Duâ, En Tesirli İlâçtır

Meşhur bir tıp doktoru olan Lary Dossey, ibâdetin tedâvideki rolünden bahsederek, “İbâdetin iyileştirme gücü, artık bir iman meselesi olarak nazara alınacaktır” diyor. O, yirmi senelik tıbbî tecrübelerinden sonra iman eden bir insan oldu. Çünkü duâ ve ibâdetin bir iyileştirme faktörü olduğunu gösteren deliller gittikçe artıyor. Tıp şehri Dallas Hastahanesinde eski bir şef olan Dossey, bu meselenin tıpta en iyi gizlenen sırlardan biri olduğunu anladım, diyor. O, “İyileştiren Kelimeler: İbâdetin Gücü ve Tıbbî Tecrübeler” isimli kitabın yazarıdır. Dossey, kitabında tansiyon, kalp sektesi, yara, baş ağrıları ve vesveseden muzdarip hastalara ibâdetin nasıl faydalar sağladığını araştırmalarla izah ediyor.



O, çeşitli dinler ve ibâdetler üzerine çoğu 30 senedir yapılmış 130 araştırmadan deliller gösteriyor. “İnsan zihni, duâ durumuna girdiği zaman, duâ edilenlere güzel şeyler vuku bulmaya başlıyor” diyor. “Ancak, bu önemli araştırmalar, şimdiye kadar kasıtlı olarak gözardı edildi ve bir kenara atıldı” diye ekliyor.



Şimdi, araştırmacılar, duânın, sade psikolojik etkisinden yola çıkmıyorlar. Plisibo (placebo: İlâç tesiri olmayan maddelerin hastanın ilâç aldığına inanması) etksini bertaraf ederek hareket ediyorlar. Dindar bir kardiyolog olan Randolph Byrd duâda doğrudan doğruya Allah’ın müdâhalesi olduğunu gösteren şöyle bir deney yapıyor: Hiçbir özel ayrıma tâbi tutmadan rastgele 393 kalp hastası seçiyor. Fakat hastaların hiçbiri kendileri için duâ edildiğini bilmiyor. Bunları tedâvi eden doktor ve hemşireler de bilmiyorlar. Byrd araştırması sonunda kendileri için duâ edilen hastaların daha az antibiyotiğe ihtiyaç duyduklarını ve daha az sıkıntı çektiklerini tesbit ve isbat ediyor.



Duâ ve kendisi için duâ edilenin de bunu bilmesi, etkiyi daha çok artırıyor. Nöroloji, hissiyat ve düşünce ile ilgili beyin sahasıyla, bağışıklık sistemleri arasındaki bağları duânın harekete geçirdiği değerlendiriliyor. Byrd’inki gibi çalışmalar ve bakteriler, su yosunları, kan hücreleri, bitkiler ve hayvanlar için yapılan duâlarla ilgili çalışmalar, duâda doğrudan doğruya Allah’ın tesir sahibi olduğunu araştırma ve tecrübelerle gösteriyor.[284]



Duânın etkisinin kabulü için, ille de Batıda ve adına bilimsel ya da tıbbî çalışma denen şeylerle isbatlanmasına müslümanın ihtiyacı yoktur. Bir müslüman kendi veya yakınları üzerinde de duânın faydalarını, duâ ile iyileşen nice kişileri görmüş, duymuştur. Hatta bunlara da şâhit olmasa bile, o şifâ verenin Allah olduğunu bilir; ilâçla tedâvi gibi duânın da birer sebep ve vesile olduğunu, esas sebebin Allah olduğunu kabul eder ve Allah’tan başka şifa veren gerçek bir etki olmadığı inancıyla Kur’an ve Sünnet esasları içinde O’na yönelir. Din tedâviyi emrettiği için tedâviyi önemser, ama onun şifa için esas değil, sadece bir sebep olduğunu unutmaz. Yine din, duâ etmeyi de ısrarla emrettiği için onu da ihmal etmez, Allah’ın faydasız bir şey emretmediğini, emrettiği her ibâdet ve amelin insana dünya ve âhirette nice kazanç; hastalıklar için çeşitli faydalar ve şifâlar sebebi olduğunu unutmaz. "Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O'nun keremini geri çevirecek  (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarında dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve pek merhametlidir." (10/Yûnus, 107. Bu konuda ayrıca bkz. 8/Enfal, 10; 42/Şûrâ, 31, 29/Ankebut, 22; 2/Bakara, 107).      



