Fasıl

           



Burada ben, her yerde bu mezheplerin yayılış sebeblerinden vakıf olduklarını aklı olan ve dinleyenlere ibret olması için zikredeceğim.             Ahmed el-Mukrî el-Mağribî "Nefhu't-Tayb min Güsni'l-Endülüsi'r-Ratiyb, (3/158) adlı eserinde şöyle der: "Magriblilerin İmam Malik'in mezhebine bağlı oluşlarının sebebi; Magrib ve Endülüslüler önceleri, fethin ilk yıllarından itibaren Evzaî ve Şamlılar'ın mezhebine bağlı idiler. Endülüs Emevileri'nin üçüncü halifesi Hakem b. Hişam döneminde fetvalar Malik b. Enes'in ve Medine ehlinin görüşlerine intikal etti. Bu, Hakem b. Hişam'ın gördüğü bir siyasi maslahattan dolayı seçtiği görüşü sebebiyledir. Bunu gerektiren sebepler konusunda ihtilaf ettiler. Cumhur bunun   sebebinin Endülüs âlimlerinin Medine'ye göç etmeleri olduğu görüşündedirler. Endülüs'e geri döndüklerinde İmam Malik'in faziletini, ilminin genişliğini, kudretinin üstünlüğünü anlattılar, onu yücelttiler ve onun mezhebini tercih ettiler. Denildi ki, İmam Malik Endülüslülerden birine Endülüs melikinin hayatını sordu. Hayatını anlattılar. Bu vakitte Beni Abbas oğullarının siretinin, ahlâk ve seciyesinin iyi olmasına hayret etti. İmam Malik bu haberci şahsa şöyle dedi:



Allah'ın Mescid-i Haram'ı melikimizle süslemesini dileriz.



Endülüs melikine imam Malik'in bilgisi ve görüşleri bu meseleyle birlikte nakledildi. Melik insanları Evzaî'nin mezhebini terkederek imam  Malik'in mezhebine girmeye teşvik etti. En yisini bilen Allah (c.c.)'dır.



            Sonra Mağrib melikleri hüküm ve amelde sadece İbnü'l-Kasım'ın seçtiği görüşler üzerine olunmasında ittifak ettiler. Hasılı kelam, mezhebler meliklerin ve siyasetlerin oyuncağı



oldu. Bu konuda düşün..."



            Derim ki: Mezheplerin ve tarikatların ortaya çıkış sebeplerini öğrenmek istersen İbn-i Haldun'un Mukaddimesi'ni okuman gerekir. O bu konuyu çok güzel incelemiştir. Allah onu hayırla mükafatlandırsın. O mezheplerin ortaya çıkmasının ve yaygınlaşmasının cahil siyasetlerin, meliklik arzusu olan acemlerin istilasının sebep olduğunu ifade eder. (81)



            İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, İğâsetü'l-Lehfân min Mesâidü'ş-Şeytân (1/125) adlı eserinde şöyle der: "İnsanlara aynı görünüşün, aynı kıyafet, aynı görüş ve düşüncenin, belirli bir şeyhin, icad edilen bir tarikatın ve belirli bir mezhebin



gerekliliğini emretmesi şeytanın hilelerindendir. Bunun farzların gerekliliği gibi onlara gerekli birşey olduğunu emreder. Onlar o mezhepten çıkamazlar ve çıkanı da tenkit ederler. Belli bir mezhebi taklid edenler ve Nakşibendi, Kadiriyye, Sühreverdiyye, Ticaniyye gibi çeşitli tasavvufi fırkaların müntesipleri onları kötülerler.



       Taassupçuluk ve taklidçiliği zemmedenlerden şiddetle sakınmalarını isterler. Bunlar dinin ve hakikatin kalıntılarıyla meşgul oldular. Bid'at kalıntılarıyla dine vakıf oldular. Ne fıkıh âlimleriyle ne de tasavvuf ehliyle birlikte oldular. Rasûlullah'ın sünnetini  düşünen, onun bunların hareket ve davranışlarıyla  tezat'olduğunu görür. Rasûlullah (s.a.v.)'in sünneti. Rabb'inin emrettiğinin dışında bir şeye bağlanmamayı emreder. Rasûlullah (s.a.v.)'ın davranışlarıyla bunların davranışı arasında uzak  bir mesafe vardır." (82)



            Eğer İslâm'a ters düşen çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasını öğrenmek istersen İğasetü'l-Lefhan adlı kitabın özellikle son kısmını okuman  gerekir, derim. Bu kitapta, İbn-i Sina'nın, Nuseyr et-Tusî'nîn, Memlukler'in, Fatimîler'in ve diğer milletlerin hile ve desiselerini açıklamaktadır. (83)



            Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, İslam düşmanları müslumanları çeşitli mezheb ve tarikatlara ayırmak suretiyle İslâmî hükümleri karıştırmaya muvaffak oldular.



