Kur'ân-ı Kerim'de İhtilâf Kavramı

 



“İhtilâf” kelimesi ve türevleri, Kur’an’da 52 yerde geçmektedir. İhtilâf kelimesinin kökü olan “h-l-f” ve türevleri ise toplam 127 yerde zikredilir.



Kur'an'da “ihtilâf” kelimesi, mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış, daima birlik olmak, tefrika ve ihtilâftan kaçınmak emredilmiştir. Birçok âyette sözü edilen ihtilâf, dinî inançlarla ilgili olup insanın dünya ve âhirette mutlu ya da bedbaht olması, bu gibi konularda benimsediği görüşlere ve aldığı tavırlara bağlanmış, bu tür ihtilâflara düşen insanlar arasında hüküm vermeleri için peygamberlerin gönderildiği ifade edilmiştir (2/Bakara, 213). Peygamberlerin açıklamalarından sonra hâlâ ihtilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kınanmış (meselâ, bkz. 3/Âl-i İmrân, 19, 105; 45/Câsiye, 17) ve nihâhî hükmün âhirette bizzat Allah tarafından verileceği belirtilmiştir (3/Âl-i İmrân, 55; 5/Mâide, 48; 6/En'âm, 164).



Bununla birlikte, Kur’an’da farklı bir ihtilâfla da tanışıyoruz: “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında ve geceyle gündüzün ihtilâfında... akleden bir kavim için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) âyetler vardır.” (2/Bakara, 164) “O’nun âyetlerinden/delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin ihtilâflı/değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda âlimler/bilenler için (alınacak) dersler vardır.” (30/Rûm, 22) Demek ki, iki tür ihtilâf karşısındayız; bunlardan biri yaratılışta görülen ve kâinatın işleyişinde ve insanların hayatında önemli bir yeri olan ihtilâf. Kâinattaki ihtilâflardan biri, her şeyin çift yaratılmış olmasıdır; Gece-gündüz, aydınlık-karanlık, yaş-kuru, sert-yumuşak vs. Bir diğer ihtilâf da, yerin bitirdiklerinin farklı oluşudur; aynı ışığı alan, aynı toprakta biten, aynı suyla sulanan meyvelerin, bitkilerin gerek tad, gerek koku, gerek yapı yönünden farklı oluşu Allah’ın âyetlerindendir ve bunlar, olumlu ihtilâflardır. İnsan hayatında gerekli olan ihtilâfsa, kabiliyetlerin, arzu ve isteklerin, fikirlerin değişik oluşudur. Böyle olmaz ve her insan her bakımdan birbirinin aynısı olursa, insan hayatı olmaz. Çünkü bu tür ihtilâf, insanların sosyal hayatı için gerekli olan meslekleri doğurur; ayrıca yeteneklerin ve fikirlerin ihtilâfıyla da hayat için gerekli mesafeler alınır, ilerlemeler kaydedilir. Öte yandan, dillerin ve renklerin ihtilâfı da, Allah’ın âyetlerinden olarak yerilen değil; yeryüzündeki hayatın gerekli şartlarından olan bir ihtilâftır.



