Bilgi Kaynakları ve Vahy
Bilgi nedir? Bilginin mahiyeti nedir? Neyi, ne kadar bilebiliyoruz? Bildiklerimizin doğruluk derecesi nedir? Bilgimizin kaynağı nedir? Nereden elde edilir? Duyularımız bize bilgi sağlayabilir mi? Aklımızın bilgi ile ilişkisi nasıldır? İnsan, gerçeği, varlığın hakikatini, gerçeklerin neler olduğunu ve ilahi meselelerin esasını hangi yollarla bilebilir? Bilginin sebepleri, kaynakları nelerdir? Bu ve benzeri sorular insanoğlunun aklını meşgul eden ve edecek olan sorulardır.
Kimine göre gerçeğin bilgisi sadece duyu organları vasıtasıyla bilinebilir. Bu inanca sahip olanlar sadece gözlenebilen, ölçülebilen, deneye tabi tutulabilen şeylerin bilinebileceğine inanır. Bazılarına göre bilginin elde edilme yolu sadece akıldır. Bilgi kaynağı olarak yalnızca aklı kabul edenler, aklın kavrayamadığı, idrakin alamadığı şeylerin bilinemeyeceğine inanırlar. Sadece ilham, rüya veya sezgi yolu ile bilgi edinilebileceğine inananlar ise, diğer vasıtaları bilgi kaynağı olarak kabul etmezler.
Görüldüğü gibi, herkes kendi inancına uygun olanı bilgi kaynağı kabul etmekte; diğer vasıtaları kaynak olarak kabul etmemektedir. Bir diğer önemli nokta ise, yukarıda geçen vasıtaları bilgi kaynağı olarak görenlerin tümünün vahyi bilgi kaynağı olarak kabul etmemeleridir.
Kuran, bilgi kaynağı olarak, vahiy başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. "Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi (kötülüklerden) temizleyen, size Kitab'ı ve hikmeti öğreten, size bilmediklerinizi bildiren bir Rasül gönderdik."
(2/Bakara, 151) Âyetlerin anlatılması ve açıklanması duyuları, kitap ve hikmetin öğretilmesi aklı, bilinmeyenlerin bildirilmesi de vahyi hatırlatmaktadır. Aklı kullanmayı, duyu organlarının, özellikle de göz ve kulağın değerlendirilmesini, her şeyden önce vahye uyulmasını Kur'an nice ayette ısrarla vurgular. Hayatın gayesi, Allahı bilmek, inanmak ve Ona ibadet (kulluk) yapmaktır. Onu tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla Allaha giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla tanır ve bilir.
İslam inancına göre insan, gerçeğin bilgisini üç yoldan elde eder. Yani, bilginin kaynağı üçtür. İnsan üç yolla ilim elde eder. Bunlar:
1- Doğru haber: a) vahiy b) mütevatir haber,
2- Selim hisler dediğimiz sağlıklı beş duyu,
3- Akıl.
Aslında bilginin yegâne kaynağı Allah'tır. Vahyi indiren Allah olduğu gibi, duyu organlarımızı ve aklımızı yaratan ve bunları ilme yetenekli kılan da Allah'tır. Bunu idrâk eden kimse, bildikleriyle övünmez (Bkz. 2/Bakara, 32; 5/Mâide, 109).
Vahiy: Sözlük anlamı olarak vahiy; işaret etmek, gizli ve süratli bir şekilde bir şeyi bildirmek, elçi göndermek demektir. Terim olarak vahiy; "Allah Teâlânın insanlar arasından seçmiş olduğu peygamberlerine ilâhî bir yolla mesajlarını, emir ve yasaklarını bildirmesidir." Bu tanımda geçen ilâhî bir yolla ifadesi vahyin insan aklının kavrayışının üzerinde bir şey olduğunu, peygamberler hariç insanların vahyin mahiyetini tam olarak bilemeyeceğini ifade eder.
Bizler ancak vahiy sayesinde ahireti, cenneti, cehennemi, melekleri...bilebiliriz. Çünkü bunlar gaybla ilgili konular olduğundan akılla, ya da duyularla bilinemez. Vahy, sadece gayb alanında bilgi kaynağı değil; aynı zamanda, bütün varlıkların sahibi ve yaratıcısının, her şeyi bilen Zatın haber verdiği her konu için kesin bilgi kaynağımızdır.
