Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili

Fıkıh bilginlerinin çoğuna ve geleneksel anlayışa göre mürtedin cezası, ölümdür. Dinden dönmenin cezâsının idam olduğuna hükmedenlerin dayandığı delilleri şöyle özetleyebiliriz: “...Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de geçersiz sayılmıştır. Onlar cehennemliktir ve orada devamlı kalırlar.” (2/Bakara, 217).



İbn Abbâs’tan rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Men beddele dînehû fa’ktulûhu -Kim dinini değiştirirse, onu öldürün-!” (Buhârî, Cihad 149, İ’tisâm 28, İstitâbe 2, Ahkâm 16, Mürteddîn 2; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd 25; Nesâî, Tahrîmu’d-Dem’ 14; İbn Mâce, Hudûd 2; Ahmed bin Hanbel, I/2, 7, 28, 282, 283, 323, V/231) 



Fakîhler, yukarıdaki âyet ve hadise dayanarak mürteddin idam edilmesinin gerektiğini kabul etmişlerdir. Hanefî hukukçu Serahsî, mürteddin öldürülmesinin asıl dayanağı: “Bedevîlerden (Hudeybiye seferinden) geri kalmış olanlara de ki: ‘Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azâba uğratır.” (48/Fetih, 16) âyeti olduğunu belirtmektedir (Serahsî, el-Mebsût, Beyrut, 1978, c. 10, s. 68)



Rahatlıkla görülebileceği gibi, bu iki âyette de dinden dönenin öldürüleceğine dair açık bir hüküm yoktur. Kur’ân-ı Kerim’de dinden dönme ile ilgili 2/Bakara, 217 yanında başka âyetler de vardır. Bunları, yukarıda gördük. Ancak bunlardan hiçbiri dünya hayatında verilmesi gereken bir cezâdan bahsetmemektedir. Sadece âhirette uğrayacakları cezâdan bahsetmektedir. Bu da, cehennem ateşi ile, ziyana uğramak ve yapılan amellerin yok olup gitmesidir (47/Muhammed, 25; 5/Mâide, 54). Ayrıca, imandan sonra kâfir olmakla ilgili bazı âyetler de vardır (4/Nisâ, 37; 5/Mâide, 5, 3/Âl-i İmrân, 86; 18/kehf, 29 gibi). Ancak bu âyetlerde de dünyevî cezâdan bahsedilmemektedir.   



Hadis rivâyeti konusunda, aşağıda belirtilecek çok önemli tenkitler yapılmış ve bunun sahih olamayacağı, en çok da bir sahâbî görüşü olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Hadis-i şerif, sahih olmuş olsa bile, âhad hadistir. Birçok ilim adamına göre, hadler âhad haberle sâbit olmamaktadır. Şayet, âhad haberle hadler sâbit olsa bile, burada mürtedden kastedilen, onun mücerred olarak İslâm’dan ayrılması, küfrü benimsemesi değildir.



Abdülkerim Zeydan, bu konuda şunları söyler: “Dinden dönen kimseye uygulanan cezayı inanç özgürlüğüne getirilmiş bir kısıtlama gibi görenler yanılmaktadır. Bunun inanç hürriyeti ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü irtidâd, bilindiği gibi, bir müslümanın dinden dönmesidir. Bu nedenle karşımızda suç işleyen müslüman vardır; dininden, inancından zorla çıkarılan bir hıristiyan veya yahûdi değil. Zaten kimsenin dininden zorla çıkarılamayacağı Kur'an teminatı altındadır. Eğer insanlar zorla İslâm dinine sokulabilseydi, İslâm hukukunda zimmet akdi (zimmîlerle ilgili hükümler) meşrû görülmezdi. Ayrıca, mürtedin dinden çıktığını herhangi bir şekilde ilân etmesi gerekir. Aksi takdirde onun dinden döndüğüne hükmedilemez. Çünkü o takdirde bu kişi mürted değil; münâfık sayılır. Böylece mürtedin dinden çıkışını ilân etmesi, bir başka suç teşkil eder. Çünkü bu ilânda, ümmetin inancını alaya alma vardır, İslâm nizamını hiçe sayma vardır. Ayrıca mürted, bu davranışıyla kendisi gibi olanları bu yola teşvik etmiş olur. En azından zayıf inançlı kişilerin kalplerine şüphe tohumlarını ekmiş olur. Bütün bunlar, toplumun sarsılmasına ve İslâm nizamının zedelenmesine sebebiyet verir. Bunlar büyük suçlardır. Bu suçların önlenmesi, ancak mürtede verilecek ceza ile mümkün olur. İslâm hukukunda (bu şekilde savaşçı konumunda olan) mürtede ölüm cezası öngörülmüştür. Çünkü İslâm nizamını bozucu (ve onu yıkmayı hedefleyen) davranışta bulunmak çok büyük bir suçtur.



Nitekim bazı davranışlar, çok kötü sonuçlar verdiği için cezası da ona göre ağırdır, bunda garipsenecek bir şey de yoktur. Meselâ devletle orduya erzak temin etmek üzere anlaşan bir insanın, tam savaş sırasında kasden ordunun erzâkını kesmesi, onun idamı için yeterlidir. Çünkü yaptığı hareket basit gibi görünse de korkunç sonuçlar doğuracağı için cezası da büyük olur. Bir başka örnek; bir bebeği emzirmeyi üzerine alan bir kadın kasden yavruyu emzirmez ve bundan dolayı çocuk ölürse, bazı hukukçulara göre, kadının cezası idamdır. Böyle bir durumda kadın, "önce kabul ettim, sonra fikrimi değiştirdim, fikrimi değiştirme, fikir özgürlü hakkım yok mu?" diyebilir mi? Bununla birlikte, İslâm hukuku, mürtedin suçunun büyüklüğüne rağmen, ona üç gün mühlet vermeyi gerekli görmüştür. Bu müddet içinde pişman olursa cezası düşer. Bütün bunlara rağmen "mürtedi cezalandırmada inanç hürriyetinin kısıtlanması vardır" denilebilir mi? Hayır, denilemez!”[505]



Abdülkerim Osman ise şu tesbitlerde bulunur: “Şu kadarını söylemeliyiz ki; Dinden çıkma ile, dine karşı çıkma arasında fark vardır. Dinden çıkma, genellikle fert bazında olur. Oysa dine karşı çıkma, daha çok topluca olur; tıpkı Rasûlullah dönemindeki yahûdi gruplar ile Hz. Ebûbekir dönemindeki Arap mürtedler gibi. İkinci olarak, bir fiili yasaklamak ile o fiilin karşılığında bir ceza koymak arasında fark vardır. Mürtedin cezası had değil; tâzirdir, bu cezanın şekli, veliyyü'l-emrin (İslâm devlet başkanının) kararına bırakılmıştır. İbn Kayyım'a göre, mürtedin cezasının İslâm'daki inanç hürriyeti ile ilgisi yoktur; bu, siyasî bir husustur. Bundan maksat, müslümanları ve İslâm devletinin nizamını düşman saldırılarından korumaktır.”[505]