3) Güzellikle Davranmak

Rabbimiz Allah şöyle buyurdu:



“Allah’dan bir rahmet dolayısıyla onlara yumuşak davran­dın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar, çevren­den dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için ba­ğışlanma dile ve iş konusunda onlarla muşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şübhesiz Allah, te­vekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159)



İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), tefsirinde bu ayetle il­gili şunları kaydeder:



“Bil ki, müslümanlar, Uhud gününde bozularak Hz. Peygamber (s.a.s.)’den uzaklaştıklarında, daha sonra geri döndükleri vakit Hz. Peygamber (s.a.s.), onlara sert ve şid­detli davranmayıp, onlara yumuşak bir biçimde hitab etti, konuştu. Sonra Allah Teâlâ, geçen ayetlerde onları, dünya­ları ve ahiretleri hususunda kendilerine faydalı olan şeylere irşâd edip onları affetmesi de bu şeyler cümlesinden olunca, Cenab-ı Hak: ‘Sen, Allah’dan bir rahmet sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın’ buyurarak, onları affettiğin­den ve onlara karşı sert davranmadığından dolayı Hz. Peygam­ber (s.a.s.)’i övmek ve medhetmek suretiyle O’nun fazl-u ihsa­nını arttırdı. İnsaflı olan kimse bunun söz dizisinde güzel bir tertib olduğunu bilir.”[408]



Güzellikle davranmak, yani hüsn-ü muamele, hayat önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in övülmüş, tamamlanarak kâmilleşmiş güzel ahlâkının gereğidir...



Abdullah İbn Amr (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)’in Tevrat’ta yer alan vasıflarını beyan ederken şöyle demişti:



“Bu Peygamber, kötü huylu, katı kalbli, çarşılarda bağırgan değildir. O, kötülüğü kötülükle def etmez. Lâkin O, affeder, yüz çevirip geçer.”[409]



İhya erlerinin önderi ve örneği olan Rasulullah (s.a.s.)’e şöyle buyurur Rabbimiz Allah:



“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır. O zaman (görürsün ki,)



Seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.



Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası kavuşturulamaz.” (Fussilet, 41/34-35)



Abdullah İbn Abbas (r. anhuma) şöyle demiştir:



- Buradaki, ‘en güzel olan bir tarz’ öfke sırasında sabır, kötülüğe uğrama sırasında affetmektir. Sabrı ve affı yaptık­ları zaman Allah, onları korur ve düşmanları, onlara alçalıp boyun eğer:



“Sanki o düşman, yakın bir dost(un) oluverir.”[410]



Rabbimiz Allah şöyle buyurur:



“Kötülüğü, en güzel olanla uzaklaştır. Biz, onların ni­telen­dire geldiklerini en iyi bileniz.” (Mü’minun, 23/96)



Bu naslardan hareketle, muvahhid mü’minlerin İs­lâm’a davet ederken çok yumuşak davranmaları, tatlı dilli ve gü­ler yüzlü olmalarının gerekli olduğu anlaşılmakta­dır... Zorluklara sabretmek ve kendisine yapılmış haksızlığa karşı affedici olmak, ihya erlerinin vasfıdır... İnsanlara muhatab olurken, onları anlamaya çalışmalı, sıkıntı anlarında ve se­vinçli anlarında, onların kederlerini ve neşelerini paylaşır olmak onlara yakın olmak demektir... Onlara yakınlık, kendisini ve dolayısıyla hal dâvâsını onlara kabul ettirmek demektir... İnsanlara, seviyelerine ve durumlarına göre gü­zellikle davranmak, onların sevgisini ve dostluğunu ka­zanmak ile sonuçlanır... Böylece bir barış ortamı doğar... Bu barış ortamında insanlara, doğrular daha kolay anlatı­labi­lir... İnsanlar, böyle bir ortamda ihya eri olan muvahhid mü’mini daha güvenerek dinler ve hak verebi­lirler... Mü’minin vazifesi, hidayete vesile olmak ve insan­lara hakkı anlatabilmektir... Muhatabı, harbî ve azılı düş­man olsa bile önce ona karşı güzellikle davranmalı, saldır­gan olmamalı ve devamlı iyi niyetle onu kazanmaya çalış­malıdır... Eğer dost olarak kazanamıyorsa, bari kendi­sine düşman olma­masını sağlamalıdır... Bu da, kötülüğü iyilikle karşılamak, ona karşı iyi niyetli olup, güzel sözler söylemekle olur...



