c) Cemâl ve Cemîl:

 



Cemâl, Yaratılıştan güzel olmak, kişinin huyunun güzel olması demektir. Kadınların güzelliğini dile getirmek için de bu kelime kullanılır. Nitekim Hz. Peygamberimiz  şöyle buyurmaktadır: “Kadın dört şey için nikâh edilir; malı için, soyu için, güzelliği (cemâli) için ve dini için. Ey mü’min, sen bunlardan dindar olanla evlenmeye çalış. (Şâyet bu tavsiyeye uymazsan) yoksulluğa düşersin.” (Buhârî, Nikâh 15; Ebû Dâvud, Nikâh 2, 12; Nesâî Nikâh, 10, 13; Muvattâ, Nikâh 4)



Cemâl kelimesi, insanın hoşuna giden, görünce içinde bir ferahlık ve mutluluk duyduğu şeylerin sıfatı için de kullanılır. Şu âyet-i kerimedeki cemâl kelimesi bu mânâyı ifade etmektedir:



“(Allah) Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için ısınmanızı sağlayan ve daha birçok yararlar vardır. Ve onlardan bazılarını da yersiniz. Akşamleyin merâdan getirdiğiniz, sabahleyin merâya götürdüğünüz zaman onlarda sizin için güzellik (cemâl) vardır.” (16/Nahl, 3-6).                        



Yüce Allah, bu âyette, hayvanların sabah ve akşam insanlara nasıl güzel göründüğünü anlatarak, karınları tok, memeleri sütle dolu olarak merâlardan dönüşleri ve yavruları ile karşılaşıp sevinç nâraları atmaları; ertesi sabah yeniden yayılmaya giderken koşuşup oynaşmalarının ne kadar zevkli bir manzara olduğunu canlı bir tablo halinde gözlerde canlandırmaktadır. Yemyeşil ovalardan, canlı, rengârenk, kır çiçeklerinin arasından süzüle süzüle gelen hayvanlarını gören bir çiftçinin sevinç ve mutluluğunu en vecîz ve canlı bir şekilde tasvir ederken, bu güzel tabloyu cemâl kelimesi ile anlatmaktadır. 



Ârifler, âlemi fevkalâde güzel bulur. Çirkin denilen şeyler de, kendilerinde İlâhî güzelliğin tecellî etmesi bakımından güzeldir. Bu tür şeyler, yemekteki tuz değerinde olup âlemin güzelliğine güzellik katar. Aslında âlemdeki hiçbir şey, özü itibarıyla çirkin değildir. Güzellik aslî, çirkinlik ârızîdir. Bir varlığın varlıklar âlemindeki yerini alması ve güzelliğini belli etmesi için itibarî/göreceli bir çirkinliğin var olması gerekli olmuştur. Bununla birlikte zâhidlerin çirkin saydıkları şey, Allah’ın eseri olan âlemin kendisi olmayıp hırs ve kötü emelleriyle dünya hayatını çirkinleştirip onun doğal güzelliğini kirleten kötü insanların davranışlarıdır. Nitekim birçok âyette de bu niteliğe bürünen dünya hayatı yerilmektedir.



Maddî âlemde görülen güzeller, mutlak güzelliğin çeşitli derecedeki tecellîleri olduğundan bunları temâşâ ede ede İlâhî güzelliğe ve Hakk’a ermek mümkündür. En yüksek ve en derin rûhî hazlar, İlâhî güzelliğin temâşa edilmesinden hâsıl olduğu için cennette Allah’ın mutlak güzelliğini (cemâl-i bâ-kemâl) seyretmek, en büyük gâye olmuştur.



Mutlak ve yegâne güzelliğin Allah ve tecellîlerinden ibâret olduğunu vurgulayan İslâm âlimleri, İlâhî ve beşerî sevgiyi de bununla açıklamışlardır. Gazzâlî şekil ve sûret güzelliğini “bir şeyin, kendisine yaraşan ve mümkün olan kemâle sahip olmasıdır” şeklinde târif ettikten sonra, mânevî ve rûhî güzelliklerden de bahseder ve her iki güzelliğin sevgi sebebi olduğunu anlatır. Ona göre güzel, sırf güzel olduğu için insan tarafından tabiî olarak sevilir. İnsan maddî ve rûhî güzelleri ise kalp gözüyle idrâk eder. Kâmil insan için önemli olan mânevî güzelliktir. Özellikle gönül ehli buna önem verir. Fiziği güzel olan insanlardan çok, karakteri güzel olanlar sevilir. Fakat en çok sevilen de mutlak anlamda güzel olan Allah’tır. “Allah cemîldir/güzeldir; cemâli/güzeli sever.” (Müslim, İman 147; İbn Mâce, Duâ 10)