En Hayırlı Neslin Çilesi

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:



“Muhammed, Allah’ın Rasulü’dür. Ve O’nunla birlikte olanlar da, kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün. Onlar, Allah’dan bir fazl (lütf ve ihsan) ve hoşnudluk arayıp isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların, Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir ekin, filiz çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki bu) ekincilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.” (Fetih, 48/29)



Böyle beyan buyuruyordu yeryüzünün en hayırlı neslinin[505] vasıflarını yegâne Rabbimiz Allah… Bu her biri bir insan-ı kâmil olan muvahhid mü'minleri, kıyamete kadar gelecek iman ehli nesillere örnek kılmıştı…



Ve şöyle buyuruyordu Rabbimiz Allah:



“Nitekim Rabbleri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: Şübhesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz, kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp çıkarılanların ve yolunda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevab)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabını) en güzeli O’nun katındadır.” (Âl-i İmrân, 3/195)



“Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar, Allah onlardan hoşnud olmuştur, onlar da O’ndan hoşnud olmuşlardır ve  (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Tevbe, 9/100)



Rabbimiz Allah, katıksız imanları ve salih amelleriyle yaratılış gayeleri olan yalnızca Allah’a ibadet eden, en hayırlı nesil olan Ashab-ı Kiram’dan (Allah, cümlesinden razı olsun) böyle bahsediyor… Onlardan razı olduğunu beyanla kendilerini bu şekilde övüyor… Onlar, Rabbleri Allah’a ve önderleri Rasulullah (s.a.s.)’e gereği gibi itaat ettiklerinden dolayı, Âlemlerin Rabbi Allah’ın övgüsüne ve rızasına mazhar olmuşlardır…



Pek büyük bir ahlâk üzere olan[505] ve âlemlere rahmet olarak gönderilen yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Ashab-ı Kiram’ın ulaştığı dereceyi ve bâhâsı çok kıymetli olan mevkilerini hadislerinde beyan buyurmuştur… Ümmet, Ashab’ın kıymetini bilmesi için Rasulullah (s.a.s.) tarafından uyarılıp bilgilendirilmiştir…



Abdullah b. Muğaffel (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):



“Ashabım hakkında Allah’dan korkunuz, Allah’dan korkunuz. Benden sonra onları hedef almayınız. Onları seven, beni sevdiğinden sever. Onlara buğzeden, bana buğzettiğinden buğzeder. Onlara eziyet eden, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur ve Allah’a eziyet edeni de Allah, hemen cezalandırır.”[505]



 Ebu Bürde  (r.a.)’dan.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Ashabım, ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi, ümmetim için va’dolunan şeyler gelir.”[505]



Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’dan.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Sahabîlerime sövmeyiniz. Sizden biriniz, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, sahabîlerden birinin iki avuç (hurma) sadakasına erişemez, bunun yarısına da erişemez.”[505] 



İmam Nevevî (rh.a.) şöyle diyor:



“Fitnelere karışmış olsun olmasın, Ashab-ı Kiram’a sövmek haramdır, haram kılınan kötülüklerdendir. Çünkü onlar, müctehiddirler. Sahabelerin faziletleri bahsinde izah ettiğimiz gibi onlar, bu harbler hususunda te’vilcidirler.



Kadî Iyâz, onlardan birine sövmenin büyük günahlar­dan sayıldığını söylemiştir. Bizim mezhebimizle Cumhura göre, Ashab’a söven öldürülmez, ta’zir olunur. Malikîler­den bazıları öldürüleceğine kâil olmuşlardır.”



Yerinde de görüldüğü vecihle "müd", okkadan küçük bir ölçektir. Firenkler nazarında ise, on sekiz litrelik kapdır.



Hadisin mânâsı: Sizden biriniz, Uhud dağı kadar altın tasadduk etse, bunun sevabı, Ashabımdan birinin yarım müd zahireden kazanacakları sevaba erişemez demektir.



Kadî İyâz (rh.a.):



“Bu da gösterir ki, Ashab-ı Kiram, kendilerinden sonra gelen bütün insanlardan daha faziletlidirler. Onların sadakalarının daha faziletli olması, zarûret zamanında ihtiyaç ve sıkıntı içinde oldukları halde vermelerindendir. Başkala­rının hâli böyle değildir. Onların, cihad vesair taatları da hep böyle olmuştur…” diyor.[505]



İnsanlık âleminin hidayet rehberi Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabı, Allah’dan gelen vahye ve vahyi tebliğ eden hayat örneği Rasulullah (s.a.s.)’e katıksız iman etmiş, imanlarının gereği olan Tevhidî bir anlayışla Allah’a şirk koşmadan ibadet etmişlerdir...[505]



