Niyetin İslâm Cezâ Hukukunda Yeri:

Ceza hukukunda suça verilecek ceza veya suçun niteliğini belirlemede kasıt ve niyet, önemli unsurlardır. Cânînin suçu işlemeyi kastederek silâh, bıçak, kasatura gibi öldürücü âlet kullanması halinde suç kasden/amden işlenmiş olur. Yine suçun kasıt olmakla birlikte, her zaman öldürücü olmayan baston, sopa ve  vurma  gibi  bir  yolla işlenmesi halinde şibh-i amd yoluyla işlenmiş sayılır. Kasıt olmaksızın ava atış yapıp, yanlışlıkla bir insanın ölümüne sebep olmada ise “hata yoluyla” suçu işleyene de keffâret cezası uygulanır.



Bir suçun zorlanarak işlenmesi halinde suç işleme kastının bulunmaması sebebiyle, bazı durumlarda ceza, zorlayana uygulanır. Meselâ; zorla ırzına geçilen kadına zinâ cezası uygulanmaz. Yanlışlıkla başkasının malını telef eden bunu tazminle (ödemekle) yükümlüdür. Hata ile yaralamalarda kısas değil; tazminat cezası uygulanır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, ümmetimin hata, unutma ve yapmaya zorlandıkları şeyin hükmü (cezâsı) kaldırılmıştır.” (Buhârî, Talâk 2, İlim 44; İbn Mâce, Talâk 16-20) “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır:  Ergenlik çağına kadar çocuktan, iyileşinceye kadar akıl hastasından ve uyanıncaya kadar uyuyandan.” (Buhârî, Hudûd 22, Talâk 11; Ebû Dâvud, Hudûd 1).[245]



Niyet, kasdetmek, azmetmek anlamlarına gelmekte olup, kalbin; şimdiki halde veya gelecekte, bir faydayı sağlamak veya bir zararı gidermek için, maksada uygun gördüğü şeye yönelmesinden ibârettir. Allah'ın rızâsını kazanmak veya bir hikmete yapışmak için, irâdeyi bir fiile yönlendirme, tahsis etme diye târif edilir. Gazzâlî, niyeti: "Şu anda veya gelecekte faydalı olduğunu anladığı şeye gönlün meyli ve yönlenmesidir" şeklinde târif ederek, "gönlün temâyülü olmadan kuru bir irâde ile bir şey meydana getirmek mümkün değildir" şeklindeki açıklaması da, niyette kalbin önemine dikkat çekmekte ve ayrıca, irâde ile niyet arasındaki bağı vurgulamaktadır. Çünkü mes'ûliyet, niyet ve buna bağlı olarak bir işi irâdeli olarak yapmaktır. İşte bu noktada niyetin önemi ortaya çıkmaktadır ki, Hz. Ömer (r.a.)'in rivâyet ettiği bir hadis-i şerif bu gerçeği ortaya koymaktadır: "Ameller, ancak niyetlere göre değerlendirilir..." (Buhârî, İman 41; Müslim, İmâre 155).



Ameller niyetlerle değer kazanmakta ve şekillenmektedir. Çünkü amellerin direği niyettir ve bir amel, hayırlı olması için niyete muhtaçtır. Aynı şekilde, amellerin bâkî kalması, sâlih olması, Allah rızâsına bağlanırken, sâlih amellerde niyetin şart olduğu da beyan edilmektedir. Muaz bin Cebel'in, sâlih amelde; ilim, niyet, sabır ve ihlâsın bulunması gerektiği kanaatinde olduğu rivâyet edilmektedir. Bu rivâyette zikredilen hususlar, birbirine bağlı kavramlardır. Çünkü Gazzâlî'nin de kaydettiği gibi, ilim dünya ve âhiret ile ilgili şeyleri, akıl ile alâkalı gerçekleri bilmektir. Bunlar duyguların ötesinde olup, yapılacak olan işleri bilerek yapmayı sağlayacaktır. Sonra da niyet gelir. Niyeti ilim ve amel desteklemektedir. Ancak ilim önce gelir. Zira ilim asıldır. Amel ise, ilme tâbîdir ve ilmin dalı, meyvesidir. Daha sonra da sabır gelmektedir ki, bu da, meşakkat, güçlük ve belâlara karşı tahammül etmektir. İşte bunların neticesinde ihlâs ortaya çıkmaktadır.



"Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Siz, içinizde olanı açıklasanız da, saklasanız da Allah onu bilir ve sizi onunla hesaba çeker. (Sonra da ameline ve niyetine göre) Dilediğinin günahını bağışlar, dilediğine azâp verir. Allah'ın kudreti her şeye yeter." (2/Bakara, 284). Aynı fiili yapan iki ayrı kişi, niyetlerindeki farklılık sebebiyle birbirine zıt karşılık görebilirler. Niyetin önemi, şu misalde daha belirgin bir şekilde görülmektedir: Bir kimse öğle vaktinde, güneşin karşısında, alnını secdeye koysa ve yaptığı bu secde ile, Allah'a ibâdeti kasdetse, bu hareket İslâm'ın tasvip ettiği bir davranış olur. Fakat bu secdesi ile güneşe tapmayı kasdetse, bu da küfür olur (Fahreddin er-Râzî, T. Kebir, 9/25). Bu misal bize, "ameller niyetlere göredir" prensibinden hareketle, niyet gerçeğini en güzel bir şekilde anlatır. Nitekim Hz. Peygamber'in: "Allah, sizin ceset ve sûretlerinize değil; kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr ve Sıla 10; İbn Mâce, Zühd 9) hadisi de ayrıca niyet gerçeğini beyan etmektedir.      



