HUNSA

Erkeklik ve dişiliği tam olarak belli olmayan çifte cinsiyetli insan, er-dişi.



İnsanlar, ya erkek veya dişi olmak üzere iki sınıftır. Kur'an-ı Kerimde bu gerçek şöyle ifade buyrulur: "Adem ve Havva'dan bir çok erkek/er ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun..." (en-Nisa, 4/'1).



"Ey insanlar! şüphesiz ki sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve Kabilelere ayırdık. Elbette ki Allah nezdinde en şerefli olanınız ondan en çok korkanınızdır" (el-Hucurât, 49/13).



Cenab-ı Hak, hayvanlar ve bitkiler alemini de çift çift yarattığını haber verir: "Düşünüp ibret alasınız diye, biz her şeyi çift çift yarattık" (ez-Zâriât, 51/49)."Yerin bitirdiklerinden ve bilmedikleri daha nice şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir" (Yâsin, 36/36)."Gökleri ve yeri yoktan var eden O'dur. O, sizin için kendi cinsinizden, hayvanlar için de kendi cinslerinden eşler yarattı. Allah sizi bu şekilde çoğalttı" (eş-Şûrâ, 42/11).



İşte bu ilahi prensibin bir istisnası olarak insanlar arasında nadir olsa, cinsiyet karışıklığı olan kimseler bulunur. Bunlardan bazılarında hem erkek, hem de kadın özellikleri bir arada olur. Bazan da iki cinsin de özelliklerini taşımaksızın, gaita veya cinsiyet organından dışarı atması gereken maddeleri, göbek yerinden ifraz ederler.



İşte bu gibi insanlar hunsa adını alırlar. Bunların, erkek veya dişi oldukları ortaya çıkarsa problem kalmaz. İslam ibadet ve muâmelelerinde sonuca göre işlem görürler. Ancak erkek veya kadın oldukları belirlenemezse hunsa-ı müşkil adıyla haklarında aşağıdaki hükümler cereyan eder.



Bir insanın hunsa olması halinde; o kişide ya iki uzvun bir arada bulunması veya her iki uzvun da bulunmaması haline bakarak iki durum düşünülür. Şöyle ki: Bir hunsa da iki uzuv da bulunmazsa kendisinde sakal veya memenin varlığıyla şüphe ortadan kalkar. İki uzuv da mevcutsa, idrar yeri hakem kılınır. Eğer erkeklik uzvuyla idrar yapıyorsa erkek sayılır. Kadınlık uzvuyla bevlediyorsa kadın olduğuna hükmedilir; diğer uzuv, zaid sayılır. Eğer iki uzuvdan da idrar yapıyorsa, idrarın ilk çıktığı uzva itibar olunur: diğerine itibar olunmaz (es-Serahsî, el-Mebsut XXIX, 91-92).



İki uzuvla bir anda idrarını yapıyorsa, kendisinden daha çok idfar çıkan uzva göre hüküm verilir. Bu Ebû Yusuf'la, İmam Muhammed'e göredir. Ebu Hanife bu son durum hakkında susmayı tercih etmiştir (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu V, 367).



İki uzuvdan eşit miktarda bevl çıktığı taktirde ise Ebû Hanife'ye göre diğer belirtilerin ortaya çıkması beklenir. Şöyle ki, Erginlik çağında erkekler gibi ihtilâm olur veya erkek gibi cinsel ilişkide bulunursa, yahut sakalı çıkarsa erkek olduğuna hükmedilir. Bunun aksine kadın gibi ay hali görür ve memesi kabarı ortaya çıkar memesinden sut iner veya gebe kalırsa yahut da kadınlar gibi cinsel ilişkide bulunursa kadın olduğuna hükmedilir. Bu son meselede Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed susmayı tercih etmişlerdir (es-Serahsî, a.g.e, XXlX, 104).



Hunsanın, erkeğe veya kadına meyletmesi ve ihtilam olması, hayız görmesi gibi gizli konularda kendi sözüne itibar edilir. Bununla da durum ortaya çıkar. Ancak sonradan ortaya çıkan durum, onu yalanlarsa bu sözleri geçerliliğini kaybeder. Erkek olduğunu iddia ettiği halde çocuk doğurması gibi (Bilmen, a.g.e, V, 368).



Hunsây-ı müşkil olup durumu belli olmayan bir kimse miras bırakanın ölümü hâlinde kendisinden önde başka mirasçı bırakmazsa tek başına bütün mala varis olur. Fakat kendisiyle birlikte başka mirasçı da bulunursa iki durumdan, daha kötü olanına (esveü'l-hâleyn) göre mirasa hak kazanır. Yani bir kere erkek, bir kere de kadın farz edilerek miras hissesi hesaplanır. Hangi durumda daha az miras alacaksa, ona göre işlem yapılır. Eğer her iki halde de mirasçı olamıyorsa, kendisine hiç bir şey verilmez.