Yeryüzünün en hayırlı nesli olan Ashab-ı Kiram, Tevhid cephesini oluşturmuş ve İslâm Milleti olup, her türlü küfür ve şirkten arınmışlardı… Onların bu şirksiz Tevhid’i, bu küfürsüz imanları, bid’atsız ve hurafesiz amelleri, her zamanda olduğu gibi şirk cephesi tarafından kin ve nefretle karşılanmıştır… Şirk cephesinin ve küfür milletinin mensubları olan müşrik kâfirler, “Hak Dâvâ”nın önderi olan Rasulullah (s.a.s.)’e karşıki düşmanlıkları, O’na iman edip muvahhid mü'min olmuş Ashab-ı Kiram’a karşı da en şiddetli bir şekilde gündeme gelmiştir… Bu düşmanlık, muvahhid mü'minlere en vahşî işkenceler yap­mak, zulmün en şiddetlisini uygulamak ve onların kanını döküp şehid etmekle sonuçlanıyordu…



Şirkin merkezi hâline getirdikleri Mekke’de, Ashab-ı Kiram’a hakaret edip, onları en acımasız işkencelerden geçiren egemen zalim tağutların bu insanlık dışı hareketlerine karşı hep sabır tavsiye ediliyordu… Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu baskılara karşı direndiği gibi, Asha­bını da direnmeye davet ediyordu… Onlar, imanlarından asla taviz vermeyecek ve bütün zorluklara katlanacak­lardı… Onların bu dirençleri ve bu tavizsiz tavırları, müşrik egemen tağutların şirk ve zulüm üzerine kurdukları dü­zenlerini kökten sarsıp, tâ temelden yıkacaktı… Bunun için sabrı çatlatacak bir sabır gerekiyordu… Aktif baskılara karşı pasif bir direniş!.. Az da olsa, devamlı olan, mutlaka güzel bir sonuç verir… Damlaya damlaya göl olduğu gibi, damlamanın devamlı oluşu, sert kayaları deldiği bir ger­çektir…



Bundan dolayı Rasulullah (s.a.s.), katıksız iman edip şirksiz salih amel işleyen Ashab-ı Kiram’a devamlı olarak hakkı ve sabrı tavsiye ediyordu… Çünkü kurtuluşun, iman edip salih amel işlemek, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye et­mekle gerçekleşeceğine[505] hiçbir muvahhid mü'minin şübhesi yoktur!.. Şirk düzenlerini yıkan bu net tavır ve bu devamlı olan dirençti… Sabrın sonu zaferdir!..



İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:



(Hicretten önce) Rasulullah (s.a.s.) Mekke’de iken, Abdurrahman b. Avf ile bir arkadaşı, Rasulullah’a gelerek:



- Ya Rasulallah, biz, müşrik iken daha çok itibar görü­yorduk. Fakat iman edince hakir ve zelîl olduk (onlara karşı savaş için müsâde ver), dediler.



Rasulullah (s.a.s.):



“Ben, affetmekle emrolundum (savaşla emrolunmadım). Bu sebeble (kâfirlerle) savaşmayın!” buyurdu.[505]



En hayırlı nesil olan Ashab-ı Kiram’ın Allah yolunda İslâmca yaşamaya çalışırken, egemen zalim tağutlardan gördükleri zulüm ve işkencelerden bazı örnekler verelim… Bu örnekler, bütün mü’min müslümanlar için ders ve ib­rettir!..



İbn İshak (rh.a.) anlatıyor:



“Sonra onlar (Mekke müşrikleri), İslâm’a giren ve Rasulullah (s.a.s.)’e tabi olan Ashabına karşı tecavüz ettiler. Her kabile, içindeki müslümanlara saldırıp onları habsetmeye, vurmak, açlık ve susuzluk ile ve hararet şiddetlendiği zaman Mekke’nin sıcağıyla zayıf görünenlere işkence et­meye, onları dinlerinden saptırmaya başladılar.



Müslümanlardan başlarına gelen belânın şiddetinden dolayı dininden dönenler oldu. Onlardan kâfirlere karşı koyan salabet gösterenler de oldu. Allah da, onları ko­rudu.”[505] 



1) Rasulullah (s.a.s.)’in Halifesi İmam Ebu Bekr es- Sıddîk (r.a.)



a) Enes (r.a.) anlatıyor:



Bir defasında Peygamber (s.a.s.)’i bayıltıncaya kadar dövdüler. Hemen Ebu Bekr ayağa fırlayıp bağırdı:



- “Rabbim Allah’dır” dedi diye adamı öldürecek misi­niz? Vay hâlinize!..



- Kimdir bu bağıran kişi? dediler.



- Mecnun Ebu Bekr, denilince, O’nu bırakıp Ebu Bekr’e hücum ettiler.[505]



b) İbn İshak (rh.a.) anlatıyor:



Ümmü Külsüm bint Ebu Bekr şöyle dedi:



- Andolsun, o günde Ebu Bekr’in sakalını çeke çeke ba­şını yarmışlar. O, bol saçlı bir adam idi.[505]



c) Mü'minlerin annesi Aişe (r.anha) anlatıyor:



Peygamber (s.a.s.)’in otuz sekiz kişiden ibaret olan As­habı toplandıklarında Ebu Bekr, ortaya çıkmak için Rasulullah’a ısrar etti.



Rasulullah (s.a.s.):



“Ey Ebu Bekir, doğrusu bizim sayımız azdır.” bu­yurdu.