Rabbimiz Allah şöyle buyurur:



“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle.



Çünkü şeytan, aralarını açıp bozmaktadır. Şübhesiz şeytan, insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra, 17/53)



İmam İbn Kesir (r.a.), bu ayet hakkında şunları beyan eder:



“Allah Teâlâ, Rasulüne emrediyor ki:



- Allah'ın mü’min kulları birbirleriyle konuşmalarında, hitablarında ve sözlerinde en güzel sözleri söylesinler ve en iyi ifadeleri kullansınlar. Eğer böyle yapmazlarsa, şeytan, onların aralarını açar. Sözü, fiile döndürür. Aralarında şer, düşmanlık ve çatışma meydana getirir. Çünkü şeytan, Âdem’e secde etmekten kaçındığı günden beri, ona ve so­yuna düşmandır. Onun düşmanlığı ayân-beyândır. Bu­nun için, kişinin müslüman kardeşine sert laf söylemesi ya­sak­lanmıştır.”[411]



Kendisine zulmedene karşı mazlum kişi, onun kötülüklerini an­latan çirkin sözler söyleyebilir... Onun hakkında kötü söz söyleyerek onu, yetkili mercilere şikayet edebilir... Onun kötülüklerini, zulmünü ve eziyetini insanlara anlatabilir... Bundan maksadı yetkili merciler, bu zalime gerekli cezayı versinler ve halk, onun kötülüklerine karşı önlem alsınlar... Bu durumun dışında kötü sözün söylenmesini, Rabbimiz Allah sevmez...[412]



Rabbimiz Allah şöyle buyurmuştur:



“Allah, zulme uğrayanlar dışında kötü sözün açık söylenme­sini sevmez. Allah, işitendir, bilendir.



Bir hayrı açıklar, ya da gizli tutarsınız veya bir kötü­lüğü ba­ğışlarsanız, şübhesiz Allah, affedicidir, güç yetirendir.” (Nisa, 4/148-149)



Rabbimiz Allah, muvahhid mü’min kullarının dillerine çok dikkat etmelerini, müşrik kâfirlerin ilâhlaştırdıkları putlarına, onların yanında açıkça sövülmemesini, kötü ve çirkin sözlerle anılmamasını emrediyor... Çünkü o cahil, kâfir ve müşrikler, bu sözlerden öfkelenir ve putlaştırdıkları şirk değerlerinin aleyhine söylenenlere karşılık Âlemlerin Rabbi Allah’a karşı ağızlarını bozar ve söverler... Böylece muvahhid mü’min, uğrunda canını ve malını seve seve fedâ ettiği Rabbi Allah’a sövmelerine vesile olmuş olur... Bu durum ise, bir mü’min müslümanın hiçbir zaman arzu ettiği bir durum değildir... Allah’a sığınırız!..



Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:



“Allah’dan başka yalvarıp yakardıklarına (taptıklarına) söv­meyin. Sonra onlar da, haddi aşarak bilmeksizin Allah’a söver­ler.” (En’âm, 6/108)



Rabbimiz Allah’ın, mü’min müslümanlara örnek ola­rak sunduğu,[413] tek başına bir ümmet olan,[414] Milletin babası,[415] İbrahim (a.s.)’ı şöyle beyan buyurur:



“Doğrusu: İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gö­nülden (Allah’a) yönelen biriydi.” (Hud, 11/75)



Yegâne önderimiz ve örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu konu­daki uygulamalarından birkaç tanesini burada anmak, nasi­hat alıp gereğini yapmak için yeterli gelir!..



Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.), Necd tarafına bir süvari müfrezesi gönderdi. Bu müfreze, Benu Hanife kabilesinden Sümame İbn Usal denilen bir kişiyi esir edip getirdiler. Ve onu, mes­cidin direklerinden birisine bağladılar. Akabinde Rasulullah (s.a.s.), mescide çıktı ve ona:



 “Ya Sümame, yanında ne var (gönlünden ne geçiriyor­sun ve benden ne umuyorsun)?” buyurdu.



Sümame:



- Gönlümden hayır (ümidi) var, ya Muhammed! (Çünkü sen, zulmetmezsin, ihsan ve in’am edersin). Eğer sen, beni öldürürsen, kanlı bir canîyi öldürmüş olursun. Eğer bana in’am edersen, nimete karşı şükredici bir kişiye in’am etmiş olursun. Eğer (kurtuluş fidyem için) mal ister­sen, ne kadar dilersen işte malım, dedi.



Bu konuşmadan sonra Sümame, bağlı olarak bırakıldı. Nihayet ertesi gün oldu. Sonra Rasulullah (s.a.s.), yine hita­ben:



“Ya Sümame, gönlünde ne var, ne umuyorsun?” bu­yurdu.



O da:



-Gönlümde, dün sana söylediğim şey vardır. Eğer in’am edersen, nimete karşı şükredici bir kimseye in’am etmiş olursun, dedi.



Rasulullah (s.a.s.) onu, o günde bağlı olarak bıraktı. Nihayet üçüncü gün olunca Rasulullah (s.a.s.), yine:



“Ya Sümame, yanında ne var?” buyurdu.



Sümame de:



- Yanımda dün sana söylediğim şey var, dedi.



Rasulullah (s.a.s.):



“Sümame’yi salıveriniz.” buyurdu.



Sümame, bağından salınıverince hemen mescidin yakının­daki suya gitti, yıkandı, sonra da mescide girdi ve:



- Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muham­med’en Rasulullah, dedi ve şöyle devam etti:



- Ya Muhammed, vallahi, şu yeryüzünde bana, senin yüzünden düşman hiçbir yüz yoktu. Fakat bu sabah senin yüzün, bana yüzlerin en sevimlisi olmuştur.



Vallahi, dinlerden hiçbir din bana, senin dininden zi­yade düşman gelmezdi. Fakat bu sabah senin dinin, bana göre dinlerin en sevimlisidir.



Vallahi, beldelerden hiçbir belde bana, senin belden ka­dar sevimsiz değildi. Fakat bu sabah senin belden bana, bel­delerin en sevimlisi oldu.



Ey Rasul, ben, umre yapmaya niyet ettiğim sırada se­nin süvarilerin beni yakalamışlardı. Şimdi Sen, ne rey edersin? dedi.



Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), Sümameyi, (dünya ve ahiret saadetiyle) müjdeledi ve umre yapmasını emretti.



Sümame, umre yapmak için Mekke’ye varınca birisi ona:



- Dininden başka bir dine mi döndün? dedi.



O da:



- Hayır, vallahi ben, dinden çıkmadım. Fakat ben, Al­lah’ın Rasulü olan Muhammed’in beraberinde müslüman oldum. Vallahi ben, (sizin din dediğiniz müşrikliğe) dön­mem ve Peygamber, o hususta izin vermedikçe size Yemâme’den bir buğday tanesi gelmeyecektir, dedi.[416]



Bu hadisin şerhinde şunlar kaydedilmiştir:



“Rasulullah (s.a.s.)’in aynı suali üç gün tekrar etmesi, kalbleri İslâmiyet’e yatıştırmak ve müslüman olması ümit edilen eşrâfa bir lütufkârlık göstermek içindir. Zirâ bu gibi zevatın ardından, onlara tabi bir çok kimselerin müslüman olması me’muldür (umulandır).



Üçüncü gün Sümâme (r.a.), Peygamber (s.a.s.) tarafın­dan affedilerek serbest bırakılmış, o da, hemen müslüman olmuştur. Rasulullah (s.a.s.), kendisini tebşir buyurmuşlar­dır. Bunun mânâsı: Hak dini kabul etmekle kazandığı bü­yük hayrın ve müslümanlığın, küfür hâlinde iken işlenen suçları yakıp yok ettiğini müjdelemektir. Kendisine umre hususunda verdiği emir, müstehab mânâsına gelir. Çünkü umre, her mevsimde yapılması müstehab bir ibadettir. Bu husus, böyle kavminin reisi mevkiinde olan zâtın kâfir gidip müslüman olarak dönmesi, Mekkelilerin pek fenâsına git­miş, aralarında tavaf ve sa’y yapması, onları kin ve gayzlarından çatlayacak hâle getirmiştir.