Gayb hazinelerinin anahtarları Allahın yanındadır. Gaybı ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. Onun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarında tek bir tane, bir zerrecik, yaş ve kuru ne varsa hepsi Kitab-ı Mübinde, Allahın ilmindedir. (6/Enâm, 59)
Yaratan (Allah) hiç bilmez mi? (67/Mülk, 14)
Allah, herşeyi en iyi bilendir. (8/Enfâl, 73)
"Allah, size bilmediklerinizi bildirmek ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve iyi hale dönüşünüzü görerek günahlarınızı bağışlamak diler. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (4/Nisâ, 26)
"Şüphesiz ki Biz onlara iman edecek bir kavme hidayet ve rahmet düsturu olması için, tam bir ilim ile fasıl fasıl ayırdettiğimiz bir Kitap gönderdik." (7/A'râf, 52)
"...Ve 'Rabbim, benim ilmimi artır' de." (20/Tâhâ, 114)
Cahiliye toplumlarında, vahyi kabul etmeyen cahilî eğitim sistemleri, vahyi ilim kaynaklarının, bilgi vasıtalarının içine katmazlar. Bundan dolayı bilim, cahiliyye düzenlerinde bir put haline dönüşmüştür. Her şeyi tümüyle bilen Allahı bilime karıştırmak istemeyenler, hiç uzlaşmaması gereken bilimle cahilliği (cahiliyyeti) bir arada barındırma şerefini (!) kazanabilmişlerdir.
Sözde bilim adamları, ilk insanın yaratılışından onun bilgi sahibi olmasına; kalemle yazmasından fıtratıyla ilgili özelliklerine kadar birçok konuyu, vahyi reddetmenin sonucu olarak ispatlanmamış faraziyelere, mesnedsiz teorilere dayandırmakta, bunları da bilim diye kitlelere yutturmaktadırlar. Müminler için Allah Teâlânın kitabında ve Rasülü Ekremin sünnetinde kati olarak yer alan her haber (vahy) ilim hükmündedir. Hatta, akıl ve duyu organları bu vahyî haberlerin mahiyetini kavramasalar da vahy, kesin bilgi kaynağımızdır. Vahye ters düşen her türlü bilimsel teoriler de ilim tanımı dışında kalır.
Mütevâtir haber: Yalan söylemek üzere birleşmeleri aklen mümkün olmayacak kadar çok sayıda bir topluluğun vermiş olduğu doğru haberdir. Meselâ, Avustralya kıtasının varlığını gözlerimizle görmesek bile birçok kişi tarafından haber verildiği için tereddütsüz kabul ederiz.
Sağlam duyu organları: Bilindiği gibi; göz, kulak, burun, dil ve deri olmak üzere beş duyu organımız vardır. Bu duyu organları, hastalıklardan uzak olduğu takdirde kendi sınırlarına giren ve kapasiteleri ölçüsünde kendileriyle elde edilen bilgiye genellikle güvenilir.
Akıl: İslâm dini, akla büyük önem vermiş, onu ilim elde etme yollarından biri olarak kabul etmiştir.
"Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmediğiniz halde çıkarmış, size kulak, göz ve kalb vermiştir." (16/Nahl, 78) Bu ayet, bize insan bilgisinin sonradan kazanıldığını, kulak, göz ve kalbin/aklın da ilim elde etme vasıtaları olduğunu anlatmaktadır. Bu organların hayatî işlevleri ve bu görevleri yerine getirirken sorumlulukları vardır: "Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalb, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." (17/İsrâ, 36) Duyu organlarımız bizim için bir imtihan sebebidir. Onlar, görevlerini ne kadar verimli yaparlar, bize gerçek duyumlar sağlayabilirlerse imtihanı kazanmamız o kadar kolaylaşır. Onları kullanamadığımız veya yanlış kullandığımız ya da yanlış yolda kullandığımız takdirde sınavı kaybederiz. (4) "Onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör." (76/İnsan, 2-3)
İlim ve İslâm
Kur'an'a göre yaratılış amacı, Allah'a kulluktur. Allah'a kulluk, bir tavrı ve bir tutumu ifade eder. Tutumlar, durup dururken oluşmaz. Bir bilgi birikimine, bir gözleme, bir araştırmaya ve bunların sonunda duygusal bir eğilime, en sonunda da irâdî bir eyleme dayanırlar. Bir tutumun oluşmasında sosyal psikoloji açısından üç temel ögeye ihtiyaç vardır: 1- Bilişsel (zihinsel) öge, 2- Duygusal öge, 3- Davranışsal öge. Kur'an eğitiminin boyutları da bu üç temel ögeden oluşmaktadır: Bilgi boyutu, duygu boyutu ve amel (icrâ) boyutu. Buna zihnî, kalbî ve amelî boyut da diyebiliriz. Bu üç öge, ne kadar güçlü ve dengeli ise inanç veya kulluk o kadar güçlü; ne kadar zayıf ve dengesiz ise o kadar zayıftır. Hepsini ayrı ayrı, ama birbirleriyle dengeli biçimde beslemek, güçlendirmek gerekir. Bilgisiz, duygusuz ve amelsiz bir kul, İslâm'da ne kadar hoş karşılanmazsa; bilgili, duygulu ve güzel davranışlara sahip bir kul da o kadar hüsn-i kabul görür. Bilgisiz bir ibadet ne kadar anlamsızsa, duygusuz bir ibadet de kupkurudur. Yaşanmayan bir dini düşünmek bile mümkün değildir. Bütün inanç sistemlerinde şu veya bu oranda bu üçlü anlayışa rastlamak mümkündür. İlim olmadan ideal anlamda müslüman olmak mümkün değildir. Cehalete alternatif olarak gelen bir dinin mensupları câhil olamazlar. Olurlarsa perişan olurlar ve onlar adına faturayı din öder. Bunun hesabı ve vebali ise çok ağırdır.
