Rasulullah (s.a.s.)'ın Kanını Döken Bir Kavim

Enes (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):



“Allah yolunda korkutulduğum kadar hiç kimse kor­kutulmadı ve Allah yolunda bana eziyet edildiği kadar hiç kimseye edilmedi.



Üzerimden gecesi ve gündüzüyle otuz gün geçmişti ki, bana ve Bilâl’a, Bilâl’ın koltuğunun örttüğü (koltuğu altına sıkıştırdığı) şeyden başka ciğeri bulunan bir yaratığın yiye­bileceği bir yiyecek yoktu.”[505]



Şirk cephesinin ortak tavrı: muvahhidleri yaşatma­mak!.. Bu cephe, kötülük ve zulüm üzerine kurulmuştur… Onlar, iyilikten ve adaletten asla hoşlanmazlar… Birbirleri­nin yardımcıları olan şirk cephesinin müşrik kâfirleri, kö­tülük yapmada, huzursuzluk çıkarmada ve toplumda kar­gaşa oluşturmada birbirlerine yardımcı olurlar… Onlar, kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyarlar...[505]



Kötülüğün dostu, iyiliğin düşmanı oldukları için, kötülüğün ve zul­mün egemen olması onlara şeytanî bir haz vermektedir… İyiliğin ve adaletin mahkum olmasından dolayı mutlu olurlar…



Onlar, bu vahşî ve hayvandan daha aşağılık karaktere sahib oldukları için,[505] başta Tevhid cephesinin yegâne önderi ve “âlemlere rahmet olarak gönderilen”[505] Rasulullah (s.a.s.)’e korkunç bir düşman olmuş, her türlü zulmü yapmışlardı… Ölümle tehdid etmiş ve su-i kast ile öldür­mek istemişlerdi… Her türlü eziyet ve işkenceyi O’nun üzerinde denemekteydiler… Bu vahşî hareketleriyle, Allah yolunda olan Rasulullah (s.a.s.)’i korkutup sindirerek, dâ­vâsını yok etmek istiyorlardı… Güneşi balçıkla sıvamak istiyorlardı, amma başarılı olamıyorlardı ve olamayacak­lardır… Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlardı... Fakat bu, mümkün değildi ve hiçbir zaman da mümkün olmayacaktır... Çünkü yegâne güç ve kuvvet sahibi, her şeye kadir olan Allah, nurunu tamamlamak istiyor...



Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:



“Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.



Müşrikler istemese de, o Dini (İslâm’ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayet ve hak dinle gönderen O’dur.” (Tevbe, 9/32-33. Fetih, 48/28)



Hidayetin yerine dalâleti, imanın yerine küfrü, Tevhid’in yerine şirki, hakkın yerine batılı, adaletin yerine zulmü, dostluğun yerine düşmanlığı, sevginin yerine kin ve nefreti tercih eden şirk cephesinin müşrik tağutları, var­lığı, âlemlere rahmet olan Rasulullah (s.a.s.)’e karşı en az­gın düşman olmuşlardı...



Her çeşidi birleşip bir cephe oluşturan ve tek millet olan küfür milletinin müşrik mensubları, Allah’ın kendisine vahyini beyan eden, onları Allah’a davet eden Rasulullah (s.a.s.)’e kin kusuyor, düşmanlıklarını her fırsatta ortaya koyuyorlardı... O egemen müşrik tağutlar, yalnız Kur’ân-ı Kerim’in kendisine indirilen Rasulullah’a değil, Kur’ân’ı indiren âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya da düşman olmuş ve vahyi inkâr etmişlerdi...



Rasulullah (s.a.s.)’e Rabbi Allah emrediyordu:



“De ki: ‘Gerçekten bana: Sizin ilâhınız yalnızca tek bir ilâhtır, diye vahyolunuyor. Artık siz, müslüman olacak mısınız?” (Enbiya, 21/108)



Rasulullah (s.a.s.), Âlemlerin Rabbi Allah’ın bu mesa­jını, yalnızca Allah’a ibadet etsinler diye Allah tarafından yaratılan insan kullarına[505] vazifesi icabı tebliğ edip ulaştı­rınca, yalanlanıyor ve inkâr edenlerden eziyet görüyordu... Halbuki Rasulullah (s.a.s.), onlara karşı çok merhametli ve şefkatli davranıyor, onlara acıyor ve iman etmelerini çok arzu ediyordu...