Hatta birisi, dayanamayarak:



-Sen, dinden mi döndün? diye sormuştur.



Sümame (r.a.) buna:



- Hayır, lâkin ben, müslüman oldum! şeklinde cevap vermiştir ki, edebiyat dilinde buna “Uslûbü hakîm” derler.



Sanki:



- Ben, dinden çıkmadım. Zirâ siz, bir dine bağlı değilsi­niz ki, ben, ondan çıkmış olayım! Ben, yeni olarak Allah’ın dinine girdim! demiş gibidir.”[417]



Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:



Ben, (bir keresinde) Rasulullah (s.a.s)’in beraberinde yürüyordum. Rasulullah’ın üzerinde Necran dokumalarından kalın kenarlı bir ridâ (bir kaftân) bulunuyordu. Bir çöl Arabı, Rasulullah’a yetişti de ridâsını şiddetle çekti. O sı­rada ben, Rasulullah’ın boynu ile iki omuzu arasında bak­tım da Bedevî’nin ridâyı şiddetle çekmesinden dolayı, ridâsının ka­lın kenarı Rasulullah’ın boyun safhasında iz bırakmış olduğunu gördüm.



Bundan sonra Bedevî, Rasulullah’a:



- (Ya Muhammed) yanında bulunan Allah’ın malından bana bir şey verilmesini emret, dedi.



Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s), Bedevîye doğru (şef­katle) baktı da güldü, sonra bu Bedevîye biraz dünyalık verilmesini emretti.[418]



Muaviye İbn Hakem es-Sülemî (r.a.) anlatıyor:



Bir defa ben, Rasulullah (s.a.s) ile namaz kılarken cema­atten biri, aksırıverdi.



Ben, hemen:



-Yerhamukellah (Allah, sana rahmet eylesin), dedim.



Cemaat bana, fenâ fenâ baktı.



Ben:



- Vay başıma gelenler! Size ne oluyor ki, bana bakıyor­sunuz? dedim.



Bunun üzerine elleri ile uyluklarına vurmaya başladı­lar. Bunların, beni susturmaya çalıştıklarını görünce kız­dım. Lâkin sustum.



Rasulullah (s.a.s), namazı bitirince, (ne diyeyim), an­nem-babam O’na fedâ olsun! Ne O’ndan önce, ne de O’ndan sonra Rasulullah (s.a.s) kadar güzel öğreten bir öğretici ve eğitici görmedim.



Vallahi, beni ne azarladı, ne dövdü, ne de sövdü. (Sa­dece):



“Şu namaz yok mu! Onun içinde insan sözünden hiç­bir şey (konuşmak) caiz değildir. O, ancak tesbih, tekbir ve Ku’rân okumaktan ibarettir.” buyurdu.[419] 



Ebu Rafi b. Amr el-Ğifarî’nin amcasından rivayet olun­muştur.



Dedi ki:



Ben, çocuktum. Ensar’ın hurmalarını taşlıyordum. Rasulullah (s.a.s)’in huzuruna getirildim:



“Ey çocuk, hurmaları niçin taşlıyorsun?” buyurdu.



Ben de:



- Düşürdüklerimi yiyorum (da onun için taşlıyorum), diye cevab verdim.



(Rasulullah (s.a.s) de):



“Hurma ağaçlarını taşlama! Altlarına dökülenlerini ye!” buyurdu.