Âdetleri ibâdete çeviren, ya da ibâdetleri âdete dönüştüren, niyettir. Birçok hadislerinde, Rasûlullah (s.a.s.) cephede ölenlerin şehidlik sevabının niyetlerine göre olacağını belirtmiştir. "Kim Allah yolunda cihad etmektedir?" şeklindeki bir soruya; "Kim, Allah'ın kelimesi yüce olsun diye savaşırsa, işte o kimse Allah yolunda cihaddadır"  (Buhârî, ilim 45, Cihâd 15; Müslim, İmâre 149-151) diye cevap vermiştir. Bir diğer hadiste; "Karşılıklı savaşan iki cephe arasında nice öldürülenler vardır ki, gerçek niyetlerini ancak Allah bilir" buyurmuştur. Bir başka hadis de şöyledir: "Sırf ganîmet niyetiyle savaşan kimse için sadece niyet ettiği vardır (cihad sevabı verilmez)."



Bu hususun en güzel örneği, sahih hadislerde belirtildiği üzere Kuzmân hadisidir. Müslümanlar safında herkesin dikkatini çekecek, takdirlerini kazanacak kadar kahramanca savaşan, pek çok müşriği öldüren Kuzmân, bu yiğitlikleri Allah'ın ismini yüceltmek için yapmadığından Rasûlullah'ın haber vermesi ve diğer mücâhidlerin müşâhedesiyle hayatını cehennemliklere yaraşır şekilde intiharla sona erdirmiş ve onun bu elîm âkıbeti üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlardan bazıları vardır ki, halka görünüşe göre ehl-i cennete yaraşan hayırlı işler yaparlar. Halbuki onlar (o işlerini yaparken taşıdıkları niyetleri sebebiyle) cehennemliktir." (İ. Canan, Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, 10/114)  



Amellere kıymet kazandıran niyettir. Bir amelin sâlih olup olmaması niyete bağlıdır. Hz. Ömer (r.a.)'in "amellerin efdal olanı, Allah'ın farzlarını edâ etmek, haramlardan kaçınmak ve Allah yanında sâdık niyettir" (Gazzâlî, İhyâ, 4/362) şeklindeki ifâdesinde de görüldüğü gibi, niyet esastır. Bununla birlikte, ilim ve amel de niyette gözetilen unsurlardır. Ayrıca saâdete de, ilim ve amelle erişilebileceği bir gerçektir. Hayır, saâdet, kemâl ve salâh, faydalı ilim ve sâlih amelle mümkündür ki, bunların da niyeti destekleyen unsurlar olduğu açıktır.



“Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de dünya veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1, İman 41, Nikâh 5, Talâk 11, Menâkıbu’l-Ensâr 45, Itk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâre 155, hadis no: 1907; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd 16, hadis no: 1647; Ebû Dâvud, Talak 11, hadis no: 2201; Nesâî, Tahâret 60). Niyetle ilgili bu hadisin, bazı âlimler İslâm'ın üçte birini, bazıları da dörtte birini teşkil ettiğini söylemiştir. Âlimler bu hadis için şöyle demiştir: "Rasûlullah'ın verdiği haberler arasında, bundan ahkâmca daha kapsamlı, mânâca daha zengin, içerdiği faydaları daha çok olan bir başka hadis mevcut değildir." Bu hadisin, Abdurrahman İbn Mehdî, otuz ayrı bahsi ilgilendirdiğini, İmam Şâfiî ise yetmiş konuyu alâkadar ettiğini söylemiştir. Meşhur hadis âlimi Beyhakî, bu niyet hadisinin, ilmin üçte birini teşkil ettiğini söyledikten sonra şu açıklamayı yapar: "Çünkü kulun kesbi/çalışma ve gayreti, ya kalbiyle veya diliyle, yahut da uzuvları/organları iledir. İşte niyet, bu üç kısımdan biri ve en üstünüdür. Çünkü niyet, bazen müstakil bir ibâdet olduğu halde, diğerleri ibâdet olabilmek için ona muhtaçtır. Bu sebepledir ki, Rasûlullah (s.a.s.); "mü'minin niyeti, amelinden hayırlıdır" buyurmuştur. Niyet üzerinde düşünülecek olursa, onun amelden hayırlı olduğu anlaşılır."



Ahmed bin Hanbel, niyete ilmin üçte biri derken, bütün ahkâmın, ircâ edildiği üç ana temelden biri olduğunu kasdetmiştir. Ona göre diğer iki temelden biri, "Bizim işimize uymadan yapılan her iş (bid'at), merduttur" hadisi, diğeri de; "Helâl açıklanmıştır, haram da açıklanmıştır..." diye başlayan hadistir.