Allah'ın Rızâsının Görüntüleri:

Allah (c.c.) insanlara olan nimetini tamamlayıp onlara din olarak İslâm’ı seçmiştir. O, din olarak yalnızca İslâm’dan râzıdır,  başka dinlerden ve ideolojilerden ise asla râzı değildir (5/Mâaide, 3). Allah yolunda mücâdeleden ve çalışmaktan kaçınıp fedâkârlıkta bulunmayan ve dünya hayatının geçici zevklerine ‘râzı’ olan kullarının bu durumunu hoş görmemektedir (9/Tevbe, 38). Birtakım mü’minler Allah yolunda cihaddan ve çalışmaktan geri kalarak, Allah’ın emrine muhâlefet edenlerle beraber bulunmaya râzı olurlar. Allah bu tutumu kınamaktadır (9/Tevbe, 87, 93). Kur’an’ın ifâdesine göre yahûdiler ve hıristiyanlar; müslümanlar veya Peygamberimiz onların dinlerine girmediği müddetçe onlardan râzı olmazlar ve onları sevmezler (2/Bakara, 120). Kendilerini doğru yolda saydıkları için müslümanların da kendi yollarına uymalarını isterler. Çoğu zaman da müslümanların aleyhinde bulunurlar.



Allah mü’minlere, anne-babaları için şöyle duâ etmelerini öğretiyor:  “….Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve Senin râzı olacağın sâlih bir amelde bulunmamı bana ilham et, benim için soyumda da salâhı (en iyi durumu) ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben müslümanlardanım.” (46/Ahkaf, 15). Kur’an, Allah’ın kendisinden râzı olduğu kulları için, ‘marziyye -râzı olunmuş-’ , kendi rızâsı için de ‘râziye -râzı edilmiş-’ ifâdelerini kullanıyor: “Ey tatmin olmuş nefis! Râzı etmiş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön. Artık kullarımın arasına katıl. Gir cennetime.” (98/Fecr, 27-30)



Haşir günü kimin tartısı ağır gelirse, dünya hayatında kim daha fazla sâlih amel işleyip Rabbinin rızâsı için çaba göstermişse; o, âhirette râzı olunmuş bir hayata kavuşacaktır (101/Kaaria, 7).



Aynı kökten türeyen ‘Rıdvân’ kavramı ise, daha fazla rızâyı, en yüce rızâyı anlatır. Şüphesiz ki en yüce rızâ Allah’a aittir. Kur’an bunu ‘Rıdvân’ kelimesiyle anlatmaktadır. Rabbimiz, muttakî kullarına, kendi yolunda mücâdele edenlere, her türlü zorluğa ve darlığa rağmen Allah’ı râzı etmeye çalışanlara rıdvânını verecektir (3/Âl-i İmrân, 15;  9/Tevbe, 21, 72;    57/Hadîd, 20, 27). Kim Allah’ın rızâsına uyar,  ‘rıdvân’ denilen en yüce rızâya kavuşmak isterse Allah  bununla o kimseye hidâyet verir (5/Mâide, 16).



Bazı inananlar sırf Allah’ın rızâsına kavuşabilmek için nefislerini Allah yolunda satarlar. Tüm varlıklarını ve benliklerini, ihlâslı bir şekilde, yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak  için  adarlar. Kendilerine bir şey bırakmazlar. Bu insanlarda tereddüt, kaypaklık, dünyalık bir çıkar beklentisi yoktur. Böyleleri için  hayatın amacı da Allah’ın rızâsından başka bir şey değildir (2/Bakara, 207). Bu âyetin, Allah yolunda Mekke’den Medine’ye hicret eden ve bütün malını bu uğurda  Mekke'li müşriklere veren Süheyb-i Rûmî hakkında indiği rivâyet edilse bile (Muh. İbn Kesir, l/184; A. El-Kâdı, Esbabü’n Nüzûl, s. 62) işaret ettiği gerçek, geneldir.  



Mü’minler rukû’ ve secdede Rablerine en yakın olurlar ve  bunlarla Allah’tan en büyük rızâyı isterler (48/Fetih, 29). Mü’min, Allah rızâsı kazandıracak işleri yapar, Allah’ın gazabına sebep olan işlerden kaçınır. Kullardan herhangi birinin rızâsını da sırf Allah rızâsına bağlı olarak ister. Meselâ kişinin ana-babasının rızâsını alması, aynı zamanda Allah’ın râzı olacağı bir davranıştır. İnsanların hoşnutluğunu kazanmak için Allah’ı gazaplandıracak işler yapmak doğru değildir. ‘İnsanlar benim hakkımda acaba ne der?’ diye düşünerek Allah’ın hoşlanmayacağı veya haram ettiği işleri yapmak ne kadar çirkindir!



Bir müslümanın diğerine ‘Allah (c.c.) senden râzı olsun’ diye duâ etmesi, yapılan bir iyiliğin Allah’ın rızâsı için yapılmasının karşılığıdır. Rabbine güvenen, her konuda O’na tevekkül eden, O’nun her hükmüne ve takdirine râzı olan, bollukta ve darlıkta O’nu sevdiği için infakta bulunan, sâlih amellerle O’nu hoşnut etmeye çalışan bir mü’min ‘rız⒠anlayışı üzerindedir. Kur’an, mü’minlerin fakirlere ancak Allah rızâsı için yemek verdiklerini, yardım ettiklerini, ikramda bulunduklarını söylüyor (76/İnsan, 9). Bu âyette Allah’ın rızâsı ‘li-vechi’llâh -Allah’ın yüzü (hatırı/rızâsı) için’ şeklinde geçmektedir.



Peygamberimiz (s.a.s.) bir adama şöyle duâ etmesini öğretti: “De ki: 'Ey Allahım! Senden Sana kavuşacağına inanan, Senin takdirine râzı olan ve Senin lutfettiğine kanaat eden, tatmin olmuş (doymuş) bir nefis istiyorum.” (M. İbn Kesir 3/639; Elmalılı 9/203)[244]