Ebu Bekr, ısrarını sürdürdü. Nihayet Rasulullah (s.a.s.) ortaya çıktı. Müslümanların her biri, Mescid-i Haram’ın bir tarafına kendi aşiretlerinin yanına gitti. Ebu Bekr de, halk arasında dikilip hitabda bulundu. Rasulullah (s.a.s.) de orada oturmuştu. İnsanları, Allah’a ve Rasulüne davet eden ilk hatib, Ebu Bekr olmuştu. Bu sebeble müşrikler, O’na ve diğer müslümanlara saldırmaya, Mescid-i Haram’ın her tarafında onları şiddetle dövmeğe başladılar.



Ebu Bekr, ayaklar altına alındı, şiddetle dövüldü. Müş­rik Utbe b. Rabia, ona yaklaşarak dikişli ayakkabılarıyla vurmaya ve yüzüne çarpmaya başladı. Ebu Bekr’in karnının üzerine çıkarak vurmaya devam etmiş, öyle ki, yüzü ile burnu birbirinden ayırt edilemez hâle gelmişti.



Nihayet Teym oğulları koşarak geldiler. Müşrikleri Ebu Bekr’in üzerinden uzaklaştırdılar. Ebu Bekr’i, bir kumaşa sarıp evine götürdüler. Artık öleceğine kesinlikle ina­nıyorlardı. Tekrar dönüp Mescid-i Haram’a gelerek:



- Allah’a andolsun ki, Ebu Bekr ölürse, biz de mutlaka Utbe b. Rabia’yı öldürürüz, dediler.



Tekrar Ebu Bekr’in yanına döndüler.



Babası Ebu Kuhafe ile Teym oğulları, kendisinden cevab alıncaya kadar onu konuşturmaya çalıştılar. Nihayet ak­şama doğru Ebu Bekr konuşmaya başladı ve:



- Rasulullah ne yaptı? diye sordu.



Bunun üzerine onlar da, kendisine dil uzatıp kınadılar, daha sonra da kalkıp giderken annesi Ümmü’l-Hayr’a:



- Bak hele! Şuna, bir şeyler yedirmeye veya içirmeye çalış, dediler.[505]



2) Emiru’l-Mü'minin İmam Ömer İbnü’l-Hattab (r.a.)



a) Abdullah İbn Ömer (r.anhuma) anlatıyor:



Babam Ömer, müslüman olduğu zaman:



- Kureyş’ten haberleri iyi anlatan kim var? diye sordu.



Ona, denildi ki:



- Cemil b. Mamer el-Cumahî var!



Bunun üzerine babam, onun yanına gitti. Ben de, onun peşinden gittim. Yanına gittikten sonra:



- Ey Cemil, müslüman olduğumu ve Muhammed’in dinine girdiğimi biliyor musun? dedi.



Allah’a andolsun Cemil, haberi alır almaz cübbesini kaldırıp gitmeye başladı. Ömer de, onun peşinden gitti. Ben de, babamın peşine düştüm. (Cemil) nihayet mescidin kapı­sının önüne geldiği zaman onlar, Kâbe’nin etrafında mec­lislerinde bulunmakta idiler. O, en yüksek sesiyle şöyle bağırdı:



Ey Kureyş, agâh olunuz ki, Ömer b. el-Hattab dinin­den başka bir dine çıkmıştır.



Ömer, onun ardından:



Yalan söylüyor! Ben, yalnız müslüman oldum ve şehadet ettim ki, Allah’dan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur ve Muhammed, O’nun kulu ve Rasulü’dür, der demez onun üzerine atıldılar ve onunla çarpıştılar.



Nihayet güneş zeval vaktine yaklaştı. Ömer, yoruldu ve oturdu. Onlar, başına dikildiler.



O ise, şöyle diyordu:



- Aklınıza geleni yapınız. Allah’a yemin ederim ki, şa­yet biz, üç yüz adam olsaydık, Mekke’yi, ya sizin için terk ederdik veya siz, bizim için terk ederdiniz.



Onlar, bu durumda iken, Kureyş’ten bir yaşlı geldi. Üzerinde yemenî bir cübbe ve renklerle nakışlı bir gömlek bulunmaktaydı. Nihayet yanlarında durdu ve şöyle dedi:



- Nedir bu hâliniz?



- Ömer, dininden çıkmış, dediler.



- Bırakın! Adam, kendine bir yol seçmiş size ne? Beni Adiyy b. Ka’b’ın, bu adamlarını size teslim edeceklerini, onu yardımsız bırakacaklarını mı zan ediyorsunuz? Adamı bı­rakın gitsin. Allah’a andolsun, sanki onlar bir elbise idi de onun üzerinden soyuldular, dedi.



Ben, Medine’ye hicret ettikten sonra babama dedim ki:



- Ey babacığım, Mekke’de müslüman olduğun zaman, kavmin seninle savaşırken onları senden men’eden adam kimdi?



(Babam:)



- Ey oğulcuğum, o, As b. Vâil es-Sehmî idi, dedi.[505]



b) Abdullah İbn Ömer (r.anhuma) anlatıyor:



Ömer İbnü’l-Hattab, müslüman olduğu zaman evde Kureyş’ten korkar hâlde bulunurken, birdenbire onun ya­nına Ebu Amr Âs İbnu Vâil es-Sehmî çıkageldi. Üzerinde çizgili bir takım elbise ve ipekle dikili bir gömlek vardı. Bu Âs, Sehmoğullarındandı. Onlar, bizim cahiliyyet devrinde yeminli dostlarımızdılar.