İnsanlar, baştan tek bir ümmetti (2/Bakara, 214; 10/Yûnus, 19). Hepsi bir arada, aynı maksada yönelik ve aynı istikamette davranan bir topluk halindeydiler. Allah’ın önlerine serdiği yeryüzü sofrasında kavgasız nizâsız bir arada yiyip içiyor ve herhangi bir ayrılığa düşmüyorlardı. Hayat, bütün gizliliklerini kendilerine henüz açmamıştı. Birbirlerini sömürmüyorlar ve fıtrî bir hayat sürdürüp gidiyorlardı. Yani, Allah’ın kendilerini üzerinde yarattığı fıtratları istikametinde yaşıyorlardı. Yaşadıkları hayat ve bozulmamış fıtratları, aralarında ihtilâfın çıkmasını gerektirmiyordu. Zaman ilerledikçe insanlar çoğaldı. İnsanın yaratılışından getirdiği ve hemen dıştan ve bir dürtüyle ortaya çıkma istidadındaki başkalarından yararlanma, gücünü ve yeteneklerini kullanarak başkaları üzerinde hâkimiyet kurma, başkalarının aleyhine daha iyi bir hayat yaşama, kaderden kendi payına düşene râzı olmama gibi faktörler, insanlar arasında çekişmelerin başlamasına yol açtı. İnsanlar çoğalıp yeryüzüne dağıldıkça, tabiatla olan temasları sonucu gittikçe yeni hünerler kazanıp yeni tecrübeler edindikçe, içlerinde taşıdıkları zulüm, isyan, başkalarını kullanma, bencillik, ihtiras gibi özellikler su yüzüne çıkmaya ve kendilerine hükmetmeğe başladı. Bu, bir yandan insanın hayatında daha karmaşıklığa ve tecrübe ve fikirlerinde ilerlemelere sebep olurken; bir yandan da, baştaki çekişmesiz hayatın yavaş yavaş yerini ihtilâflara bırakmasına yol açtı. Cennette Hz. Âdem’e İblis’in fısıldadığı tükenmek bilmez mülk ve ebediyet arzusu, Hz. Âdem’in çocuklarında da ortaya çıkmaya başladı. Sonunda güçlü ve yetenekli olanlar zayıfları ezmeğe, başkaları üzerinde haksızca hükmetmeğe ve yaptıklarını da haklı çıkarıcı gerekçeler bulmaya başladılar.



Batı hümanizmi ne kadar iddia ederse etsin, yaratılışındaki çift yön ve ilk anda olumsuz görünen, fakat maddî-mânevî terakkîsinin zembereğinin dişlileri olarak kendilerine verilen sıfatlar sebebiyle insanlar, herkesin âdilâne yararına bir hayat sistemi kuramazlar. Bunun için tek tek insanları tanımak, kâinatın işleyiş kanunlarını bilmek, her zaman ve mekâna hükmedici bir bilgi ve kabiliyete sahip olmak, insanların zihinlerine ve kalplerine giden yolları keşfetmiş olmak gerekir. Bu bakımdan, insanların aralarında zamanla ortaya çıkan ihtilâfları çözmek, onları bu defa emir ve yasaklardan oluşan sınırların içine alıp bu şekilde ihtilâfsız döneme döndürmek için Allah, seçtiği kişileri diğer insanlarla arasında elçi yapmış ve yeryüzündeki hayatı düzenleyici kanunlar göndermiştir. Böylece, bu kanunlarla gelen her elçi, insanlar arasındaki ihtilâfları kaldırmış ve Vedâ Hutbesinde ifade olunduğu gibi, zamanı, göklerin ve yerin yaratıldığı âna, insanların ihtilâfsız yaşadığı döneme çevirmiştir. Elçilerin getirdiği şeriat, ihtilâfların sebeplerini ortadan kaldırdığı gibi, gelecekteki ihtilâfları önleyici tedbirleri de göstermiş ve nasıl davranılırsa ihtilâfa düşmeyeceklerini insanlara öğretmiştir. “Allah bir kavmi, kendilerini hidâyet ettikten sonra nelerden çekinmeleri gerektiğini kendilerine açıklamadan saptıracak değildir. Doğrusu Allah, her şeyi çok iyi bilendir.” (9/Tevbe, 115)  (2)                 



"...Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyâmet günü onlar hakkında hükmünü verecektir." (2/Bakara, 113)



“İnsanlar (aslında) bir tek ümmet (millet) idi. Bu durumda iken Allah, müjde verici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında ihtilâfa/anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren Kitapları da indirdi. İndirilen Kitapta ve gönderilen peygamber ve onun dininde hiç kimse ihtilâfa/ayrılığa düşmedi. Ancak kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü kendilerine Kitap verilenler ihtilâfa düştü. Bunun üzerine Allah iman edenlere, haktan kendisinde ihtilâfa düştükleri şeyleri izniyle gösterdi. Şüphesiz Allah dilediğine doğru yolu gösterir.” (2/Bakara, 213)



“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde, kim tâğutu inkâr edip Allah'a iman ederse, hiçbir zaman kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah (her şeyi) işitir ve bilir.” (2/Bakara, 256)



“Allah indinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ihtilâfa/ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki Allah, hesabı çok çabuk yapandır.” (3/Âl-i İmrân, 19)



“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’an’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sâyesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulasınız.” (3/Âl-i İmrân, 103)



“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır.” (3/Âl-i İmrân, 105)