Rabbimiz Allah, Rasulü Muhammed (s.a.s.)’in bu vas­fını şöyle beyan buyurur:



“Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Rasul gelmiştir.” (Tevbe, 9/128)



Müşriklerin Rasulullah (s.a.s.)’e yıllarca yaptıkları ezi­yet ve işkencelerden maksadları, yegâne hayat dini İslâm’ı Mekke’de boğmak, daha taze fidan iken kökünden söküp atmaktı... Ya da Rasulullah (s.a.s.)’ı yıldırıp susturmak ile İslâm’ın kökünü kurutmaktı… Fakat bu hevesleri kursak­larında kaldı ve kötü emellerine ulaşamadılar… Çünkü bunca hakaretler, eziyetler, işkenceler, tehdidler, saldırılar, su-i kastlar, Rasulullah (s.a.s.)’i dâvâsından zerrece vazge­çiremedi ve asla taviz vermedi… Aksine şirk cephesinin bu zulüm saldırıları devam ettikçe, İslâm Dâvâsı daha da ge­lişti ve insanlar tarafından kabul gördü, taraftarları çoğalıp Tevhid cephesi güçlenmeye başladı!..



Kendisinden önceki Rasullerin başına gelenler, Rasulullah (s.a.s.)’in de başına geliyor, onların sabır ettiği gibi sabrediyor ve dosdoğru olan Allah yolunda her an bi­raz daha ilerleyip zafer kazanıyordu… Rasulullah (s.a.s.)’in bu tavrı, ümmet için hayat örneğidir!..



Müşrik kâfirlerin, “âlemlere rahmet” olan Rasulullah (s.a.s.)’e yaptıkları eziyetlerden ve işkencelerden birkaç tanesini zikredelim:



1) Cabir b. Abdillah (r.anhuma) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.), Hacc mevsiminde (hicretten önce Mekke’ye çeşitli yerlerden gelen) insanlara kendisini takdim ederek:



“Beni kavmine götürecek yok mu? Çünkü gerçekten Kureyş beni, Rabbimin kelâmını tebliğ etmekten alıkoymak istediler.” buyururdu.[505]



2) Emirü’l-mü'minin İmam Ali (k.v.) anlatıyor:



Ebu Cehil, Rasulullah (s.a.s.)’e:



- Biz, senin şahsını yalanlamıyoruz, ancak getirdiğin şeyi (dini, nizamı) yalanlıyoruz, dedi.



Bunun üzerine Allah (c.c.), şu ayeti indirdi:



“Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri seni ger­çekten üzüyor. Doğrusu onlar, seni yalanlamıyorlar. Ancak zalimler, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.”(En’âm, 6/33)[505]



3) Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.), Beyt (Kâbe)’in yanında namaz kılı­yordu. Ebu Cehil ile bazı arkadaşları da oturuyorlardı. Derken onların biri, diğerine:



- Fulanoğullarının (yeni kesilen) devesinin döl eşini hanginiz getirir de onu secdeye vardığında Muhammed’in sırtına koyar? dedi.



O topluluğun en şakî (azgın) olanı (Ukbe b. Ebi Muayt), seğirtip onu getirdi. Bekledi. Rasulullah (s.a.s.) secdeye varınca, sırtının üzerine iki omzu arasına koydu. Ben ise, hiçbir işe yaramayarak bakıyordum. Keşke benim için men’edici kuvvetler olsaydı.



Onlar, gülmeye ve birbirine isnad etmeye başladılar. Rasulullah ise, secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet (kızı) Fatıma yanına geldi ve onu sırtından attı.



Rasulullah, başını kaldırdı. (Namaz bittikten) sonra üç defa:



“Ya Allah, Kureyş’i Sana havale ederim” dedi.



Rasulullah, onlara beddua edince, bu, onlara ağır geldi. Çünkü onlar, bu şekilde duanın kabul edilecek olduğuna kail idiler. Ondan sonra Rasulullah, isim sayarak:



“Ya Allah, Ebu Cehil’i Sana havale ederim. Ukbe b. Rabia’yı, Şeybe b. Rabia’yı, Velid İbn Utbe’yi, Umeyye İbn Halef’i, Ukbe b. Ebi Muayt’ı Sana havale ederim.” dedi.