Âs, Ömer’e:



- Hâlin nedir? diye sordu.



Ömer:



- Senin kavmin olan Sehmoğulları, ben İslâm’a girdiğim için beni öldüreceklerini söylediler, dedi.



Âs İbnu Vâil de Ömer’e:



- Onlar için seni öldürmeye hiç yol yoktur, dedi.



Ömer:



- Âs, bu sözü söyledikten sonra korkum gidip emni­yette oldum, demiştir.



Akabinde Âs çıktı ve Mekke vadisinde sel gibi akan in­sanlara kavuştu.



Âs, onlara:



- Nereye gitmek istiyorsunuz? diye sordu.



Onlar:



- Şu babalarının dininden sapan Hattaboğlu’na gitmek istiyoruz, dediler.



Âs, onlara:



- Sizin için ona ulaşmaya hiç yol yoktur, dedi.



Onun bu sözü üzerine, o kalabalık geriye döndüler.[505]



3) Bilâl b. Rabah el-Habeşî (r.a.)



a) Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor:



Müslüman olduğunu ilk açıklayan (şu) yedi zat idi:



Rasulullah (s.a.s.), Ebu Bekr, Ammar, annesi Sümeyye, Suhayb, Bilâl ve Mikdad (b. el-Esved).



(Müşriklerin bunlara karşı takındığı tavra gelince) Al­lah, Rasulullah (s.a.s.)’i amcası Ebu Talib(in himayesi) ile (müşriklerden) korudu. Ebu Bekr’i de kavminin nüfuzu ile korudu. Fakat diğer müslümanlar ise, müşrikler, onları yakaladı. Demirden mamul gömlekler giydirip, vücudlarının yağlarını eritmek sureti ile tazib etmek için onları (Mekke’nin) kızgın güneşi altında yatırdılar.



İslâmiyet’ten döndürmek için sürdürdükleri bu azablara dayanamayan bu müslümanların hepsi, müşrik­lerin istediğini (zahiren) kabullendiler. Fakat Bilâl müstesna (o, zahiren bile müşriklere en ufak bir taviz vermedi)! Çünkü Bilâl, Allah uğrunda canını fedâ etmesini gerçekten küçümsedi. Tazib eden kavmi de, onu öldürmeyi küçüm­sediler. Bu yüzden müşrikler, (Bilâl’den istediklerini kopa­ramayınca) onu, tutup çoluk-çocuklara (ayak takımına) teslim ettiler. Bu (serseri) takımı, onu Mekke sokaklarında ve çevresindeki dağ yollarında süründürdüler.



Bilâl ise:



- Ahad, Ahad (Allah birdir), diyordu.[505]



b) Bilâl, Ebu Bekr  (r.a.)’ın âzâdlısı idi. Beni Cumeh’den birine aid idi. Onların muvelletlerinden bir muvellet  (cari­yelerin doğurduğu çocuk) idi. Bu, Bilâl b. Rabah’dır. Anne­sinin ismi Hâmiye idi. Bilâl, İslâm'a sadık, kalbi tahir bir kimse idi.



Umeyye b. Halef b. Vehb b. Huzafe b. Cumeh, öğlenin sıcağı kızdığı zaman, onu çıkartıyor ve onu sırt üstü Mekke’nin vadisine atıyor, sonra büyük kaya parçasının getirilmesini emrediyor ve o kaya, onun göğsüne konulu­yordu. Sonra ona, şöyle derdi:



- Hayır, vallahi, böyle ölünceye kadar devam edeceksin veya Muhammed’e küfredeceksin, Lât ve Uzzâ’ya ibadet edeceksin.



O ise, işte bu belâ içinde olduğu hâlde:



- Ahadun, Ahadun (Allah birdir, birdir), diyordu.



Varaka b. Nevfel, o işkence içinde iken ve “Ahad… Ahad” derken ona rastladı. Bunun üzerine o da:



- Vallahi, ya Bilâl, Ahad, Ahad, dedi.



Sonra Umeyye b. Halef’e ve Beni Cumeh’den bunu ona yapanlara gitti ve dedi ki:



- Allah’a yemin ederim, eğer onu bu şekilde katleder­se­niz, elbette onun kabrini şefkat ve merhamet türbesi yapacağım.



Nihayet Ebu Bekr es-Sıddîk b. Ebi Kuhafe (r.a.), bir gün onlar, ona işkence yaparlarken rastladı. Ebu Bekr’in evi, Beni Cumeh’de idi.



Umeyye b. Halef’e dedi ki:



- Bu miskin hakkında Allah’dan korkmuyor musun? Ne zamana kadar bunu yapacaksın?



(Umeyye b. Halef) dedi ki:



- Onu, ifsad eden sensin! Öyle ise, gördüğün şeyden onu sen kurtar!