Meselâ, bir ölünün varisleri bir oğlu ile bir kızından, bir de hunsây-ı müşkil bulunan bir çoğundan ibaret bulunsa, bu hunsaya bir kız payı verilir. Çünkü bundan fazlasını hakkettiği şüpheli olduğu halde, bu kız payını hakketmesi kesin olarak bilinmektedir.



Yine bir ölünün varisleri, kocasıyla ana baba bir kızkardeşi ve baba bir kardeşi bulunan bir hunsayı müşkilden ibaret olsa bu hunsaya erkek kabul edilerek pay verilmez. Çünkü iki durumdan kötü olanı onun erkek farz edilmesidir. Eğer kız kabul edilirse hisseye hak kazanır. Ancak kız olduğu da şüphelidir. Çünkü mirasa hak kazanma mirasçılığın kesin olarak bilinmesine bağlıdır (İbn Kudame, el-Muğnî, VII, 113, 121; es-Serahsî, el-Mebsut, XXIX, 91-114; es-Seyyid Sabik, Fıkhu's-Sünne III, 454).



Hunsanın sünnet olması konusunda görüş ayrılığı vardır. Şafii bilginlerinin bir kısmı, buluğ çağına varmadan fercinden sünnet edilir derlerken, diğer bazıları ne olduğu ortaya çıkıncaya kadar beklenilmesinin uygun olduğunu söylerler. Bu son görüş daha doğrudur. Mâlikiler de aynı görüştedir. Hanefilere göre ise, hunsayı erkek veya kadının sünnet etmesi mekruhtur. Onlar bu konuda sünnet için bir cariye tutulmasını doğru bulmuşlardır .



Hanbelilere göre ise, bulûğa erme sırasında fercinden sünnet edilir (Muhammed Mahmut Hattab es-Sübuki, el-Menhelü'l-Azbü'l-Mevrûd, 1, 196).



Ahmel YAŞAR



M E T İ N



Musannıf, çokça bulunan şeyleri zikrettikten sonra. vücudu nâdir olan şeyi ele aldı.



HUNSA:



Kendisinde hem erkeklik hem de kadınlık aleti bulunan veya her ikisi de bulunmayan kişidir. Böyle birisi eğer idrarını erkeklik organından yaparsa erkek, kadınlık aletinden yaparsa kadın sayılır. Şayet her ikisinden de idrar yaparsa, daha önce işemeye başladığı organa göre hüküm verilir. Ama önce işeme bakımından aralarında fark yoksa o zaman bu hunsâyı müşkildir. Bir taraftan çıkan idrarın öbüründen çıkandan fazla olmasına itibar edilmez. Sahibeyn ise, idrarın fazlalığına itibar edileceğini söyler. Bu hükümler, büluğdan önce söz konusudur. Ama büluğa erer de kendisinden sakal çıkarsa veya kadınlarla birleşebilirse, yada erkeklerin ihtilam olduğu gibi ihtilâm olursa erkek hükmündedir. Ama göğsü büyürse veya kendisinden süt gelirse yahut hayız olursa yada hamile kalırsa veyahutta kendisine cinsi temas mümkün olursa kadın sayılır.



İ Z A H



Allah (c.c.) İnsan oğlunu ya erkek yada kadın olarak yaratmıştır. Nitekim âyeti kerime de : «O ikisinden birçok kadın ve bir çok erkek üretti», başka bir âyette de: «Dilediğine kız çocuk, dilediğine erkek çocuk verir.» buyurmuştur. Bunların her birine ait ahkâmı da ayn ayrı beyan etmiş ama hem erkek hem de kadın olana ait bir hüküm bildirmemiştir. Bu hal, erkeklik ve kadınlık vasıflarının bir şahısta toplanamıyacağına delalet eder. Aralarında zıtlık bulunan iki özellik bir arada nasıl bulunabilir ki?! Kîfâye.