Yedinciyi de saydı, fakat biz, onu zabt edemedik.



Nefsim elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, Rasulullah’ın saydığı isimlerin sahiblerini Kalîb’de, yani Bedir Çukurunda yere serilmiş gördüm.[505] 



4) Benû Malik b. Kinane’den bir adam anlatıyor:



Peygamber (s.a.s.)’i, Zu’l-Mecaz çarşısında dolaşırken ve şöyle derken gördüm:



“Ey insanlar, Lâ ilâhe illallah deyin de felaha (kurtu­luşa) erin!”



Ebu Cehil ise, öte yandan O’nun yüzüne toprak atıp şöyle diyordu:



- Ey insanlar, bu adam, sakın sizi dininizden etmesin! O, sizden dininizi bırakmanızı, Lât ve Uzza’yı bırakmanızı istiyor!..



Fakat Peygamber (s.a.s.), ona hiç aldırmadan (görevine devam ediyordu).[505]      



5) Urve İbnu’z-Zubeyr (rh.a.) anlatıyor:



Ben, Abdullah İbn Amr İbnu’l-As’a:



- Müşriklerin, Rasulullah’a yaptıkları kötülüklerin en şiddetlisini bana haber ver, dedim.



Abdullah İbn Amr şöyle dedi:



- Rasulullah (s.a.s.), Kâbe’nin avlusunda namaz kılı­yordu. Bunun üzerine Ukbe b. Ebi Muayt çıkageldi.



Ukbe, Rasulullah’ın omzundan tuttu da ridâsını boy­nunda dürüp toparladı (ve onunla) Rasulullah’ı şiddetli bir şekilde boğmağa başlamıştı ki, tam bu sırada Ebu Bekr, karşıdan yönelip geldi. Hemen Ukbe’nin omzunu tuttu ve onun saldırısını Rasulullah’dan def’etti ve:



“Siz, ‘benim Rabbim Allah’dır’ diyen bir adamı öldürü­yor musunuz? Oysa O, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır. Buna rağmen O, eğer bir yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir ve eğer doğru söyleyen ise, (o za­man da) size va’dettiklerinin bir bölümü size isabet eder. Şübhesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyeni hida­yete erdirmez.” (Mü'min, 40/28) kelâ­mını okudu.[505]



6) Rabia b. Ubeyd ed-Deylemî (r.a.) anlatıyor:



Beni şaşırtan gördüğüm en ilginç manzara şudur:



Rasulullah (s.a.s.)’in evi, Ebu Leheb’le Ukbe b. Ebi Muayt’ın evi arasındaydı.



Rasulullah (s.a.s.), evine dönerken, işkembe, necaset, kanların evinin kapısının önüne konulduğunu görürdü ve onları, ok yayının bir tarafıyla çekip temizlerdi ve bir yan­dan da şöyle derdi:



“Ey Kureyş topluluğu, ne kötü komşuluk bunlar!”[505]



7) Cundub İbn Süfyan (r.a.) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.), rahatsızlandı da iki yahud üç gece kalkmadı. Bir kadın (Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil Avra bint Harb) geldi ve:



Ya Muhammed, ben, umarım ki, şeytanın seni bırakıp terk etmiş oldu! Görüyorum ki, iki yahud üç geceden beri sana yaklaşmadı, dedi.



Bunun üzerine Aziz ve Celîl Allah:



“Kuşluk vaktine andolsun,



Karanlığı iyice çöktüğü zaman geceye



Rabbin, seni terk etmedi ve darılmadı da.”(Duha, 93/1-3) sûresini indirdi.[505]



8) Enes  (r.a.) anlatıyor:



Uhud (harbi) gününde Rasulullah (s.a.s.)’in yan dişi kırılmış, başı da yarılmıştı. Artık hem yaradan kanı silmeye başlamış, hem:



“Peygamberinin başını yarıp, yan dişini kıran bir kavim nasıl felâh bulur? Halbuki O, kendilerini Allah’a davet ediyordu!” diyormuş.



Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle):



“(Allah’ın) onların tevbelerini kabul etmesi veya zalim olduklarından dolayı azablandırması içinden sana bir şey (sorumluluk ve görev) yoktur.” (Âl-i İmrân, 3/128) ayetini indirmiş.[505]



9) İbn İshak (rh.a.) anlatıyor:



Ebu Talib öldüğü zaman Kureyş, Rasulullah (s.a.s.)’e, amcası Ebu Talib’in hayatında yapmadıkları eziyetleri yaptılar. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), Taif’e gitti. Sakif’den yardım ve O’nu koruyacak kuvvetler vermelerini istiyordu. Allah (Azze ve Celle) tarafından onlara ilettiği çağrıyı kabul etmelerini umuyordu. Bundan dolayı onlara yalnız başına gitmişti.



Rasulullah (s.a.s.), Taif’e vardığı zaman Taif’den bir topluluğun yanına gitti. Onlar, Sakif’in efendileri ve eşrafı idiler. Üç kardeştiler: Abd-i Yaleyl b. Amr b. Umeyr, Mes’ud b. Amr b. Umeyr ve Habib b. Amr b. Umeyr.



Onlardan birinin evinde Kureyşli olan Beni Cumeh’den bir kadın var idi. Rasulullah (s.a.s.), onların yanına oturdu. Onları, Allah’a davet etti ve onların, İslâm için kendisine yardım etmeleri ve O’nunla beraber kavminden kendisine muhalif olanlara karşı durmaları için onlara geldiğini söyledi.



Onlardan biri, O’na şöyle dedi:



- Eğer seni Allah göndermiş ise, Kâbe’nin örtüsünü çıkarıp atacağım.



Bir diğeri de şöyle dedi:



- Allah, senden gayrı gönderecek kimseyi bulamadı mı?



Üçüncüsü de şöyle dedi:



- Vallahi, seninle asla konuşmayacağım. Andolsun, eğer sen, Allah’ın Rasulü isen, nitekim öyle demektesin, elbette sen, sana cevab vermemden daha yücesin. Eğer sen, Allah’a karşı yalan söylüyorsan, bana yakışmaz ki, seninle konuşayım.



Rasulullah (s.a.s.), bunun üzerine Sakif’den iyilik geleceğinden umudsuz olarak yanlarından kalktı ve onlara şöyle dedi:



“Bu yaptıklarınızı gizli tutunuz!”



Rasulullah (s.a.s.), Kureyş kabilesini azdıracak bu haberin onlara ulaşmasını istemiyordu.



Onlar, Rasulullah (s.a.s.)’in dediğini yapmadılar. Ayak takımlarını, kölelerini, O’na saldırttılar. O’na sövüyor ve O’na bağırıyorlardı. Nihayet O’nun yanına toplandılar. O’nu, Utbe b. Rabia ve Şeybe b. Rabia’nın bostanına sığınmaya muzdar kıldılar. Bu iki kardeş de, orada idiler.



O’nun peşini takib eden Sakif sefihlerinden olan kimseler, o ayak takımı, O’ndan geri döndüler. O da, bir asma gölgesine girdi oturdu. Rabia’nın o iki oğlu da, O’na bakıyor ve O’nun Taif halkının o ayak takımlarından karşılaştığı şeyleri görüyorlardı.



Rasulullah (s.a.s.), Beni Cumeli’den kadınla karşılaştı ve:



“Senin kayınlarından nelerle karşılaştık” diye söylendi.



Rasulullah (s.a.s.), (asma gölgesinde) huzur bulduğu zaman şöyle dedi:



“Ey Allahım, kuvvetimin za’fını ve takatımın azlığını ve insanlara karşı güçsüzlüğümü sana şikayet ediyorum!



Ya Erhamerrahimîn, zayıf düşmüşlerin Rabbi Sensin! Ve Rabbim Sensin! Beni, kimin bakımına bırakıyorsun? Kötü muamele yapan, uzak kimselere mi? Yoksa işimi eline verdiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı Sende bir gazab yoksa, hiç aldırış etmem! Fakat benim için daha rahat olan, Senin afiyetindir!



Senin vechinin nuruna sığnırım. O nur ki, onun için zulmetler açıldı, dünya ve ahiretin işi, onun üzerine salah buldu.