Ebu Bekr de:



- Yaparım! Yanımda siyah, ondan daha güçlü ve daha kuvvetli bir köle vardır. O da, senin dinindedir. Onu, onun mukabilinde sana veririm, dedi.



(Umeyye) dedi ki:



- Kabul ettim.



O da dedi ki:



- O, senin içindir.



Böylece Ebu Bekr es-Sıddîk (r.a.), bu kölesini ona verdi ve Bilâl’ı alıp âzâd etti.[505]



c) Bu sebeble âlimler, küfre zorlanan kimsenin hayatını devam ettirmek için zorlandığı şeyi yapar görünmesinin de, ölüm pahasına yolunda ısrar etmesinin de caiz olduğunda ittifak etmişlerdir.



Nitekim Hz. Bilâl (r.a.), bütün yapılanlara rağmen on­ların söylediklerini kabule yanaşmamıştı. O kadar ki onlar, şiddetli sıcakta göğsüne büyük kayalar koyuyorlar ve Al­lah’a şirk koşmasını emrediyorlardı.



O ise, onların bu isteklerini reddediyor ve:



- Birdir O, birdir, diyor ve şöyle ekliyordu:



- Allah’a yemin olsun ki, sizi, bundan daha fazla kız­dıracak bir kelime bilmiş olsaydım, onu mutlaka söylerdim.[505]



d) Cabir b. Abdillah  (r.anhuma) anlatıyor:



Ömer  (r.a.):



- Ebu Bekr, bizim seyyidimizdir. O, bizim seyyidimizi de hürriyetine kavuşturdu, diyor ve bununla da, Bilâl‘i kasdediyordu.[505]



4) Habbab İbnü’l-Eret (r.a.)



a) Şa’bî (rh.a.) anlatıyor:



Hz. Ömer (r.a.), Bilâl ve etrafındakilere (ve oradakilere) müşriklerin yaptığı muameleyi sorunca, Habbab şöyle dedi:



- Ey Mü'minlerin Emiri, sırtıma bak!



Hz. Ömer (r.a.):



- Hiç bu kadar kötüsünü görmemiştim, dedi.



Habbab:



- Benim için ateş yaktılar ve sırtımı dağladılar, dedi.[505]



b) Ebu Leyla el-Kindî (r.a.) anlatıyor:



Habbab (r.a.), Ömer (r.a.)’ın yanına geldi.



Ömer, ona:



- Yanıma gel! Çünkü Ammar müstesna, bu meclise senden daha fazla hak kazanmış (liyakatlı) kimse yoktur, dedi.



Bunun üzerine Habbab, müşriklerin yaptıkları işkence ve azabın kendisinin sırtında bıraktığı izleri Ömer’e göster­meye başladı.[505]



c) Şa’bî  (rh.a.) anlatıyor:



Müşrikler, mü'minleri işkence ederek konuştuyorlardı. Azab çeken herkes birbir konuşuyordu. Ancak Habbab, ateşte kızdırılmış taşlara yatırıldığı hâlde ağzını bile aç­madı.[505]



d) Habbab İbnü’l-Eret (r.a.) anlatıyor:



(İslâm’ın ilk günlerinde) Rasulullah (s.a.s.), Kâbe’nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikayet ettik:



- (Ya Rasulallah,) bizim için Allah’dan zafer dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız için Allah’a dua edemez misin? dedik.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu çukura (başı meydanda kalarak) gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı üstüne konulur, ikiye bölünürdü de (bu işkence,) o mü'mini di­ninden döndüremezdi.



(Bir başkasının da) demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu işkence, o mü'mini dininden çeviremezdi.



Allah’a yemin ederim ki, O, şu İslâm Dini’ni muhakkak sûrette kemale erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir süvari (yalnız başına) San’a’dan Hadramevt’e kadar (selâmetle) gidecek, Allah’dan başka hiçbir şeyden korkmayacak yahud koyun sahibi yolcu sadece koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler, acele ediyorsunuz!”[505]



e) Habbab İbnü’l-Eret (r.a.) anlatıyor:



Ben, cahiliyyet devrinde kılıç yapıcısı bir kimse idim. Benim, Âs b. Vâil üzerinde bir alacağım vardı. Bir gün alacağımı tahsil etmek üzere ona geldim.



O, bana:



- Sen, Muhammed’e küfretmedikçe sana borcumu vermem, dedi.



Ben de:



- Allah, benim canımı alıp sonra sen diriltmedikçe ben, Muhammed’e küfretmem, dedim.



Bu defa o:



- Öyle ise, ben ölünceye, sonra diriltilinceye, (ahirette) bana mal, oğul-kız verilinceye kadar sen, beni bırak da sana borcumu orada vereyim, dedi.



Bundan sonra şu ayetler indi:



“Ayetlerimizi inkâr edip, bana: ‘Elbette mal ve çocuklar verilecektir’ diyeni gördün mü?



O, gayba mı tanık oldu, yoksa Rahmân (olan Allah)’ın katında(n) bir ahid mi aldı?



Asla! Demekte olduğunu yazacağız ve onun için azabta(n) da süre tanıdıkça tanıyacağız.