«Yahut her ikisi de bulunmayan ..» İtkâni, bunun karışıklık yönlerinin en açığı,olduğunu, onun için İmam Muhammed'in önce bu izahı zikrettiğini söyler. Ama bana göre. «kendisinde hem erkeklik hem de kadınlık âleti bulunan..» şeklindeki tarif, hunsânın lügat bakımından yapılmış tefsiridir. Bu ise, Zeylai ve daha başka âlimlerin bildirdiklerine göre hunsa'ya mülhaktır. İmam Muhammed'in sözü de buna delalet eder. Bize göre hunsa ile hunsâyı müşkil işinde eşittirler. Muhammed bunları delâlet açısından değil de, hüküm açısından eşit tutmuştur. Kendisinde hiçbir cinsel uzuv bulunmayan kişinin her iki tarafa da benzemesi yönünden daha üstün olması, ona lûğaten hunsâ denilmesine delalet etmez. Onun için Kuhıstânî; «Bir kimsenin hiçbir aleti bulunmazsa da göbeğinden işese, kendisine hunsâ denmez» demiştir. Bu yüzden İhtiyar'da denildiğine göre Ebû Hanife ve Ebu Yûsuf «biz, iki aleti de olmayana ne denilir bilmiyoruz» demişlerdir. İmam Muhammed ise onun hunsâ hükmünde olduğunu söylemiştir. Anla.



«Eğer idrarını... yaparsa ilh...» Yâni hali karışık olurda ne olduğu bilinemezse, işediği organa göre hüküm verilir. Çünkü çocuk annesinden çıkınca, cinsiyet aletinin menfaatı işemektir. Aletin esas menfaatı budur. Diğer menfaatler daha sonra meydana gelirler. Bu cahilhane bir hükümdür. Meseleyi Hz. Peygamber (s.a.v.) belirtmiştir. Tamamı mufassal kitaplarda vardır.



«Daha önce işemeye başladııı alete göre hüküm verilir.» Çünkü bir aletle daha önce işemiş olmak, onun esas organ olduğuna delildir. Bir de, bir aletten idrar çıkınca onun gereği ile hükmedilir. Zira bu tam bir alâmettir. Bu hüküm, daha sonra öbür aletten idrar çıkması ile değişmez. Zeylaî.



«Bir taraftan çıkan idrarın, öbüründen çıkandan fazla oluşuna itibar edîlmez.» Çünkü bu, o aletin kuvvetine delil değildir. Çıkış yerinin dar veya geniş olmasından dolayıdır. îdrarın çok çıktığı organın esas organ olmasından değildir. Üstelik idrarın çıkışı bir delildir, çokluk da aynı cinstendir. Dolayısıyla iki şahitle dört şahid meselesinde olduğu gibi, (bir davada hasımlardan birisinin dört, öbürünün iki şahidi olsa, birisinin şahidinin fazla oluşu onun beyyinesini güçlendirmez) bu, muaraza esnasında tercih sebebi olmaz. Ebû Hanife de, idrar fazla çıkan uzvu tercihi doğru bulmamış ve «sen hiç okka ile idrar ölçen bir kadı gördünmü?!» demiştir. Zeylaî.



«Erkeklerin ihtilâm olduğu gibi...» Yâni menînin erkeklik organından çıkması suretiyle.



«Veya kendisinden süt gelirse...» Yâni memesinden, kadın sütü gibi süt gelirse kadın hükmündedir. Ama kadın sütü gibi olmazsa bu kadınlığına delalet etmez. Çünkü bazan erkekten de süt çıkar.



Cevhere'de şöyle denilmektedîr: «Eğer memelerin çıkması başlı başına bir alâmettir, öyleyse sütün anılmasına ihtiyaç yoktur, denilirse şöyle cevap verilir: Bazan, meme olmadığı halde süt gelir. Bazan da meme görünür ama erkek memesinden ayırdedilemez. Ama süt gelirse, memenin erkek memesi mi yoksa kadın memesi mi olduğu ayırdedilir.» Tatavî, Hamevî'den naklen.



«Hamile kalırsa.. ilh...» Yâni erkek menîsini bir pamuk parçası ile alır ve kadınlık aletine koyar ve hamile kalırsa T. Seriyyüddin'den.



Buradaki hamile kalmasından maksat, cinsi temasla hamile kalması değildir. Çünkü hunsânın cinsi temasa uygun olması zaten onun kadınlığına müstakil bir delildir. O durumda hamile kalmasına ihtiyaç yoktur. (Mütercim)



«Kendisiyle cinsi temas mümkün olursa...» Bu, kadınların onun durumuna muttali olup da anlatmaları suretiyle bilinir. Bunu Tahtâvi söylemiştir. Başka kitapların ibaresi: «Yahut da, kadınlarla kurulan ilişki gibi ilişki kurabilirse» şeklindedir.



M E T İ N



Hunsâ da (erkek veya kadın olduğuna delâlet eden) hiçbir alâmet bulunmazsa veya her ikisine eşit seviyede delalet eden alâmetler bulunursa o zaman hunsâyı müşkül'dür. Çünkü tercihi mümkün kılacak bir şey yoktur. Hasen'den rivayet edildiğine göre; bu durumdaki kişinin kaburgaları sayılır. Çünkü erkeğin kaburgaları kadınınkinden daha fazladır.



