Kur'ân-ı Kerim'de İ'tikâf Kavramı

İslâmî literatürde i'tikâf olarak meşhur olan, kendini ibâdete ve ideallerine adama eyleminin Kur'an'daki karşılığı "ukûf"tur. İ'tikâf kelimesi Kur'an'da doğrudan doğruya kendi kalıbından değil; kök harfleri aynı olan if'âl kalıbından türetilmiş kelimeler şeklinde, dokuz âyette geçmektedir. Yani, İ’tikâf kavramının türediği kök olan “a-k-f” kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam 9 yerde geçer. Ukûf ile i'tikâf arasındaki anlamı belirleyen, etkenlik edilgenlik mânâsı kazandıran türetme kalıplarının farklı olması bakımındandır. Buna göre ukûf; basit bir ifâde ile adamak anlamına gelirken, i'tikâf adanmak mânâsına gelmektedir. Birinin fâil ismi (o eylemi yapanın isimlendirilmesi), "âkif/adayan" olurken; diğerinin "mu'tekif/adanan" olmaktadır. Ukûf kelimesi, dokuz âyetin altısında olumsuz, üçünde olumlu bir bağlam içinde kullanılmıştır. Bu âyetlerin hepsinin ortak teması; "insanların hedef ve idealleri için yoğun bir fedâkârlık göstermeleri, kendilerini amaçlarına kilitleyip bütün benlikleri ile dünya görüşlerine adanmaları" şeklindedir.



Ukûf, sadece Allah'a gösterilmesi gereken bir davranış olması gerektiği halde, Kur'an'a göre i'tikâf, müşriklerin de tavrı olabilmektedir. Putperestlerin putlarına olan sınırsız sevgi ve bağlılık hissiyatı beslemesi i'tikâf eylemi olarak Kur'an'da anılır.[505] Sâmirî gibi putperestler, putlarının âkifidir, taptığı putların uğrunda kendini adamış neferleridir.[505] İbrâhim Peygamberin babasının ve ve halkının, nihâî kurtuluşa götürmesi asla mümkün olmayan putlara, her şeyleri ile adanmaları, tüm benlikleri ile bağlanmaları, gönüllerini kaptırmaları tavrının Kur'an'daki adlandırılma şekli de, bir ideal için kendini hebâ edercesine adamak anlamına gelen "ukûf" kelimesi olmuştur. İbrâhim (a.s.)'in babası ve halkı, putları için âkifâne bir bağlılık tavrı içinde olmuşlardır.[505] Müşriklerin i'tikâfı; "bâtıl ideolojileri için kendilerini ve imkânlarını var güçleri ile ortaya koymaları, bütün benlikleri ile putlarına bağlanmaları, onlara toz kondurmak isteyenleri engellerken de hiçbir fedâkârlıktan kaçınmamaları" şeklindedir.



Kur'an'da olumsuz anlamda kullanılan ukûf, "insanların kendilerini adadıkları beşerî değerlere, putlara ideolojilere olan sınırsız bir sevgi ile bağlanmaları" anlamına gelmektedir. Diğer üç âyetteki olumlu bağlam içinde geçen i'tikâfın if'âl bâbından fâili/öznesi olan âkif; adayan mânâsına gelmekte, edilgenlik anlamı veren iftiâl kalıbından türetilmiş bir masdar olan i'tikâf ise adanmak mânâsını kazanmaktadır.



“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (Ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikâfa/ibâdete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki ittika ederler/korunurlar." (Bakara: 2/187)



İbn Kesîr, bu âyet ile ilgili olarak şunları kaydetmiştir: Ali bin Abû Talha, İbn Abbas’tan nakleder ki; bu âyet Ramazan’da veya Ramazan dışında mescidde i’tikâfa giren kişiler hakkındadır. İ’tikâfa girenlere i’tikâf süresi bitinceye kadar, gece veya gündüz kadınlara yaklaşmayı Allah yasaklamıştır. (...) İbn Ebû Hâtim der ki; İbn Mes’ud; Muhammed bin Ka’b, Mücâhid, Atâ, Hasan, Katâde, Dahhâk, Süddî, Rebî’ bin Enes ve Mukatil’in, i’tikâfta iken hanımlara yaklaşılmayacağını söylediklerini nakletti. Bu nakil, ulemâ katında ittifak edilmiş olan bir husustur. İ’tikâfa giren kişiye, mescidde bulunduğu sürece hanımına yaklaşmak haram olur. (...)



Fukahâ oruç kitabından sonra i’tikâf kitabını tasnif ederlerdi. Bunu yaparken Kur’ân-ı Azîm’e uyarlardı. Çünkü Kur’ân-ı Azîm orucu zikrettikten sonra, i’tikâfı bahis konusu yapmıştır. Oruçtan sonra i’tikâfın zikredilmesi Allah Teâlâ tarafından i’tikâfın oruçlu iken yapılmasına dikkatleri çekmek içindir. Ya da Ramazan ayının son günlerinde i’tikâfa girmeyi teşvik içindir. Sünnet-i seniyyede sâbit olduğuna göre, Rasûlullah (s.a.s.) Ramazan ayının son on gününde i’tikâfa girerdi. Allah Azze ve Celle onu kendi katına yücelttiği zamana kadar böyle yapmıştır. (...) Âyet-i kerimede geçen, “yaklaşmak”tan maksat, cimâ (cinsel temas)dır. Cinsî temas ve bunun gerekleri olan öpme, sarılma vb. hallerdir.[505] 



“O zaman Biz Beyt’i (Ev’i, Kâbe’yi) insanların tekrar tekrar yöneleceği bir hedef ve bir kutsal sığınak yapmıştık. Öyleyse İbrâhim için vaktiyle belirlenen yeri ibâdet mahalli edinin. Nitekim Biz, İbrâhim ve İsmâil’e emrettik: ‘Mâbedimi, onu tavaf edecekler için, âkifîn (Mescid-i Haram’da duranlar ve i’tikâf edenler) için ve (namazda) rukû ve secde edecekler için temiz tutun.” (Bakara: 2/125)



Âyet-i kerimedeki “âkifîn” kelimesi hakkında es-Sâbûnî: “Âkif kelimesinin çoğulu olup, bir yerde durmak ve ondan ayrılmamak” mânâsına gelen ukûf kökündendir. İbâdet maksadıyla Harem’de ikamet edenler ve oradan ayrılmayanlar demektir”[505] şeklinde açıklama getirirken, Hasan Basri Çantay, kelimeye “ibâdet kasdıyla orada kalanlar, Elmalılı Hamdi Yazır ise “ibâdete kapananlar” mânâsını vermiştir.



Bazı müfessirler, âyet-i kerimedeki “âkifîn” kelimesi ile “i’tikâfa girenlere de işaret edildiğini belirtenler bulunmaktadır. Üstelik, bu âyet-i kerime, -Allah Teâlâ Hz. İbrâhim ve İsmâil’e hitap ettiğine göre- eski ümmetlerlerin şeriatlerinde de i’tikâfın mevcut olduğunu göstermektedir.[505] Katâde’den rivâyet edilmiştir ki; “önceleri bir adam i’tikâfa girerdi ve arada çıkar, eşiyle yatar, yine geri dönerdi. Bu nass ile bu durum yasaklanmıştır.”[505]



“Mûsâ ile otuz gece (Bana ibâdet etmesi için) sözleştik ve bu otuz geceye on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tâyin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı.” (A’râf: 7/142)



 


İ'TİKÂF
i1 harfi