Onun söylemekte olduğuna Biz, mirascı olacağız. O, Bize yapayalnız tek başına gelecektir.”(Meryem, 19/77-80)[505]



5) Ammar b. Yasir (r.anhuma)



a) Rabbimiz Allah şöyle buyurur:



“Kim imanından sonra Allah’a (karşı) küfre sapıp -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu hâlde baskı altında zorlanan hariç– küfre göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’dan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır.” (Nahl, 16/106)



b) İbn Abbas (r.anhuma)’ın rivayetine göre bu ayet (Nahl, 16/106), Ammar b. Yasir (r.anhuma) hakkında inmiştir.



Müşrikler, onu, babası Yasir’i, annesi Sümeyye’yi, Suhayb’ı, Bilâl’ı, Habbab’ı ve Salim’i yakalayıp kendilerine işkence yapmışlardı.



Sümeyye’ye gelince O, iki deveye bağlanıp önünden mızraklandı. ona, müşrikler tarafından:



- Sen, erkekler için müslüman oldun, diye iftira olundu ve nihayet öldürüldü.



Kocası Yasir de öldürüldü. Onlar, İslâm uğrunda öl­dürülen ilk şehidlerdir.



Ammar’a gelince o, müşriklerin istediklerini zorbalıkla sadece diliyle onlara söyledi. Bu yüzden Rasulullah (s.a.s.)’e, Ammar’ın inkâr ettiği haberi verildi.



O ise:



“Hayır, muhakkak ki Ammar, tepeden tırnağa kadar iman doludur. İman, onun etine, kanına karışmıştır.” bu­yurdu.



Nihayet Ammar, ağlar bir vaziyette Rasulullah (s.a.s.)’e geldi. Rasulullah (s.a.s.), onun göz yaşlarını sili­yor ve şöyle buyuruyordu:



“O sözü söylediğin zaman kalbin nasıldı? Söylediğin sözden dolayı rahat mıydın?” diye sordu.



Ammar b. Yasir:



- Hayır, aksine kalbim iman ile dolu idi, dedi.



Rasulullah (s.a.s.):



“Eğer onlar, sana yine işkence yaparlarsa, demiş oldu­ğun sözü tekrar söyle!” buyurmuş.



Derken Allah Teâlâ, bu ayeti indirdi.[505]



c) Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Ümmetim, gönüllerinden geçen (günah işleme) te­mayüllerini (fiilleri) işlemedikçe, yahud (dilleri ile) söylemedikçe, bir de onların zorlandıkları şeyleri Allah Teâlâ, şübhesiz affetmiştir.”[505]



Ebu Zerr el-Gifarî (r.a.)’dan.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:



“Ümmetimin yanılmasını, unutmasını ve zorlandığı şeyi(n günahını) Allah Teâlâ, şübhesiz affetmiştir.”[505]



İbn Ömer (r.anhuma)’dan.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Allah, masiyet olan bir işin yapılmasından hoşlanma­dığı gibi, ruhsatları ile amel edilmesini sever.”[505]



d) Beni Mahzum, Ammar b. Yasir’i, onun babasını ve annesini çıkarıyorlardı –ki onlar, İslâm’ın ehl-i beyt’i olmuşlardı– öğlenin sıcağı kızdığı zaman onlara, Mekke’nin kızgın kumlarıyla azab ediyorlardı.



Rasulullah (s.a.s.), onlara rastlıyor ve:



“Ey Âl-i Yasîr, sabır! Gidecek yeriniz cennettir.” bu­yuruyordu.



Onun annesine gelince, İslâm’dan başkasını kabul et­memekte direnirken onu, şehid ettiler.[505]



e) Ümmü’l-mü’minin Aişe (r.anha)’dan.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Ammar, kendisine arz olunan iki şeyden daima en doğrusunu seçmiştir.”[505]



Hani b. Hani (r.a.) anlatıyor:



Ammar, Ali (r.a.)’ın yanına girdi. Ali (onu kastede­rek):



- Tayyib (aslında güzel olan) ve Mutayyeb (daha gü­zelleştirilen)e merhaba! Ben, Rasulullah (s.a.s.)’den işittim. Buyurdu ki:



“Ammar, kemiklerinin uçlarına kadar (bütün vücudu) iman ile doldurulmuştur.”[505]



Huzeyfe (r.a.) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.)’in yanında oturmakta idik.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“İçinizde (daha) ne kadar kalacağımı bilemiyorum. Benden sonraki iki zata (Ebu Bekr ile Ömer’e işaret etti) uyunuz, Ammar’ın gösterdiği yoldan gidiniz ve İbn Mes’ud, size bir şey anlatırsa onu doğrulayınız!”[505]



6) Ebu Zerr Cundeb İbn Cunade (r.a.)



Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:



(...............................)



Nihayet Ali, Rasulullah (s.a.s.)’in huzuruna girdi. Ebu Zerr de, onun beraberinde huzuruna girdi. Rasulullah’ın sözlerinden işitti ve olduğu yerde müslüman oldu.



Rasulullah (s.a.s.), ona:



“Sen, şimdi kendi kavminin yanına dön ve benim Pey­gamberliğimi onlara haber ver! Benim emrim sana gelinceye kadar orada kal!” buyurdu.