Hunsâ'nın hunsâya müşkil olması durumunda, bütün hükümlerde, kendisine ait işlerde ihtiyatla amel edilir. Ama ben derim ki: «Biz daha önce, ondaki deliğe tenasül uzvunu sokan birisine gusül icabetmez ve onun sütü ile süt kardeşliği olmaz» demiştik. Dikkatli ol.



Hunsâ (namazda) şehvet duyulacak döneme gelmişse erkeklerin saffı ile kadınların saffı arasına durur. Onun için kendi malından bir cariye satın alınır. Ta ki onun cariyesi olsun da, bunu sünnet etsin. Çünkü bu cariye, (hunsâ erkekse) onun cariyesi, (kadınsa) kendisi gibi bir kadındır. Hunsâyı bir erkeğin veya bir kadının sünnet etmesi mekruhtur. Bu ihtiyattır. Sünnet için bakmak bir zaruret değildir. Çünkü bize göre sünnet olmak, sünnettir. Eğer Hunsânın malı yoksa, parası hazineden ödenerek bir cariye satın alınır ve sünnetten sonra bu cariye satılır.



Hunsânın sünnet edilmesinde bir de şu yol vardır: O, sünnet etmeyi bilen bir kadınla evlendirilir ve bu kadın sünnet eder. Çünkü eğer hunsâ erkekse onun bir kadınla evlenmesi caizdir. Kadınsa, aynı cinslerin biri birisine bakması, karşı cinsin bakmasından daha hafiftir. Bu durumda hunsâ sünnet olduktan sonra evlendiği kadını boşar. Şayet onunla bir yerde yalnız kalmışsa kadın ihtiyaten iddet bekler.



İ Z A H



«Veya her ikisine eşit seviyede delâlet eden alâmetler bulunursa..» Meselâ aynı anda hem memesi büyüse hem de sakalı çıksa veya erkeklik aletinden meni gelse, kadınlık aletinden hayız olsa veya kadınlık aletinden idrar yapsa, erkeklik aletinden meni gelse Kuhistânî.



«Hasen'den rivâyet edildiğine göre..» Yâni Hasenu'l-Basrî'den Mi'rac' ta şöyle denilmektedir: Ali (r.a.) ve Hasen'in şöyle dedikleri nakledilir:



Hunsâ'nın kaburgaları sayılır. Çünkü kadının kaburgaları erkeğin kaburgalarından bir fazladır. Câbir b. Zeyd de : Hunsâ bir duvarın yanına durdurulur: Eğer duvara işerse erkektir. Eğer idrarı bacaklarına gelirse kadındır. Ama her iki görüşte sahih değildir.»



«Erkeğin kaburgaları kadınınkinden fazladır.» Doğrusu, erkeğin kaburgası eksiktir. Hamevî'nin Eşbâh Hâşiyesi'ne müracaat et.



«Ama ben derim ki: Muvaffakıyet Allah'tandır, ben diyorum ki: Onun işlerinde daima ihtiyatlı olanı almak vacib değildir. Bir çok meselede ihtiyatlı olmak müstehaptır. Şarihin söyledikleri bunlardandır. Çünkü onun kadın veya erkek oluşunun tesbit edilemeyişi bir şüphe doğurur. Şüphe de, yakinen sabit olan bir şeyi kaldırmaz. Çünkü (yukarıdaki meselelerde) cinayetin ve haramlığın olmayışı yakinen sabittir. Bunlar. hunsânın kadın olması şüphesi ile kalkmazlar. Ama ihtiyatlı olmak da müstehaptır. Aşağıda gelecek olan, onun mirascı olma durumu ve benzerleri böyle değildir. Çünkü onlar da yakinen sabit olan bir şeyi kaldırma söz konusu değildir. Onun için orada ihtiyatlı davranmak vaciptir.



Gayetü'l-Beyân'daki Serahsî'nin kâfi şerhinden naklettiği şu sözler dediklerime delâlet etmektedir: Hunsâ namazda kadınların saffına durursa, namazını iade etmesi bana göre iyidir. Asl da İmam Muhammed de böyle demiştir. Çünkü : müskıt (namaz borcunu düşüren şey) -ki o da edadır- mâlümdur, müfsid ise -kadınla erkeğin aynı hizada durması- mevhumdur. Bu vehmden dolayı namazı iade etmesi iyi olur. Şayet hunsâ, erkekler saffına durursa namazı tamamdır. Ama sağında solunda ve tam arkasında duranların, muhâzât şüphesinden dolayı namazlarını iade etmeleri müstehaptır.»



