Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir

İnsanın, saptığı yollardan ayrılıp, Allah'ın yoluna girebilmesi için, öncelikle böyle bir zorunluluğu duyması, yani bu yola girmek için çabalaması gerekir. Bu çabalama Allah uğrunda cihaddır. Böyle bir çabanın içinde olan, yani, ya kendi kendilerine, ya da  elçilerinin çağrısıyla böyle bir çabanın içine giren insanlara, elçiler getirdikleri Kitab'ın ayetlerini okurlar. Ne ilginçtir ki, elçilere ilk inananlar, şirkin kirlerine bulaşmamış ve şirkin yarattığı ortamdan son derece rahatsızlık duyanlar olmuşlardır. Yani, Kur'an'ın deyişiyle, kulakları bütünüyle sağır, gözleri bütünüyle kör olmamış, bunun sonucunda kalpleri hepten kararmamış, yani, ölmemiş insanlardır bunlar. İnsanı öldüren, kalbi karartan günahlardır. Şirkin her türlü kirlerinin içine bulaşarak, karanlıklar içinde hayaller ve kuruntular üzerinde bir 'bilgi' oluşturan ve bunu gerçek bilgi sanan insanların iman etmesi kolay olmaz. İblis, insanlara yaptıklarını süsler, onlara va'd eder, içlerine kuruntular eker.



"Elbette senin kullarından belirlenmiş bir pay alacağım' dedi; 'onları mutlaka saptıracağım, boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim.' (İblis) Onlara va'd eder, ümit verir."  (Nisâ: 4/118-120)



İşte, şeytanın va'dine, verdiği ümitlere ve emirlerine bağlanıp, tutkularına kapılan insanlar 'ölmüş' insanlardır. Bunlar, fasıktırlar, facirdirler... Elçilerin getirdiklerine inanmazlar; onları yalanlarlar, iman edenleri de vazgeçirmeye çalışırlar. Onların bu durumuna, Kur'an-ı Kerim'de  "çok uzak bir dalal"  denir.



İblisin temelde insanlar üzerinde bir hükmü yoktur. O sadece va'd eder; kuruntular ve ümitler verir. Ona uyanlar, aslında tutkularına, arzularına, hevalarına uyanlardır. Böyleleri, kurdukları dünyalarını sürdürebilmek için birtakım putlar icat ederler. Bu putlar, bazı şekiller olabildiği gibi, özellikle günümüzde çok yaygın olduğu biçimiyle, aldatıcı birtakım "bilgi"ler, eğlenceler, şarkılar, sporcular, bilim, teknik, sosyal bilgiler, ilerleme, eğitim, medeniyet, kültür, çağdaşlık gibi kelimeler de olabilir. Bunlar, Allah'la ilişki koparılarak değerlendirildiğinde; Allah'ın yolundan sapmış, tutkularına köle olmuş insanların, başkalarını da saptırmak için icat ettikleri putlara dönüşür.[295]



Öte yandan, şirkin yol açtığı ortamdan memnun olmayan ve çıkış yolu arayan insanlar dalal içinde olmalarına rağmen, elçilerin okuduğu ayetlerle, kalplerindeki kirleri gidermeğe girişirler, tezkiyeye başlarlar. Bu şekilde arınmaya koyularak, hüdaya tabi olmak isteyenlerin bu çabasına "ihtidâ" denilir. (İhtidâ etmediği halde, böyle görünen dönmeler vardır. Sabataycılar da denilen bu dönmeler -avdetiler- 2. Meşrutiyet döneminde ve T.C. de etkin faaliyetlerde bulunmuşlar, Osmanlı'nın ve müslümanların başını çok ağrıtmışlardır. Özellikle Selanik, dönmeleriyle meşhur idi. Hâlâ Hâriciye'de ve basında dönmelerin ciddi etkinlikleri vardır.) İhtidanın başlangıcı elçilere ve Allah'tan getirdiklerine inanmak ve okudukları ayetlerle kalplerini arıtma uğraşısı içine girmektir.



"Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ettilerse, şüphe yok, ihtida etmişlerdir." (Bakara: 2/137)



"Eğer müslüman olup teslim olmuşlarsa, şüphe yok, ihtida etmişlerdir." (Âl-i İmran: 3/20)



Beri taraftan, elçilerin çağrılarına kulak vermeyip, uzak bir dalal içinde olanların peşinden gidenlerin, kendilerini dalalete sürükleyenlere karşı tavırları şöyle anlatılır:



"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, "keşke" derler, Allah'a itaat etseydik, Rasül'e itaat etseydik! Rabbimiz, doğrusu biz efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de, onlar yolu saptırdılar."  (Ahzab: 33/66-67)[295]



