlenmez. Ama kendine izafe eder ve, «şu kadar bana borç ver» veya «falan kişi için bana şu kadar borç ver» derse, borç kendisi için alınmış olur. Yukarıdaki durum, bunun hilafınadır. Fakihlere göre borç almada vekalet sahih değildir. Çünkü bu bir nevi başkası adına dilenme olduğundan, sahih değildir.



Ben derim ki: Bu meselenin, ikinci bir yönü daha vardır. O'da şudur: Borç. başlangıç itibariyle bir teberru, bir kaynaşma aracıdır. Onun için. kabzeden müstakriz için vaki olmuş olur. Burada vekalet ve niyabet sahih değildir. Çünkü bu, bir nevi dilenmedir. Dilenmede vekalet sahih olmadığından muhtaç bir kimse, başkası adına istese alınan miktar, isteyen kişinin olur.



Muhtaru'l Fetava isimli eserde verilen bilgiye göre, hamurun tartı ile borç alışması caizdir. Fetva için tercih edilen görüşte budur. Burada «tartı» ifadesi. hamurun tartılmadan gelişigüzel alınmasından sakınmak için zikredilmiştir. Çünkü ölçülmeden mücazefe yoluyla alınması caiz değildir. Bahır.



«Müslümanların güzel gördüğü şeyler, Allah (cc) katında da güzeldir ilh...» Bu ifade, her ne kadar hadis olarak ifade ediliyorsa da, İbn-i Mesud (r.a.)'un sözü olarak Ahmed ibn-i Hambel (r.a.) tarafından şu şekilde nakledilmiştir: Cenab-ı Hak kulların kalplerine nazar etti, Peygamberi için aralarından ashabı seçti ve onları dinin yardımcıları. Peygamberinin vezirleri kıldı. «Müslümanların güzel gördüğü şeyler, Allah (cc) katında da güzeldir ilh...» hadisinin mevkuf olduğu. Makasidül Hasene isimli eserde beyan edilmiştir.



«Değeri fazla olmayan bir malı, değerinden fazlaya satın almak, ke-rahetle sahihtir ilh...» Bu da. borç almadan sonra olmuş ise böyledir. Nitekim Zahire'de. «Borçta şart koşulmamış ise. menfaat caizdir. Ancak imam Kerhi'nin görüşüne göre borç alan kişi, borç verenden borç aldıktan sonra. bir malı pahalı bir fiyatla alsa, bir beis yoktur» denir. İmam Kerhi'nin bu görüşüne karşı Hassaf ise. «bu durumu hoş karşılamam.» der. İmam Hulvani de, «Haramdır. Çünkü alan kişi. borç verenden olmadığı takdirde, borcunun hemen isteneceği korkusuna kapılır.» demektedir.



İmam Muhammed ise, bunda bir beis görmez. Bu konuda Haherzade şöyle demektedir: Seleften bu konuda nakledilen husus «bu fayda, akit esnasında şart koşulmuş ise, mekruhtur. Ki. bunda hilaf yoktur.» şeklindedir. İmam Muhammed'in söylediği ifadenin, «şartsız olduğu takdirde kerahatsiz caizdir.» şeklinde yorumlanması. daha uygundur. Bu da. eğer borç alma, satış akdinden önce olursa böyledir. Ama satın alma da-ha önce olacak olursa. Şöyle ki; borç veren kişi, muamele yoluyla borç alacak kişiye, yirmi lira değerinde bir elbiseyi kırk liraya satar. Daha sonra da altmış lira borç verecek olursa. borç alan kişinin zimmetinde yüz lira olmuş olur. Halbuki buna karşılık borç ve mal olarak, alanın elinde hakiki değeriyle seksen lira bulunmuş olmaktadır. Buna rağmen İmam Hassaf, «bu caizdir» der. Bu da, Belh İmamı (Muhammed İbn-i Seleme) ve diğer alimlerin görüşleridir. Ancak Belh alimlerinin çoğu. bunun fayda sağlayan bir borç olduğundan mekruh olduğunu kabul etmişlerdir. Çünkü menfaat söz konusu olsaydı. borç alan kişi, malı değerinin çok üzerinde almak istemezdi.



Bazı alimlere göre borç alma ve alışveriş, bir mecliste olursa sakıncalı. ayrı ayrı meclislerde olursa mahzurlu değildir. Zira bir meclis, müteferrik ifadeleri cem eder. Buna göre de, sanki ikisi aynı anda bulunmuş gibidir. Bu durumda borç meselesinde sanki menfaat şart koşulmuş olmaktadır. Şemsül eimme Hulvani ise. İbn-i Seleme ye Hassaf'ın, «bu, caizdir.» görüşüyle fetva vermiş ve «bu, fayda sağlayan bir borç değil menfaatsağlayan bir satıştır. Ki. bu menfaat da borçtur.» demiştir. Bu konu. sarf bahsinde geniş şekilde izah edilecektir.



