Halifelik Makamı ve Halifenin Yükümlülükleri

Bakara, 30. ayette belirtilen meleklerin, halifenin yaratılış hikmetini öğrenmek amacıyla sordukları soru "halife" kelimesini biraz açmaktadır. Onların sorusundan halifenin üç önemli özelliği belli olmuştu. Bunlardan birisi, meleklerin merak sorusunun yorumuyla anlaşılabilecek bir özelliktir. Onlar, "Halifenin yaratılmasından maksat kulluksa, biz en güzel şekilde yapıyoruz; öyleyse başka bir halifenin yaratılmasının hikmeti nedir? Öyle anlaşılıyor ki, yaratılacak halife de tıpkı melekler gibi Allah'ı tesbih edecek, yani O'na ibadette bulunacak ve yönetim hakkı olacak. İkinci özelliği yeryüzünde yaşayacak olması. Bunu ayetin başında bizzat Rabbimiz söylüyor. Üçüncü özelliği ise, yer için yaratılacak halifenin orada fesat çıkaracak ve kan dökecek olmasıdır.



Melekler, halifenin yaratılış hikmetini anlamak için, "yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?" (2/Bakara, 30) diye sorarlar. Allah, halife insanı bu olumsuz özelliklerle nitelemelerinden dolayı onları yalanlamadı. "Hayır, siz yanılıyorsunuz, benim halifem böyle bir şey yapmayacak" demedi. Buna karşı "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.



Bütün bunlar, yeryüzü halifesinin Hz. Adem ve onun soyundan gelecek bütün insanlar olduğunu gösterir. Şurası kesindir ki Hz. Adem yeryüzüne indikten sonra ne fesat çıkardı ve ne de kan döktü. Bu kötü fiilleri ilk olarak kendi oğullarından birisi yaptı. Onun soyundan gelen niceleri tarih boyunca sayısız fesat çıkardılar, haksız yere başkalarının kanını akıttılar. Öyleyse kast edilen Hz. Adem ve  onun  soyundan  gelenlerdir.  Kur'an'ın  ifadesinden  anlaşıldığına  göre Allah, bütün Ademoğullarını yeryüzüne halife olarak gönderdi. Şu ayet, bu açıdan oldukça dikkat çekicidir: "Sonra, nasıl yapıp davranacaksınız diye sizleri gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık." (10/Yûnus, 14) Kendilerine verilen nimetin değerini bilmeyen ve nimet verene şükretmeyen, elçilere karşı çıkan nice topluluklar cezalandırıldı, helâk edildi. Onların yerine Rablerini tanıyan, şükretmesini bilen yeni kuşaklar halife olarak gönderildiler. Onlar, Allah'ın hükmüyle hükmederler, yüklendikleri emaneti hakkıyla taşırlar.



Hz. Adem'in şahsında halife olarak yaratılıp dünyaya gönderilen insan, bu özelliğini ancak halifeliğin gereğini yaparsa koruyabilir. Halifeliğin gereği de şüphesiz ki dağların, yerin ve göklerin taşımaktan korktuğu  "emanet"i  taşımaktır. Halifeliğin değeri bununla ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda başta bütün peygamberler halifedir. Onlar en kutsal yük olan emaneti taşıma, Allah'ın hükümlerini uygulama ve ümmetlerine anlatma yönüyle kendilerinden önceki peygamberlerin halefleridirler. Peygamberleri dinleyen, ilâhî davete kulak verip, Allah'ın koyduğu ölçülere göre yaşayan bütün salih insanlar da, bu mübarek yükü taşımada kuşaktan kuşağa birbirlerinin yerine halife olmuşlardır. Yine Allah'ın adıyla yaşayan, Allah'ın indirdikleriyle hükmeden, gücünü ve otoritesini Allah'ın adı yüce olsun diye kullanan bütün otorite sahipleri de bu halifelik sıfatına lâyıktır.



Allah, başta Hz. Adem olmak üzere bütün insanları kendi hükümlerinin uygulayıcıları olsunlar diye yarattı. Bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır. Kim bu emaneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir. Allah'ın hükmüne uymayıp, O'nun dininden yüz çevirenler, yani ilâhî emaneti taşımayanlar ise o kutsal ve üstün halifelik sıfatını koruyamayanlardır. (8)         



İnsan, yeryüzünün hâkimi, yöneticisidir; ama bu farazî ve sembolik bir liderlik ve hâkimiyettir; Allah’a itaat etse de, karşı çıksa da böyledir. Çünkü Allah’ın meşîetinin/ dilemesinin dışına çıkamaz. Ama itaat ederse kendisi ve kendi saadeti için itaat etmiş  olur;  irâde ve kaynaklandığı ‘benlik’ emanetini yerinde kullanmış olur. İşte bu emaneti yerinde kullandığında fesat çıkaran değil; selâmeti, sulhü gerçekleştiren bir halife olur. Şu halde, insan yeryüzünün halifesidir ve bu halifelik yeryüzünde hükmetmektir. Bu şekilde, insan toplulukları, nesiller birbirlerinin yerini alırlar, yani birbirlerine halef olurlar; bir topluluk emanete ihanet ettiğinde Allah onun yerine başka birini getirir, yani ona başka bir topluluğu halef kılar ve onları yeryüzünün halifeleri yapar. Şu halde, halifeyi yalnızca birinin yerine geçen anlamında kullanmak, kavramın muhtevasını büyük ölçüde daraltmak olur. (9)     



Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili ayetlerden anladığımıza göre Allah Teâlâ, genel anlamda bütün insanları yeryüzünün halifeleri olarak yaratmıştır. Yeryüzündeki bütün yaratıklar, insanoğlu için yaratılmış, onun hizmetine sunulmuştur; insan yeryüzünün efendisi ve halifesidir. Bu halifelik gereği bütün insanlar ilk plânda Allah’a iman etmekle ve bu imanın sonucu olarak O’nun hâkimiyetini kabul etmekle yükümlü tutulmuşlardır. İnsanın yeryüzü halifeliği, onun yönetim ve davranışlarda Allah’ın hükmünü uygulaması demektir. Bu uygulamalarda Allah’ın kanunları mutlak ölçüdür. İnsan, yeryüzünde halifeliğini ifa ederken bu ölçünün dışına çıkamaz, bu hükümlere aykırı hareket edemez. Çünkü Allah, yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği insana mutlak bir serbestlik vermiş değildir. İnsan için birtakım kurallar ve sınırlar çizmiş ve bunları aşmamasını istemiştir.  



Zürriyetlerini temsilen halife kılınan ilk insan Hz. Adem ve eşi için bile birtakım sınırlamalar söz konusudur (Bkz. 2/Bakara, 35). Bu hududa uymak, insanın   yeryüzü halifeliğinde,  bu  yüce   makamda   kalabilmesinin   temel   şartıdır  (Bkz.  2/Bakara 38).  Bu ölçülerin dışına taşanlar ise,  ateş   azabına   düşmekle   tehdit   edilir.  Diğer  bir  deyişle;  insanlardan  istenen,    halifelik gereklerini yerine getirmeleridir. Bu ise, Allah’ın belirlemiş olduğu sınırlar içerisinde kalmakla mümkün olur. Bu anlamda bütün insanlar, Allah’ın yeryüzünde halife tayin ettiği kimselerdir. Tüm insanların bu şekilde görevlendirilmiş olmalarına “umumi hilâfet” diyoruz. Hz. Adem’in soyundan gelen herkes bunun kapsamı içerisindedir. İnsan, halifeliğinin sonucu olarak yüklenmiş olduğu “emanet”in gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür.



Allah, bu yükümlülüğü yerine getirmeyenleri, yerlerine başkalarını istihlâf etmekle, başkalarını halife yapmakla tehdit ediyor. Buna göre halifelik makamında, yalnızca bu makamın gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirenler kalabiliyor. Yalnız bu kişilerin bu makamda  kalabilmelerine  de  “hususi  hilâfet”  adını  veriyoruz.  Tarih boyunca bu anlamda toplumlar birbirlerinin yerine geçmiş ve halifelik onlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Allah’ın halife yapacağına ve onları yeryüzünde hâkim kılacağına yemin ile söz verdiği kimseler (24/Nur, 55), O’nun dinini yeryüzünde hâkim kılanlar ve insanları tağutların tasallutundan kurtarma savaşını sürdürenlerdir.



İster genel, isterse özel anlamda olsun hilâfet, “Allah’ın dinini hâkim kılmak” özünü taşır. Bu öz, hilâfetin sosyal alanda da hissedilir olup, gerçekleşmesiyle ve teşkilâtlanmasıyla siyasî bir görünüm kazanır. Allah, Hz. Davud’a kendisini yeryüzünde halife kıldığını bildirmekle birlikte ona; insanlar arasında hak ile (Allah’ın hükümleri ile) hükmetmeyi (38/Sâd, 260) emretmiştir. Hz. İbrahim de kendisinin insanlara imam (halife) kılındığı haberini Allah’tan alınca, soyundan geleceklerin de bu makama yükseltilmelerini istemiş, Allah ise bu ahdinin zâlimler hakkında sözkonusu olmayacağını (2/Bakara, 214) bildirmiştir. Anlaşılmaktadır ki halifelik, Allah’ın hâkimiyetinin her alanda bütün açıklığıyla ortaya çıkması demektir. Bütün insanlar bununla görevlidir. Böyle bir makama yükselmek isteyen, daha doğrusu bu makamdan düşmek istemeyen toplum da ona göre davranmak zorundadır. Bu tür toplumun en yüksek temsilcisi ise, yeryüzündeki halifelerin kendi hür iradeleriyle seçtikleri “halife”dir. Halife, bu emaneti yüklenebilecek nitelikte olmalıdır. Çünkü emanetlerin ehil kimselere verilmesi, Kur’an’ın emirleri arasındadır (Bkz. 4/Nisâ, 58). (10)