Açıktır ki söz, kendisinde hem erkekliğine hem de kadınlığına delalet eden atâmetler bulunan hunsâ hakkındadır. Dolayısıyla, kendisine erkeklik aletini sokmanın mümkün oluşu veya süt gelişi onun kadınlığına delil sayılarak, bundaki deliğe erkeklik organını sokana gusül icabeder veya ondan emişmek süt akrabalığı doğurur şeklinde bir itiraz da bulunulamaz.. Çünkü bunlar, muarızları bulunmayıp sadece kendileri bulunduğunda kadınlık alâmetidirler. Konu da o değildir. Anla.



«Erkeklerin saffı ile kadınların saffı arasına durur. » Çünkü erkeklerin saffına dursa, kadın olması muhtemeldir. Kadınların safına dursa erkek olması muhtemeldir. Bu meseleye ait hükmü az önce beyan ettik.



«Şehvet duyulacak döneme gelmişse...» Yâni mürahik olmuşsa. Ama öyle değilse onu bir erkek de sünnet edebilir. Kirmânî'den naklen Kuhistânî.



Ben derim ki: Namazın şartları konusunda Sirac'dan nakledilmişti ki: Çocuk için avret yoktur. Sonra müstehat olmadıkça avreti önü ve arkası (kabul ve dübürüdür.) On yaşına kadar bunlar avreti galize olur. Daha sonra baliğ gibidir.



«Ta ki onun cariyesi olsun.» Eğer hunsâ erkekse câriyenin ona bakması caiz olur. Kadınsa, ihtiyaç halinde kadının kadına bakması caizdir. Nitekim ebe doğum esnasında veya fercteki bir yarayı tedavi için ferce bakabilir.



«Bu ihtiyattır.» Çünkü karşı cinsin bakmış olması muhtemeldir. Bu da zaruret yoksa caiz değildir.



«Parası hazineden ödenerek ilh...» Bu, hunsânın babası fakir olduğundadır. Ama babası zenginse cariyenin parası onun malından verilir. Zahire'den naklen Kuhistânî.



«Sonra satılır». Parası hazineye iade edilir.



«Sünnet etmeyi bilen bir kadınla evlendirilir...» Bu Hulvanî'nin görüşüdür. Kifâye'de şöyle denilmektedir: «Şeyhul İslâm derki: Bunun hiçbir faydası yoktur. Çünkü bu durumdaki nikah mevkuftur. Mevkuf nikah da ferce bakmayı mubah kılmaz.» Bu sözlere şöyle cevap verilebilir: Bu nikahın mevkuf oluşu görünüştedir. Yoksa nikah aslında. husnâ erkekse sahihtir ve kadın ona bakabilir. Hunsâ kadınsa batıldır ama bu durumda da aynı cinsten olan insanların biribirine bakması söz konusudur. Dolayısıyla her halukârda bu nikahın faydası vardır.



«Sonra evlendiği kadına bakar». Yâni bâliğ olduktan sonra.



M E T İ N



Hunsânın ipek elbise giymesi ve zinet takınması mekruhtur. Mahremi olmayan bir erkekle tek başına bir odada bulunamaz. Eğer onu bir erkek öperse hürmeti musahare sabit olur. Mahremi olmadan sefere çıkamaz. Çünkü onun kadın olması muhtemeldir. Kendisinin : «Ben erkeğim veya ben kadınım» demesine sahih olan kavle göre itibar edilmez. Çünkü bu, delilsiz bir iddiadır. Bir görüşe göre de; erkeklik veya kadınlık başkasının bilemeyeceği bir hal olduğu için sözüne itibar edilir. Mültekâ da : «Onun hunsâyı müşkil oluşu sabit olduktan sonra sözü kabul edilmez. Ama müşkil oluşu sabit olmadan önce kabul edilir» denilmektedir.



Ben derim ki: Mültekâ'daki bu söz ile iki görüşün arasında uyuşma hasıl olur. Kuhistanî'nin Seyyid'in ferâiz şerhinden ve başkalarından naklettiği görüş zayıftır. Ancak söylenilen bu söze hamledilirse müstesna. Dikkat et.



İ Z A H



«Hunsânın ipek elbise giymesi haramdır..» Çünkü o kadınlara helal, erkeklere haramdır. Hunsânın durumu da henüz belli değildir. Onun için ihtiyatlı hareket edilir. Haramlardan kaçınmak farz, mübahları işlemek ise mübahtır. Böyle hallerde harama düşmekten korunmak için mübah mekruh olur. İnâye.



«Hürmet-i musâhara sabit olur.» Yâni hunsâyı şehvetle öpen, onun annesi ile evlenemez. Sâihânî şöyle der: «Eğer hunsâyı bir kadın öperse, oda babası ile evlenemez. Bu durum onun halinin öpen gibi olduğu açığa çıkıncaya kadar devam eder.»



