Firavun'dan Kurtulduktan Sonra İsrâiloğulları

Allah, İsrâiloğullarını ihsânına mazhar ettiği, diğer toplumlara karşı üstün kıldığı halde onlar, Allah'ı bırakıp, başka putlar istiyorlardı. "İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Denizi geçince, orada kendilerine ait birtakım putlara tapan bir  kavme (buzağıya tapan Amalika kavmine) rastladılar. Bunun üzerine: 'Ey Musa, onların nasıl tanrıları (putları) varsa, sen de bizim için öyle bir tanrı yap!' dediler. Musa: 'Gerçekten siz câhil bir toplumsunuz' dedi. Şüphe yok ki, bunların içinde bulundukları (din) helâke mahkûmdur, yıkılmıştır.  İbadet  diye  yapmakta oldukları da bâtıldır, boş şeydir. Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size ilâh olarak, Allah'tan başka bir tanrı  mı arayacakmışım? " (7/A'râf, 138-140)



İsrâiloğulları Kızıl Deniz'i geçtikten sonra susadılar, kavurucu sıcaktan rahatsız oldular. Bu durumlarını Hz. Musa'ya arzettiler. "Biz İsrâiloğullarını oymaklar halinde on iki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya 'asanı taşa vur!' diye vahyetti. Derhal ondan on iki pınar fışkırdı. Her kabile içeceği yeri belledi. Sonra üzerlerine bulutla gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. (Onlara dedik ki) 'Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin.' Ama onlar (emirlerimizi dinlememekle) bize değil; kendilerine zulmediyorlardı." (7/A'râf, 160)



Mısırlılarla beraber yaşamaları sebebiyle İsrâiloğullarının kalplerinde putperestlik iyice kök salmıştı. Bunun en belirgin görüntülerinden biri, altın buzağıya tapmalarıdır. İsrâiloğulları Firavun'dan kurtulup Sina'ya geçtikten sonra Hz. Musa, kavmini Hz. Hârun'a bırakarak Tur dağına gitti. Çünkü daha önce Allah Teâlâ ile kırk gece için sözleşmişti (2/Bakara, 51). Bu buluşmada Allah ona Kitab'ı ve Furkan'ı verdi (2/Bakara, 53). Ancak İsrâiloğulları onun gelmesine kadar sabredemediler ve Hz. Harun'un tüm uyarılarına rağmen Sâmirî'nin önderliğinde bir buzağı heykeli yaparak ona tapmaya başladılar. "Allah, Musa'ya; 'Biz senden sonra kavmini imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.' buyurdu. Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vâdinizden döndünüz? Dediler ki: 'Biz sana olan vâdimizden, kendi kudret ve irâdemizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır'lıların) zînet eşyasından birtakım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı. (Sâmirî'nin telkini ile zînetleri eritmek ve buzağı yapmak için ateşe attılar.) Bu adam, onlar için böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti. Bunun üzerine: 'İşte, dediler, bu, sizin de, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu. O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar ve ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi? Hakikaten Harun, onlara daha önce: 'Ey kavmim! demişti, siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah'tır. Şu halde bana uyun ve emrime itaat edin.' Onlar: 'Biz dediler, Musa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!' (Musa, döndüğünde:) 'Ey Harun! dedi, sana ne engel oldu da, bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit peşimden gelmedin? Emrime âsi mi oldun?' Harun: 'Ey annemin oğlu! dedi, saçımı sakalımı yolma! Ben, senin; 'İsrâiloğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!' demenden korktum.' Musa: Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî? dedi. O da: 'Ben onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevherlerin içine) attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi' dedi. Musa: 'Defol! dedi, artık hayatın boyunca sen; 'bana dokunmayın!' diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız! Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır." (20/Tâhâ, 85-98)



Hz. Musa, içinde Rablerinden korkanlar için yol gösterme ve rahmet olan levhaları aldı ve kavmine tebliğ etti. Onları temizlemeye, Allah'a  salih  kullar  olarak  her  türlü  geçici, gerçek gücü olmayan, Allah tarafından yaratılmış şeylere kulluktan kurtarmaya çalıştı. Allah onları çeşitli rızıklarla besledi ve onlara tertemiz sular vererek ikramda bulundu. Onları buluttan gölgelerle gölgelendirdi (7/A'râf, 160). Fakat onlar bunu az bularak Hz. Musa'dan kendilerine daha başka sebze ve meyvelerden vermesi için Allah'a dua etmesini istediler. Allah da onlara istediklerinin yerine gelmesi için yakınlarındaki bir şehre karşı hareket etmeye çağırınca onlar hemen yan çizdiler. Ve sonuçta zillet ve meskenet (yoksulluk) damgasını hak ettiler, Allah'ın gazabına uğradılar.



