Allah Bize Sırat-ı Müstakim'e Girmemizi Emrediyor

           



            Allah bize bu dünyada rasûllerine gönderdiği kutsal kitaplarda vahyettiği, cennete ulaştıracağını haber verdiği sırat-ı müstakim'e girmemizi emrediyor. Kulun, Allah'ın bu dünyada  kullarına gösterdiği bu yolda bulunduğu nisbette



ayakları, cehennemin üstüne kurulan köprüde sabitlesin. Binaenaleyh Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır."(73)



            Sırat-ı müstakimin talibi, insanların ıslahını isteyince, insanların çoğu ondan kaçarlar. O yola giren de yalnız kalmaktan, korkar. Halbuki Allah bu yoldaki dostlara işaret etti. O dostlar hidayete ve doğru yola girmeye talip olan kişinin, zamanın hem  cins insanlarından ürpertisinin ve yalnızlığının giderilmesi, bu yoldaki dostların Allah'ın kendisine dost olarak gönderdiği kimseler olduğunu bilmesi için Allah kendilerine,



nebiler, sıddıklar, şehidler ve salih insanları gösterdi, bunlar ne güzel dost ve arkadaşlardır.



            Bu yoldan sapanların muhalefetine üzülme. Çünkü onlar sayı bakımından ne kadar çok olsalar da değersiz kimselerdir. Nitekim Seleften bazıları şöyle der: "Hak yoluna gir, bu yola girenlerin azlığından korkuya kapılma. Batıl yoldan sakın. İhtirasla batıl yola yönelenlerin çokluğuna aldanma." (Medaricü's-Salikîn)



            Yalnız kaldığın zamanlarda, öncekilere bak. onlara katılmaya çalış, onun dışındakilerden bakışlarını çevir. Onlar sana Allah'tan bir fayda sağlayamazlar. Devam ettiğin doğru yoldan seni çevirmek için sana bağırırlarsa, onlara dönüp bakma. Ne zaman dönüp bakarsan, seni alırlar, seni meşgul ederler. Bu yüzden kunut duasında;  "Allah'ım beni hidayete erdirdiğin kimseler gibi hidayete erdir" cümlesi yer almıştır. Yani "Allah'ım beni dostlarının zümresine sok, beni onlara dost ve arkadaş kıl" demektir.



            Kulun, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin mezhebinden korunması gerekir. Gazaba   uğrayanlar, hakkı bildikleri halde, yüz çevirip ilmi ve niyeti bozan kimselerdir. Sapıklar ise ilimleri bozulup, haktan cahil kalan ve hakkı bilemeyen kimselerdir. (74) Hak ise başka insanların görüşleri, fikirleri ve terimleri olmaksızın Rasûlullah'ın ve ashabının üzerinde olduğu şeydir.



            Hangi ilim, amel, hal, makam ve gerçek nübüvvet kaynağından çıkmış Muhammedî mühür varsa, işte bu Sırat-ı Müstakîm'dir. Böyle olmayan yol ise ehl-i gazap, ehl-i dalal ve ehl-i cahimin yoludur. (75)



            Şüphe yok  ki, Rasûlullah'ın ashabı dini ve Rasûlullah'ın getirdiklerini diğer insanlardan  daha iyi biliyorlardı. Rasûlullah'ın ashabının hakdan habersiz olupta onu Rafızi ve bid'at ehli kişilerin bilmesi muhaldir. Bu iki tarafın izlerine baktığımızda Ehl-i Hakk'ın yolunun apaçık olduğunu buluruz. Rasûlullah'ın ashabı küfür beldelerini fethederek oraları islâm beldelerine çevirdiler. Kalpleri Kur'ân, ilim ve hidayetle fethettiler. İzleri, onların sırat-ı müstakim'de olduğuna delalet ediyor. Rafizî, bid'atçi ve belirli mezheplere müntesip olanların ise her yerde ve her zaman bunun aksini yaptıklarını gördük.



            Hicri 1360 yılında Ramazan ayının onüçuncü günü Taif'te Abdullah b. Abbas mescidinde Allah'ın kitabını okuyordum. O sırada okuduğum   âyette Firavun'un (Allah'ın laneti üzerine olsun) insanları hiziplere böldüğünü, fırka ve mezheplere (gruplara) ayırdığını anladım. Buradan anlaşıldı ki, bir mezhebe müntesip olmak, gruplara ayrılmak, Avrupa devletlerinin siyasetinde yaygınca ve açıkça görüldüğü gibi Firavun'un adeti ve adi siyasettir. Allah Teâlâ, Kasas Sûresi'nde şöyle buyuruyor: "Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bırakarak onların çocuklarını boğazlıyor, kadınlarını sağ birakıyordu; çünkü o bozguncunun  biriydi." (Rum Sûresi 31,32)'de:"... Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız." (33) Şüphe yok ki, peygamberlerin arasında herhangi bir ayırım yapmadan hepsine iman etmek, getirdiklerine teslim olmak, nerede olursa olsun hakka uymak, onlara ikram ve saygı göstermek mühtedilerin (kurtuluşa erenlerin) sıfatıdır. Durum böyle olunca peygamberlerin varisleri olan, sahabe, tabiin, dört imam gibi olan müçtehid ve hadis ehline de aynı saygıyı göstermek gerekir. Birinin görüşünü alıp kabul ederek diğerlerininkini terketmek veya bazı mezheplerin



mukallidlerinin yaptığı gibi bazısını sevip bazısına bugz ve düşmanlık etmek mühtedî ve muttakilerin sıfatlarından değildir.



            Bu yüzden, mezhebinde olmayan kişinin arkasından namaza uymayacak derecede mezhep  taraftarları arasında düşmanlık doğmuştur.  Taassup, onları cehalete sürüklemiş, kalplerini ve gözlerini köreltmiştir.



            Mezhebi asıl kabul edip Kur'ân'ı mezhebine göre yorumlayıp tevile ve tahrife kalkışan kişi ehl-i sapıktır. Bunda düşük kimselerin işi ve sapıkların şaşması gibi. İşin doğrusu Kur'ân'ın asıl olması, dindeki mezhep ve görüşlerin ona göre yorumlanmasıdır. Kur'ân'a uygun olan makbul (kabul görmüş), uygun olmayan ise merduddur (reddedilmiştir.)



73) Enam Sûresi, âyet 153



75) Bakınız. Medaricu's-Satikiîı, Ibr.ı Kayyım el-Cevzıyye. 1/21-23



74) Onlar, Adiy ibnı Hatem (r.a.)'den rivayet olunan ve Şeyh el-Bani'nin Sahîh'ul- Câmiu's-Sağır adlı kitabında (6/369) sahih bir senedle bildirdiği, imam Tirmizi (r.a.) (5/204) ve imam Ahmed'in (r.a.) (18/68, Fethu'r-Rabbani} tahricini yaptığı hadiste belirtildiği gibi. Yahudiler ve Hıristiyanlardır. Bu hadiste Peygamber Efendimiz (a.s.); "Yahudiler kendilerine gazap olunmuş. Hıristiyanlar ise sapıklığa duşenlerdir." buyurmuştur. Ve Allah kitabında. Yahudiler hakkında:"... Onun için azap üstüne azaba uğradılar..." (Bakara Sûresi, âyet 90) ve (c.c.) Hıristiyanlar hakkında: "....gerçekten sapmış ve insanların çoğunu sapıtmış ve yolun ortası olan islâm'dan uzak kalmış kimselerdir" (Maide Sûresi, âyet 77) büyütülmüştür. Ayrıca bu konuda bir çok âyet vardır.