Ben diyorum ki: Her halde bunun gerekçesi şu : Ferclerde asıl olan haramlıktır. Hunsânın, kendisini öpen gibi olması ihtimali bu aslı ortadan kaldırmaz. Bu dediğimiz daha önce söylediğimize zıt değildir. Düşün.



«Mahremi olmadan sefere çıkamaz.» Yâni erkek bir mahremi olmadan. Mahremi bile olsa bir kadınla birlikte sefere çıkması mekruhtur. Çünkü kendisinin kadın olması muhtemeldir. O zaman mahremleri olmadan iki kadın sefere çıkmış sayılır. Bu da haramdır. İtkânî.



«Onun hunsâyı müşkil oluşu sabit olduktan sonra..» Yâni onun hem memesinin hemde sakalının çıktığını görmek suretiyle olduğu gibi müşkil oluşu bizim tarafımızdan sabit olduktan sonra. Ben bu izahla, farklı rivayetlerin uyuştuğunu yani meselede ihtilafın olmadığım söylüyorum. Musannıfın iki ayrı görüş olduğunu zannettiği şey Zeylaî'nin sözüdür. Zeylaî şöyle demiştir: «Eğer hunsâ : ben erkeğim, veya ben kadınım derse, şayet hunsâyı müşkilse sözüne itibar edilmez. Çünkü bu, delilsiz bir iddiadır. Nihâye de Zâhire'den naklen şöyle denilir: Şayet hunsâyı müşkil; ben erkeğim veya ben kadınım derse sözü kabul edilir. Çünkü kendisi hakkında o emindir. Söylediğinin aksı çıkmadıkça da eminin sözü makbuldür. önceki görüşü Hidâye'de zikredilmiştir.»



Ben derim ki: Bu iki nakil arasında zıtlık yoktur. Çünkü Zâhire sahibinin, hunsâyı müşkilden maksadı, müşkil olduğu bizce açık olmayandır. «Söylediğinin aksi bilinmedikçe» sözü izaha delalet eder. Zâhire'nin Nihâye'de mezkur olan ibaresinin sonu da yine buna delâlet eder. O ibarenin metni şudur: «Onun müşkil olduğu bilinmeyince, söylediğinin aksi de bilinmiyor demektir. Dolayısıyla sözü tasdik edilir. Ama eğer müşkil olduğu bilinirse, sözünün akside bilinmiş olur. Dolayısıyle onun sözünün tahmini olduğu anlaşılır. Çünkü o müşkil olduğu zaman durumunu bilemez. O ancak bizim bildiğimizle bilinir.»



Zeylai bu ibareyi almamış ve Zâhire'deki sözlerin, Hidâye'dekilere zıt olduğu intibaını vermiştir. Musannrf da Zeylaî'ye uymuş ve Kifâye'deki ibare: Hidâye'nin sözünün. Zâhire'nin sözü ile yapılan bir izahı olduğu halde bunları iki ayrı görüş olarak vermiştir.



«Ancak bu denilene hamledilirse müstesna». Yâni onun, hunsâyı müşkil olduğu belli olmadan öncesini kasdettiğine hamledilirse Seyyid'in; müşkil oluşunu zikretmeden, bizim için müşkil oluşu belli olmayan gizli şeylerle kayıtlamasıda bunu teyid eder. Çünkü o: «Hunsâ'nın sözü, başkasının bilemiyeceği gizli şeylerde olduğu zaman kabul edilir. Hunsâ eğer hayız gördüğünü veya meni geldiğini ya da erkeklere veya kadınlara ilgi duyduğunu haber verirse sözü kabul edilir. Bundan sonra sözünden dönerse kabul edilmez. Ancak mesela erkek olduğunu söyleyip sonra da doğum yapması hali gibi önceki sözünün yalan olduğu açıkça belli olursa müstesna. Bu durumda onun önceki sözü ile amel terkedilir.



M E T İ N



Hunsâ, durumu açığa çıkmadan ölürse yıkanmaz, yıkamak mümkün olmadığı için teyemmüm ettirilir. Mürahık ise, ister erkek olsun ister kadın bir cenazenin yanında bulunamaz. (Kendisi öldüğünde defnedilirken) kabirinin üzerinin örtülmesi menduptur. Erkek, kadın ve hunsânın birlikte bulunduğu cenazelerin namazı kılınacağında imamın yanına erkek, ondan sonra hunsâ daha sonra da kadın durdurulur. Bu, tertibin hakkına riâyet içindir. Meselenin tafsilatı Eşbâh'tadır. Ben de bu konuda faydalı bir cilt eser var.



Hunsâ, mirastan hisselerin az olanını alır. Yâni iki halden (erkek veya kadın olmak) daha düşük olanına göre alır. İleride tahkik edeceğimiz üzere fetvâ bu görüş ile verilir. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre her iki hissenin de yarısını alır.