Sonra çocuğun başını okşayıp:



“Allah’ım bunun karnını doyur” diye dua etti.[420]



Rasulullah (s.a.s), muhatabı olan muvahhid mü’minlerle ve diğer insanlarla güzellikle muamele eder­ken, tenkid ettiği kişi ve davranışlar için genel ifadeler kul­lanırdı… Hatayı, yanlışlığı ve olumsuzluğu işleyen ferdlerin isimlerini vermeden konuşur, onları toplumda rencide etmez, fakat hatalarını gidermeye çalışırdı… İhya erleri de, her konuda olduğu gibi bu konuda da Rasulullah (s.a.s)’e noksansız tabi olmalıdırlar…



Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s)’e, bir zâtın kötü davranışı ve sözü ulaştığında, “Falanın hâline ne oluyor ki, şöyle söylüyor” demezdi. Lâkin:



“Fakat kavmin hâline ne oluyor ki, şöyle söylüyorlar.” buyurdu.[421]



Ebu Hureyre (r.a.)’dan:



Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:



“Bir takım insanlar, ya namazda dua ederken gözlerini semaya dikmekden vaz geçerler, yahud gözleri kör olur.”[422]



Ümmü’l-mü’minin Aişe (r.anha)’dan:



Rasulullah (s.a.s), şöyle dua ederdi:



“Allah’ım, bir kimse ümmetimin işlerinden bir vazife alır da onlara zorluk gösterirse Sen de ona zorluk göster. Bir kimse ümmetimin işlerinde vazife alır da onlara hoş mua­mele ederse, Sen de ona hoş muamele eyle!”[423]



Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:



Üzerinde sufra (kokusu) eseri bulunan bir kimse, Rasulullah (s.a.s)’in yanına girdi.



Rasulullah (s.a.s), yüzünde hoşlanmayacak bir şey bu­lunan kimseye çok az yönelirdi. O zât, dışarıya çıkınca Rasulullah (s.a.s):



“Şu kimseye, yüzündeki şu sufranın yıkanmasını em­retseydiniz olmaz mıydı?” buyurdu.[424]



Emirü’l-mü’minin İmam Ali (k.v.)’den.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Cennette birtakım köşkler vardır ki, dışları içlerinden ve içleri dışlarından görünür.”



Bunun üzerine Arabî, ayağa kalkarak:



-Ya Rasulullah, köşkler kimler içindir? dedi.



Rasulullah:



“O köşkler, tatlı söz söyleyen, yemek yediren, oruca devam eden ve insanlar uykuda iken (geceleyin) namaz kılanlar için­dir.” buyurdu.[425]



Rasulullah (s.a.s)’in varisleri olan muvahhid şahsiyet­ler, Rasulullah (s.a.s)’ın Sünneti ile amel etmiş ve O’nu izlemiş­lerdir… İnsanlara hüsn-ü muamele ile davranmış, onların gönüllerini kazanmaya gayret etmişlerdir…



Abdullah İbn Zübeyr (r.a.)’ın minber üzerinde şöyle dediği işitilmiştir:



“Sen, af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâm’a) uy­gun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’râf, 7/199) ayetini okuduktan sonra dedi ki:



- Allah'a yemin ederim, bu ayet-i kerime ile insanların ahlâkından en kolayını almaktan başka bir şey ile emredilmemiştir.



Allah’a yemin ederim, ben, insanlarla arkadaşlık ettiğim müddet, bunu uygulayacağım. (İnsanlar için günah olmayan kolay tarafı tutacağım, onlara iyi mua­mele edip güçlük çıkarmayacağım.)[426]



 Abdullah İbn Zübeyr (r.a.):



- Allah, Peygamberine insanların ahlâkından affı alıp tutmasını emretti, demiştir.[427]



Zâtın biri, Me’mun’a sert bir dil ile nasihat etmeğe baş­ladı:



Me’mun adama dedi ki:



- Efendi, tatlı konuş! Zirâ Allah Teâlâ, senden daha iyi­sini, benden daha kötüsüne gönderdiği hâlde ona, rifk ile söylemeyi emretti:



“(Allah, Musa’ya:) ‘Ona (Fir'avn’a), yumuşak söz söy­leyin. Umulur ki, öğüt alıp düşünür veya içi titrer korkar.” (Tâhâ, 20/44) buyurdu.



İrşâd edecek olan zât, peygamberlere uymalı ve onların çıktığı çığırdan yürümelidir.[428]


Ve'l-Asr
i1 harfi