Hüzün Kokulu Düşünceler

                                                                                   



Ne varlığa gerçek anlamda sevinmeli; ne de yokluk ve zorluklara gerçek anlamda üzülmelidir. Bunların tümü, sonunda kazanma veya kaybetmek olan birer sınav ve sorumluluğu olan emanettir. “De ki: ‘Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Her türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kaadirsin.  ...Dilediğine de sayısız rızık verirsin.” (3/Âl-i İmrân, 26-27)



Varlık ve imkânlar da, yokluk ve zorluklar da birer imtihandır. Kişi, hidâyet üzere ise, kendisinin Allah için yaşadığını bilecek ve dönüşün ancak O’na olduğunu unutmadan tüm zorluk ve eksiltmelere sabredecektir: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile dener, imtihan ederiz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir musibet/belâ geldiği zaman: ‘Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz’ derler.” (2/Bakara, 155-156)    



Dereler ve nehirler, önüne çıkan engeller veya aşırı yağışlar ile yatağını, yani istikameti bırakıp taşabiliyor ve büyük zararlara sebep olabiliyor. Aynen akar su gibi, hareket halindeki varlıklar ve özellikle insan da kendisine tayin edilmiş istikametten ayrılırsa benzer büyük zararlara sebep olacaktır. Bir uçağın veya geminin, bir silah veya füzenin hedef noktasını şaşırmasının nelere mal olacağını düşünmek yeterlidir.



Bir orman (dünya) içinde, evine (Allah’a ve O’nun cennetine) gitmekte olan bir insanı düşünelim. Bu insan yolunu, istikamet ve hedefini şaşırıp kaybeder ve Tih çölünde kırk sene şaşkın şaşkın dönen yahudiler gibi, orman içinde kalmaya mahkûm olursa, o takdirde gerçek anlamda hüzün/üzüntü ve bunalım ortaya çıkacaktır.



Kuşlar, ağaçlar, çayırlar, çiçekler, ırmaklar, şelâleler, meyveler... onu evin yolunu kaybettiği takdirde ne dereceye kadar doyurup tatmin edecektir? Bu kaybolan kişinin, unutmuş görünse de, her gün, her saat gizli veya açık düşüncesi ve üzüntüsü evinin hasreti, arzu ve iştiyakından başka bir şey olur mu dersiniz? Diğer taraftan,  istikametini  tutmuş,  dosdoğru  yolu üzerinde emin, atına veya arabasına binmiş (Allah’a kulluk aracı ve helâl bir meslek) bir insanı düşünelim; bu kişi, huzur ve keyifle ormandan geçip gidecek, etrafta gördüğü şelâle değil; su birikintisi dahi, çiçek değil; diken bile (bazı sosyo-ekonomik zorluk ve imkânsızlıklar) bu insana sadece huzur ve zevk verecektir. Niçin bazen fakir bir adamın (ormandaki yaya) “ya Rabbi şükür!” diyebildiği, huzur içinde çalışıp durduğu halde, zengin veya makam mevki sahibi bir insanın, sıkıntı ve üzüntüsünden belki de intihar düşüncesini kafasından attığı bir saat bile bulamadığının sebebi, bu şekilde, istikamet, kulluk ve sorumluluk bilinciyle daha iyi kavranılır. Dosdoğru yol ve yoldan çıkıp kaybolanlar; sırât-ı müstakîmde hidâyet üzere cennete doğru yol alanların huzur ve mutluluğu; diğerlerinin üzüntüler içinde mahvolması, gerektiği şekilde ibret alınmazsa devam edip gidecek.



Evet, sorun ve çözüm “istikamet” kavramında odaklanıyor. Nereye doğru gittiğimiz, hangi yolu takip ettiğimiz, ya huzurun altınsı ışıması içinde ormanın sona eren noktasını görmeyi veya ormanda kaybolup kurda kuşa yem olmayı bekleyerek bin bir üzüntü içinde kahrolmayı sonuçlandıracaktır.



Yoldan çıkanların sonu, tükenmeyen üzüntülerle uçurumlara, cehennem çukurlarına yuvarlanmaktır. Beden aracını, kullanma kılavuzuna uyarak,   bizi çok sevdiği için kaza yapmamızı istemeyen Zâtın yol gösteren kurallarına  ve yoldaki işaretlerine göre kullanıp hedefe ulaşarak yolculuğu tamamlamaktır doğru olan. Bir de (dünya malıyla) sarhoş, kalabalık yolda hız sınırını aşan, kurallara riâyet etmeyen ehliyetsiz şoförler var. Birkaç dakika yalancı zevk ve sonra sonsuz üzüntüler... İman edip sâlih ameller işleyenlere, “Rabbim Allah’tır” deyip hedefini şaşırmadan istikamet üzere dosdoğru gidenlere ise korku ve üzüntü yoktur. Yarışı kazanan, ödülü hak eden  sürücüler bunlardır.  



“Üzüntü de mutluluk ve neşe de bulaşıcı şeylerdir.”



“Üzüntüsünü belli etmeyen onu yarı yarıya mağlup etmiştir.”



“Sebebi belli üzüntüye dayanmak kolaydır; nedeni belirsiz hüzün ise öldürücüdür.”



“Hayatın büyük üzüntüleri için cesarete, küçükleri için de sabır ve dayanıklılığa sahip olmalıyız.”



“Soyulduğu halde gülen adam, hırsızdan bir şey çalmış demektir; boş yere üzülen ise kendi kendini soyar.”



“Arkasından sevineceğin bir üzüntü, sonunda üzüleceğin bir sevinçten daha iyidir.”



Allah’la geçmeyen her saniye, dünya ve âhirette sonsuz hüzünlere sebeptir. Ne mutlu sonsuz âlemde korkusuz ve üzüntüsüz yaşamak için, gerekli tüm sınavlarını  başaranlara...



Osman Necati, Kur’an ve Psikoloji, s. 83-85



Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 186-188



T. D. Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 19/73 vd.



Celâl Kırca, Kur’an ve İnsan, s. 220 vd.



Mustafa İslâmoğlu, Yürek Devleti, s. 79-82



Ali Murat Daryal, Dinî Hayatın Psiko-Sosyal Temelleri, s. 24 vd.