Ebu Zerr:



- Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki ben, mu­hakkak bu şehadet kelimesini müşriklerin ortasında haykıracağım, dedi.



Akabinde Ebu Zerr, huzurundan çıktı. Kâbe mescidine geldi ve en yüksek sesle:



- Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Rasulullah (Şehadet ederim ki, Allah’dan başka ilâh yoktur ve Muhammed O’nun Rasulü’dür) diye haykırdı.



Bu bağırmadan sonra kureyş cemaaatı, ayağa kalkıp Ebu Zerr’i dövdüler ve onu yere yatırdılar. Bu sırada Abbas, gelip onun üzerine kapandı da:



- Size yazıklar olsun! Bunun, Gıfar Kabilesinden bir kimse olduğunu ve Şam ticaret yolunuzun onlardan geçtiğini bilmiyor musunuz? dedi.



Ebu Zerr’i, müşrikler topluluğundan kurtardı. Sonra Ebu Zerr, ertesi günü de mescide döndü ve dün yaptığı gibi yüksek sesle şehadet kelimesini söyledi. Müşrikler, yine ona doğru fırlayıp onu dövdüler. Abbas, yine onun üzerine kapandı (ve kurtardı).[505]



Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor:



- Az sonra vadinin sakinleri, bütün topaç ve kemiklerle üzerime hücum ettiler. Hatta bayılarak düştüm. Kalktığım vakit, dikili taşlar (putlar) gibi kıpkırmızı idim. Hemen Zemzem’e giderek üzerimdeki kanları yıkadım ve suyun­dan içtim.[505]



7) Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)



Rasulullah (s.a.s.)’den sonra Mekke’de Kur’an’ı açıktan okuyan ilk kimse, Abdullah İbn Mes’ud’dur.



Bir gün Ashab toplanıp:



- Vallahi, Kureyş, Kur’an’ın açıktan okunuşunu hiç duymadı. Onlara, birisi duyursun. Kim duyuracak? dediler.



Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) :



- Beni diye öne atıldı.



Ashab:



- Sana kötülük etmelerinden korkarız. Aşireti olan bir adam olsun isteriz. Kureyş, ona eziyet etmek isterse, aşireti engel olur, dediklerinde, O:



- Bırakın! Allah, beni koruyacaktır, karşılığını verdi.



Abdullah gitti, kuşluk vakti makama vardı. Kureyşliler de toplantı yerlerindeydi.



Abdullah İbn Mes’ud, yüksek sesle:



- "Bismillahirrahmanirrahim. 



Er-Rahmân, alleme’l-Kur’ân” (Rahmân sûresi) diye okumaya başladı.



Onlara doğru yüzünü döndü ve sûreyi okudu.



Kureyşliler, düşündüler, düşündüler ve:



- Ümmü Abd oğlu ne diyor? demeye başladılar.



Bazıları:



- O, Muhammed’in getirdiği bazı ayetleri okuyor, de­yince, ayağa kalkıp yüzüne vurmaya başladılar.



O ise, okumaya devam ediyordu. Okuyabildiği kadar okudu. Sonra yüzünde yara-bere iziyle arkadaşlarının yanına döndü.



Arkadaşları:



- Bu durumdan korkuyorduk! dediler.



Bunun üzerine o:



- Allah düşmanları, hiçbir zaman bana o andakinden daha zayıf ve hakir gelmedi. Eğer isterseniz, yarın onlara aynısını yapmak üzere gideyim, karşılığını verdi.



Arkadaşları da:



- Yeter! Onlara, istemedikleri şeyleri duyurdun, dedi­ler.[505]



8) Urve b. Mes’ud (r.a.)



İbn İshak (r.a.) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.), Ramazan’da Tebûk’den Medine’ye geldi. İşte bu ayda Sakif’in elçiler heyeti, O’nun yanına gel­diler.



Onların haberleri şöyledir:



Rasulullah (s.a.s.), onlardan ayrıldığı zaman Urve b. Mes’ud es-Sakafî, O’nun izine düştü. Nihayet O’na, Medine’ye varmadan önce kavuştu ve müslüman oldu. Rasulullah’dan kavmine İslâm’ı iletmesi için geri dönmeyi istedi. Rasulullah (s.a.s.) de, ona (onun kavminin rivayet ettiği gibi) şöyle dedi:



“Onlar, seni öldürürler!”



Rasulullah (s.a.s.), onların inad ve serkeşliklerini bili­yordu.



Urve de şöyle dedi:



- Ya Rasulallah, ben onlara, onların ilk çocuklarından daha sevgiliyim.



Onların gözlerinden daha sevgiliyim.



O, onların içinde işte böyle sevilen ve itaat edilen bir kimse idi. Kavmini İslâm’a çağırmak üzere yola çıktı. Onların, ona muhalefet etmeyeceklerini umuyordu. Çünkü onların içinde onun bir makam-ı menzilesi vardı. Onlara yönelmek için kendisinin odasına çıktığı zaman onları İs­lâm’a davet ederken ve dinini onlara açıklarken onlar, onu her cihedle oklarla vurdular. Bir ok ona isabet etti, onu kat­letti.