            İmam Şihabuddin Abdurrahman Ebu Şâme (V. 665)



"el-Müemmel lî'r-Redd ila'l-Emrî'l-Evvel" adlı kitabında şöyle der: "İnsanlar Kur'ân ilimlerinden sûreleri ezberlemekle ve bazı kıraat şekillerini nakletmekle yetindiler. Kur'ân'ın tefsiri, anlamı ve hükümlerinin yorumlanmasından  gafil oldular. Hadis ilimlerinde ise kendilerinden daha bilgisiz şeyhlerin kitaplarından hadisleri dinlemekle yetindiler. Onlar insanların zikir ve fikir halkalarıyla ve mezhebinin imamlarının nakilleriyle yetindiler. Ariflerden birine mezhebin manası soruldu. "Din"



anlamına geldiğini söyledi. "Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız." (84)



            O arif kişinin, ulemanın ileri gelenlerinden olduğu söylenmiştir. Ama o Allah ve gerçek din alimleri yanında cahillerin en cahilidir." (85)            Yine Şihabuddin Abdurrahman aynı eserinde(1/15) şöyle der: "Dört mezheb insanlar arasında şöhret kazandı, diğerleri terkedildi. Dört mezhebe tabi olanların az bir kısmı gayretlerini gösterdiler. Çoğu rasullerin dışındakiler) taklid



etmenin haram olmasından sonra mezhebieri taklid ettiler. Mezheb imamlarının görüşleri iki asıl kaynak (Kur'ân ve Sünnet) gibi telakki edildi. Bu şu âyetteki anlama geliyordu: "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, ruhbanlarını ve Meryem oğlu



Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilâhtan başkası na kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah onların koştukları eşlerden münezzehtir." (86)



            Bu bilgileri toplayan Ebu Abdurrahman Muhammed Sultan el-Masumî derki: Japonya'dan bana sorulan mezheplerin taklid meselesiyle alakalı topladığım bilgiler bu kadardır. Bu kadarla iktifa ediyorum. Çünkü damlalar denizin oluşmasına sebep olur. Allah'ın bütün kullarını bu kitapla faydalandırmasını, rızasına uygun ve cennete girmemize sebep olmasını diliyorum. Kendi vechi keremi için.



            15 Muharrem 1358 tarihinde Mescid-i Haram yakınlarındaki Buhara Sokagı'ndaki evimde bu eserimi tamamladım.



            Son duam şudur;



            "İzzet sahibi Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Selam Resullerin üzerine olsun. Hamd âlemlerin rabbi Allah içindir."



81) Bu, öne sürdüğü şeyin sıhhatine vakıf olmak için İbn-i Haldun (r.a.)'ın Mukaddime'sini okuma imkanı bulamamakla beraber, bunların Mukaddime'de bulunduğu yere müracaat ettim. Ve İbn-i Haldun'un bu Konuya taalluk eden sebeplerden bir kısmını zikrettiğini buldum. (445-451). Belki O. Mukaddime'sine ilave edecek bir takım ziyadelikler getirdi. Niyetim, bunu tahkik etmek için, ortaya çıkacak ilk fırsatı değerlendirmeye yöneliktir, inşaallah.



82) Bakınız: İğâsetü'l-Lehfân min Mesâidı'ş-Şeytân, müellif ibni Kayyım el-Cevziyye, sayfa, 2/266-268.



83} Ubeydîlerle, Fâtimîler arasında da fark yoktur, ikiside Abdullah İbni Meymun İbni'l-Kaddah İbni Diysân el-Bûnî'nin torunlarına nisbet edilen bir isimdir. Ancak kendilerini Fâtımîler olarak adlandırmaları itikatlarındaki Rafıziliği gizlemekten başka bir şey değildir. Mecusı devletleriyle Ehl-i Beyt (r.a.) arasında en ufak bir soy bağı olmadığına dair güvenilir tarihçiler de tanıklık ederler: El-Bâkılanî, İbni Hazm, İbni Hallikân, İbni Hacer, Tarihu'l-Hulefâ adlı kitabında, sayfa 524'de "Çok şerli Ubeydiye Devleti" diye bahseden es-Suyutî. Ubeydî yöneticilerini Tarihu'l-Hulefâ'sının 525, sayfasında: "Birbiri ardınca gelen ondört zorba idareci" diye nitelendiren ez-Zehebi'yi de naklediyor, Hicri 6. yy."da devletleri yok olan Ubeydîler'den kalan azınlık bir grup   el-Hakim biemrillah'a tapmaktadırlar. Onlar Şam'da yaşayan Dürzîler'dir.



84} Rûm Sûresi, âyet 31-32



85) el-Muemmel li'r-Reddi ile'l-Emri'l-Evvel, imam Şihabuddin Abdurrahman Ebu Şâme, 1/10.







86) Tevbe Sûresi, âyet 31