“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever.” (3/Âl-i İmrân, 159)



“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, ‘sen mü’min değilsin!’ demeyin. Çünkü Allah’ın indinde sayısız ganîmetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lutfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (4/Nisâ, 94)  



“Sana da, daha önceki Kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen hakkı bırakıp da onların hevâlarına/arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse hayırda (iyi işlerde) birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ihtilâf ettiğiniz (ayrılığa düştüğünüz) şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.” (5/Mâide, 48)



“De ki: ‘Allah, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye ya da sizi grup grup, parti parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını taddırmaya kadirdir.’ Bak ki, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!” (6/En’âm, 65)



“Şüphesiz bu Benim dosdoğru yolumdur; ona uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira diğer yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte (kötülükten) sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (6/En’âm, 153)  



“(Bir kısmına inanıp bir kısmını da inkâr etmek sûretiyle) Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” (6/En’âm, 159)



“Allah'a ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız, gücünüz, devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (8/Enfâl, 46)



“Ve (Allah,) onların kalplerinin arasını birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, azîzdir/mutlak gâliptir, hakîmdir/hikmet sahibidir.” (8/Enfâl, 63) 



“İnsanlar sadece bir tek ümmetti. (Önce hepsi tevhid dinine bağlı iken) sonradan ihtilâf edip ayrılığa düştüler. Eğer (azâbın ertelenmesiyle ilgili) Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ihtilâf ettikleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (derhal azap iner ve işleri bitirilirdi).” (10/Yûnus, 19)



“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet (millet) yapardı. Fakat onlar ihtilâfa düşmeye devam ederler. Ancak Rabbinin rahmetine nâil olanlar hâriçtir. Zaten Rabbin onları bunun için (rahmet etmek için) yarattı. Rabbinin, ‘andolsun ki cehennemi insanlar ve cinlerle toptan dolduracağım’ şeklindeki sözü yerini buldu.” (11/Hûd, 118-119)



“Biz, bu Kitab’ı (Kur’an’ı) sana sırf hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi insanlara açıklaman ve iman eden bir topluma da hidâyet ve rahmet olması için indirdik.” (16/Nahl, 64)



“O’nun âyetlerinden/delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin ihtilâflı/değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda âlimler/bilenler için (alınacak) dersler vardır.” (30/Rûm, 22) 



“Hepiniz O’na yönelerek ittika edin (O’na karşı gelmekten sakının), namazı ikame edin/kılın; müşriklerden olmayın; Ki onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka/grup, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir.” (30/Rûm, 31-32)



“De ki: ‘Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşâhede edilebileni (gizliyi de âşikârı da) bilen Allah’ım! İhtilâf ettikleri, anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında Sen hüküm vereceksin.” (39/Zümer, 46)



“Dini ikame edin/doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye, din olarak Nûh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi sizin için şeriat/hukuk düzeni yaptı. Fakat kendilerini çağırdığın bu nizam, Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir. Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden tefrikaya düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir erteleme sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi...”  (42/Şûrâ, 13-14)



“Onun için sen (tevhîde) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevâlarına/kötü arzularına uyma ve de ki: ‘Ben Allah’ın Kitaptan indirdiğine inandım ve aranızda adâleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışmayı gerektiren bir durum yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş O’nadır. İnsanlar, kabul edip girdikten sonra, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onların aleyhine bir gazap ve çetin bir azap vardır.” (42/Şûrâ, 15-16)



“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını ıslah edin/düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete ulaşasınız.” (49/Hucurât, 10)



“Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık (yoldan çıkma) ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte böyle kimseler zâlimdir.” (49/Hucurât, 11)



“Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerlerinin gıybetini yapmasın, arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (49/Hucurât, 12)



“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi şûbelere ve kabîlelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, en takvâlı olanınızdır, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi) bilendir, (her şeyden) haberi olandır.” (49/Hucurât, 13)



“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf  bağlayarak savaşanları sever.” (61/Saff, 4)



“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ihtilâfında/birbiri peşinden gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirdiği su ile ölmüş olan toprağı diriltmesinde, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre âmâde bekleyen bulutları döndürmesinde, elbette düşünen bir topluluk için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) pek çok deliller vardır.” (2/Bakara, 164)