İKÂLE

Mevcut bir şeyi ortadan kaldırmak, bir akdi, bir şeyi yok etmek, bir zorluğu, güçlüğü kaldırmak. Bir akdi satılan malın bir bölümü hakkında da olsa bozmak ve kaldırmak.



Bir kimse, bir ton buğdayı ikiyüzellibin liraya satın alıp, müşteriye teslim etse, taraflar birbirinden ayrıldıktan sonra, satıcı müşteriye "buğdayı geri ver, ben de verdiğin satış bedelini iâde edeyim" dese, alıcı da buğdayın tamamını veya bir bölümünü geri verse; akit bütün mal üzerinde feshedilir. Geri verilen miktar belli bir bölümse, fesih onun üzerinde gerçekleşir.



Kur'an-ı Kerim'de yapılan bir akdin bozulmasıyla ilgili doğrudan bir hüküm yoktur. Hatta, ayette yapılan sözleşmelerin yerine getirilmesi bildirildiği (el-Mâide, 5/1) gibi, hadis-i şerifte, "müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar" (Buhârî, İcâre, 14, 50) buyurulur. Ancak bununla birlikte, insanoğlu zaman zaman alış-verişlerinde veya yaptığı diğer bazı akitlerde yanılabilir. Aldığı malı, daha sonra beğenmeyebilir. Yahut mal istenen ölçülere uygun düşmeyebilir. Muhayyerlik hakkını da saklı tutmamışsa, gerçekte beğenmediği bir malı elinde tutmak zorunda kalabilir. İşte bu şekilde aldığı mal konusunda dara düşen kimse, malda ayıp veya akitte sakatlık bulunmayınca satıcıyı akdi bozmaya zorlayamaz. Ancak durum kendisine açıklandığında O da kendi rızası ile, malı geri kabul ve aldığı satış bedelini iâde ederse "ikâle" gerçekleşmiş olur. Burada taraflardan birisi akdi bozma konusunda darda kaldığı için, Kur'an-ı Kerîm'in müminleri birbirine yardımcı olması, iyiliğe teşvik ve kötülükten alıkoyma, zekâtın zorla zenginden alınıp fakire verilmesi gibi konularla ilgili ayetlerin genel hükümleri "ikâle"yi de kapsamına alır (bk. el-Bakara, 2/282; el- En'am, 6/152; et-Tevbe, 9/71; el-Hacc, 22/28, 36).



İkâlenin meşrûiyeti hadisle sâbittir. Hz. Peygamber "Kim pişman olan birisinin alış-verişini bozma isteğini kabul ederse, Allah da kıyamet günü onun sıkıntısını giderir" (İbn Mâce, Sünen, Terc. H. Hatipoğlu, VI, 181, 182). "Kim bir müslümanın alış-verişi bozma isteğini kabul ederse, Allah da onun sıkıntısını giderir" (Ebû Dâvud, Büyû', 52; İbn Mâce, Ticârât, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 252).



İkâlenin rüknü; taraflardan birisinin akdi bozma teklifi, diğerinin de bunu kabul etmesidir.



Hanefilere göre ikâle, taraflar hakkında fesih, tarafların dışında üçüncü kişiler hakkında yeni satım akdidir. Kabzdan önce olsun, sonra olsun sonuç değişmez. Ancak bunu fesih olarak kabul etmek mümkün olunca ikâle bâtıl olur. Satılan hayvanın kabzdan sonra doğurması ile munfasıl ziyade (yavru) yüzünden feshin güç olması gibi. Ebû Yusuf'a göre, ikâle gerek akdi yapanlar ve gerekse başkaları hakkında, ikâleyi bir satış yapmanın güç olması durumu dışında, yeni bir satıştır. Aksi halde bir fesih sayılır. İkâlenin kabzdan önce taşınır bir malda vuku bulması gibi. Çünkü taşınır (menkul) malın kabzdan önce satışı caiz değildir. Gayrimenkullerde ise, Ebû Yusuf'a ve Ebû Hanîfe'ye göre, kabzdan önce satış caizdir. Bunun ikâlesi bir satıştır. Satım akdini manası, malı malla mübâdele etmektir. Bu bir bedeli alıp, diğer bedeli vermektir. İmâm Muhammed'e göre, ikâle, bunun fesih yapılmasının güç olması durumu müstesnâ bir fesihtir (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1984-1985, IV, 716716).



Ebû Hanîfe'ye göre, ikâle ilk satış bedeli ile meydana gelir. Tarafların bu satış bedelini arttırması, eksiltmesi, bir vade koymaları yahut başka bir cinsi tesbit etmeleri geçerli değildir. İkâle kabzdan önce veya sonra olsun hüküm değişmez. Çünkü ikâle taraflar hakkında bir fesihtir. Fesih ise akdi ortadan kaldırmaktır. Akit ilk satış bedeliyle meydana geldiği için, bunun feshi de ilk satış bedeliyle olur. Fâsit şart geçersizdir. Taraflar ilk semenden daha fazlası, azı veya başka bir cins üzerinde ikâle yapsalar bile ilk satış bedeli gerekli olur.



Ebû Yûsuf'a göre, ikâle yeni bir satım akdi sayıldığı için, ilk satış bedelinden fazlası, azı veya vade geçerli olur (el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', V, 306, 307; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 247, 249; İbn Âbidîn, Reddü'l Muhtâr, IV, 154, 155; es-Suyûtî, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, s. 152; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 121 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 140).