Kalplerini arıtanlar; Allah'a yapışır, Rasüllerin öğretilerine kulak verir ve bu öğretiler üzerinde gitmeğe, hayatlarını sürdürmeğe çalışırlarsa, Allah da onların hidayetini artırır, onları sırat-ı müstakimde sabitleştirir. "Allah, İhtida edenlerin hidayetlerini artırdı ve onlara takvalarını verdi."  (Muhammed: 47/17)  İhtidalarında sabit olup, imanlarından dönmeyenler ve salih amellerde  bulunanların  sonunda  kalpleri  de  hidayete  erer.  Kalp  hidayete  erince,  insan bütünüyle hüdaya ulaşmış, yani artık tam anlamıyla hidayet bulmuş demektir. "Kim Allah'a iman ederse, Allah kalbini hidayete erdirir."  (Teğabün: 64/11) Allah'ın hidayete erdirdiği insanlar, yine İblis'in iğvalarına kapılıp, dalalete düşebilirler. Dalalet, doğru yoldan her türlü sapmayı içine alır; İster bilerek, ister bilmeyerek, ister unutarak, ister kasden olsun. Sırat-ı müstakimde olmamak veya sırat-ı müstakimi bilmemek de dalalettir.               



Kur'an, hidayetin Allah'ın elinde olduğunu, Allah'ın hidayet vermediğine kimsenin hidayet veremeyeceğini, eğer Allah dileseydi herkesin hidayet üzere olacağını söylemektedir.[295]



Kişinin bâtıl yolu bırakıp, hidayete yönelmesi, Cenab-ı Hakk'ın dilemesi ve yardımı ile olur.



"De ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından bir hak geldi. Kim ihtida eder, doğru yola giderse, kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de dalalet içinde olursa, saparsa; kendi aleyhine sapmış olur. Ben üzerinize vekil değilim." (Yûnus: 10/108).



"Allah kimi saptırırsa, artık onu hidayete, doğru yola sevk edecek hiçbir kimse bulunmaz." (Ra'd: 13/33).  



Hidayet, öncelikle Allah'tandır ve tek hidayet edici O'dur. Fakat, rasüller Allah'ın hidayetiyle hidayet edici, yani insanları Allah'ın yoluna yönelticidirler. Bu yönelişi tam bir hidayet üzerinde oluşa çevirmek yine Allah'ın elindedir. Peygamber ne kadar isterse istesin, insanlara hidayet veremez. Allah'ın izniyle insanlar hidayete erer veya sapıklıkta devam eder. Aynı şekilde İblis de insanlara vesvese vererek, emrederek, kuruntular ve ümitler içinde yürüterek onları dalalete çağırır. Ama, yine, insanı sapıklığa iten Allah'tır; yani, nihai belirleyici O'dur. İnsansa iradesini kullanarak sapar; yani Allah, İblisin va'dlerine kanarak, tutkularına esir olan insanları, kendileri istedikleri ve o yöne yöneldikleri için saptırır. İnsanları doğruya yönelten, yani hidayete götüren imamlar olarak rasüller göndermesi, temelde yine Allah'ın hidayet etmesi olduğu gibi, İblisle de saptırması, yine Allah'ın saptırmasıdır; yani, Allah insanın gerek hidayete ermesi, gerekse sapması için gerekli her türlü şartı yaratır; sonra, hidayete ermeğe çabalayan insanları hidayete ulaştırır; sapıklıkta ısrar edenleri de kendi hallerine bırakır:



"Onları (elçileri) emrimizle hidayete götüren imamlar kıldık." (Enbiyâ: 21/73)



"Muhakkak sen, sırat-ı müstakime ihtida ettirirsin." (Şûrâ: 42/52) Buna karşılık,



"Muhakkak sen, sevdiğine hidayet edemezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet eder." (Kasas: 28/56)



"Sen, görmüyorlarsa, körlere hidayet mi vereceksin?"  (Yûnus: 10/43)



"Yeryüzündekilerin çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar." (En'âm: 6/116)



Dalalet, "an" harf-i cerriyle kullanıldığında "yitmek, yok olup gitmek" anlamlarına gelir. Kafirlerin dünya hayatındaki amelleri, küfürleri, iftiraları, hepsi ahirette kendilerinden sıyrılıp gidecektir. Böylece onların hiçbir değerlerinin olmadığı anlaşılacak ve kendilerine hiçbir bakıma yarar getirmeyecek, tam tersine zarar verecektir. Dünya hayatında Allah'a koştukları eşler de, aynı şekilde kendilerinden kaybolup gidecektir: "Uydurdukları şeyler kendilerinden kaybolup gitti." (En'âm: 6/24; Yûnus: 10/30)[295]



Kur'an'ı başından başlayarak okuyan kimsenin, yüce Allah'tan ilk isteği hidayettir. Bu isteğe cevap da, ardından verilmektedir: Hidayeti isteyene "işte Kur'an!" (Bakara: 2//2) denilmektedir. Dosdoğru yol, hidayet Kur'an yoludur.[295]