«Muamele yoluyla ilh...» Muamele. yukarda da beyan edildiği gibi değeri az olan bir malı. değerinin çok üzerinde satın alma, demektir.



«On» onbuçuktan fazlaya olmaz ilh...» Bu konuda, ikinci bir fetva vardır. «Orada onbir buçuk» demiş amelde ona göre olmuştur. Sayihani. Bundan da anlaşılıyor ki bu konuda iki emir veya iki ferman sudur etmiştir. Bu, ikinci fermanı ihtiva etmektedir.



«Tazir edilir ilh...» «İslâm devletinde sultan dediğimiz yetkili kişinin, belirli şartlar içerisinde mubah bir konuda vermiş olduğu emre uymak vaciptir.» denmiştir.



«Belirlenen miktardan fazla olarak alınan kâr, iade edilir mi edilmez mi? İlh...» Belirlenen miktardan fazla olarak alınan kâr karşılıklı rıza ile olmuş ise iade edilmez. Karşı tarafın rızası olmadan almış ise, fazla olan miktar hakkında verenin rucu hakkı sabittir. Bu da pek açık görülmemektedir. Çünkü O'na, yüz lira borç verdikten sonra da yüz otuz liraya bir mal satar, bu satış akdinde de şerî olan bütün şartlar bulunacak olursa burada ancak verilen emre muhalefet söz konusudur. Bu konuda emir, yirmide bir olduğuna göre ancak beş lira kâr ile satabileceğidir. İkinci emrin gereği ise, O'nun. onbir bucuğa tekabül edebilmesi için, onbeş lira kadar fark yapabileceği şeklindedir. Böyle bir emre muhalefet etmek, aktin fasit olmasını gerektirmez. Çünkü bu konuda verilen emre uymamak. Allah'ın emrine uymamaktan da fazla değildir.



Cuma namazı ve ezanı esnasında satışın terkedilmesi emrine rağmen. satış yapılacak olursa beye, fasit değil, mekruhtur. Allah'ın emrine muhalefette, akit fasit olmadığına göre, sultanın emrine muhalefetinde fasit olmaması daha uygun olur. Buna rağmen fasit olduğu kabul edilecek olursa. bunun fesh edilmesi vaciptir ve paranın tümünün iadesi gerekir. Ama, «sahihtir» diyecek olursak. bu alınan paranın tümü, parayı olan satıcıya aittir. «Fazlasını iade eder» demeye de ger6k kalmaz. Ancak, «emir verilen miktar kadarını alabilir.» demek, gerekir. Bununla il-gili hükümde yukarda beyan edildi. Gerek bey'in sahih olduğu, gerekse fasit olduğu kabul .edilse de. «karşılıklı rıza olursa» ifadesinden maksadın, o olmadığı da anlaşılmış olur. Yani râzı olmadan alacak olursa, «fazlalığı iade eder» şeklindeki anlama, doğru olmamakta ve o ifadeden de anlaşılmamaktadır.



«Ancak bundan anlaşılan ilh...» Böyle bir ifadeye gerek yoktu. Çünkü vacibül ittiba olanın, emirde rucu hakkının sabit olmadığı, biraz önce beyan edildi. Tahtavi. Ancak burada uygun olan. «rucu edebileceğine dair yeni bir emrin sudurudur.» şeklinde de tefsir edilmiştir. Hatta rıza ile alınsa da konuyla ilgili meseleler, biraz önce yukarda geçmiştir.



«Bundan daha kötüsü, selem aktinde vuku bulan durumdur ilh. .» Muamele aktinde daha kötü bir durum, bazı insanların selem yoluyla yapmış oldukları husustur. Selem aslında caiz olan bir akittir ama istismara yol açmaması gerekir. Bazı insanlar. köylülere ilerde almak üzere buğday ve pamuk karşılığı çok cüzi bir para ödemektedir. Böylece köylü mahsulünü çok ucuz bir fiyata satmakta dolayısıyla köylünün perişan olmasına vesile olunmaktadır. Çünkü. «ilerde verilecektir» diye, çok düşük bir fiyatla malın selem yoluyla alınması halinde doğacak zarar, muamele tarikiyle yapılan satış aktinden meydana gelecek zarardan çok daha fazladır. Öyleyse burada uygun olan, bu konuda bir tayin ve tahdidin yapılmasıdır. Muhalefet edenin tazir edilmesidir. Bu da gösteriyor ki, bu konuda da hiçbir emir, varit olmamıştır.