Hz. Musa, İsrâiloğullarını Firavun'dan kurtarmıştı ama, onları başı boşluklarından, vurdumduymazlıklarından ve Allah'ın emirlerine karşı hareketsizliklerinden kurtaramıyordu. Hz. Musa onları ne zaman bir emrin yerine getirilmesi için çağırsa yüz çeviriyorlar, o işi yerine getirmemek için ellerinden gelen her çareye baş vuruyorlardı. Hz. Musa bir keresinde bir buzağı kesmeleri konusundaki Allah'ın emrini onlara bildirmişti. Onlar, hemen kesmemek için onun nasıl bir buzağı olduğunu, rengini, yaşını vb. sormaya başlamışlar, en sonunda soracak bir şey bulamayınca kesmişlerdi, ama az kalsın kesmeyeceklerdi (2/Bakara, 67-71). Onlar peygamberle-rinin kendilerine olan emirlerine karşı küstahça "işittik/anladık, isyan ediyoruz" diyerek meydan okuyorlardı (2/Bakara, 93; 4/Nisâ, 46). Bir defasında da Hz. Musa onlara Allah'ın kendilerine olan nimetlerini hatırlatıp Allah için kendilerine va'd edilen toprakları ele geçirmeğe davet edince onlar her zaman olduğu gibi yine yan çizmişler ve "sen ve Rabbin gidin, savaşın; biz burada oturuyoruz" demişlerdi (5/Mâide, 20-26).



İşte İsrâiloğulları kendilerine her türlü zulmü yapan, onları köleleştiren Firavun'dan kurtaran Hz. Musa'ya karşı istikrarlı bir şekilde lâkayt ve küstahça davranışlarını sürdürüyorlar, pek azı hariç itaate yaklaşmıyorlardı. Hz. Musa'nın sağlığında böyle olan bu kavim, ondan sonra da aynı huylarını sürdürmüştür. Onların bu halini Kur'an-ı Kerim, çeşitli ifadelerle anlatmaktadır. Meselâ şu âyetler, onların genel karakterinin anlaşılması için yeterli bilgiyi verir:



"İçlerinden pek azı hariç, onlar hâindir. (5/Mâide, 13)



"Onlar, sözlerinden dönerler, kelimeleri tahrif ederler/yerlerinden değiştirirler ve uyarıl-dıkları şeyden pay (öğüt) almayı unuturlar." (5/Mâide, 13)



"Onlar fâsık bir topluluktur." (5/Mâide, 26)



"Onlar kibirlerinden dolayı kendilerine yasaklanan şeylerden vazgeçmezler." (7/A'râf, 166)



"Onlar Allah'ın âyetlerini inkâr ederler, peygamberleri kendilerine hoşlanmadıkları bir şey getirince büyüklük taslayarak reddederler, peygamberlerini yalanlar veya öldürürler." (2/Bakara, 61, 87; 5/Mâide, 70)



"Yaptıkları kötülüklerden dönmezler, ısrarla devam ederler." (5/Mâide, 79)



İsrâioğulları genel olarak bu olumsuz özelliklerine rağmen içlerinden sabredip takvaya sarılanlar çıkabiliyor ve Allah da onlardan yol gösterici imamlar/önderler çıkararak onları kurtarıyordu (32/Secde, 24). Yine Hz. Musa'dan sonra İsrâiloğullarına lider olarak seçilen Tâlût'a takva ile sabrederek uyanlar çıkmış ve Allah o çok küçük topluluğu düşmanlarına karşı galip getirmişti (2/Bakara, 246-251). Çünkü Allah sabredenlerle/direnenlerle beraberdir. Sabreden topluluk az da olsa, Allah'ın izniyle çok topluluğa galip gelecektir (2/Bakara, 249).



Hz. İsa ve Benî İsrâil          



Hz. İsa, tüm kötü vasıfları içine iyice sindirmiş, İncil'in tâbiriyle "İsrâil evinin kaybolmuş koyunları"na (Matta, 10/6) tebliğe başlayınca onlar ona karşı tuzaklar kurmaya, iftira ve yalanlama kampanyasına başlamışlardı. Onun sihirbaz olduğunu iddia ediyorlardı (5/Mâide, 110).  Oysa  Hz.  İsa  onlara  örnek  alacakları  bir  lider  olarak  gönderilmiş,  çeşitli  mucizelerle desteklenmiş, kendilerine daha önce haram kılınan bazı şeyleri Allah'ın izniyle helâl kılarak onların yükünü hafifletmek için gelmiş olmasına rağmen İsrâiloğulları ona tuzak kurmaktan geri durmamışlardı (3/Âl-i İmran, 49-54). Çünkü onların örneğe, lidere ihtiyaçları yoktu ve kendi kendilerine yeteceklerine inanmaktaydılar ve diledikleri gibi yaşayacaklardı. Sonuçta bu çabalarıyla Hz. İsa'yı öldürdüklerine inanarak ondan kurtulmuş olmanın övüncüyle yollarına devam etmişlerdi (4/Nisâ, 157). Ve onların bu konudaki tavırları Kur'an'da şöyle anlatılır:



"İsrâiloğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve haddi/sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri kötülükten birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür! Onlardan çoğunun, kâfirlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür. Allah onlara gazab etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar." (5/Mâide, 78-80)