Vurulduktan sonra Urve’ye:



- Senin kanın için ne düşünüyorsun? denildi.



O da:



- Bu, Allah’ın bana ikram ettiği bir ikramdır ve bana gönderdiği bir şehadettir. Benim kanım, ancak Rasulullah (s.a.s.), bu şehirden gitmeden önceki katledilen şehidlerin kanı gibidir. Beni onlarla, birlikte defnediniz! dedi.



Onlarda onu, onlarla birlikte defnettiler.



Rasulullah (s.a.s.), onun hakkında şöyle buyurdu:



“Onun, kavmi içindeki durumu, Yasin sûresi’nde adı geçen kavmini hidayete davet eden adamın (Sahib-i Yasin) durumu gibidir.”[505]



9) Ebu Fuheyhe (r.a.)



Ebu Fuheyhe de, işkence gören zayıf müslümanlardandı. Onun asıl adı Eflâh’dır. Yesar’dır di­yenler de vardır. Cumah kabilesinden Safran b. Umeyye b. Halef’in kölesi idi. Bilâl ile birlikte müslüman olmuştu.



Umeyye b. Halef, onu yakalayıp ayağına bir urgan bağlamış, daha sonra emir vererek kızgın kumlar üzerinde çekilmesini istemiş, bu şekilde çekilirken Umeyye, ona şöyle sormuş:



- Bu, senin Rabbin değil midir?



Ebu Fuheyhe:



- Benim de, bunun da, senin de Rabbimiz Allah’dır, diye cevab vermişti.



Bunun üzerine Umeyye, çok şiddetli bir şekilde boğa­zını sıkmıştı. Umeyye’nin yanında kardeşi Ubey b. Halef de vardı.



Ubey de:



- Onun azabını arttırabildiğin kadar arttır. Muham­med gelsin, büyüsüyle onu kurtarsın bakalım, derdi.  



Bu şekilde işkencelere devam ettiler ve sonunda öldü sanıp bıraktılar. Daha sonra kendisine gelince Ebu Bekr, ona rastgeldi. Onu, satın alıp âzâd etti.[505]



10) Cariyeler



Lebibe (r.anha):



(Ebu Bekr,) Beni Mü’emmel’in bir cariyesine rastladı. Bunlar, Beni Adiyy b. Ka’b’dan bir kabiledirler. Bu cariye, müslüman olmuştu.



Ömer b. el-Hattab, ona İslâm’ı terk etmesi için işkence ediyordu. O (Ömer), o zaman müşrikti ve o cariyeyi dövü­yordu. Nihayet usandığı zaman şöyle dedi:



- Sana özürler sunarım. Seni ben, başka şey için değil, ancak usandığım için terk ettim.



Cariyye:



- Allah da, sana böyle yapsın! diyordu.



Sonra Ebu Bekr (r.a.), o cariyeyi satın aldı ve âzâd etti.[505]



Zinnire (r.anha)



İşkence gören bu zayıf müslümanlardan birisi de, Zinnire’dir. Beni Adiyy’in cariyesi idi. Ömer, ona işkence yapardı. Mahzum oğullarının cariyesi idi ve gözlerini kay­bedinceye kadar Ebu Cehil, ona işkence yapardı, diyenler de vardır.



Gözlerini kaybettikten sonra Ebu Cehil, ona:



- Bunu, sana Lât ve Uzza yaptı, deyince,



Zinnire:



- Lât ve Uzzâ, kendilerine kimin ibadet ettiğinin far­kında mıdır ki? Hayır, bu iş, semadan, Allah’dan gelen bir şeydir  ve benim Rabbim, gözlerimi bana geriye vermeye kadirdir, diye cevab vermişti. Ertesi gün yüce Allah, Zinnire'ye tekrar gözlerini geri vermişti.



Bunun üzerine Kureyş:



- İşte bu da, Muhammed’in bir büyüsüdür, diye söy­lemişti. Ebu Bekr (r.a.), onu satın alarak âzâd etmiştir.[505]







11) Genel İşkence







Said b. Cübeyr (r.a.) anlatıyor:



Abdullah b. Abbas’a dedim ki:



- Müşrikler, Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabına yaptığı iş­kence, müslümanların dinlerini terk etmekte mazur sayılacakları bir raddeye vardı mı?



(İbni Abbas) dedi ki:



- Evet, vallahi, onlardan birini döverler ve onu, aç ve susuz bırakırlardı. Bir dereceye kadar ki, onun uğradığı zararın şiddetinden oturamazdı. Nihayet o, onlara, ondan istedikleri sapıklığı verirdi. Hatta ona, şöyle derlerdi:



- Lât ve Uzzâ, Allah’dan gayrı olarak senin ilâhın de­ğiller mi? O da:



- Evet, derdi.



Hatta siyah, mezmum bir adam onlara uğrar ve ona derdi ki:



- İşte bu siyah adam, Allah’dan gayrı olarak senin ilâ­hın değil midir? O da:



- Evet, derdi.



Bunu, aşırı azabdan kurtulmak için yaparlardı.[505]






İŞKENCE
i1 harfi