Bana gazabını azabını indirmenden veya benim üzerime senin öfkenin yerleşmesinden, afiyetin benim için daha vasîdir. Her şey Senin rızan içindir.



Bütün güç ve kuvvet Senin elindedir.”[505]



İmam İbn Kesir (rh.a.), bu olay için şu haberi de kaydeder:



“Taifliler, Rasulullah (s.a.s.)’in gideceği yolun iki kenarına dizildiler. O, yoldan geçerken tepiniyor, taş atıyor ve ayaklarını kanatıyorlardı. Ayakları kanamakta iken, onlardan kurtuldu ve sıkıntılı hâlde iken bir hurma ağacının gölgesine yöneldi…”[505]



10) Ümmü’l-mü’minin Aişe (r.anha) anlatıyor:



Aişe, Rasulullah (s.a.s.)'e:



- Sana, Uhud gününden daha şiddetli olan bir gün erişti mi? dedi.



O da:



“Yemin olsun ki, kavmin Kureyş’ten gelen birçok zorluklarla karşılaştım. Fakat onlardan Akabe günü karşılaştığım zorluk, hepsinden şiddetli idi.



Şöyle ki:



Ben, (Kureyş’ten gördüğüm ezâ üzerine Taif’e gidip) hayatımın korunmasını Abdu Kulâl’ın oğlu İbnu Abdu Yalîl’e teklif ettiğim zaman o, benim dileğime cevab vermemişti. Ben de, kederli ve hayretli bir hâlde yüzümün doğrusuna (Mekke’ye) dönmüştüm. Bu hayretim, ‘Karnu’s-Seâlib Mevkii’ine kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp (semâya) baktığımda, beni gölgelendirmekte olan bir bulut gördüm.



Buluta (dikkatle) baktığımda bunun içinde Cibril bulunduğunu gördüm.



Cibril, bana seslendi de:



- Allah, kavminin senin hakkında dediklerini ve seni korumayı reddettiklerini muhakkak işitti. Ve Allah, sana şu “Dağlar Meleği’”ni gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen, ona emredebilirsin, dedi.



Bunun üzerine Dağlar Meleği, bana seslenip selâm verdi. Sonra:



- Ya Muhammed, Cibril’in bu söylediği bir hakikattır. Sen, ne istersen emrine hazırım. Eğer (Ebu Kubeys ile Kuaykan denilen) şu iki yalçın dağı Mekkeliler üzerine kapaklamamı istersen (onu da emret), dedi.



Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):



“Hayır, ben, Allah’ın bu müşriklerin sulblerinden yalnız Allah’a ibadet eder ve Allah’a  hiçbir şeyi ortak kılmaz (muvahhid) bir nesil meydana çıkarmasını arzu ederim.” buyurdu.[505]



11) Enes (r.a.) anlatıyor:



Bir gün Rasulullah (s.a.s.), Mekke halkının bazısının saldırısına uğrayarak kana boyanmış, üzgün hâlde oturmuş vaziyette iken yanına, Cebrail  (a.s.) geldi de:



- Sana ne oldu? diye sordu.



O da:



“Bana, şu müşrikler (şöyle) yaptılar ve (böyle) yaptılar.” buyurdu.



Cebrail (O’na):



- (Çektiğin sıkıntıları hafifletmek, üzere yüksek mertebeni ve yüce şerefini gösteren) bir işareti sana göstermemi sever misin? diye sordu. 



Rasulullah (s.a.s.):



“Evet, bana göster!” buyurdu.



Bunun üzerine Cebrail (a.s.), derenin ilerisindeki (dikili) bir ağaca bakarak:



- Şu ağacı (yanına) çağır, dedi.



Rasulullah da ağacı çağırdı. Ağaç da gelip önünde durdu.



Cebrail, Rasulullah (s.a.s.)’e:



- Ağaca söyle de geri gitsin, dedi.



Rasulullah (s.a.s.) de, ağaca söyledi ve ağaç da eski yerine varıncaya kadar geri gitti.



Rasulullah (s.a.s.):



“(Bu alâmet) bana yeter!” buyurdu.[505]


İŞKENCE
i1 harfi