Çağdaş Dram

Dödüncü Aşama’da yaşanan durum şöyledir: Her ülke ve her bölgede yönetimin dizginleri ve iktisadi hayatın evrilip çevirmesi,İslami uyanıklıktan ve dini doğru bir şekilde anlamaktan uzak kimseler tarafından ele geçirilmiştir. Hatta bu gibi kimseler, müslümanların miras aldıkları geleneklere küçümseyici nazarlarla bakmakta, onları hakir  görmektedirler. İslamı yaşayışa uyacak İslam’ın değer ve ilkelerine sarılacak olurlarsa, dünyada rezil ve rüsvay olacaklarına, hiç bir değerleri kalmayacağına, arzuladıkları kalkınma ve ilericilik hamlelerini gerçekleştiremeyeceklerine inanmaktadırlar. Eğer uygarlık kafilesine kavuşmak isitiyorlar, batılı düşüncelere ve ilkelere bağlanmadan, bunları iciğine cıcığına varıncaya kadar taklit etmeden, herşeyleriyle kendilerini bunlara uydurmadan mümkün olmayacağını kabul ediyorlar.



Bu eğilmler, gelişigüzel ve kendiliklerinden ortaya çıkmış değildir. Aksine bunlar, iyiden iyiye incelenmiş eğilimlerdi ve bunlara göre yeni bir kesim yetiştirilmişti. Tüm can alıcı noktalardaki baş mevkileri işgal etmek üzere seçilenler de işte bunlardı. Hayatın her kesiminde ve genel olarak müslüman ülkelerin tümündeki yönlendirme ve rehberliği bunlar yapmaktadır.



Özgürlük savaşlarının İslam adına başlatılıp kahramanlıkların en güzel örneklerinin müslümanlar tarafından verilerek, istenen sonuç elde edildikten sonra, bu savaşların liderlerinin ilk kurban olarak İslam’ı seçmelerinden, İslam’ı kabuğu yenmiş bir meyvenin çekirdeği gibi fırlatıp atmalarından daha garip ve hayret edilecek bir durum olabilir miydi acaba?...



İşte Cezayir bunun en yeni örneği olarak gözlerinizin önünde duruyor. Önceden de söylemiştim: Cezayir, günahsız çocukarını, taze gençlerini, yaşlılarını, genç hanımlarını binlerle ifade edilecek kalabalıklar halinde şehid verdikten sonra ancak bağımsızlığına kavuşabilmiştir. Cezayir’in dağları, vadileri, kentleri ve köyleri bunun kanıtıdır. tabii ki gülü seven dikenine katlanır. Fakat, bağımsızlık bayrağı dalgalanır dalgalanmaz müslümanlara verilen ilk müjde,, Cezayir’in “sosyalist bir cumhuriyet” olacağı idi. Aynı oyun Pakistan’da, Tunus’ta, Mısır’da ve başka ükelerde de sergilendi. Bu uğursuz komedinin sahnelenmediği bir tek İslam Ülkesi gösterebilir misiniz bana? Size ikinci örneğimi Tunus’tan vermek istiyorm. Vatanın özgürlüğe kavuşturulması sesleri burada da İslam adına yükseldi. Müslümanlar da Allah Yolunda cihad uğruna canlarını ve mallarını feda etmekten geri kalmadılar. Sonunda Tunus şehidlerin kafaları ve yaralıların kanları üzerinde bağımsızlığını elde edince, buranın lideri kalkar ve tüm dünyaya Ramazan ayında tutulan, orucun üretimi düşürdüğünü ilan eder. Rusya’da komünistlerin müslümanlara aşılamak istediklerini, Burgiba da, Tunus’ta tekrarlıyor, onların yollarından giderek üretim alanlarından çalışanların, üretimin düşmemesi için oruç tutmamalarını emrediyordu. Oruç tutamayacak derecede ihtiyarlamış kimselerin oruç tutmama imkanına sahip oldukları ve Şeriatin hükmüne göre mazur oldukları açık bir şeydir. Ancak Burgiba’nın fabrikalarında üretimi artırmak için çalışan gençlerin oruç tutmama imkanları da Burgiba’nın Şeriatında vardır. Buna göre İslam’ın Beş temeli’nden ikincisi olan oruca “elveda” demek kalıyor.



Bu gibi kimseler, başlı başına bir sınıftırlar. Yönetim ve ülkelerin kilit noktaları ellerinde bulunur. Diğer taraftan “dini kesim” diye adlandırılan bir kesim daha vardır. Bu kesim, dinin hükümlerini iyiden iyiye bilmekte, Allah’ın neyi emredip neyi yasakladığından tam anlamıyla haberdar bulunmaktadır, İslam uygarlığının ne olduğunu iyice bilmektedir. Ancak bu kesim, müslümanların güvenini sağlayacakşekilde çağdaş kültüre sahip bulunmamaktadır. Müslümanlar, bu nedenle yönetimi ve kilit noktaların idaresini birinci sınıftan alıp onlara bir türlü vermemektedir. Dolayısıyla bu dindarlar kesimi de devletin yönetimi konusundaki yeterliliklerini ve onları en mükemmel şekilde ve üstün yöntemle yönetebileceklerini ispatlamak fırsatını elde edememektedirler. Gerçekten de bu ikinci kesim, müslümanların hislerine en yakın olan  kesimdir. Onların dini duygularıyla ençok onlar kaynaşmışlardır. Müslümanlar, bu kesime güvenlerini müşahhas olarak ortaya koydukları ve onları yönetimin başına geçirdikleri taktirde,dinlerini bozmayacaklarından emindirler. Geleneklerini yıkmayacaklarını, küfür ve fısk düzenlerini başlarına getirmiyeceklerini iyi biliyorlar. Fakat onlar bu kesimin çağdaş devletin gereklerini sağlıklı bir şekilde yürütmek konusunda yeterliliğini ve gücünü ortaya koyabileceğini sanmamaktadırlar. Batı Uygarlığının fırtınaları karşısında halkın yönetim konusunda yeterli olduğunu ispat edebileceğini; çağın iç ve dış sorunları ve benzeri davaları düzenleyebileceklerini düşünememektedirler. Tüm bu işlerin bu ikinci kesim tarafından beğenilir bir şekilde düzene konulabileceğini müslümanlar, -mantıki bir takim gerekçelerden hareket ederek- sanmamaktadırlar.