Kendisinden önceki dönemin adını "câhiliyye dönemi" olarak açıklayan İslâm inancı, câhilliği temelinden reddetmiş, kendi çizgisinde yürüyen insanları bilgilendirmiş, bununla yetinmeyip insanlara öncelikle ilim tahsilini emretmiştir.
İlim rehberdir; hedeflere onunla varılır. İlim ışıktır; karanlıklar onunla aydınlanır. İlim şifadır; bütün hastalıklar onunla tedavi edilir. Yeterli ilimden yoksun olan inançlar, hurâfelere boğulur. Sağlıklı ilimle beslenmeyen tutum ve tavırlar bir sarsıntıda yıkılıp giderler. Atasözlerindendir: "Câhilin sofusu, şeytanın maskarasıdır." "Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder." (5)
İlmin, sıradan bir algılama olayı olarak kalmaması, kişiye maledilmesi, hazmedilip özümsenmesi gerekir. Aynen maddî gıdaların hazm edildiği gibi, zihnî gıdaların da varsa posalarının atılması, fıtrata ve bünyeye uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Hazmedilen bir tavuk eti, artık tavuk eti olmaktan çıkıp bünyeye yararlı hale gelmektedir. Arı, her çiçekten bal özü alır ama o hazmedilmiş, artık çiçek olmaktan çıkmış, kendine has bir bal olmuştur.
Kur'an da zihinde dondurulmuş ölü bilgiler istemiyor. Muhammed Kutub bu konuda şunları söyler: Zihinde kalan, aksiyon haline gelmeyen, donuk, ölü fikirlerin İslâm nazarında hiç kıymeti yoktur. İslâm'ın ve Kur'an'ın istediği ilim, kalpten kalbe geçen, vicdanları harekete geçiren, pratiğe dönük faydalı bilgidir. (6) Bilgi kırıntılarının ilim olabilmesi için, güncelleştirilmesi, özümsenmesi, benimsenip hayata geçmesi gerekmektedir. Kur'an'da müşriklerin "yağmuru kim yağdırıyor, gökleri ve yeri yaratan kimdir, sorularına "Allah" diye cevap verdikleri ifade edilir. Demek ki gökleri ve yeri Allah'ın yarattığını biliyorlardı. Fakat bu bilginin onlar için pratikte hiçbir faydası yoktu; Yaratıcıyı kabul etmenin özümsenen, benimsenip uygulanan, yani bu bilginin ilim ve iman olması için gereken işlem yoktu. Bu nedenle Kur'an, o bilgiye değer vermiyor ve sahiplerini "cahiller", "bilmeyenler" olarak tanıtıyor.
Elbette Ebu Cehil, zır cahil değildi, toplumda sözü geçerli olan, devleti ve orduyu yönetecek bilgilere sahipti. Ama İslâm, onun bildiği doğru kırıntıları ile mutlak doğru arasında bağlantı kuramadığı için, ve esas bilinmesi gerekeni bilemediğinden, bildiklerinin ilim olmadığı hükmünü vurarak, ona "cahillerin atası" "atacâhil = cahil baba" ismini verdi. Kur'an, dünya hayatının sadece zahirî bilgilerine sahip olanlar için şöyle buyuruyor: "Onlar, dünya hayatının görünen kısmını bilirler. Onlar, âhiretten habersizdirler." (30/Rûm, 7)
İLİM
- İlimlerin Sınıflandırılması:
- 1) Vasıtasız İlim:
- 2) Vasıtalı İlim:
- İlim Elde Etme Yolları:
- İlmin Önemi:
- İlmi Gizlemek:
- İlim Öğretmek İçin Ücret Almanın Hükmü:
- İlim Kelimesi: Anlam ve Mâhiyeti
- Bilgi Kaynakları ve Vahy
- Allah'ın Âdem (a.s.)'e İsimleri Öğretmesi
- Hadislerde İlim
- Allah'ın Sıfatı Olarak İlim
- Günümüz ve İlim Kavramının Tahrifi
- Bilimle İlim Aynı Şey mi?
- İlim, İslâmiyettir
- İlmin Sınırları
- İlim, Ancak Amel Etmek İçin Öğrenilmelidir
- İlmi Gizlemek