Önemli Bir İkaz

            Şunu bil ki, müçtehidin içtihadı ve görüşü, Allah'ın hükmü olamaz. Eğer Allah'ın hükmü olmuş olsaydı. İmam Ebu Yusuf ve imam Muhammed'in Ebu  Hanife'nin içtihadına muhalefet etmeleri doğru olmazdı. Onun için Ebu Hanife şöyle demiştir: "Benim görüşüm budur. Kim bundan daha hayırlısını ve doğrusunu getirirse onu kabul ederim," Diğer imamlar da: "Biz kendi reyimizle içtihad ettik. Dileyen Kabul eder, dileyen etmez" demişlerdir.



            Biz insanlardan sadece birini taklid edip diğerini taklid etmeyene şunu sormak isteriz: "Senin taklid ettiğin bu kimseyi taklid etmenin diğerini taklid etmekten daha üstün olduğunu gösteren Özellik nedir?" "Çünkü o asrının en alimidir, onun fazileti öncekilerden daha fazladır" derse, ona: "Sen ilim ehlinden olmadığın halde kendi kendinin tanıklığıyla onun zamanın en bilgini olduğunu nereden biliyorsun? Bunu ancak mezheplerin delillerini, tercih edilen görüşlerini bilen bir kimse söyleyebilir. "Kör olan biri paraları nasıl seçebilirki?" Eğer sen en bilgilisini taklid etmek istiyorsan ümmetin icmaiyle senin imamından daha bilgili olan Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve İbn-İ Mes'ud gibi ashabı niye taklid etmiyorsun? Onları taklid etsene.." denilir.



            Mukallide şöyle denilir: Taklid ettiğiniz ve görüşlerini Şer'î nasslar yerine koyduğunuz falan ve filan âlimler yokken insanlar hangi şey üzerindeydiler? (Neyi takip ediyorlardı). Siz bununla yetinmediniz. Onların görüşlerini şer'î naslara uymaktan daha evlâ gösterdiniz. Bunlardan önceki insanlar hidayet veya sapıklık üzerinde mi idiler? Elbette onların hidayet üzerinde olduklarını itiraf edeceksiniz. O halde onların



Kur'ân ve Sünnete uymayıp da Allah'ın ve Rasûlullah'ın görüşüne, sahabenin rivayetlerine, o muhalif görüşleri takdim etmeleri, falan veya filanın görüşü ve sözü olmadan o muhalif şeylerle hüküm vermeleri nedir? Eğer bu hidayetse, haktan sonra ancak sapıklık vardır. O halde nasıl çevriliyorsunuz? Düşünün.



            Her mukallid grup, sahabe, tabiin ve kendi taklid ettikleri imamlar hariç tüm müçtehidleri sözüne güvenilmeyen, fetvasına bakılmayan bir kimsenin durumuna düşürdüler. Bu yolla onları reddetmek için uğraşırlar. Onların görüşleri; âyet ve hadisler tabi oldukları kimsenin görüşüne muhalif olduğu vakit, onları tevil etmek ve nassı delalet ettiği mânânın dışına çıkarmak, tabi oldukları kişilerin görüşü doğru olsun diye



bütün yolları denemeyi gerekli görmektir. Bunların bid'atlerini ve dini yıkmak için gösterdikleri taassubu Allah'a şikâyet



ediyoruz. Eğer, Allah Teâlâ, bu dini öğreten, müdâfaa eden kimselerin bulunmasıyla teminat altına almasaydı, temeli yıkılmak ve imanın rüknü sarsılmak üzereydi. Şu kimseden hal ve edep bakımından daha kötü kim olabilir ki? Kendi İmamının sözüne gösterdiği alakayı Sahabe.  Tabiîn ve diğer âlimlerden hiç biri üzerinde göstermiyor ve haklarını şiddetli bir şekilde  hafife alıyor, hatta o İmamını Allah ve Rasûlü'nden başka vekil (güvenilecek kişi) ediniyor.



            Şüphesiz ki taklid fırkası, Allah'ın ve Rasûlullah'ın emrine, ashabın yoluna, müçtehidlerin hallerine muhalefet suçu işlemiştir, ilim ehlinin yolunun zıddına bir yola girmişlerdir. Bu kimseler, selefin yolunun aksine bir yol tutmuşlar, dinin konumlarını tersyüz etmişler. Allah'ın kitabını, Rasûlullah'ın sünnetini, Hulefa-i Raşidin'in ve ashabın sözlerini tersyüz etmişlerdir. Bunları, taklid ettikleri kimselerin görüşlerine arzetmişler; eğer nasslar onun görüşüne uyuyorsa ona  boyun



eğmiş ve ona kulak vermişlerdir. Tabi oldukları İmamın görüşlerine muhalifse, hasım şöyle şöyle delil getirdi diyerek, onu kabul etmediler ve din edinmediler. Onlar onu reddetmenin imkânlarını düşündüler. İşte bunlar dini parçalayan, müslumanları gruplara ayıran kişilerdir. Her fırka kendi tebaasına yardım ederek ona çağırır. Muhalefet edeni kötüler. Onların görüşleriyle amel etmezler, sanki onlar başka bir dindendir.



            Halbuki onlara farz olan, aralarında anlaştıkları söze boyun eğmeleridir. O söz de; ancak Rasûle İtaat etmeleri ve birbirlerini Rab edinmemeleridir.



            Bil ki, ulemanın sözlerini ve kıyaslarını almak teyemmüm etmeye benzer. Suyun olmadığı yerde ona başvurulur. Şöyle ki Kitap, Sünnet, sahabenin görüşleri varsa onları almak vaciptir. Onlar ulemanın görüşlerine denk tutulmaz.(65)Fakat sonraki taklidçiler; (müçtehidlerin taklidçileri olan müteahhirun) falan ve filanın görüşlerini alıp amel etmede suvarken teyemmüm   yapmış gibidirler, imam Buharî, Abdullah b. el-Mubarek, el-Evzaî, es-Sevrî gibi imamların sözleri ve fetvalarıyla amel etmeyi terkederler. Hatta Said b. el-Müseyyeb, Hasan el-Basrî. Ebu Hanife ve İmam Malik ve benzeri olan görüş sahibi kimselerin amel ve fetvalarını da terkederler. Tabi oldukları müteahhirun taklidilerinin görüşlerinin Ebubekir, Ömer,  Osman,  Ali, İbni Mes'ud'un fetvalarından önce geldiğini kabul ederler. Bunların görüşlerini sahabenin görüşlerine müsavi tutarlarsa Allah katında kıyamet günü özür beyan edemiyeceklerini bilmiyorlar mı? Bunları sahabeye (r.a.) tercih etmekle nasıl olurlar? Onların görüşlerini alıp,



sahabenin görüşlerini reddedenler nasıl bir özür beyan edecekler?



65) Müellif el-Ma'sumî (r.a.)nin ifadesi, İmam Şafiî (r.a.)'ın er-Risâle adlı kitabının 599-600. sayfalarındaki ifadesine benzemektedir: "Sahih hadis varken de kıyas yapmak, helal ve caiz olmaz.. Suyun olmadığında, teyemmümün taharet olması; aksi halde bunun caiz olmaması gibi, -teyemmümle taharet ancak suyun bulunmamasıyla mümkündür.