İ Z A H



«Teyemmüm ettîrilir». Eğer teyemmüm ettiren yabancı ise bir bezle (eline bez sararak) teyemmüm ettiririr, mahremi olan birisi ise beze lüzum yoktur. Hünsânın kadın olması muhtemel olduğu için teyemmüm ettirirken yabancı olan yüzünü kollarından çevirir. Sünnet etme de olduğu gibi, cenazesini yıkaması için cariye satın alınmaz. Çünkü o öldükten sonra mala malik olamaz. Dolayısıyle onun adına bir şey satın almak faydasızdır. İnâye.



Hunsânın önceden sahip olduğu cariyesi de onu yıkayamaz. Çünkü cariye ölen efendisini yıkayamaz. Hanımı ise yıkayabilir. Bu izah ile, İbni Kemâl'in : Hunsânın mülkünün baki olduğu tarzında ileri sürdüğü itirazda cevaplanmış olur. Nitekim bunu Dürrü'l-Mültekâ da beyan etmiştir.



«Bir cenazenin yanında bulunamaz.» Yâni erkeği de kadını da yıkayamaz. Nihaye ve Mirac. Bu hükmün «mürahık» ile kayıtlanması. büluğdan sonra genelde müşküllüğün kalmamasıdır.



«Kabrinin üzerinin örtülmesi ilh...» Çünkü o kadınsa vacip yerine getirilmiştir. Erkekse. örtmenin hiçbir zararı yoktur. Zeylaî. Herhalde o «vacip» ile, kadının avretini örtmeyi kasdetmiştir. Yoksa cenaze defnedilirken kabrin üzerini örtü ile kapatmak vacip değil müstehaptır. Minah;



«Sonra hünsâ..» Kadın olması ihtimaline binaen erkeğin gerisine konur. Şayet bir mazeretten dolayı hunsâ, bir erkekle aynı kabre konursa. erkeğin arkasına konulur ve aralarına toprak gibi bir şeyden mani konulur. Şayet hunsânın cenazesi bir kadınla birlikte olursa, hunsâ öne geçirilir. Çünkü onun erkek olması muhtemeldir. Hunsâ, kadın gibi beş parça kumaşla kefenlenir. Meselenin tamamı Minah'tadn.



«Yâni iki halden daha düşük olanı» Ebû Hanife'ye göre iki hissenin azı şudur: Erkek olması halindeki hissesine ve kadın olması halindeki hissesine bakılır. Bunlardan hangisi daha az ise o verilir. Eğer bir takdire göre mirastan mahrum ise, kendisine bir şey verilmez.



«Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre her iki hissenin de yarısını alır.» Yâni erkek ve kadının hisselerinin toplamının yarısını alır. Şu bilinmelidir ki, bu Sâbinin görüşüdür. O, Ebû Hanife'nin hocalarından olduğu ve bu konuda onun görüşü kapalı olduğu için Ebû Yûsuf ve Muhammed o görüşün tahricinde ihtilaf etmişlerdir. Bu, onların görüşü değildir. Sirâciye'deki ifade şu şekildedir: «Ebû Hanife'nin görüşü, arkadaşlarının da görüşüdür. Bu aynı zamanda sahabelerin çoğunun da görüşüdür ve fetvâ bu şekildedir.



Nihâye ve Kifâye'de ise, rivâyetlerin çoğuna göre İmam Muhammed'in görüşünün ve Ebû Yûsuf'un ilk görüşünün İmam Azâm'la birlikte olduğu sonra dönerek sabinin sözünü tefsir ettiği görüşüne döndüğü kaydedilir.



M E T İ N



Hunsânın babası ölse ve geride onunla birlikte bir oğul bıraksa, terikeden oğul için iki, hunsâ için bir hisse vardır. İmam Ebû Yûsuf'a göre hunsâ'nın hissesi 3/7, İmam Muhammed'e göre 5/12, İmam Azam'a göre ise 1/3'tür. Çünkü bu hisse azdır ve hunsâya en az bu kadar mal düşer. Onun için hunsâ kesin olanı alır. Çünkü şüphe ile mal sabit olmaz. Şayet onun erkek kabul edilmesi halinde hissesi daha az olursa oğul sayılır. (Meselâ Hunsâ) koca, anne ve ana baba bir kız kardeşle birlikte olursa, kendisi asabe kabul edilir ve mirastan 1/6 alır. Çünkü bu daha azdır. Ama eğer kız kabul edilirse yarı hisse alır, ve mesele sekizden halledilir. Şayet hunsâ iki takdirden (erkek veya kadın olarak takdir edilmesi) birisine göre mirastan mahrum olursa kendisine bir şey düşmez. Meselâ; koca, anne, iki çocuk ve bir öz erkek kardeşle birlikte olursa bir şey alamaz. Çünkü (Erkek kabul edilir veî asabe olur. Ama kız kabul edilse idi mesele dokuzdan çözülecek ve hunsâ yarım hisse alacaktı.