Allah, duâ edenin duâsını işitir, cevap verir. “Rabbiniz (şöyle) buyurdu: ‘Bana duâ edin, size icâbet edeyim.” (40/Mü’min, 60). Duâ edene huzur ve ferahlık vererek sıkıntısını ve korkusunu giderir. Ancak icâbet etmek/cevap vermek, duâda mutlaka istenileni vermek demek değildir. Allah Teâlâ, hikmeti gereği ya istenilenin aynısını verir, ya da daha iyisini, daha hayırlısını verir ya da hiç vermez. Tıpkı hasta bir çocuğun doktordan tatlı bir şey istemesine karşılık doktorun şifâlı, fakat acı şurup vermesi gibi, Allah da duâ eden kuluna istediğinden daha hayırlı bir şey vererek duâsına icâbet edebilir. Duâ, bir ibâdet olduğundan onun esas mükâfatı âhirette verilecektir. Hastalık ve sıkıntılar, duânın önemli vakitleridir. Bu zamanlarda kul âcizliğini ve zayıflığını anlayıp Allah’a daha içten sığınmalıdır, O’na yönelip ilticâ etmelidir.    



İbn-i Abbas (r.a.)'dan; O demiştir ki: Bir gün Rasulullah (s.a.v.)'ın terkisinde idim. Buyurdu ki; "Evlat, sana birkaç söz belleteyim: Allah'ı (yani emir ve yasaklarını) gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah'ı gözet ki O'nu karşında bulasın. (Bir şey) istediğin vakit Allah'tan iste, yardım dilediğin vakit Allah'tan dile. Şunu bil ki, bütün yaratıklar elbirliğiyle sana bir fayda vermek isteseler, Allah'ın sana yazdığından fazla bir şey yapamazlar. Aynı şekilde tüm yaratıklar elbirliğiyle sana bir zarar vermek isteseler, Allah Teâlâ'nın sana takdir ettiği zarardan fazlasını yapamazlar. Kalemler (işleri sona erip) kaldırılmış, sayfalar da (üzerlerindeki yazılar tamam olup) kurumuştur." (Tirmizî)



Alexis Carrel'e göre duânın aslında; rûhun maddî olmayan dünyaya doğru bir çekilişi, bir gerilimi olduğu gözlenmektedir. Bir başka deyimle denebilir ki duâ; rûhun Allah'a doğru yükselişi ve O'na açıkça tapınış durumudur. Duâ, hayat denilen mûcizeyi yaratan varlığa karşı derin sevgi ve ilticâ ifadesi, O'nunla ilişkiye geçme gayretidir. Muhammed İkbal'e göre duâ, kâinatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulabilmek için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzunun ifadesidir.



Belki dayatılan eğitim anlayışı ve hayat tarzının etkisiyle, belki de içinde yaşadığımız şartların baskıcı karakteri sebebiyle müslümanlar olarak bazılarımız da çoğu kez rasyonalist bir anlayışla meselelere yaklaşabiliyor. Sorunları tanımlarken ve çözmeye çalışırken gözetilmesi gereken hususları göz ardı edebiliyoruz. Çoğunlukla, yaptığımız amellerin/eylemlerin neticesini hemen almak ve somut bir şekilde görmek istiyoruz. Çoğu kez, sadece maddî boyutu yerine getirerek  -ki bunu da yeterli yaptığımız şüphe götürür-  sonuca gitmeye çalışıyoruz. Oysa bütün yapılanlardan sonra Allah'a yalvarmak ve yapılanın tesirini halk etmesi için O'na niyazda bulunmak da gerekmektedir. Allah'tan "sabır ve salâtla yardım talep etmemizi " bizzat Allah öğütlüyor (2/Bakara, 153). Yani, hem sabır ve direnme olacak, hem de duâ ile yardım talep edilecek.



"Duâlarımız kabul edilmiyor herhalde" diyerek karamsarlığa saplanmak da yanlıştır. İçinde bulunduğumuz şartların zorluğu hiçbir zaman bizi duâdan alıkoymamalıdır. Allah, kendi ifadesiyle duâ edenin dileğine karşılık vereceğini söylüyor.



“Rabbiniz (şöyle) buyurdu: ‘Bana duâ edin, size icâbet edeyim.” (40/Mü’min, 60).



Allah'ın güzel isimleri arasında "Mücîb" i de zikreden Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir günah, yahut sıla-i rahmi kesme gibi bir mâsiyet olmadıkça kulun Allah'a yapmış olduğu duânın karşılığında Allah ona ya istediğini verir, ya eş değerde bir belâyı ondan uzaklaştırır, ya da onun için âhirette daha iyisini hazırlar." (Tirmizî; Rûdânî, hadis No: 9223)