İctihad

lar Bağlayıcı mıdır?



        



İctihadlar her ne kadar dinin kendisi değilse de, dinin hükmü böyle olabilir, eldeki deliller böyle olabileceğini gösteriyor, ya da diní bir hüküm bu şekilde uygalanabilir demektir.  Öyleyse bir müslümanın ‘alimlerin yaptığı ictihatlar beni bağlamaz, ben bildiğim gibi amel ederim’, ya da ‘ictihatlar dine yapılmış eklemelerdir, bağlayıcı değillerdir’ demesi doğru değildir. Unutmamak gerekir ki dinin anlaşılması ve pratikte uygulanabilmesi için yetkin bilginlerin ilmine ihtiyaç vardır.



Mezheblerin fıkıh kitaplarına baktığımız zaman, aynı meselede çok farklı ictihadların yapıldığını görürüz. Bu bizi şaşırtmamalı. Çünkü bütün müctehitler ellerindeki delillere, kendilerine ulaşan hadislere ve haberlere dayanarak fetva vermişlerdir. Onların iyi niyetlileri, bütün güçlerini kullanarak cevabın en isabetlisini bulmaya çalışmışlardır. Müctehidler bu çabayı gösterirken hatalı  kararlar verseler bile sevap kazanırlar. Çünkü onlar hiç bir etki altında kalmadan, hiç dünyalık kazancı düşünmeden yalnızca Allah rızası için, olanca güçlerini kullanarak  doğruya ulaşmaya çalışırlar. Ancak alim olmayan, meseleleri ve delillerini yeterince bimeyen birisi işine geldiği gibi fetva vermeye kalkışırsa bırakın sevap almayı; günah kazanır, belki de delâlete bile düşebilir. Bir kişinin herhangi bir konu hakkında bilgisi yoksa hevasına (arzularına) göre fetva veya karar verir. Bu cahillik te onu doğru yoldan uzaklaştırabilir. 



Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:



“Hâkim (hükmeden-karar veren) ictihad eder ve isabetli karara ulaşırsa kendisine iki ücret (sevap) verilir. Eğer ictihad eder ve hatalı karar verirse ona da bir ücret verilir.”[220]



Belli bir mezhebe göre amel edenler, o mezheb imanlarının ictihadlarını göz önüne alırlar ama başka müctehidlerin ictihadlarının yanlış olduğunu düşünmezler. Çünkü müctehidler, ellerindeki delillerden hareket ederek o sonuca ulaşmışlardır. Deliller ve o delilleri uygulama metodu farklı olursa, farklı ictihadların olması doğaldır. Onların pek çoğu ortaya koydukları ictihatlarda ısrarcı olmamışlar, müslümanlara ‘bizim ictihadımızdan daha isabetlisini bulursanız ona uyun’ demişlerdir.



Sahabeler gibi, daha sonradan gelen bazı alimler de bir konu hakkında ortak ictihadta bulunmuşlardır. Bunlara ‘icma’ denir. Müctehid alimler bir konuda ortak ictihad yapmışlarsa, yani bir meselede ‘icma’ olmuşsa; artık o konuda ictihada ihtiyaç yoktur.



İnsanlara bırakılan yani İslâmın bir şey söylemediği, hüküm koymadığı, fıkıh dışı konularda söz söyleme yetkisi yalnızca müctehidlere ait değildir. Böyle konularda uzman olanlar söz söylerler, hüküm verirler. Bunların verdiği karar da ictihad olmaz. Özellikle islâm tarihinde görüldüğü gibi bir takım siyasí mezheplerin ve gurup görüşlerinin –terim anlamıyla- ictihad sayılmasının imkanı yoktur. Yani ictihadın alanı Kur’an ve Sünnetle belirlenmiştir. Bu da onlardaki yoruma açık hükümler ve yeni karşılaşılan fıkhí sorunlardır.



Yeni ortaya çıkan meselelere cevap verebilmek ve İslamı bütün çağlara, bütün topluluklara uygulayabilmek için ictihad yapılması gerekir. Elbette işin ehli olan insanlar tarafından.



İslâmdaki ictihad faaliyeti, İslâm hukukunun her devirde ve yerde uygulanmasını sağladığı gibi, onu donukluktan (statiklikten) kurtarır. İctihad, hem İslâm’ın mevcut hükümlerinin uygulanabilmesi, hem de sonradan ortaya çıkmış sorunlara İslâmî çözümler getirilebilmesi için gereklidir. İslâmı hükümler ile hayat arasında bir kopukluk yoktur, olmamalıdır. İctihad bu kopukluğu ortadan kaldıran çok önemli bir çabadır. [221]