Bir kimse ölse ve geriye amcası ile kardeşinin çocuğu olan hunsâ kalsa, hunsâ kadın sayılır ve mal amcaya kalır.



Allah en iyisini bilir.



İ Z A H



«Ebû Yûsuf'a göre...» Zeylaî şöyle demektedir: «Ebû Yûsuf ve Muhammed, Sâbinin sözünü tahricte ihtilaf etmişlerdir. Ebû Yûsuf'a göre miras yedi hisseye ayrılır. Bunun dördü oğula üçü hunsâya verilir. Bu imam varislerin yalnız başlarına olmaları haline itibar etmiştir. Çünkü eğer varis sadece oğul olsaydı mirasın tümünü alacaktı. Sadece hunsâ olsaydı, onun erkek olmasına itibar edilirse o da terikenin tamamını alacaktı. Kadın olduğuna itibar edilirse yarısını alacaktı. (iki tarafa da itibar edilemiyeceği için Şâbi'nin sözüne göre) Her iki hissenin yarısını alır. Yâni hem malın tümünün yarısını hemde yansının yarısını alması gerekir ki o da 3/4 (dörtte üç) tür. Oğul için de malın tamamı vardır. (İkisi bir arada olduğunda) her bir 1/4 (dörtte bir) bir sehim kabul edilir ve sehim toplamı yediye çıkar. Oğul bunlardan dördünü, hunsâ da üçünü alır. Çünkü (yukarıda geçtiği gibi) tek başına alması halinde oğul mirasın tamamını, hunsâ da dörtte üçünü alacaktı. (Bunlar birlikte olduklarında) her birisi avl ve mudarabe yoluyla hakkının tamamı ile çarpılır.



İmam Muhammed'e göre ise miras on iki sehme ayrılır. Yedisi oğula, beşi de hunsâya verilir. Bunların durumları (ayrı ayrı değil) birlikte nazarı itibara alınır. Eğer hunsâ erkek olsaydı mal aralarında yarı yarıya (taksim edilecekti. Kadın olsaydı da üçte birini hunsâ, üçte ikisini de oğul alacaktı. Taksim erkekliğe itibarla ikiden, kadınlığa itibarla ise üçten olur. Bunlardan birisi öbürü ile çarpıldığında altıya çıkar. Hunsânın hissesi onun kadın olduğuna itibar edilirse (altında) iki, erkek olduğu kabul edilirse üçtür. O halde (hunsa müşkil olduğu için) onun hakkı bu iki hissenin yarısıdır. Üçün yarısı kesirli olduğu için altı iki ile çarpılır ve oniki çıkar. Bu durumda da hunsâ erkek farzedilirse altı, kadın farzedilirse dört hisse alacaktır. Müşkül olduğu için bunların yarısını alır o da beş hisse eder.»



Zeylaî'nin söyledikleri buraya özetle nakledilmiştir. Tamamı orada vardır. Hidâye'de, hunsânın hissesini azaltma konusunda ittifak olduğu için Muhamned'in görüşünün tercih edileceğine işaret edilmiştir. Çünkü hunsânın Muhammed'in görüşüne göre alacağı, Ebû Yûsuf'un görüşüne görealacağından 1/84 oranında daha azdır. Bu şöyle hesaplanır: Yedi oniki ile çarpıldığında 84 çıkar. Hunsânın hissesi yedide üç olunca üçü on iki iIe çarparız o da 36 çıkar. (Muhammed'in görüşüne göre) Hissesi de 5/12'dir. Buna göre de beşi yedi ile çarptığımızda 35 çıkar. Bundan da anlaşılmış olur ki iki görüş arasındaki fark 1/84 sehimdir.



«İki çocuk..» Yâni hunsânın anne bir kardeşleri.



«Bir kimse ölse ve amcası kalsa...» Yâni birisi ölse ve geride amcası ve kardeşinin hunsâ olan oğlu kolsa. Bu, hunsanın kadın farzedilerek mirastan mahrum olacağına misaldir. Önceki ise erkek farzedilerek mahrum oluşuna misaldi.



«Mal amcaya kalır.» Çünkü kardeşin kızı mirascı olamaz. Ama hunsa erkek farzedilseydi mirasın tamamını alacaktı. Çünkü kardeşin oğlu varken amca birşey alamaz. T.



Allah (c.c.) daha iyi bilir.